SOSYAL DENGE- 2/Devletin unsurları ve kuvvetler dengesi
Süleyman Akdemir
1606 Okunma
SOSYAL DENGE MODELİNDE DEVLETİN KİŞİLİĞİ

 

 

 

Üçüncü Bölüm

SOSYAL DENGE MODELİNDE DEVLETİN KİŞİLİĞİ

                                                       GİRİŞ

Çalışmamızın Birinci Bölüm'ünde "İnsandan Devlete-Devletin Teorik Temelleri" üzerinde durmuş, insanı devlet kurabilen bir varlık olarak tanımlamıştık. Bu süreçte rol oynayan biyoloji, psikoloji, sosyoloji ve siyaset bilimine göre devletin özelliklerini yapısal açıdan incelemiş,yapı ile fonksiyon arasındaki ilişkilere az da olsa değinmiştik. Yapısal bakımdan insan biyolojisi ile psikolojisinin ruh ve beden olmak üzere iki unsurdan oluştuğunu; insan ruhunun ve bedenin ise yetenekler ve hücre dokuları olmak üzere dört alt unsurdan meydana geldiğini görmüştük. Sosyoloji ve siyaset bilimi bakımından ise insan unsuru (=ulus)   ve toprak unsuru (=ülke )olmak üzere iki ve yine kurum ve kuvvetler olarak ise dört kurum ve kuvvetin bulunduğunu ortaya koymuştuk. Üçlü yapılan kuvvetler ayrılığının siyaset bilimi bakımından sorunun çözümüne yeterli olmadığına işaret etmiş ve analoji yöntemiyle insan ile devlet arasındaki benzerlik yardımıyla dengede yer alması gereken elemanları ortaya koymaya çalışmıştık.

İkinci Bölüm'de ise, tarihin ilk dönemlerinden beri varlığını sürdüren, teorik açıklamalara ve uygulamalara konu olan devletin, var oluş biçimi ile yapısı bakımından unsurlarını ve kuvvetlerinibelirlemeye çalıştık. Yoğun tartışmalara konu olan ve her bir unsuru ve kuvveti üzerinde çok yoğun tartışmalar bulunan devleti, bir bütün olarak özetle ortaya koyduk. Unsurlar ile kuvvetler arasında doktrinde oluşan konsensüsü belirlemeye yönelik bu bölümü ortaya koymakla, kendi Modelimizi oluşturacak hâle geldik.

Şimdi ele alacağımız Üçüncü Bölüm'de oluşturduğumuz Sosyal Denge Modeli'mizde yer alan hususların, doktrindeki görüşlerle kesişen ve ayrışan yanları okuyucu tarafından kolaylıkla izlenebilecektir. Ayrıca, devlet ile ilgili mevcut dengesizliklerin çıkış noktalarını belirleyerek bir Model çerçevesinde bunların nasıl giderileceğini ve bir senteze nasıl varılacağını ortaya koymuş olacağız. Bunu yaparken, ikinci Bölüm'de izlenen Unsurlar ve Kuvvetler ayrılığı sırasına göre modeli ele alacağız. Ancak, devletin kişiliği, bize göre, devletin bütününü kapsadığından, unsurlardan farklı ve fazla bir şeydir. Esasen kişilik olmadan unsurlar her hangi bir şey ifade etmemektedir. Bir başka deyişle, kişilik oluşturmuş birleşik bir varlık unsurlara ayrıştırılarak incelenebilir.Bu nedenle, önce devletin kişiliği üzerinde durulacak, sonra unsurlar ve kuvvetler dengesinin incelenmesine geçilecektir. Ulus unsuru ile Ülke unsuru devletin kurucu unsurları olarak ele alınacaktır. Öne alınan devletin kişiliği yerine dengenin sağlanması için mülkiyet unsuru konulacaktır. Bu unsur, ülkenin bir parçası ve egemenlik unsurunun karşıtı olarak, fakat ona benzetilmek suretiyle açıklanacaktır Böyle bir değişiklik unsurlardan her birine etki edeceğinden, her unsur yeniden ele alınarak tanımlanacaktır. Bu tanımlara, Model'in bütünü okunduktan sonra itirazlar yapılmalıdır. Ancak denge dikkate alınarak eleştiriler yapıldığı takdirde, Sosyal Dengeyi esas alan devlet teorimizin giderek olgunlaşması mümkün olacaktır.

