20.07.2009
ABDULLAH Öcalan’ın Ağustos ayı ortasında Kürt sorununun çözümü için bir “yol haritası”nı avukatları aracılığıyla duyuracak olması, yıllardır dillerde olan bir soruyu yeniden gündeme taşıyor: “Yoksa devlet terör örgütünü, terörist başını muhatap mı alacak?”
Devlet-Öcalan ilişkisi öteden beri çetrefil bir konu olmuştur. Yakalanmadan önce, sorunun çözümü için devletin mutlaka Öcalan’ı muhatap alması gerektiğini söyleyenler olmuş, Teslim edildiği andan itibarense “Öcalan’ı muhatap alma” yerine “Öcalan’ı kullanma” önerileri daha fazla işitilir oldu. Nitekim ilk aşamada uzun süreli ateşkes ilanı, militanların yurtdışına aktarılması, PKK’nın lağvedilmesi gibi konularda Öcalan’ın önünün iyice açılmış olduğuna tanıklık ettik, fakat bir süre sonra “İmralı’dan örgütü yönetiyor” imajı rahatsızlık vermiş olmalı ki Öcalan’a eskisi gibi rahat hareket etme imkanı tanınmaz oldu.
Bütün bu süre boyunca Öcalan sürekli olarak “beni muhatap alın” dedi ve birçok pazarlığa açık olduğunu alenen beyan etti. Ama amacına ulaşamadı zira devletin kendisini muhatap alması, Kürt sorununda yenilmiş olduğunu, dolayısıyla Fikter Başkaya’nın kitabının adıyla konuşacak olursak, “paradigmanın iflası”nı kabul etmek anlamına gelecekti.
Devletin değişen çizgisi
Bugün için de “yoksa Öcalan muhatap mı alınıyor?” sorusunun cevabı “kesinlikle hayır” dır. Fakat devletin dün olduğu gibi bugün de Öcalan’ı muhatap almayacak olması, onun hazırlamakta olduğu “yol haritası”na kayıtsız kaldığı anlamına gelmiyor. Daha önce de yazmış olduğum gibi, özellikle hükümet, Öcalan’ın “yol haritası”nı “tedirgin bir merak”la bekliyor. Çünkü Öcalan’ın ister samimi olarak, ister sırf kendisini kurtarmak için olsun, devletle uzlaşmak istediğini; uygulabilir bazı öneriler getirebileceğini ve en önemlisi bunları hareketin tabanına ve PKK’ya kabul ettirebileceğini biliyor.
Eskiden devletin kimseyi muhatap alma gibi bir derdi yoktu çünkü Kürt sorununun varlığını kabul etmiyordu, hatta işi Kürtlerin varolmadığına kadar götürenler de vardı. Ama ne zamandır durum değişti. Başbakan Erdoğan, daha İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken Kürt sorununun çözümü için raporlar hazırlatmış birisi. Cumhurbaşkanı Gül’ün de sorunun varlığını açık olarak kabul ettiğini biliyoruz. Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ da, her ne kadar “Kürt sorunu” demese de, seleflerinden oldukça farklı bir profil izliyor.
Yanlış strateji
Eğer devlet sorunun varlığını kabul ediyor ve bunu samimi olarak çözmek istiyorsa birilerini muhatap almak zorunda. Peki çözüm sürecinde devletin muhatabı kim ya da kimler olacak, olabilir? İşte önümüzdeki en zor sorulardan biri budur. Erdoğan bunu bildiği için seçimlerde Güneydoğu’ya daha fazla önem verdi. Öyle ki 2007 Genel Seçimlerindeki zaferin ardından “Partimizde daha çok Kürt kökenli milletvekili var. Dolayısıyla Kürt kökenli vatandaşlarımızı esas biz temsil ediyoruz” dedi. AKP Liderinin hesabı Güneydoğu’nun tartışmasız birinci ve hatta tek partisi olup çözümü kendi içinde üretebilmekti.
Bu stratejiye bağlı olarak önüne yerel seçimleri ve Diyarbakır ile Batman belediye başkanlıklarını koydu. Bu süre zarfında TBMM’deki DTP’lileri bile muhatap kabul etmeyerek Kürt sorununu partisine endekslemeye çalıştı. Fakat yerel seçimlerde Güneydoğu’da yaşadığı hezimet, yeni belediyeler alamamasına ek olarak Van ve Siirt’i de DTP’ye kaptırmış olması Erdoğan’ın hayallerini suya düşürdü.
