Lütfi Hocaoğlu
24.07.2009
08:12
| Harun Özdemir’in yorumuna katkısı olacağı düşüncesiyle Kastamonu Postası adlı internet gazetesinde Öğr. Görevlisi Ahmet Yaşar Zengin’in 24.08.2007 tarihli yazısını yorum olarak ekliyorum:
Rejim tehlikesi mi yoksa ekonomik güç mü?
Cumhuriyetten önce İstanbul`da bir Boğaziçi aşireti vardı. Bu aşiret, aynı soydan gelen insanlar değillerdi. Çeşitli yerlerden gelmiş entelektüel insanların oluşturdukları bir topluluktu. Boğaziçi aşiretinde yer alan insanların düşüncesi "Devleti bizden başkası idare edemez, her şeyi biz biliriz, millet anlamaz" şeklindeydi. Bu anlayışa göre Anadolu`da bulunan insanlar, hep idare edilen kişilerdi. Bu aşiret, her ne sebeple olursa olsun devleti idare etme hakkı bizde olmalıdır, diye düşünüyordu.
Üniversiteye eleman alınacaksa Boğaziçi aşiretinden alınmalıdır. Yeniçeri ordusuna komutan alınacaksa Boğaziçi aşiretinden alınmalıdır. Saraydan rant elde edilecekse mutlaka Boğaziçi aşiretinden birisi elde etmelidir. En iyi okullarda okuyanlar, yabancı dil eğitimi alanlar, kesinlikle Boğaziçi aşiretine mensup insanlardan olmalıdır, iradesi hakimdi. Yani Anadolu insanının okumaması, Avrupa`ya gitmemesi, yabancı dil bilmemesi, tarımda ürettiği malları, bize sormadan ihracat yapmaması gerekir anlayışı üzerine sistem oturtulmuştu…
Cumhuriyetten sonra Boğaziçi aşireti yerine bürokrasi hakimiyeti başladı. Atatürk`ün ölümüne kadar Anadolu insanın gözü açılır gibi oldu ama Atatürk`ten sonra Anadolu insanı yeniden uyumaya başladı. Bürokrasi, aynı Boğaziçi aşireti gibi her türlü hakka sahip olduğunu düşünüyor, hatta o kadar ileri gidiyor ki ürettiğin malı benden izinsiz ihraç edemezsin, ürettiğin malı önce bana satacaksın daha sonra ben Avrupa`ya göndereceğim diyordu. İşte yıllarca bu anlayış böyle devam etti gitti... Buraya kadar hiç bir sıkıntı yoktu. Hatta ne rejim tehlikesi ne başörtüsü, ne irtica ne de yeşil sermaye gibi kavramlar lügatlerimize girmemişti. Genel ve yerel seçimlerin yapıldığı günler hariç…
Rahmetli Turgut Özal, Anadolu sermayesinin önünü açtı. Anadolu insanı, Orta doğuya patates, fındık, fasulye, kereste ihraç etmeye başladı. Turgut Özal sayesinde Anadolu`dan da zengin olanların sayısı arttı. Tansu Çiller, kobilere bir takım imkânlar tanıdı. bunun üzerine Anadolu`ya hükmeden Boğaziçi aşireti diğer bir deyimle bürokratlar, rahatsız olma sinyallerini verdi... İşte bundan sonra bağırmalar, çağırmalar, entrikalar başladı…. Birilerine göre tehlike arz eden Anadolu sermayesini durdurmak gerekirdi…
Artık Anadolu insanı, yabacı dil öğrenebiliyor, yurt dışına gidebiliyor, üniversitede akademik kariyer yapabiliyor, özel şirket kurabiliyor, kendi başına ihracat ve ithalat yapabiliyor, genel müdür, müsteşar, bakan, başbakan hatta cumhurbaşkanı olabiliyor. Artık Anadolu insanı internet yoluyla ürettiği malı Avrupa`ya ve Amerika`ya aracısız gönderebiliyor. İşte söz konusu makam, mevkiler ve en önemlisi ticaretin kilit noktaları az da olsa Anadolu insanının eline geçtiği an bürokratın hakimiyeti kaybetme korkusu başladı. Boğaziçi aşireti gibi bugünkü bürokrat hep şunu düşünüyor. Devleti biz idare ederiz. Bu işlerden biz anlarız. Siz devleti işlerine karışmayın. Siz sadece yol yapın, park yapın, fabrika yapın, ama fabrikada ürettiğiniz malları bize verin biz pazarlayalım.