Kuvvetler ayrılığı ayırımında sorunlar daha da karmaşık olduğundan, tanımların önemi bir kat daha artmaktadır. Üçlü ayırım yerine dörtlü ayırıma gidilmesi, kuvvetler arasındaki ilişkinin ayırım yerine denge olarak belirlenmesi, sorunun bir model yaklaşımı ile çözümünü zorunlu kılmaktadır.  

 

                Bu şartlar içinde, yapılacak açıklama ve tanımların zorluğu ortadadır. Bir model bazında yapılan bu çalışmanın, kuvvetler dengesinin teorik temellerine ve tanımına yönelik bir başlangıç kabul edilebileceği, eleştiri ve katkılarla geliştirilerek daha ilerilere götürülebileceği gözden uzak tutulmamalıdır.

Konuya girmeden önce, bu konuda önemli bir yer tutan kavram sorununa da işaret etmek istiyoruz. Devlet, çeşitli bilim adamları tarafından değişik açılardan ele alınmakla beraber denge açısından incelenmiş değildir. Sosyal ve siyasal bilimciler denge kavramına sık sık temas ederler. Ancak devleti bu açıdan ele alan bir çalışmayı bilmiyoruz. Böyle olunca getirmiş olduğumuz tanımlar ile mevcut tanımlar arasında bazı farklılıkların bulunması doğal karşılanmalıdır. Örneğin, kuvvetler ayrılığı teorisinde kuvvetlerin üçlü kabul edilmesi, biraz sonra ortaya koyacağımız "denetleme kuvveti"ni aralarında paylaştırmayı gerektirmiştir. Dolayısıyla, "yasama denetimi", "yürütme denetimi" ve "yargı denetimi" gibi kavramaların doğmasına neden olmuştur. Denetleme'yi ayrı bir kuvvet olarak ele alınca mevcut kuvvetlerin kapsamlarında bir daralma olacağı kendiliğinden anlaşılır.

Bir diğer kavram kargaşası siyasî kuvvet, hükümet, devlet, idare ve bürokrasi (memurlar) kullanışlarında ortaya çıkmaktadır. Siyasî kuvvet hükümet ile, hükümet devletle özdeş kabul edilmektedir. Ayrıca hükümet yürütme organı (=icra organı) kabul edilmekte, hükümetin teşkili, âdeta devletin bütün kuruluşlarını kapsamaktadır.

      Diğer taraftan yürütme organı "Kanun hükmünde kararnamelerle’’ yasama yetkisini, ‘’özlük işleri ve infazla’’ yargının yetkisini de kullanmaktadır. Bu ve benzeri nedenlerle, kuvvetlerin sınırlarını belirlemek oldukça güç görünmektedir. Parti disiplini ve çoğunluğun iktidarı uygulamaları ile kuvvetler ve hatta devletin bütünü âdeta bir partinin emrine girmektedir. Birçok siyasî sorunun kaynağı olan bu durum hiç yadırganmadan anlatılabilmekte ve hatta savunulabilmektedir.

İşte, dikkatini çekmek istediğimiz husus bu tür kavram kargaşasıdır. Bir modeli oluştururken mevcut kavramlardan hareket etme zorunluluğu vardır. Ancak, bünyelerinde birçok sorun taşıyan bu kavramları ödünç almaktan ve onları kullanmaktan başka bir çare de bulunmamaktadır. Bu nedenle yapılacak tanımların önemi daha da artmaktadır. Biraz sonra Sosyal Denge Modeli'mizde devlete ait her unsur ve bu unsurların dayandığı alt unsurların her biri tek tek tanımlanacaktır. Okuyuculardan istediğimiz, bu tanımları Modeli'mizin dayandığı varsayımlar göz önünde bulunularak değerlendirmeleridir. Yapılan tanımlarla ortaya konulan biçimiyle değerlendirmeleridir. Ancak bu takdirde bir gelişme sağlanabilir. Aksi takdirde Modelin anlaşılmasında güçlük çekilebilir.

