"Söz Ola Kestire Başı" Uyarısı
1102 Okunma, 1 Yorum
Fikret Bila - Milliyet
Harun Özdemir

23 Temmuz 2009 Perşembe

İmralı ve DTP boyutu
Erdoğan, son dönemde, Kürt sorunuyla ilgili olarak önemli adımlar attıklarını vurguladı, TRT Şeş yayını, üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı bölümlerinin açılması, tutuklu ve hükümlülerin aileleriyle Kürtçe konuşmaları gibi örnekler verdi. Bir hafta önce başlatılan çalışmayla da başka adımların atılacağını söyledi. Ancak, bu konuyu başka merkeze çekmeye çalışan, bölücü ve ayrıştırıcı gayretlerde bulunanlara “evet” demeyeceklerini de vurguladı. Başbakan, bu sözleriyle, yürüttükleri çalışmanın DTP ve İmralı boyutu bulunmadığı mesajını vermiş oldu.

‘Başınızı kestirmeyin’
Bir önemli ifadesi de, AKP’nin Kürt milletvekilleriyle ilgiliydi. Son günlerde, bazı AKP milletvekillerinin, DTP’nin ve İmralı’nın muhatap alınabileceği iması taşıyan sözleri, önerileri gündemde geniş yer tuttu. Böyle giderse, siyasi manada “başınızı kestirirsiniz” gibi ağır bir yaptırım uygulayacağı mesajı verdi. Bu sert tavır Erdoğan’ın, “İmralı’yla veya DTP’yle pazarlık ve müşterek çalışma içinde olduğu” izlenimi ve hatta beklentisinden çok rahatsız olduğunu gösteriyor.

Baykal’ın kaygısı sürüyor

Baykal, “Son günlerde İmralı’ya endekslenmiş çözüm arayışları” izlenimi doğduğuna işaret ediyor. Bu havanın doğmasında, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ve Başbakan Erdoğan’ın katkısı olduğunu düşünüyor. Gül’ün ve Erdoğan’ın, Türkiye’yi Öcalan ve PKK’yla masaya oturmuş konuma düşürdüklerini ve bu izlenimin doğmasına yol açan gelişmeleri büyük bir kaygı ve üzüntü içinde izlediğini söylüyor. Özellikle gündeme atılan anayasa değişikliği önerilerine tepkili.


MHP’nin sert çıkışı
Başbakan’ın dünkü açıklamalarına karşın, MHP, hükümetin PKK’yla masaya oturduğundan emin bir söylem içinde. Vural, AKP milletvekillerinin söyleminden de hükümetin, “Öcalan’lı bir açılım” gayreti içinde olduğunun anlaşıldığı yorumunu yaptı.

Dün de vurgulamıştım; kazın ayağı PKK yandaşı yayın organlarının yansıttığı gibi değil...

 

Yorum:

Usta gazeteci Sayın Fikret BİLA, PKK terörü konusunda son gelişmeleri habercilik açısından özetlemektedir. Bila’nın kısmen özetleyerek aktardığımız köşe yazısı, yorumlanması gereken önemli bir konu olduğu inkar edilemez: 

PKK terörü dediğimiz sorun, bize göre T.C. tarihinin en büyük siyasal krizidir. İrtica’nın sorun olduğu ise tam bir saçmalıktır. Nüfusun %99’u Müslüman olan bir ülkede, irticayı PKK’dan daha ciddi bir sorun gibi sunanlar da oldu. Acaba bu odakların talepleri neydi?, bugün de aynı görüşteler mi?

Türkiye; ABD’nin İran’da İslam Devrimi yapma konusunda ısrarlı olduğunu 1970’de biliyordu ve bu gelişmeye karşı hangi önlemleri alması gerektiğini de tartışıyordu. Devriminin Türkiye’ye olası yansımaları, laik rejimin tehlikeyi nasıl atlatacağı gibi. Bu konu 12 Martçılarca tartışıldı ve bir strateji de belirlendi.  

Stratejinin üreteceği çözüm, İran’a sınır bölgede hayata dindarlıklarıyla tutunan insanları, ırkçılıkla oyalamak ve İslam Devriminin yansımalarını etkisiz hale getirmekti. Bu strateji gereği atılan adımlar yeterli etkiyi yapmayınca veya ikinci aşamaya gelinince Marksist-Leninist Nasyonal Sosyalist örgüt, eylemleriyle kendini manşetlerden propaganda etmeye başladı. Buna tepki gösteren resmi söylem, olayları nedense “bölücülük” formatı içinde topluma sunmayı tercih etti.

