17.07.2009
Kürt sorununun çözümünde tarihi fırsatta ilk start verilmek üzere
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül aylarca önce Kürt sorununun çözümünde “tarihi bir fırsat” yakalandığını söylemiş ancak yapılan tartışmaların ötesinde hiçbir somut adım atılmamıştı. Fakat Gül’ün ısrarlarının da etkisiyle devletin değişik kademelerinde hummalı bir faaliyet yürütüldü; üst üste toplantılar yapıldı ve nihayet “tarihi fırsatta ilk start” noktasına gelindi.
Olamayacaklar ve olabilecekler
Peki hükümet ne yapabilir? Yapılabileceklerden önce yapılamayacaklara bakmak daha isabetli olabilir. Erdoğan’ın siyasi danışmanı Doç. Yalçın Akdoğan Pazar günü Star Gazetesi’nde yayınlanan “Sorunun değil çözümün parçası olmak” başlıklı yazısı. Kürt sorunu üzerine uzun yıllar kafa yormuş bir siyaset bilimci olan Doç. Akdoğan, devlet katındaki gözlemlerinden hareketle bize uzun bir “reddedilecek talepler” listesi çıkarmıştı. Bakalım:
“-Anadilde eğitim;
-Kürtçenin ikinci resmi dil durumuna getirilmesi;
-Anayasa’da etnik kökene vurgu yapılması;
-Öcalan’ın serbest bırakılması veya siyaset hakkı verilmesi;
-Her türlü özerklik talebi;
-İdari, mali, adli ve kolluk hizmetlerinin yerel yönetimlere devri;
-Ülke genelinde ya da sınır ötesinde terör örgütü üyelerine yönelik operasyonların durdurulması.”
Doç. Akdoğan yazısında gerek PKK, gerekse DTP’nin bu taleplerde ısrar ederek çıtayı çok yükselttiklerini, bunun hiç de gerçekçi olmadığını savunmuştu. Ve devletin kabul edebileceği taleplerden bazılarını da şöyle sıralamıştı:
“-Türkiyelilik kavramının geliştirilmesi veya Türkiye toplumu vurgusunun ön plana çıkartılması;
-Bazı üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı bölümleri kurulması;
-Kürtçe yayın ve özel TV’lerin önünün açılması;
-Doğu ve Güneydoğu’da halka hizmet veren devlet dairelerinde Kürtçe bilen personel istihdam edilmesi;
-Cezaevlerindeki görüşlerde Kürtçe yasağının kaldırılması;
-Kürtçe mevlit veya vaaza müsaade edilmesi;
-İlçe, köy ve mezra gibi yer isimlerinin Kürtçe veya diğer eski isimlerle değiştirilmesi;
-Seçimlerde Kürtçe siyasi propaganda yasağının kaldırılması;
-Teslim olmayı özendirecek mevcut yasada düzenlemelere gidilmesi;
-TBMM’de Faili Meçhulleri Araştırma Komisyonu kurulması...”
Asker-sivil ilişkileri
Devletin yapabileceklerinin Kürt hareketinin beklentilerini gidermesinin pek mümkün olmadığı kolaylıkla anlaşılıyor. İki büyük sorun öbeğiyle karşı karşıyayız:
1) Kürt sorununu çözme yolunda yapılacak bazı yasal ve anayasal düzenlemelerin bazı kesimler tarafından devletin “üniter” yapısına tehdit olarak algılanması;
2) PKK sorununu çözmek için atılacak bazı adımların toplumun bir kesiminde tepkiye yol açması.
Aslında CHP Lideri Baykal’ın “silahlar susarsa af olur” çıkışı bu ikinci tür sorunları çözmenin daha kolay olduğunu akla getiriyor. Nitekim uzun zamandan beri “alt düzeydekilere af, lider kadroya sürgün” gibi formüller telaffuz edilmekte. Tabii bu noktada Öcalan’ın durumunun başlıbaşına güç bir sorun oluşturduğunu unutmamalıyız.
Bütün bunlara rağmen hükümetin önünde gerçekten bir fırsat olduğunu söyleyebiliriz. Başbakan Erdoğan, eğer “terörle mücadele” perspektifini geri plana itip “Kürt sorununu çözme” yolunda samimi olduğunu gösterebileceği bir çıkış yapabilir ve bununla birlikte Akdoğan’ın yazmış olduğu birkaç adımı atabilirse Türkiye’de çok şey değişebilir.