           I. SOSYAL DENGE MODELİNDE DEVLETİN KİŞİLİĞİ

      A. KİŞİLİĞİN DOĞAL TEMELİ

Giriş'te ele alınan ilk varsayımımız "parça(cık)lar varsayımı" idi. Bu varsayımı şimdi devletin kişiliğine uygulayarak kullanmak istiyoruz. Hatırlanacağı üzere parça(cık)lar (=kuantumlar) arasında çekme kuvvetleri vardır ve bunlar aralarında birleşmek isterler. Ancak belli bir mesafeden sonra itme kuvvetleri ortaya çıkar ve ayrı kalırlar. Böylece ayrılık ile birlik arasında bir denge oluşmakta ve birleşik cisim meydana gelmektedir. Birleşik cismin dışa karşı görünüş ve özellikleri, birliği sağlayan unsurlardan farklıdır.

Giriş'te verdiğimiz örneği tekrarlayalım. Oksijen ve hidrojenin ikisi gaz olduğu halde, birleşince su olmaktadırlar. Hidrojen ve oksijen sıvı durumunda dahi çok az maddeyi erittikleri halde, bileşik madde olan su maddelerin çoğunu eritir.

Bu açıklamalardan hareketle, bir şeye ayrı varlık denilebilmesi için elementlerinde mevcut olmayan özelliklerin ortaya çıkması gerekir ve bu ayrı maddenin tanımı ancak bu ayrı özellikler ile yapılabilir.

B. DEVLET KİŞİLİĞİNİN ESASI

Bütün varlıklar komşu varlıklarla alışveriş yaparlar. Böyle bir alışverişi olmayan varlıklar birbirlerine göre yok sayılırlar. Bu alışverişler, bir bedel biçiminde de ortaya çıkmazlar. Varlık kendisinde olanları dışarıya bırakır, buna karşı dışardan gelenlerin bir kısmını alır. Ne var ki bunlar, tam bir takas niteliği taşımazlar.

Bundan başka, canlılarda karşılıklı yararlanma ve dayanışma vardır. Göz ile kalp ve beyin arasında, ayrı organlar olmalarına rağmen, karşılıklı işbirliği ve yararlanma söz konusudur. Ancak bu işbirliği ve yararlanma, sadece organizasyon gereği olup göz ile kalp ve beyin arasındaki bir anlaşmaya dayanmamaktadır.

Yeryüzünde yalnız insanlar, diğer insanlarla karşılıklı işbirliği ve alışverişlerini "anlaşma" yapmak suretiyle sürdürürler. Kişi verdiğinin karşılığını bir ölçü içinde geri almak ister. Bu alışverişin diğerlerinden dört yönden ayrıldığı söylenebilir.

1-Anlaşmalar iradelere dayalı yapılır.

2-Alınan ile verilen ölçülendirilir ve bir bedel aracılığıyla denge kurulur.

3-Borç ve alacaklar önceden hafızaya alınır ve karşılıklar daha sonra verilir.

4-İnsanlar arasında dayanışma sağlanır ve anlaşmaya uymayarak borçlarını ödemeyenlere karşı müeyyideler uygulanır.

Biyolojide yüksek varlıklar olarak tanımlanan hayvanlarda dahi böyle bir alışverişi görmek mümkün değildir. Esasen yukarıda belirttiğimiz bu dört özellik, kendi aralarında ayrılmaz bir bütün teşkil ederler. Dolayısıyla "kişilik" bu dört özelliği taşıyan varlıklar için söz konusu olabilir. Sayılan bu dört

 

özellik kendi aralarında bileşke olup parçalanmaz bir bütün teşkil eder.