Evet, resmi söylemin ses tonu aşağılayıcıydı; fakat yöre halkı ve dış dünya açısından ise olumlu mesajlarla yüklüydü. Çok geçmeden mezrasını ve köyünü algılamakta zorlanan yöre insanı, kendini “yoksa devlet mi kuruyoruz” tartışması içinde buldu.  

Uluslar arası toplumda bölücülüğün, “halkların özgürlük mücadelesi” gibi oldukça makul taraftarı olabileceği ve anlayış görebileceği Türk diplomasisi tarafından çok iyi biliniyordu. Buna rağmen, PKK bölücü bir hareket gibi tanımlandı. Oysa hiçbir şekilde sahiplenilemeyen “terör örgütü” tanımında ısrar edilebilirdi. Bu yapılmadı.

Boğaziçi Aşireti, sonradan kontrolden çıktığı iddia edilen PKK terör örgütü, müttefikleriyle birlikte bir 25 yıl daha uğraşsalar Türkiye’yi bölemeyecekleri bilinmektedir. Peki, neden 25 yıldır bu kriz kontrollü bir şekilde gündemde kalmakta ve çözülemezmiş gibi bir görüntü içinde topluma sunulmaktadır?

“Türkiye yeni dünya düzeninin doğuracağı sonuçları 1970’li yıllarda tam olarak öngöremedi. İran’da İslam Devrimi olacak, bir süre sonra da SSCB dağılacaktı. Türkiye dünya ekonomik sistemine bir an önce entegre olmalıydı. PKK ve İrtica düşük yoğunlukta çatışma konuları olarak gündemde tutulacaktı… Bunların yanında şu da olacaktı. Türkiye’yi Lozan’dan beri elinde tutan Boğaziçi Aşireti, yeni Türkiye’nin de sahibi kalacaktı… Fakat gelişmeler içeride planlandığı gibi gitmediği çok geçmeden anlaşıldı. Bu noktada geleceklerinden endişeye kapılan Boğaziçi Aşireti, dış merkezlerle yeni ittifaklar kurarak, özellikle PKK ve İrtica sorunlarını abartarak iktidarda kalmanın siyasal aracı haline getirdi…”

Bu kısa paragraf 12 Mart’tan bu yana yaşananların özeti oldu mu, takdir sizin.

Bu hükümet bu sorunu çözer mi, derseniz cevabı siz de verebilirsiniz:

Bu iktidar; varlığını Boğaziçi Aşireti’ne borçlu değilse ve bu sorunlardan da beslenmiyorsa neden çözüme dönük samimi adımlar atmasın ki?



 

Harun Özdemir


YorumcuYorum
Lütfi Hocaoğlu
24.07.2009
08:12

Harun Özdemir’in yorumuna katkısı olacağı düşüncesiyle Kastamonu Postası adlı internet gazetesinde Öğr. Görevlisi Ahmet Yaşar Zengin’in 24.08.2007 tarihli yazısını yorum olarak ekliyorum:

Rejim tehlikesi mi yoksa ekonomik güç mü?

Cumhuriyetten önce İstanbul`da bir Boğaziçi aşireti vardı. Bu aşiret, aynı soydan gelen insanlar değillerdi. Çeşitli yerlerden gelmiş entelektüel insanların oluşturdukları bir topluluktu. Boğaziçi aşiretinde yer alan insanların düşüncesi "Devleti bizden başkası idare edemez, her şeyi biz biliriz, millet anlamaz" şeklindeydi. Bu anlayışa göre Anadolu`da bulunan insanlar, hep idare edilen kişilerdi. Bu aşiret, her ne sebeple olursa olsun devleti idare etme hakkı bizde olmalıdır, diye düşünüyordu.

Üniversiteye eleman alınacaksa Boğaziçi aşiretinden alınmalıdır. Yeniçeri ordusuna komutan alınacaksa Boğaziçi aşiretinden alınmalıdır. Saraydan rant elde edilecekse mutlaka Boğaziçi aşiretinden birisi elde etmelidir. En iyi okullarda okuyanlar, yabancı dil eğitimi alanlar, kesinlikle Boğaziçi aşiretine mensup insanlardan olmalıdır, iradesi hakimdi. Yani Anadolu insanının okumaması, Avrupa`ya gitmemesi, yabancı dil bilmemesi, tarımda ürettiği malları, bize sormadan ihracat yapmaması gerekir anlayışı üzerine sistem oturtulmuştu…

