SOSYAL DENGE- 2/Devletin unsurları ve kuvvetler dengesi
Süleyman Akdemir
1611 Okunma
Yargı (=kazâ) görevi

bd) Yargı (=kazâ) görevi:   

Yargı'ya  eski  dilimizde  kazâ  denilmekteydi. Kazâ  sadece

mahkemede karar vermeyi ifade etmiyordu. Ortaya çıkmış kollektif ürünlerin bölüşülmesine de bu ad verilirdi. O halde kaza veya yargı denilince sadece mahkeme kararları anlaşılmamalıdır. Mülkî âmirlerin de bölüşüme ilişkin kararları ile, müdahalenin men'i ve zilyetliğin tespitine ait kararlar da kazadır .Hattâ tarafların kendi aralarında nizasız bölüşmeleri de kazadır. Diğer taraftan kazanın temel özelliği, geçmişle ilgili olaylar hakkında kararlar almasıdır. Bugün kullanılan ve mahkeme  kararlarının uygulanması anlamındaki icrâî kazâ (=infaz) da kazanın içindedir.

Demek ki, bir diğer sınırları yeterince belirlenmeyen kuvvet de yargı'dır. Yargı sözcüğü sadece ihtilaflarda karar verme durumundaki yargılama faaliyeti ile sınırlı tutulmaktadır. Bize göre, yargı sadece karar vermeden ibaret olmayıp daha fazla bir şeydir. Esasen yargının bir kuvvet derecesine çıkması, bu takdirde mümkündür. Aksi takdirde, bazı yazarların yargı kuvvetini yürütme içine sokmalarını veya yargıyı hiç saymamalarını doğal karşılamak gerekir. Şimdi, Sosyal Denge Modeli'nde yargı (=kazâ) kavramı üzerinde duralım ve bu kavram içinde yer alması gereken işlevleri belirlemeye çalışalım.

 bda) Kavram:

Toplum yaşamında konulan kurallar ve bu kurallara bağlı işler her zaman usulüne uygun yapılmaz veya kuralları uygulama her zaman aynı şekilde anlaşılmayabilir. İhtilaflar çıkar. Bu nedenle, toplum içinde çıkan ihtilafları çözme mekanizmasının da kurulması gerekir. Devlet; bu özelliği ile "Adalet mülkün temelidir" biçiminde tanımlanır.

Nihaî mânada yargı, kişiler arasında çıkan ihtilafların çözülmesi ve karara bağlanması olarak anlaşılır. Ancak bu görev sadece mahkemelerle sınırlı değildir. Yargı için, hukuk kuralları(=mevzuatın)'nın bulunması, ülke içinde güvenlik ortamının sağlanması, soruşturmanın usulüne uygun yapılması,

 

yargı kararı verecek ehil kimselerin (hakemlerin veya hâkimlerin)  belirlenmesi veya belirlenme yöntemlerinin konulması şarttır. Ayrıca zilyetlik ihtilaflarının yargı öncesi çözülebilmesi, soruşturmanın yürütülebilmesi ve hukuk mevzuatının oluşturulabilmesi için, mülkî taksimatın kurulması da gerekir. Yargı, bu kapsamda ele alınması gereken bir kavram olarak düşünülmelidir ve geniş mânâda idarenin işlevini yerine getiren bir kurum  olarak değerlendirilmelidir.

     Günümüzde yargı sadece bağımsız karar verme birimi olan mahkemeleri ve kamu adına soruşturma açma yetkisine ait savcılık kurumlarını —ki bu konu da tartışmalıdır— ifade eder. Daha önce de işaret edildiği gibi, yargıyı sadece çıkan ihtilaflarla sınırlı tutmak, onun bağımsız kuvvet olmasına yetmez. Devlet içinde yer alan idare kurumunun bir fonksiyonu olan ihtilafları çözme anlamında yargı, bu görevin sadece bir parçası olarak kabul edilebilir. O halde, Sosyal Denge Modeli'nde yargı(=kazâ)'yı belirleyen unsurları ortaya koymaya çalışalım.

         bdb) Yargıyı belirleyici unsurlar:

           I.İdare-yargı ve hukuk

     Devlet, hakların korunması için kurulmuş olup esasen varlığının nedeni budur. Devlet sayesinde insanlar diğer insanlarla bir arada yaşayabilirler ve bu yaşama biçimini diğer grup ve ünitelerle ilişki kurarak genişletebilirler. Bir arada yaşama ve hiyerarşik düzen kurabilme, insanın ünsiyet yeteneğinin bir      
sonucudur. Bu sayede insan doğal gücüne ilave olarak bir top-    
lumsal güç elde eder ki, bu güç bütün güçlerin üzerinde bir var-
lık gösterebilmesini sağlar.                                            

     Hukuk sistemi ve toplumsal sözleşmenin esası; hak olarak belirlenenlerin toplumun teyidi altına alınması ve herkesin bu hakları korumak için harekete geçmek zorunda kalması biçiminde belirlenebilir. Haklar, belirlenmeleri ile birlikte tüm toplum(=devlet)'un teyidini sağlarlar. Bir başka deyişle top-

lumda yaşayan herkes, bu hakkı koruma yükümlülüğü altına girer ki, böyle bir gücün üstünde bir kuvvet düşünülemez.

Hukuk sisteminin bir diğer önemi, toplum içinde yaşama kurallarının belirlenmiş olmasını ifade etmesidir. Böylece bireyin toplum içindeki davranışları kendi iradesi ile belirlenmiş olur. Kişiler, yasakları bilmek ve ona göre hareket edebilmek isterler. Bu durum, kişi hak ve hürriyetlerini güvence altına almanın birinci basamağını teşkil eder.

       II. Güvenlik

İdarenin bir diğer görevi genel güvenliği sağlamaktır. Bu güvenlik iç ve dış olmak üzere iki kısma ayrılır. Güvenliğin sağlanamadığı bir yerde, çıkan ihtilafların çözülebilmesine imkân olmadığı gibi, alınan kararların, geliştirilen hukuk sisteminin ve anlaşmalar düzeninin bir anlam taşımadığı söylenebilir.

Güvenliği sağlama ilk dönemlerden beri insanın konusu olmuştur. İnsanlar bu nedenle teşkilatlar kurmuşlardır. Güvenlik idarenin temel görevleri arasında yer alır. Genel güvenlik ilk temel teşkilatlanma birimleri sayılan apartman ve mahalleden, devlet düzeyine kadar her kademede önem taşır. Bu yapılanmanın güvenlik kadar, yargı birimleri bakımından da önemi vardır. Acaba yargı birimi hangi idarî ünitede kurulmalıdır? Güvenliğin sağlanması ile bu kararların alınıp yerine getirilmesiarasında doğrudan bir ilişki vardır.Sosyal Denge Modeli'nde 3.000-10.000 arasında nüfusa sahip Bucak,gerek idarî   ünite bakımından gerekse nüfus kriteri bakımından yargı birimlerinin kurulacağı temel bir birim kabul edilebilir.

 

 III. Soruşturma

Karar verme durumunda olan kimselerin, aynı zamanda soruşturmayı yürütmeleri hâlinde karar almada gecikmeleri doğaldır. Diğer taraftan, soruşturma ayrı bir olay, karar verme ayrı bir olaydır. O halde bu iki ayrı olayın iki ayrı birim tarafından yürütülmesi gerekir. Soruşturma yapacak kimselerin, soruşturmacı nitelik ve ehliyetine sahip olmaları şarttır.

Günümüzde olayların tespiti, daha çok müşteki, muhbir ve görgü tanıklarının ifadelerine dayanmakta, soruşturma savcılıklarca yürütülmekte, polis ve karakol bu soruşturmada önemli bir yer tutmaktadır. Kabul edilen tahkik (ve/veya karma) sistem gereği gerek karakol gerekse savcılıklarca yürütülen soruşturmalar, mahkemelerce tekrarlanmakta, soruşturma birimlerine çoğunlukla güvenilmemekte ve sonuçta davalar uzayıp gitmektedir. Hazırlık soruşturma sisteminde kabul edilen gizlilik ilkesi, gözetim altında bulunan sanığa işkence yapıldığı iddialarını gündeme getirmekte, gizlilik ve kapalılık soruşturma sistemini zedelemektedir. Bu durumda, ne soruşturma sağlıklı bir şekilde yürütülebilmekte, ne de kararlar zamanında ve doğru olarak alınabilmektedir.