Demek ki, parçalarda bulunmayan bir özellik birleşme hâlinde doğuyorsa, ayrı bir varlıktan söz açabiliriz. Örneği tekrarlayalım, ev tuğlalardan oluşur, ama tuğlaların bizatihi kendilerinde evin özelliği yoktur. Kişi de, yukarıda sayılan anlaşma ve bu anlaşmaya bağlı unsur ve özelliklerden meydana gelir. İnsan dışında canlı veya cansız hiçbir varlık bu özellikleri taşımadığından "kişi" olarak tanımlanamaz. Şu hususa işaret etmek gerekir ki, bu özelliklere "bil-kuvve" sahip olunması yeterli olup "bil-fiil" gerçekleşmesi gerekmez. Örneğin, çocukta anlaşma yeteneği oluşmamıştır, ama ileride olacaktır. Yine belirtmek gerekir ki, ancak kendi iradesi ile karar alıp tercihlerde bulunabilen varlıklar, bir başka deyişle, hak ve vecibe sahibi olan varlıklar için kişilik söz konusu olabilir. Yeryüzünde iradeye ilişkin bu özelliğe sahip tek yaratık insandır. O halde, yalnız insanın kişiliği vardır. Diğer varlıklar ise zorunlu hareketler yaptığı için her hangi bir görev yüklenemezler.

Kişiler, bu hak ve vecibelerini bizzat kendileri kullanabildikleri gibi, dilerlerse başka kişilere de kullandırabilirler. Bu kullandırma adına hareket etme, velayet, vekâlet veya temsil biçiminde olup bu yetkiyi verenin kişiliğini ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla çocuğun ve akıl hastasının da kişiliği vardır ve kişilik "tecezzi" etmeyeceğinden bu kişilik tamdır.

İşte, insanların kendi adlarına hareket etme veya hak ve vecibelerini bir başkasına devretme olgusu, toplumların sözleşme ile oluşmasında önemli bir rol oynamaktadır. Kişilerin anlaşma yoluyla birleşmesini ifade eden bu durum, yeni bir varlık olarak nitelendirilebilir mi? Yoksa bu yeni durum ayrı ayrı varlıklarla mı ifade edilmelidir? Devletin kişiliği, bu soruya verilecek cevaba ve bu konuda yapılacak tercihe bağlı olacaktır. İnsan vücudundaki hücreler birleşip nasıl ayrı bir varlık olan insanı meydana getiriyorlarsa, insanlar da anlaşmalar yapmak suretiyle insandan ayrı bir varlık olan toplumu oluştururlar.

 

Aynı biçimde vatandaşlar da açık veya kapalı birleşmek suretiyle devleti meydana getirirler. Siyasî bakımdan devlet, birleşerek kendisini meydana getiren insanlardan ayrı bir sentez (=bileşke) varlık olarak karşımıza çıkar. Bu yeni varlık yukarıda kişilik için belirlediğimiz özellikleri taşıyorsa "hükmen (=tüzel) kişi" adını alır.

Bu noktalardan hareket edildiğinde, devletin, elemanları
kişilerden meydana gelen bir bileşke varlık olduğu sonucuna
varılır. O halde bu bileşke varlığın kişiliğini belirleyecek huku-
kî esasları artık belirleyebiliriz.                       

 (1) Bir topluluğun kişilik kazanabilmesi için, her şeyden   önce iç ve dış ilişkilerini düzenleyen "sözleşme (=anayasa)" veya "sözleşmeler (=kanunlar)"in bulunması gerekir. Böylece  devleti oluşturan kişiler, devletle veya birbirleriyle kuracakları ilişkilerde ne ile karşılaşacaklarını nesnel olarak bilebilirler.

