17.07.2009
Eğitim adına yapılan her şeyi alt alta getirip toplayalım. Çocuklarımız için yaptığımız fedakârlıkları, on binlerce okul binası için yapılan masrafları, yüz binlerce öğretmene ödenen maaşları, her adım başı karşınıza çıkan özel dershaneleri, trafiği kilitleyen okul servislerini, en önemlisi de tek tek bireylerin toplamının ötesinde millet olarak umutlarımızı...
Karşımızda toplamı sıfıra yakın bir sonuç duruyor. Bütün bu emeklerin, fedakârlıkların, harcanan kıt kaynakların sağladığı hasılanın toplamı koskoca bir "hiç"ten ibaret.
Geçen hafta açıklanan ÖSS ve SBS sınavı sonuçları bize bu koskoca "hiç"i anlatıyor. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın bürokrasiyi hicvettiği "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" isimli romanında anlatıldığı gibi, koskoca eğitim kurumlarımız sadece saatleri ayarlıyor. Karşımızda bir felaket tablosu var. Bu tabloyu, Türkiye'nin en ciddi, en yakıcı ve en büyük sorunu olarak görmeliyiz. Türk eğitim sistemi çökmüş durumda. Yıkıntıları altında sadece çocuklarımızın, gençlerimizin değil bütün geleceğimizin, yani hepimizin kaldığını fark etmeliyiz.
Fen sorularından birini bile yapamayan öğrenciler, sınava girenlerin yarısından fazla. Türkiye ortalaması otuz soruda 4 civarında. Diğer alanlarda da durum pek farklı değil. Sosyal alanlarda çocuklarımız ortalama olarak on üzerinden beşin altında kalıyorlar. Matematikte bu rakam on üzerinden üçe iniyor. SBS'de de durum çok farklı değil. Üstelik gerçek tablo bu rakamlardan daha kötü.
Üniversite sınavında piramitin tepe noktasına ulaşmayı başarmış gençlere yıllarca ders verdim. Hepsi zekî, hepsi yetenekli çocuklar. Ama soyut işlemlerde zorluk çekiyorlar. Parçadan bütüne gidemiyorlar. İstiklal Marşı ve Onuncu Yıl Marşı dışında ezberinden iki mısra şiir okuyan gençler çok nadir çıkıyor. Ezberinde şiir olmayan birinin, anadilinin ritmini ve imkânlarını fark etmesi, dolayısıyla yazması ve okuduğunu anlaması zordur. Dünya ve Türk klasiklerinden bir roman okuyana rastlamak çok güç. Klasiklerin tamamını hatmetmeyen bir üniversite öğrencisi evrensel birikimin uzağındadır.
Sistemin sakatlığını göstermek için örneği yabancı dil eğitiminden veriyorum. Yabancı dil eğitimi bir gence anadili dışındaki bir dili konuşma, anlama ve yazma yeteneği kazandırmalı. Öyle değil mi? Çoğu genç ilkokuldan itibaren yabancı dil eğitimi alıyor. Bunların arasında Anadolu liselerinde bir yıl hazırlık okuyanlar da var. Üniversite kapısına geldiklerinde bu çocuklar bir turiste yol tarif edemiyorlar. Üniversitede bir yıl hazırlıktan sonra da durum değişmiyor. Hata kimde?
Eğitim sistemimizin gençleri hayata hazırlamak gibi bir sorunu yok. Eğitim sistemi çocuklarımızı sadece sınavlara hazırlıyor. Karşımıza sınavların egemen olduğu bir eğitim sistemi çıkıyor. Öğrenciye öğretilecek her bilginin sınavda sorulabilir nitelik taşıması gerekiyor. Eğer bir bilgi bir paragrafta sorulan ve altında beş tane cevap şıkkının bulunduğu bir soruya dönüşemiyorsa hiçbir anlam taşımıyor. İşte bu yüzden öğrenci İngilizce konuşmayı değil, gramer testlerini çözmeyi öğreniyor.
