bb) Yasama yetki vegörevi:
bba)Kavram:
Düzen, ancak birtakım kurallara uymakla sağlanabilir. Aksi görüşler olmakla birlikte, devlet öncesi dönemlerdeki insanların doğal disiplin adı verilen bir düzen içinde yaşadıklarını biliyoruz. İnsanların devleti oluşturmaları toplumsal sözleşme adı verilen hukuk düzenine geçmeleri ile mümkün olabilmiştir. Gerek doğal disiplin gerekse toplumsal sözleşme halinde asıl olan toplumu meydana getiren kurallardır. Bütün sorun bu kuralların keşfedilmesidir. Bu maksatla toplumsal kuralların bulunmasında tarih boyunca değişik yöntemler kabul edilmiş ve geliştirilmiştir. İşte, toplumsal kuralları belirleme ve karar hâline getirerek düzeni oluşturma faaliyeti yasama yetki ve görevini oluşturur.
Toplum hayatında bu görevi hangi kurum veya kişiler nasıl yerine getireceklerdir veya yerine getirmeleri gerekir. Şimdi bu soruların cevapları üzerinde durmak istiyoruz.
Kuralları oluşturma bilmeyi ve bilgiyi gerektirir. Sosyal kanunların gereklerine dayanmayan ve bilimsel bulguları dışlayan toplumsal sözleşmeler(=yasalar)'in geçerliliği ve uygulanabilirliği söz konusu olamaz. Mevcut yasama sistemi içinde, yasalar yapılırken bu tür araştırmalar, bürokratlara, meclis komisyonlarına yaptırılmaktadır. Sonuçta bu metinler parmak hesaplarına göre biçimlenmektedir. Özellikle çoğunluk sisteminin kabulü nedeniyle, iktidar partisinin istekleri bu yolla yasalaşmaktadır. Böyle bir yasa yapma yöntemi başlangıçta ulus iradesini çıkarma bakımından çok önemli bir rol oynamış, ancak zamanla çoğunluk sistemi ve bürokrasinin güçlenmesi ile işin içinden çıkılmaz bir hâle gelmiştir. O halde, yasa yapma sisteminde, biri yapılma biçiminden, diğeri yapılan yasaların içerik yetersizliğinden kaynaklanan iki temel sorun bulunmaktadır.
Bize göre yasama görevi sosyal bir kurum olan bilim kurumlarına ve seçimle oluşturulacak bilim(=yasama) meclisine ait bir görev olmalıdır. Demek ki, Sosyal Denge Modeli'nde yasama organı seçimle gelme şartını korumakla beraber bilim kurumuna verilmesi gereken bir fonksiyon olarak kabul edilmektedir. Yasaların yapımından bilim adamları sorumlu ve yetkili tutulmaktadır. Doğal yasaları bunlar bulabildiği gibi, analoji yöntemiyle sosyal yasaları da ancak bunlar ortaya koyabilirler. Bu görev ve faaliyet, esas olarak bilimin içinde mütalaa edilmelidir. Burada bilim adamlarının niteliğinin ehliyet kavramı ile birlikte düşünülmesi gerekir. Bilgi ve bilim soyut kavramlar olduğu için niteliklerini belirlemek hususu, insanın başından beri ilgilendiği bir konu olmuştur. Tek başına bir kişinin bilgisini ölçmek oldukça zordur. Ancak, insanların bilgileri diğer insanlarla mukayese edildiğinde doğruya daha yakın ölçülebilir. Ehliyet adı verilen bu konuda bir tasnif yapılabilir: Başlangıç Ehliyeti, Temel Ehliyet, İlk Ehliyet, Orta Ehliyet, Yüksek Ehliyet ve Üstün Ehliyet. Böyle bir tasnif esasen hemen her toplumda vardır. Ancak, ehliyetin yasa yapma ile ilişkisi, yeterince kurulmuş değildir. Bu tasnifin önemi bilginin derecelendirilmesinde çıkar. Toplumsal iş ve görevlerin ehil kimselere verilmesi kamusal hizmetlerin ve bu arada üretimin artmasına neden olur.
Toplum hiyerarşiye dayalı birim ve ünitelerden oluşur. Nitelik ve kapsam geliştikçe bilginin önemi artar. Bu durumda sosyal ve siyasî ünitelerin gerek oluşturulması ve gerekse yönetilmesinde, biraz önce sözü edilen ehliyet sorunu ön plana çıkar. Sosyal Denge Modeli'nde, siyasî teşkilatlanma bakımından ilk birim bucak olduğuna göre, ehliyet nasıl değerlendirilecektir? Bu nitelikleri taşıyan temsilciler, seçildikleri takdirde yasama faaliyetinde görev almalıdırlar. Sosyal Denge I'de işaret ettiğimiz dil ve matematik bilimleri üniversitenin, —ilahiyat fakülteleri dahil— bütün fakültelerinde en üst düzeyde olmak üzere ortak zorunlu dersler arasında yer almalıdır. Bunun faydası bilim dili ile hukuk dili arasında köprünün kurulmasını temin etmektir. Böylece yasalar (=toplumsal sözleşmeler) bilimin bir fonksiyonu olarak, herkesin anlayabileceği ve çelişkilerden uzak bir sisteme kavuşturulabilir. Bilim ile hayat arasında bir iç içelik ve beraberlik sağlanabilir.