 (2) Bir topluluğun kişilik kazanabilmesi için, kendisini meydana getiren kişilerden başka, kendisine ait "gelir-gider" düzeni ve buna bağlı olarak malları bulunmalıdır. Topluluktan ayrılıp gidenler, ondan her hangi bir pay isteyememelidirler. Sonradan gelenler de ondan diğerleri gibi hak sahibi olarak yararlanmalıdırlar. Toplumda gelir-gider düzenini gösteren kurumu "bütçe"olarak ifade edebiliriz.

   (3) Topluluğu "temsil" eden ve onun adına hareket eden bir "gerçek kişi" (=veya kişiler) bulunmalıdır. Bu kişi toplumu gerçek anlamda temsil etmelidir. Bu temsil halkın onu kabul etmesi, daha doğru bir deyişle, —ister baskı, isterse arzu ile olsun— ona "itaat" etmesi ile bilinir. İtaatin korku veya isteğe dayalı olması kişiliğin varlığını etkilemez. Bu itaat keyfiyeti ayrı bir varlık oluşturmanın gereğidir. İstenen veya olması gereken, bu itaatin sözleşmeye dayalı bir biçimde gerçekleşmesidir.

  (4) Nihayet, kişiliğin tam olarak oluşması için "dava hakkı" ve "müeyyideler düzeni" nin bulunması gerekir yani alacağını dava edebilmeli, davayı kazandığında da tahsil edebilmeli

 

ve gerektiğinde cezalar uygulayabilmelidir. Bu yönüyle devletin kişiliği insanın kişiliğinden daha ileridedir. Çünkü insanlar tek başlarına haklarını koruyamadıkları için birleşmek suretiyle devleti oluşturmuşlardır.

O halde biz, devlet denilen tüzel kişilik için, "sözleşme", "kamu mülkiyeti", "başkanlık (=yönetim)" ve "müeyyide" özelliklerinin bulunması gereklidir, diyoruz. Bu özelliklere sahip olan toplulukların kişilikleri vardır. Bize göre devletler genel hukukunda aranan "tanıma" ve buna bağlı tescil şartı ise, bir  varlık şartı olmayıp biçime ilişkin bir şart olarak değerlendirilebilir.

Madem ki tanıma ve tescilden önce belli şartları oluşturan topluluklara kişilik tanıyoruz, o halde kişilik sadece hukukî veya farazî değildir. Devletin kişiliği gerçek fakat hükmen bir kişiliktir. Bu kişiliğin hükmen olması onun gerçekliğini ortadan kaldırmaz. Bu kişiliğin gerçek kişilerden farkları vardır. Örneğin cinsiyeti yoktur.

Burada üzerinde durulması gereken önemli bir başka husus daha vardır ki, o da hükmen kişinin sadece devletten ibaret olmamasıdır. Acaba arada yer alan diğer kamu tüzel kişilerinin durumu ne olacaktır? Örneğin, bir vilayetin, bir bucağın veya bir köyün durumu nasıl değerlendirilecektir? Bunlar da kamusal nitelikli bir yönetim birimi olduğuna göre, devletle ilişkilerinde tâbi olacakları esaslar neler olacaktır?

Demek ki, bir toplumda meydana gelen siyasî birimler sadece devletten ibaret değildir. Bunlar, devleti oluşturan alt üniteler olarak karşımıza çıkar ve devlet dışa karşı nihaî organizasyonu ifade eder.

C.DEVLETİN ALT YÖNETİM BİRİMLERİ VE KİŞİLİK

1) Yerinden-merkezî yönetim dengesi:

Devletin unsurları ve kuvvetler dengesine geçmeden önce

Sosyal Denge Modeli'nde devleti meydana getiren alt üniteleri belirlemek gerekir. Bize göre bu alt ünitelerin teşkilâtlanması biri idarî-siyasî diğeri ekonomik kriterlere göre olmak üzere iki esasa dayanır. Devletin alt ünitelerinde yer alan yönetim birimleri, merkezî ve yerinden yönetim ilkelerine göre fakat denge esas alınarak oluşturulmalıdır. Buna gerek de vardır. Çünkü devletler, belli bir nüfus hacminin üstünde veya altında olmak suretiyle, dünyadaki dengeyi olumsuz yönden etkileyebilmektedirler. İktisatta kullanılan "ölçek ekonomileri" kavramı devletler için de kullanılabilir. Buna göre, kendi iç pazarını oluşturamayacak kadar küçük bir devletin bağımsızlığını sürdüremeyeceği, aşırı büyük olan devletlerde ise "azalan verimler kanunu"nun işleyeceği ve yönetimde etkinliğin sağlanamayacağı sonucuna varılabilir.