Dünyanın her yerinde eğitim karmaşık bir sorun alanı. Bizde evrensel ölçekte yaşanan sorunlara ilave sorunların altında gençler eziliyor. Eğitim, bizim için sadece gençlere bilgi ve beceri kazandırma aracı değil. Yaklaşık iki asırdır, Batı ile aramızda açılan mesafeyi eğitimle kapatmaya çalıştık. Bu yüzden eğitim sihirli bir dünyanın içine yerleşti. Cumhuriyet'le birlikte eğitim, ulus-devlet projesinin ana taşıyıcısı haline geldi. Vatandaşlık eğitimi, dünyanın her yerinde öğretim sisteminin bir parçasıdır. Bizde ise, eğitim sisteminin kendisi oldu.Millî Eğitim Bakanlığı'ndan veya Millî Eğitim Müdürlüğü'nden gelen bir müfettiş, bir okul kapısından içeri girdiği zaman hemen karşıda Atatürk büstünü, sonra sağında ve solunda İstiklal Marşı'nın on kıtalık halini ve Atatürk'ün "Gençliğe Hitabe"sinin standartlara uygun olup olmadığını not eder. Eğitimin içeriği ve kalitesi ile ilgili bir inceleme ise merak konusu değildir.
Taşrada öğretmenler arasında bir araştırma yapılsa, kimya öğretmenlerinin kimya alanında fakülteden mezun olduktan sonra ne tür gelişmeler olduğuna dair neler öğrendikleri sorulsa. Bir edebiyat öğretmenine neler okuduğu sorulsa. Bir müzik öğretmeninin görevinin çocuğa müzik öğretmek değil, müziği sevdirmek olduğu anlatılsa. Bütün bunların hepsini özel öğretim kurumları ve dershanelerle birlikte gözden geçirsek. "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" ve çalışanları ötesinde acaba nelerle karşılaşırız?
Bu sorunların hiçbiri zarif Millî Eğitim Bakanı'mızın, hatta hükümetin geliştireceği politikalarla üstesinden gelebileceği sorunlar değil. Aşırı uzmanlaşmaya dayanan yükseköğretim sisteminin anlamsızlığını YÖK Başkanı'nın gideremeyeceği gibi. Yıllar önce, iletişim fakültelerinde bulunan halkla ilişkiler bölümünün ikiye ayrılması gerektiğini savunan bir halkla ilişkilerciye, üniversitelerdeki bu bölümün iki aylık halkla ilişkiler kursundan öte ne öğrettiğini sormuştum. Cevabı yok. Üniversiteye giden gençlerin de bilmesi lâzım. Üniversiteden mezun olan gençlerin % 85'i öğrenim gördükleri alanla hiçbir ilgisi olmayan mesleklerde hayatlarını kazanıyorlar. Geri kalan % 15'in ise önemlice bir kısmını tıp doktorları ve öğretmenler meydana getiriyor.
Dünyanın diğer bölgelerinde yaşanan eğitim sorunlarından yapısal olarak farklı olarak boğuştuğumuz eğitim sorununun adı "meslekî eğitim sorunu". Eğitim sistemimizin hayattan kopuk olmasının, piyasanın ihtiyaçlarına cevap veremeyişinin ve yanlış giden birçok şeyin arkasında meslekî eğitim sorunu var. Bu sorunu ortaya çıkartan ise askerî vesayet düzeni. İmam-hatip mezunlarının önünü kesmek adına bütün bir eğitim sistemi felç edildi.