Anadolu sermayesinin öncülüğünü geçmişte Konya`nın. Gaziantep`in ve Yozgat`ın iş adamları üstlenirken bugün, Kayseri`nin Anadolu sermayesine öncülük yaptığını görüyoruz.
Anadolu insanı yıllarca ürettiği malları Avrupa`ya, Amerika`ya, Orta Doğu`ya ihraç ederken birilerinin onayı gerekiyordu. O birileri rantın büyük bölümünü alıyordu. Anlaşılan Anadolu sermayesi, boğaz tokluğuna çalışıyordu.
Boğaziçi aşireti yani bürokrasi, şunu biliyordu: Anadolu sermayesi gözünü açarsa, para kazanırsa, bize ihtiyaç duymadan veya sormadan ürettiği malları ihraç ederse, zengin olur, günün birinde de siyasete girer. Devleti idare etmede söz sahibi olur, bizim kurduğumuz düzen yıkılır, birilerinin ifadesiyle biz ötekiler oluruz. İşte bağırmalar, çağırmalar, gerginlikler bu noktada en yüksek safhaya ulaşıyor.
1980`lı yıllarda bir arkadaşım bana şöyle dedi: "Aslında sizi çok seviyorum. O kadar çok seviyorum ki, genel müdür, müsteşar, milletvekili, bakan, başbakan hatta cumhurbaşkanı olmanızı isteriz. Ama sermaye sahibi olmanıza tahammülümüz yoktur fakat ücretli çalışmanızda bir sakınca yoktur. Aslında başbakan olabilirsiniz. Sermayen olmadığı zaman benim dediğimi yapmak zorundasın, onun için başbakan veya cumhurbaşkanı olman benim için önemli değildir. Önemli olan sermaye alanında büyümemenizdir. Çünkü sermaye konusunda büyüdünüz mü bize sormuyorsunuz. Yani bizim muslukları gittikçe kapatıyorsunuz. Bizim muslukların kapanması demek siyaset arenasından uzaklaşmamız demektir. İşte bu büyük bir tehlikedir. Söz konusu tehlikeyi durdurabilmek için laik, anti laik, şeriat, yeşil ve kırmızı sermaye kavramlarını gündeme taşımak zorunda olduğumuz gibi hatta rejim tehlikesinden de bahsedebiliriz." arkadaşımın bu düşüncesi çok saçma geldi bana ama zaman ilerledikçe gördüm ki dediklerinin hepsi doğru çıktı. Allah rahmet etsin genç yaşta vefat etti ama kavgaların, sinirlenmelerin ve haksız yere suçlamaların nedenini onun sayesinde anlamış oldum.
Anadolu ekonomisi, bürokrasiye, bana engel olma, ben ekonomik alanda büyümek istiyorum, bana yeterli imkânı tanı gerisine karışma…diyor. Bu feryatları duyan bürokratlar, hakimiyeti kaybetme korkusuyla Anadolu`nun öncülüğünü yaptığı ekonomik ataktan rahatsız…
Anadolu`da laiklikten, rejimin tehlikesinden, başörtüsünden, irticadan ve buna benzer korkulardan, milliyetçilik, din, Atatürkçülük gibi kavramlardan bahseden yok hatta bu kavramlar, hiç umurunda bile değildir. Ama iş bulamama, en iyi okulda okuyamama, ürünlerini pazarlayamama korkusu vardır. İşte Anadolu insanı bu korkuyu yenmenin mücadelesini veriyor ve ekonominin iyi gidip gitmemesini dert ediniyor. Ürettiğim malları nasıl yapsam da aracısız ihraç etmenin yollarını bulsam diyor. Köylü Hasan Ağa diyor ki "benim ekonomim iyi olduğu zaman rejim tehlikesi olmaz"…İşte bu düşüncenin karşısında duran yani Anadolu insanını sömürerek hakimiyeti kaybetmek istemeyenler arasında kavga vardır. Bu kavga sayesinde lügatlerimize din, rejim tehlikesi, şeriat, laik ve anti laik, başörtüsü gibi kelimelerin girdiğini düşünüyorum.
|