       2)Sayısal sistem:

Nüfus kriterinde esas alınacak nesnel bir sayısal sistemin de belirlenmesi gerekir. Bize göre, bu sayısal sistem, Giriş'te de belirttiğimiz gibi, onlu sistem'dir. On sayısı en küçük topluluğu oluşturan sayı olarak kabul edilebilir. Kâinatta ikili sistemin yanında onlu sistemin de kullanıldığını biliyoruz. Model'in dayandığı denge varsayımından hareketle, sosyal yapıdaki çoklukta dengeyi on'lu sistem üzerine kurabiliriz. On'lu sistemi kabul edişimizde, bu sistemin doğal olması kadar, hesap ve sistemleştirmedeki kolaylık da göz önünde tutulmuştur. Sosyal olayların nicesel ifadelerinin zorluğu dikkate alınarak standart sapma ve toleransların da dikkate alınması gerekir.

       3)Teşkilatlanmanın hukukî esası:

Teşkilatlanmanın hukuki esası üzerinde de durmak gerekir. Bu konuda da iki farklı hukuki biçimden söz açılabilir: Ortaklık ve dayanışma. Toplumlar en küçüğünden en büyüğüne kadar dayanışma ve/veya ortaklık üzerine kurulurlar.

 

Ortaklık, kollektif üretimden herkesin ürüne katkısı oranında payını alması; dayanışma ise, gücü yetmeyen kimselerin külfetini, topumda herkesin paylaşarak gidermesi biçiminde tanımlanabilir. Sosyal Denge Modeli'nde yer alan alt yönetim birimleri; iktisadî yapı olarak ortaklık esasına, siyasî yapı olarak ise dayanışma esasına göre kurulur. Devlet bu yapılanmada siyasî bir birim ve en üstün bir güç olarak yer alır ve dışa karşı nihaî organizasyonu ifade eder.

           4) Teşkilatlanma modeli:

Bu Model'in siyasî teşkilatlanmasında, kişilerin yetenek ve imkânlarını serbestçe ve etkin bir şekilde kullanmalarına ortam hazırlamak için yerinden yönetim; iktisadî teşkilatlanmasında ise, işbölümü ile uzmanlaşmanın arttırılması ve hizmetlerin etkinliğinin sağlanması için merkezî yönetim biçimi esas alınmıştır. Bu kriterlerden hareket edilerek aile 3 ile 10 arasında kabul edilebilir. İki kişilik aileler ile on kişiden fazla aileler istisna tutulmuştur. Bir aile ortalama 5 kişi kabul edilebilir. Böylece apartman 50, köy 500, bucak 5.000, ilçe 50.000, il 500.000, bölge 5.000.000, devlet 50.000.000 kişi olarak çıkmaktadır. O halde bir devletin nüfusu, ortalama 30.000.000 ile 100.000.000 arasında kabul edilebilir.

Böyle bir ayırıma yer verilmesinin nedeni, bucak, il ve devlet birimlerinin siyasî tüzel kişiliği olan ve dayanışmayı esas alan yönetim birimleri olarak belirlenmesidir. Bu idarî birimlerden her biri kendi iç düzenlerini kurma ve devam ettirme hususunda bir tüzel kişinin sahip olduğu bütün yetkileri taşımalıdırlar. Örneğin, bir siyasî birim olarak kabul edilen bucakta, bir tüzel kişide bulunması gereken özelliklerin tamamı olmalıdır. Aynı biçimde bir il de, başkanı seçimle gelen ve iç işlerinde kendi başına karar alabilen bağımsız bir siyasî birim olarak kabul edilmelidir.