Cumhuriyetten sonra Boğaziçi aşireti yerine bürokrasi hakimiyeti başladı. Atatürk`ün ölümüne kadar Anadolu insanın gözü açılır gibi oldu ama Atatürk`ten sonra Anadolu insanı yeniden uyumaya başladı. Bürokrasi, aynı Boğaziçi aşireti gibi her türlü hakka sahip olduğunu düşünüyor, hatta o kadar ileri gidiyor ki ürettiğin malı benden izinsiz ihraç edemezsin, ürettiğin malı önce bana satacaksın daha sonra ben Avrupa`ya göndereceğim diyordu. İşte yıllarca bu anlayış böyle devam etti gitti... Buraya kadar hiç bir sıkıntı yoktu. Hatta ne rejim tehlikesi ne başörtüsü, ne irtica ne de yeşil sermaye gibi kavramlar lügatlerimize girmemişti. Genel ve yerel seçimlerin yapıldığı günler hariç…

Rahmetli Turgut Özal, Anadolu sermayesinin önünü açtı. Anadolu insanı, Orta doğuya patates, fındık, fasulye, kereste ihraç etmeye başladı. Turgut Özal sayesinde Anadolu`dan da zengin olanların sayısı arttı. Tansu Çiller, kobilere bir takım imkânlar tanıdı. bunun üzerine Anadolu`ya hükmeden Boğaziçi aşireti diğer bir deyimle bürokratlar, rahatsız olma sinyallerini verdi... İşte bundan sonra bağırmalar, çağırmalar, entrikalar başladı…. Birilerine göre tehlike arz eden Anadolu sermayesini durdurmak gerekirdi…

Artık Anadolu insanı, yabacı dil öğrenebiliyor, yurt dışına gidebiliyor, üniversitede akademik kariyer yapabiliyor, özel şirket kurabiliyor, kendi başına ihracat ve ithalat yapabiliyor, genel müdür, müsteşar, bakan, başbakan hatta cumhurbaşkanı olabiliyor. Artık Anadolu insanı internet yoluyla ürettiği malı Avrupa`ya ve Amerika`ya aracısız gönderebiliyor. İşte söz konusu makam, mevkiler ve en önemlisi ticaretin kilit noktaları az da olsa Anadolu insanının eline geçtiği an bürokratın hakimiyeti kaybetme korkusu başladı. Boğaziçi aşireti gibi bugünkü bürokrat hep şunu düşünüyor. Devleti biz idare ederiz. Bu işlerden biz anlarız. Siz devleti işlerine karışmayın. Siz sadece yol yapın, park yapın, fabrika yapın, ama fabrikada ürettiğiniz malları bize verin biz pazarlayalım.

Anadolu sermayesinin öncülüğünü geçmişte Konya`nın. Gaziantep`in ve Yozgat`ın iş adamları üstlenirken bugün, Kayseri`nin Anadolu sermayesine öncülük yaptığını görüyoruz.

Anadolu insanı yıllarca ürettiği malları Avrupa`ya, Amerika`ya, Orta Doğu`ya ihraç ederken birilerinin onayı gerekiyordu. O birileri rantın büyük bölümünü alıyordu. Anlaşılan Anadolu sermayesi, boğaz tokluğuna çalışıyordu.

Boğaziçi aşireti yani bürokrasi, şunu biliyordu: Anadolu sermayesi gözünü açarsa, para kazanırsa, bize ihtiyaç duymadan veya sormadan ürettiği malları ihraç ederse, zengin olur, günün birinde de siyasete girer. Devleti idare etmede söz sahibi olur, bizim kurduğumuz düzen yıkılır, birilerinin ifadesiyle biz ötekiler oluruz. İşte bağırmalar, çağırmalar, gerginlikler bu noktada en yüksek safhaya ulaşıyor.

1980`lı yıllarda bir arkadaşım bana şöyle dedi: "Aslında sizi çok seviyorum. O kadar çok seviyorum ki, genel müdür, müsteşar, milletvekili, bakan, başbakan hatta cumhurbaşkanı olmanızı isteriz. Ama sermaye sahibi olmanıza tahammülümüz yoktur fakat ücretli çalışmanızda bir sakınca yoktur. Aslında başbakan olabilirsiniz. Sermayen olmadığı zaman benim dediğimi yapmak zorundasın, onun için başbakan veya cumhurbaşkanı olman benim için önemli değildir. Önemli olan sermaye alanında büyümemenizdir. Çünkü sermaye konusunda büyüdünüz mü bize sormuyorsunuz. Yani bizim muslukları gittikçe kapatıyorsunuz. Bizim muslukların kapanması demek siyaset arenasından uzaklaşmamız demektir. İşte bu büyük bir tehlikedir. Söz konusu tehlikeyi durdurabilmek için laik, anti laik, şeriat, yeşil ve kırmızı sermaye kavramlarını gündeme taşımak zorunda olduğumuz gibi hatta rejim tehlikesinden de bahsedebiliriz." arkadaşımın bu düşüncesi çok saçma geldi bana ama zaman ilerledikçe gördüm ki dediklerinin hepsi doğru çıktı. Allah rahmet etsin genç yaşta vefat etti ama kavgaların, sinirlenmelerin ve haksız yere suçlamaların nedenini onun sayesinde anlamış oldum.