Kuralları koyma ulusu ilgilendirdiği için doğrudan onun tarafından veya temsilen veya tevkilen onun adına olması gerekir. O halde yasama faaliyeti kural koymak için dahi halkın teşkilatlanmasını ve karar maksadı ile bir araya gelmesini, yani bir meclisi zorunlu kılar. Günümüzde bu konuda yaygın uygulama, halkın, belli periyodlarla seçime dayalı olarak temsilcilerini belirlemesi, bir meclis oluşturması ve bu meclisin gerekli kararları alması biçimindedir. Temsilcilerde de, okur yazar olma ve bazı hâllerde ilkokulu bitirme zorunluluğu aranır ve bu kimseler, halkı ve ulusu bağlayan kanunları, parmak hesabına dayanan usullerle koyarlar. Bu meclisler, kanun koyucu niteliği ile tanınır ve ulus adına yasama yetkisini kayıtsız ve şartsız olarak kullanırlar. Bu meclisler kural koyma ve kanun yapma konusunda, o kadar ileri yetkilere sahiptirler ki, İngiliz Parlamentosu için söylenen "Kadını erkek veya erkeği kadın yapmasının dışında, Parlamento her türlü kuralı koyar" deyişi bu sınırsızlığı ifade eder. Diğer taraftan, bu yetkilerle donatılan meclis üyelerine, çok doğal olarak, bilimsel özerkliğe ait olması gereken yasama dokunulmazlıkları da verilir. Yapılan işin niteliği ve önemi ortaya çıkar.
Acaba yasama faaliyeti nedir? Toplum hayatının hangi alanlarını kapsar. Yasama meclisi toplumun bütün diğer kesimlerini ve sosyal kurumlarını düzenleyecek nitelikte bir güce sahip midir? Çağdaş devlet, çağdaş parlamento, çağdaş demokrasi, çağdaş seçim kavramları bu sorunun cevabını vermekte yeterli midir? Bu soruların cevapları, ancak yasama faaliyetinin kapsamının ve niteliklerinin belirlenmesi ile mümkündür. Yasama faaliyetinin kapsamı içinde yer alması gereken temel konular üzerinde durmak istiyoruz.
bbb) Yasamayı belirleyici unsurlar:
I.İlim dili-hukuk dili ve yasama
Halk sözcüklerle konuşur. Halkın kullandığı bu sözcükler tanımlanmış değildir. Örneğin, İzmir halk dilinde nerede başlayıp nerede bittiği belirsiz bir sözcüktür. Buna karşılık bilim ve hukuk dilinde, İzmir vilayetinin ayrı, İzmir anakentinin ayrı, İzmir merkezinin ayrı sınırları çizilmiştir. Metrekareleriyle bilinir.
Genelde bir kavram tek başına tanımlanamaz. Hukuk dilinde geçen her kavram için bir sözcük kullanılır ve bu kavramlarla yeni kavramlar tanımlanarak hukuk dili oluşturulur. Hukuk devleti ancak böyle bir dile sahip olmakla gerçekleşir.
Roman yazma ile yasa (=sözleşme) yazma aynı şeyler değildir. Hu-
kuk dilini kurabilmek için halk diline gereksinim vardır, ancak
tanımların yapılması ile o kavram ve sözcükler hukuk diline
dönüşür ve halk dili ile hukuk dili birbirinden ayrılır.
Demek ki, yasama, halka ait konuşma dilinin bilim ve hukuk diline dönüşmesini gerektirir. Çünkü, kuralları koyma, ancak kavramları tanımlamakla söz konusu olabilir. O halde yasama faaliyetinin birinci özelliği ayrı bir "hukuk dili"ne sahip olmasıdır. Bunun bilimi gerektireceği açıktır.
II. Yasalar-hukuk sistemi
Yasama faaliyeti hukuk dili ile toplumsal sözleşmeleri, bir başka deyişle kanunları oluşturur. O halde, yasama organının temel görevi kanunlar düzenini ortaya koymak ve bunu bir hukuk sistemi içinde gerçekleştirmektir. Bütün bunları yaparken denetleme, yürütme ve yargı organları ile denge ve uyum içindedir.
III. İmar-planlama ve yasama
Yasama faaliyetinin ülke ile ilişkisi imar ve planlamadır.Ülkenin imarı ancak planlama ile mümkündür. Planlama ülke topraklarının kullanma şeklini, üretimin gerçekleşme biçimini ve nihayet en geniş şekliyle mülkiyet düzeninin sınırlarını belirler. Bu keyfiyet de yasamanın konusudur ve bilim ve hukuk dilini gerektirir. Toprak parçaları bilimsel verilere göre planlandığı ve imarı yapıldığı ölçüde ülkenin kalkınmasından söz açılabilir.
IV. İlmî içtihatlar-yasama yorumu
Yasama faaliyeti içinde yer alması gereken bir diğer önemli husus, verilen yargı kararlarının toplu sözleşmeler-kanunlar düzenine, hukuk diline ve planlananlara uyup uymadığının denetlenmesi ve yorumudur. Kazâî içtihat veya yasama yorumu adı verilebilecek bu uygulama 1961 öncesi kısmen ülkemizde vardı. Yargının bağımsızlığı düşüncesinin etkisiyle kaldırılmıştır. Ancak bizim burada ortaya koymaya çalıştığımız sadece yasama yorumu (=teşriî tefsir) değildir. Daha kapsamlı bir konu ve alandır. Yargının vermiş olduğu kararların hukuk diline ve mevzuata uygun olup olmadığının belirlenmesi ve hükmün ona göre verilmesidir. Görülüyor ki, sosyal bir kurum olan bilim; yasama organı ve faaliyeti olarak takdim edilmektedir. Bilim; ulusla ilim ve hukuk dilinin oluşturulması, ülkeyle imar ve planlamanın sağlanması, iktisat ve yürütme ile toplu sözleşmeler (=yasalar) düzenin kurulması ve nihayet yargı ile bilimsel içtihatların yapılması ile dengelenir.