İktisadî yapıyı belirleyen semt, ilçe ve bölge ile toplulukta

ise tüzel kişilik ekonomik kriterlere göre teşkil edilmelidir. Bu tür tüzel kişiliğin siyasi tüzel kişilikten farkları vardır. Birinde yöneticiler seçimle gelirken diğerinde seçilenlerin atadığı kimseler yönetici olmaktadır. Keza biri dayanışma esasına göre teşkilatlanırken, diğeri ortaklığa göre kurulmaktadır. Altyapı tesisleri bu ekonomik birimlerde kurulmalıdır. Bu yerlerdeki yapılanma, vakıf veya kamu iktisadî kuruluşlarının statüsüne benzer biçimde teşkil edilmelidir. Bu yerlerden her birinin yöneticisi bir üst siyasî birim tarafından atanmak suretiyle getirilmelidir. Örneğin bölge yöneticisi devlet başkanı, ilçe kaymakamı vali, semt yöneticisi ise bucak başkan( =muhtar )'ı tarafından atanmalıdır. Böylece merkezî yönetim ile yerinden yönetim arasında denge içinde bir bütünlük sağlanmalıdır. Böylece kamusal nitelikli tüzel kişi denildiğinde önce bu siyasî üniteler anlaşılmalıdır.

Devlet nihaî siyasî organizasyon olduğundan tüzel kişi olarak sadece onun üzerinde durulacaktır. Alt ünitelerde benzer organizasyonun bulunduğu analoji yöntemi kolaylıkla anlaşılır. Bu amaca yönelik olmak üzere, bize göre devletin teşkilatlanmasında birinci derecede yer alan kişilik kavramı alt üniteler de esas alınarak düşünülmelidir. Bu teşkilatlardan, bucak, iç güvenliği; il, genel güvenliği; devlet ise dış güvenliği sağlamakla yükümlü tutulacak biçimde teşkilatlanmalıdır. Bir üst kuruluş, alt kuruluşun iç işlerine karışmamalıdır. Böyle bir yapılanma ile oluşan devlet, tam bağımsız bir siyasî birim olarak diğer devletler camiası içinde yerini almalıdır.

Ayrıca böyle bir teşkilâtlanma biçimi ile ilk üniteler olan apartman ve bucakta doğrudan demokrasinin uygulanma imkânı doğmuş olmaktadır. Üst kuruluşlar olan il ve devlet yönetimine katılma ise temsilî demokrasinin ilkelerine göre gerçekleşmelidir. Böylece insanlar küçük birimlerde doğrudan, büyük birimlerde ise temsilî demokrasi yoluyla devlet yönetimine aktif olarak katılmalıdırlar. Bu sistemde iki başlılığa yer verilmemektedir. Örneğin, bir bucakta bucak başkanı, bir ilde

 vali seçimle gelmeli ve ayrıca bir belediye başkanı olmamalıdır. Bucak ve il meclisleri olmalı ve her bucak kendi iç düzenini yine kendisi oluşturmalıdır. Aynı biçimde il meclisi il ile ilgili kararları, devlet meclisi de devlet ile ilgili kararları almalıdır. Devlet meclisi, alt siyasî birimlerden gelen kararlardan ortak noktaların belirlenmesi gibi bir işlev görmelidir. Sistem aşağıdan yukarı doğru teşkilatlanmalıdır.

İşte, devletin unsurlarına ve kuvvetler dengesine geçmeden önce bu hususlarda tercihlerin yapılması ve tüzel kişilik niteliğinde bir oluşun bulunması gerekir. Biraz sonra anlatılacak olan hususlar mikroda bir bucak için, makroda ise bir devlet için düşünülebilmelidir. Konumuz devlet olduğu için burada nihaî organizasyon olan devlet esas alınarak açıklamalar yapılmış olacaktır.

 

 

 



© 2024 - Akevler