Hukukî, cezaî ve idarî ayırımı gözetmeksizin, her türlü hukukî ihtilafların çözümünde, yargının birliği ve bütünlüğü dikkate alınarak çözümlerin bulunması gerekir. Bu takdirde, bütün hakem ve hakimlerin genel hukuk prensiplerini iyice bilmeleri şarttır. Bununla beraber, karar verme konumunda olan kimselerin uzmanlaşmaları elbette gerekecektir. Ancak bu uzmanlaşma yargı birliğini ve genelini bozacak nitelikte olmamalıdır.

Soruşturma birimlerinin günümüzde olduğu gibi tek veya tekel olarak oluşturulması, hizmette rekabeti kaldırdığı, rüşvet, yolsuzluk ve suiistimallere neden olduğundan dolayı kabul edilemez. Bütün hizmetlerde olduğu gibi yargı hizmetlerinde de rekabeti sağlayacak çoklukta soruşturma birimleri oluşturmak ve yetkiyi halkın seçimine (=tercihine) bırakmak gerekmektedir. Böyle bir halde, soruşturmayı seçilen kimseler yürüttüğünden, yargıda da demokratiktik ilkesi sağlanmış olacaktır.

IV. İlmî kazâî içtihatlar

Hâkimler karar verirken hukuk alanı dışındaki konuları bilirkişiler marifetiyle inceletirler ve kararı ondan sonra verirler. Hemen her konuda uzmanlığı gerektiren teknik hususlar çıkmakta, mahkemeler âdeta bilirkişilerin raporlarını onaylama makamı olarak çalışmaktadırlar. Bu konuda  yolsuzluklar had safhadadır.

       Diğer taraftan, bir ülkede uygulanan tek tip yasa sistemi yerine,         çoklu hukuk sistemine doğru bir gidiş vardır. Yani, hukuk plüralizminden         bir başka deyişle,   bir ülkede      birden    fazla  hukuk  sisteminin uygulanmasından      söz  açılmaktadır. Böyle        bir  uygulamada          karar  verme  durumundaki   kimseler    zorda   kalabilirler.     Bu            nedenle  Sosyal  Denge Modeli'nde, hukuk sistemi   üretme görevi ,

bilim kurum ve   kuruluşlarına   verilmektedir.Karar  verme   durumunda             bulunan    hakemler,  olayın   hukukî   nitelemesini,  kişilerin hukuk              sistemi  olarak  bağlı  bulundukları   bilim   kuruluşlarına soracaklar               ve  oradan  aldıkları  mütalaaya  göre  karar   vereceklerdir. Böylece                kararların     hem   bilime   uygunluğu   hem   de    farklı hukuk               sistemlerinin     uygulanabilirliği      sağlanmış    olacaktır.

 Görülüyor ki, Sosyal Denge Sistemi'nde yargı, sadece mahkeme ve onun kararlarından ibaret bir fonksiyon olarak ele alınamaz. Bu Model'de yargı; idare ile bir bütündür ve ondan ayrılmaz bir parçadır. Hukuk sisteminin oluşturulması (=mevzuat), güvenliğin sağlanması, soruşturmanın yürütülmesi, kararların alınması ve hükümlerin yerine getirilmesi(=ilâmların infazı) faaliyetleri devletin klâsik görevleridir ve kazâ (=idare) olarak tanımlanır. İşte idare ile yargı bu biçimiyle bir bütün oluşturabilir ve ancak bu takdirde bir kuvvet olarak kabul edilebilir. Yoksa sadece mahkemelerdeki hâkimlerin kararlarını bir kuvvet olarak kabul etmek, kuvvetler ayrılığı veya dengesi kavramlarını açıklamaya yetmez. O halde kuvvetler ayrılığını açıklarken yargıyı —eski deyişle kazâ— idare ile bir bütün olarak değerlendirmek, tanımları ona göre yapmak gerekir. An cak bu takdirde, yargının bir kuvvet olmasından ve kuvvetler dengesi içindeki yerinden söz açılabilir.

 

 

 

 

 



 

 

 

 

 

 



© 2024 - Akevler