Tabii burada şöyle bir sorunla karşı karşıyayız:
“İrticayla mücadele eylem planı” tartışmaları ve hemen ardından askeri yargının görev ve yetkilerinin sınırlandırılmasına yönelik yasal düzenleme “tarihi fırsat”ın zemini olan “asker-sivil uyumu ve karşılıklı güveni”ni belli ölçülerde zedeledi.
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un, devletin yeni Kürt stratejilerinin şekillendirilmesinde apayrı ve özgün bir konumu olduğu da hesaba katılırsa, hükümetin yapmasını beklediğimiz yeni “Kürt açılımı” baştan “ölü” olmasa bile “sakat” doğmuş olabilir.
Yorum:
Hükümetin olamayacaklar listesi:
-Anadilde eğitim;
Pek tabii olabilecek bir şey. Bir insanın ana dilinde eğitim alması kadar doğal ne olabilir ki?Bu sadece Türkiyeli Kürt vatandaşlar için değil, Rum, Çerkez, Ermeni tüm vatandaşlar için sağlanmalı. Hiçbir talep olmaksızın sanki şartmış gibi olur olmaz her bölümün İngilizce okutulması ne kadar masumsa, bu da o kadar masum.
- Kürtçenin ikinci resmi dil durumuna getirilmesi;
Hiç gerek yok, Türkiye’de sayıları Kürtler kadar olmasa da başka ırktan insanlar da var. Var olan her kitle için ikinci, üçüncü... resmi dil olamayacağına göre şunu kabul etmeliyiz ki bir devletin ancak bir resmi dili olmalıdır.
- Öcalan’ın serbest bırakılması veya siyaset hakkı verilmesi;
Kabul edilemez, çünkü kendisi savaş suçlusudur ve askeri mahkemelerce yargılanmalıdır. Böyle bir talebin arkası “Avrupa İnsan Hakları mahkemesinde yargılansın.” hiç olamaz. Askeri yargıya taşınmış bir davada insan hakları mahkemesinin müdahalesi düşünülemez. Durum böyleyken siyaset hakkına hiç geçmeyelim. Böyle bir talep açık bir pişkinlik değilse nedir? Binlerce insanın ölümüne sebep olan bir insanı halk kahramanı gibi göstermek bu millete saygısızlıktır.
-Her türlü özerklik talebi;
Bir devlet içerisinde özerk bölgeler veya iller olabileceğini düşünüyorum. Bölgenin iç güvenliğini, kendisinin oluşturduğu jandarma birliği sağlar ancak dış güvenliğinden devlet sorumlu olur. Bölgenin kendi anayasası olur, onunla yönetilir, eğitimini kendi dilinde alır ancak devletin resmi dili neyse onu öğrenmek zorundadır. Dış işlerde ise tamamen devlete bağlı olmalıdır.
-İdari, mali, adli ve kolluk hizmetlerinin yerel yönetimlere devri;
Bir önceki madde sağlanırsa bu da zaten sağlanmış oluyor ancak bu yönetim şeklinin sadece bu bölgeyle sınırlı olduğu ve bu bölgenin dışında geçerli olmadığı, dolayısıyla bölge özerk bile olsa dış siyasete dair her türlü protokolde(idari, adli, mali vs) devlete bağlı olduğu unutulmamalıdır.
-Ülke genelinde ya da sınır ötesinde terör örgütü üyelerine yönelik operasyonların durdurulması.
Bu talep hakikaten komik. Maddede geçen terör ibaresi düşünülürse bunlara yönelik operasyonların da son bulmayacağı dahası ne şekilde olacağı da askeri mercilerce belirleneceği açıktır.
Hükümetin olabilecekler listesine gelince;
Uygulamalar gerçekten yapıcı ancak kabul etmek gerekir ki, doyurucu değil. Türkiye’de bir Kürt sorunu var (gerçi Türkiye’nin daha büyük sorunları da var ancak bunların sponsorları olmadığı için Kürt sorunu kadar popüler değiller haliyle) o yüzden yapılan sosyal iyileştirmelere ancak idari iyileştirmeler eklenirse kalıcı bir çözüm olacağını düşünmekteyim.