Erdoğan’ın bu tarihi stratejik hatasının Türkiye’yi taşıdığı noktaya bir göz atalım: DTP Lideri Ahmet Türk kısa bir süre öncesine kadar halkın eylemlerine destek vermemesinden şikayet ediyordu, ne zamandır hayatında görmediği kalabalıklara sesleniyor. Yani Erdoğan DTP’yi marjinalleştirmek yerine köklerini güçlendirdi. En kötüsü DTP (ve genel olarak Kürt hareketi) içindeki “güvercin”lerin kollarını, kanatlarını kırdı. Sistem tarafından sürekli dışlanan DTP’nin PKK çizgisiyle iyice özdeşleşmesi kadar normal bir şey olamazdı zaten.
“Başbakan hatasından dönüp bugün DTP’yi muhatap almak isterse ne olur?” diye sorulacak olursa cevabı çok kolay. DTP’liler kendisine herhalde, “Sizin muhatap almanız gereken kişi Öcalan’dır” derler.
Yorum:
Böyle bir durum karşısında başımızı kuma gömmemizin en çok bize zararı vardır. Bir sorun varsa, vardır onu yok saymak veya yönünü değiştirmek bazı kesimlerin egosunu tatmin edip diğer kesimlerin öfkesini arttırıyor ve kalıcı bir çözüm doğamıyor. Devlet Öcalan’ı muhatap almamakla bana göre en doğrusunu yapıyor ancak bunu yapmasıyla onu İmralı’da tutması arasında ben büyük çelişki görüyorum.
Türkiye’yi yıllarca kana boğan bir örgütün lideri karga tulumba yakalanıp Türkiye’ye gönderiliyor. Türk hükümeti ve halkı duruma çok sevinmiştir, o kadar çok sevinmiştir ki ne yapacağına bir türlü karar veremez. Öcalan’ı yargılamada o kadar kararsız kalır ki, yurtdışındaki dostların! müdahalesine ihtiyaç duyar. Durum böyle sürer gider, bir unutulur(olay gündemden düşse de bilirkişiler! aslında hep uyanıktır), bir hatırlanır ama hiç çözülemez. Ertelenir, bekletilir bu böyle sürer gider. Gün gelir bu durumun adı “Biz onu muhatap almayız.” olur. İşte bu hiç de anlaşılır değildir. Madem muhatap alacak kadar adam yerine koymuyorsun, dinlenecek ve önerecek hiçbir şeyi yok diyorsun o zaman niye onu hakkıyla yargılayamıyorsun. Devlet bunu yapmayarak, İmralı’da yetiştirdiği filozofun savunulabilir taraflarının olduğunu, davanın sanılandan çok daha büyük olduğunu, Öcalan’ın Türkiye siyasetinde önemli bir yeri olduğunu, daha da ileri gidersek bu sorunlu baş edemediğini kabul etmiş olmuyor mu?
Yoksa mevcut durum muhatap almama değil!
Onu muhatap almayabilir, DTP’yi de muhatap almayabilir. Ancak Türkiye’li Kürtlerin ne düşündükleri ve istedikleri çok önemli, devlet onları muhatap almak zorunda. Meclisteki temsilcileri DTP gibi görünse de aslında DTP tam olarak Kürt halkını temsil eden bir profil çizmiyor.
Ancak DTP, TBMM koltuklarına kaba kuvvetle değil, yasal yollardan yerleşti. AKP hükümeti onlarla masaya oturmasa bile tavrını değiştirerek onlara olan mazlum sempatizanlığının önüne geçmeli.
Halk oylarıyla bir araya gelmiş insanlar devlet ve millet yararına masaya oturamayacak kadar devekuşu olmuşlarsa, hükümet kimi muhatap alırsa alsın bu sorunun altından kalkamayacak.
Cumhurbaşkanı Gül’ün “İyi şeyler olacak.” Vaadine gelince, bu umut verici olsa da, ben iyi şeylerin izafi olacağı kaygısındayım.