Heybeliada Ruhban Okulu üzerine düşünürken...
Bir 'Heybeliada Ruhban Okulu' rüzgârıdır esiyor. Ülkemizde yerleşik Fener Rum Patrikhanesi'nin ruhban (dinadamı) ihtiyacını karşıyan Heybeliada'daki okul 1971 yılında kapanmıştı. Şimdi yeniden açılması gündemde; ancak hangi şartlarda ve nasıl açılacağı tam bir meçhul...
Önceki gün NTV kanalına çıkan Başbakan Tayyip Erdoğan, “Açılabilir” dedikten sonra açılması tek bir şarta bağlıymış gibi o şartı açıkladı: Batı Trakya'daki Türk azınlığın seçtiği müftülerin Yunan Hükümeti tarafından da resmen tanınması... Başka kaynaklar 'açılma' karşılığı olarak daha değişik şartlardan da söz ediyorlar; pek çoğu Türkiye'nin üyeliği önüne çıkartılan 'limanların Rum bandıralı gemilere de açılması' veya 'Kıbrıs'ın Türk kesimine yönelik tecridin kaldırılması' gibi Avrupa Birliği (AB) ile ilgili o şartların...
ABD Başkanı Barack Obama'nın Ankara ziyaretinde açılmasını temenni olarak dile getirdiği Heybeliada'daki Ruhban Okulu konusu, AB'nin pek çok belgesinde de Türkiye'den beklenen 'açılımlar' arasında yer alıyor.
Öyle anlaşılıyor ki, Ruhban Okulu'nun açılmasıyla ilgili tereddütler ortadan kalkmış, devlet bu yoldaki adımın karşılığında -AB'den, veya Yunanistan'dan veya Kıbrıs Rum Yönetimi'nden veya hepsinden- bir şeyler kopartma hesabında. Yunanlılar resmen tanımadıkları seçilmiş müftüleri tanır, Batı Trakya'da bir dini lise açılmasına izin verir, Rumlar kuzeye uygulattıkları tecridin kalkmasına razı olur, AB de Türkiye üzerinde uyguladığı liman baskısından vazgeçer ise, Heybeliada'daki okul öğretime başlayacak gibi...
Keşke kapalı kapılar ardında yürütülen diplomatik pazarlıklarla yetinip herkesin önünde pazarlık etme alışkanlığımızdan vazgeçebilsek... Aleni pazarlıklardan elde edilen kazançlar pek şık durmadığı gibi, pazarlığın bazı şartları karşı tarafça yerine getirilmediğinde aldatılmışlık hissi de yaşanıyor.
Kapatıldığı 1971 tarihine kadar 127 yıl faaliyet gösteren okulun bugüne kadar neden yeniden açılmadığını anlamak çok güç. Anayasa Mahkemesi 12 Ocak 1971 tarihli kararıyla özel yüksek okulları devletleştirince 'özel yüksek okul' statüsünde olan Heybeliada'daki okul da kapatıldı. Türkiye, o gün bugündür, dışarının “Ruhban okulu açılsın” baskısı altında.
Yeniden açılması önünde en büyük engel 'anayasa' olarak görünüyor; ancak anayasa engelini bir biçimde aşmak sanıldığı kadar zor değil.
Konuya ilişkin görüş açıklayanlardan Hasan Celal Güzel (Radikal, 10 Nisan 2009) ile Prof. Ayhan Aktar (Taraf, 13 Nisan 2009), 'çözüm' olarak, mevzuatta bulunan 'vakıf üniversitesi' statüsünü görüyorlar. Prof. Aktar'ın somut teklifi şu: “YÖK mevzuatına göre, bir üniversitenin en az iki fakültesi olması gerekir. Bunlardan bir tanesi Ortodoks İlahiyatı Fakültesi diğeri de Fen-Edebiyat Fakültesi olur. / İstanbul Rum cemaati içinden profesör unvanına sahip birisi rektör olarak atanabilir. / Nasıl ki birileri Oxford'dan gelip Bilkent Üniversitesi'nde çalışabiliyor ise, Yunanistan dahil her ülkeden gelen hocalar Heybeliada'da ders verebilir. / YÖK yönetimi kendi ülkesinde üniversiteye girme hakkı kazanmış her yabancı öğrencinin ülkemizdeki vakıf üniversitelerinde eğitim görmesini teşvik ediyor artık; okul, Yunanistan'dan veya başka Ortodoks ülkelerden yabancı öğrenci kabul edebilir.”
Biraz zahmetli bir yol.
Benim önerim daha basit: Heybeliada'daki okul müstakil bir vakıf üniversitesi olarak değil, halen faal bir vakıf üniversitesine bağlı bir fakülte veya yüksek okul statüsünde kurulabilir. Diyelim Koç Üniversitesi bir 'Ortodoks İlahiyat Fakültesi' (veya Yüksek Okulu) açmaya karar verebilir ve burada okuyacaklardan bazı özel şartlar (Yunanca bilgisi, Ortodoks İlahiyat Lisesi diploması gibi) isteyebilir.
Pazarlıklar biter ve istenirse, bir çırpıda sonuç alabilmek mümkün.
14 Haziran 2009 Pazar/ Yeni Şafak
Yorum: Fehmi Koru tatilde olduğundan güncelliğini koruyan bir yazısını yorumlamak istedim.
Eğitim sistemindeki sorunları kimse inkar etmiyor. Farklı seviyelerde büyük sorunlar var. Ek olarak ruhban okulu ve ana dilde eğitim gibi talepler ve bu taleplerin yerine getirilmesi yönünde baskılar var. Karmaşık ve köklü sorunların ara çözümlerle halledilmesi mümkün görünmüyor. Bu nedenle yeniden inşa edilecek bir eğitim sistemi üzerinde düşünmekte fayda var. Eğitim sistemi için yukarıda zikredilen sorunlara yönelik basit birkaç öneri ile başlayabiliriz:
1. Herkes istediği dersi, istediği hocadan almak özgürlüğüne sahip olmalıdır. Eğitim kurumları diploma verecekleri kişilerin bilgi hatası nedeniyle sebebiyet verecekleri zararları tazmin etmeyi taahhüt etmelidir.
2. Yüksek öğretim sadece Türkçe yapılmalıdır. İlk ve orta öğretim düzeyinde ise eğitim dili serbest bırakılmalıdır.
3. Meslek birlikleri ilgili bölüm/branş diplomaları ile kendilerine başvuran adaylara iş kolu ile ilgili eğitim verilip gerekli donanım kazandırıldığında iş yapma ehliyeti vermelidir. Ehliyet verdiği kişilerin yapacağı uygulamalarda uygunluk konusunda kefil olmalıdır. İş ehliyeti kapsamında yapılacak hatalar neticesinde oluşacak zararları tazmin etmeyi taahhüt etmelidir.
4. Eğitim ve çalışma hayatı beraber yürütülmelidir. Pedagojik çalışmalar ışığında öğrenci belli bir yaştan itibaren bir günün belli bir kısmını okulda belli bir kısmını işte geçirmeli, bir yandan öğrenirken bir yandan da öğrendiklerini uygulama fırsatı bulmalıdır.