Anadolu ekonomisi, bürokrasiye, bana engel olma, ben ekonomik alanda büyümek istiyorum, bana yeterli imkânı tanı gerisine karışma…diyor. Bu feryatları duyan bürokratlar, hakimiyeti kaybetme korkusuyla Anadolu`nun öncülüğünü yaptığı ekonomik ataktan rahatsız…

Anadolu`da laiklikten, rejimin tehlikesinden, başörtüsünden, irticadan ve buna benzer korkulardan, milliyetçilik, din, Atatürkçülük gibi kavramlardan bahseden yok hatta bu kavramlar, hiç umurunda bile değildir. Ama iş bulamama, en iyi okulda okuyamama, ürünlerini pazarlayamama korkusu vardır. İşte Anadolu insanı bu korkuyu yenmenin mücadelesini veriyor ve ekonominin iyi gidip gitmemesini dert ediniyor. Ürettiğim malları nasıl yapsam da aracısız ihraç etmenin yollarını bulsam diyor. Köylü Hasan Ağa diyor ki "benim ekonomim iyi olduğu zaman rejim tehlikesi olmaz"…İşte bu düşüncenin karşısında duran yani Anadolu insanını sömürerek hakimiyeti kaybetmek istemeyenler arasında kavga vardır. Bu kavga sayesinde lügatlerimize din, rejim tehlikesi, şeriat, laik ve anti laik, başörtüsü gibi kelimelerin girdiğini düşünüyorum.





Sayı: 6 | Tarih: 19.07.2009
Mahir Kaynak
Çin Bilmecesi
2154 Okunma
1 Yorum
Süleyman Karagülle
Fehmi Koru
"Çakma türbanlı" ve son yazı
1859 Okunma
4 Yorum
Ahmet Kirtekin
Mehmet Talü
Miraç Gecesi
1583 Okunma
2 Yorum
Hüseyin Kayahan
Ahmet Hakan
İmam hatiplerin önü neden açılmamalı
1441 Okunma
7 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Oktay Ekşi
Ha gayret...
1396 Okunma
2 Yorum
Vahap Alma
Nazlı Ilıcak
100 dolarlık ders
1389 Okunma
5 Yorum
Fatma Karuç
Yılmaz Özdil
Benim Manşetim Cansu...
1373 Okunma
Leyla Okta
Hayrettin Karaman
İslam Dünyası, İri Ülkeler Zayıf Ülkeler
1336 Okunma
1 Yorum
Hilmi Altın
Bekir Coşkun
Piyano ve sopa...
1327 Okunma
4 Yorum
Ersoy Kılıç
Ruşen Çakır
Kürt sorununun çözümünde tarihi fırsatta ilk start
1311 Okunma
5 Yorum
Tayibet Erzen
Kadri Gürsel
Generaller hata yapmaz mı?
1310 Okunma
1 Yorum
Erkan Tulacı
Toktamış Ateş
Türkiye'de yüksek öğretim
1287 Okunma
Osman Eskicioğlu
Cengiz Çandar
Ergenekoncu kontratak
1286 Okunma
Ekrem Fildişi
Ahmet Turan Alkan
Kültür Bakanı'nı kınıyorum
1282 Okunma
1 Yorum
Emine Hocaoğlu
Mehmet Altan
Nabucco, siyasal İslam ve hukuk
1280 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Reşat Nuri Erol
Para, faiz, enflasyon ve "Halk Ekonomisi"
1277 Okunma
1 Yorum
Zübeyir Erol
Hakan Albayrak
Eski Kafa'da canlanan bir saadet anı
1269 Okunma
1 Yorum
Veysel İpekçi
Bekir Berat Özipek
Hazreti İsa YÖK’e uğrasaydı
1265 Okunma
3 Yorum
Bünyamin Demir
Murat Bardakçı
Yorgo'nun sandaletine "nâlin-i saadet" deyip önünd
1254 Okunma
2 Yorum
Recep Yıldırım
Mümtazer Türköne
Katsayıyı düzelterek eğitim sistemini kurtarmak mü
1210 Okunma
3 Yorum
Arif Ersoy
Ertuğrul Özkök
İmralı'da hareket var
1181 Okunma
7 Yorum
Süleyman Akdemir
Fikret Bila
"Söz Ola Kestire Başı" Uyarısı
1102 Okunma
1 Yorum
Harun Özdemir


© 2024 - Akevler