Dünyanın bütün ülkelerinde orta eğitim düzeyinde meslekî eğitimin oranı % 70'in üzerinde. Bu okullar ekonominin ihtiyaç duyduğu ara elemanları yetiştiriyor. Bizde bu oran tersine dönmüş durumda. Sebebi ise şu: Meslekî eğitime yönelen gencin, katsayı uygulaması yüzünden yükseköğrenim şansı bulunmuyor. Meslekî eğitimden yükseköğretime geçiş imkânı olsa, gençler iki alternatifi de ellerinde bulunduracakları için meslekî eğitime yönelecekler. Halbuki bugün bütün gençler üniversite şansını kaybetmemek için genel liselere yöneliyorlar. Bu durumda uygun biçimde meslek sahibi olamayan gençler üniversite kapılarında yığılıyor. Bu yığılma üniversite sınavına göre bir eğitim sistemini ve özel dershaneciliği teşvik ediyor. Genel liselere giden gençlerin bile hayata hazırlanma fırsatı yok oluyor. Bir yanda ekonomi ihtiyaç duyduğu ara elemanları bulamıyor, öbür taraftan sınav sistemine endeksli bir öğretimin altında çocuklar, ebeveynler, öğretmenler ve ülke eziliyor. Bütün bu bozukluğun arkasında meslek liselerini dezavantajlı hale getiren katsayı sistemi duruyor. YÖK Başkanlığı'nın yeniden gözden geçirileceğini açıkladığı katsayı sistemi, bütün eğitim sistemini yeniden yapılandıracak bir adım niteliği taşıyor. İşin püf noktası tam da burası. Bu adımın cesaretle atılması ve meslekî eğitimi özendirmek adına, meslek lisesi mezunlarının önünün açılması lâzım.
Yorum:
Saygıdeğer ilim adamı ve düşünürlerimizden Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne hocanın yukarda serdedilen görüşlerine katılıyorum. Bugün eğitim sistemimizin içinde bulunduğu çelişki ve tutarsızlıkları açık bir üslupla dile getirmektedir. Bir ülkenin gelişip ilerlemesi, insan hak ve özgürlüklerini kâmilen koruyan hukuk kurallarının etkin kılınmasına; dayanışmacı ve üretken bir eğitim sistemiyle kitlelerin eğitilmesine bağlıdır.
Hukuk üstünlüğünün sağlanmadığı bir ülkede bireyler, iradelerini serbestçe kullanarak sahip oldukları yetenek ve kaynaklarını verimli şekilde kullanamazlar. Ülkelerinin iktisadi ve sosyal gelişmesine yeterli ölçüde katkıda bulunamazlar. Yoksulluk ve geri kalmışlığın tek, bir tek nedeni vardır. O da baskı ve temel hakların ihlalidir. Ülkelerinin gelişmesini isteyen yöneticiler, her şeyden önce ülkelerinde hukukun üstünlüğünü sağlayacak, temel hak ve özgürlükleri güvence altına alacak bir hukuk düzeni kurmaya çalışmalıdırlar. Hukuk sistemi adil ve özgürlükçü olmayan bir ülkede iktisadi ve sosyal gelişme sürdürülemez.
Tanzimat’tan beri milletimizin değer ölçülerini yansıtan, kişi hak ve özgürlüklerini kâmilen koruyan bir hukuk düzeni kuramadık. Herkesin, yasların kendi menfaatine uygun olmasını istediği bir ülkede hukukun üstünlüğü sağlanamaz. Hukukun üstün olmadığı bir toplumda keyfilik önlemez. Siyasi ve iktisadi gücü ellerinde bulunduran zümre veya sınıfın keyfine göre idare edilen ülkede sosyal ve iktisadi gelişme sağlanamaz. Sürekli kılınamaz. Mevcut çelişkili hukuk düzeni ile ülkemizi ileri bir ülke haline getiremeyiz.
Bir ülkede verilen eğitim, insanlar arasında dayanışmayı artırdığı ve insanları üretken kıldığı ölçüde iktisadi ve sosyal gelişme sağlanır. Eğitim, bir bakıma beşeri gelişmeyi sağlayan bilgi ve değerlerin eyleme dönüştürme faaliyetidir. Eğitim, bireye inandığı gibi düşünme, düşündüğü gibi konuşma, konuştuğu gibi hareket etme becerisi kazandırırsa kişiyi erdemleştirir. Üretken hale getirir. İnancı ile düşüncesi, düşüncesiyle söylemi ve söylemi ile eylemi arasında birliği sağlar. Eğer eğitim, insanın inandığı gibi düşünmesini sağlamıyorsa insanı iki şahsiyetli hale getirir. İçi ayrı ve dışı ayrı insanın söylem ve eylemleri arasında çelişki kaçınılmaz hale gelir. Böyle insanlar üretken olamazlar. Eğitimin bireye düşündüğü gibi davranmanın erdem olduğu bilincini vermediği kişiye diğer insanlar güvenmezler. İnsanlar arasında güven olmaz ise iradi ve rıza-i yardımlaşma ve dayanışma da olmaz.
Eğitim insanın söylemi ile eylemini bütünleştirmiyorsa bireyin kendine güvenme duygusunu zayıflatır. Söylemi ile eylemi farklı olan bireylerden oluşan toplumda güven erozyonu olur. Belirtilen bu nedenlerden dolayı öğretim evrensel, eğitim ise milli olmalıdır. İlmin kural ve ilkeleri evrenseldir. Doğru her yerde ve ortamda doğrudur. Bilginin uygulanması ve hayata aktarılması ülkeden ülkeye değişir. Milli olmayan eğitim sistemi ulusal düzeyde birlik ve dayanışmayı sağlayamaz.
Ülkemizdeki eğitimin ne kadar milli olup olmadığı tartışmalıdır. Eğitimin milli olması, milletin ortak inancı, değer ölçüleri, tarihi birikimi ve kültürüyle bütünleşmesi ile mümkündür. Eğitim sitemimizi millileştirmedikçe geleceğe güven içinde bakmamız güçleşir.
Ülkemizde mesleki eğitimin geliştirilmesi kasten veya gafletle engellenmektedir. Osmanlıların batılılaşma serüveniyle hep insanımızın teknoloji üretme gayretleri engellendi. Teknolojinin ürünün ithal edilmesi ve kullanılması özendirildi. Bir ülkede mesleği eğitim geliştirilmedikçe teknoloji üretilemez. Teknoloji üretmeyen uluslar başkaların ürettiklerini tüketmek zorunda kalırlar. Başkalarının ürettiğini tüketenler bağımsız ve güçlü bir ekonomiye sahip olamazlar. Ülkemizde ne zaman mesleki eğitimin gelişmesine yönelik bir atılım başlatılmış ise, askeri veya sivil müdahaleler olmuştur. 28 Şubat 1997 Post Modern darbesinden sonra üniversitelere girişte uygulanan katsayı uygulaması ülkemizde mesleki eğitime büyük bir darbe vurmuştur.
Meslek liselerimizin önünü kesen katsayı uygulamasının hiçbir hukuki gerekçesi olamaz. Bu uygulama hukuka, insaf ve izana aykırıdır. Hukuk önünde eşitlik ilkesinin ihlâl etmektedir. Derhal kaldırılmalıdır. Haksızlığa yol açan kanun ve kurallar tartışmaya konu edilemezler.
Bu katsayı koyanlar, bir taraftan imam-hatip okulu mezunlarının önünü kesmeyi amaçlamışlar; öte yandan da ülkemizin teknoloji üretmesini kasten veya gaflet ile engellemişlerdir. Milletimizin dünya görüşü ve değerleriyle kavgalı olanlar her zaman ve her ortamda ülkemizin gelişme ve ilerlemense mani olmuşlardır.
Sayın YÖK başkanımızın katsayının kaldırılması ile ilgili beyanatı geç kalmış bir beyanattır. Bu hukuk dışı adil olmayan uygulama vakit kaybedilmeden kaldırılmalıdır.
İnsan hak ve özgürlükleri sınırlayan ve adil olamayan kanun ve kuralları uygulamada ısrarcı olanlardan daha zalim kim vardır? İnsanlık tarihi boyunca zalimler, beşeri, iktisadi ve sosyal gelişmeleri engellemişlerdir. Şarkın ve İslam âleminin geri kalmasının tek, ama tek nedeni vardır. O da baskı ve hukuki olmayan kanun ve kuralların dayatılmasıdır.