25.01.2010
Elçilerin tavrı, hükümetlerin duruşu amiyane tabirle karşısındakine elense çekmek gibidir. Tarihe bakınca bunun çeşitli örneklerini görüyoruz. Sultan IV. Mehmed döneminde Fransız hükümeti Lahe Vontola adında bir elçiyi İstanbul'a gönderir.
Etkisinin büyük olması için de elçisine ünlü Ceazer gemisini tahsis eder. Vontola kendisinin Avusturya ve İngiltere elçilerine denk bir şekilde karşılanmasını ister. Fakat Osmanlı hükümeti onu bir çavuş, on erle karşılatır. Görüşme sırasında Sadrazam Köprülü, Fransa'nın Türk düşmanlarına yardım ettiğini, güya şaşırtma bir siyasetle bunu örtmeye çalışmalarının ayıp ve çirkin olduğunu söyleyince Vontola, bu ağır sözlere tahammül edemeyeceğini belirtmek için elindeki andlaşma metnini yere atar. Sadrazam cevap vermek üzereyken görüşmede hazır bulunan çavuşlardan biri Vontola'yı kolundan çekip kaldırır ve bir Osmanlı tokadı aşk eder. Ecdadımızın misafirperverliği dillere destandır; ama sadrazamla elçi arasında siyasi sebepler zuhur edince iş başkalaşır.
İsrail'le aramızdaki elçi krizi tatlıya bağlandı; ümit edelim ki Ortadoğu'nun bu iki devleti birbirlerinin hislerini daha derinden idrak etsinler. Yalnız Türkiye son dönemlerde farklı bir dış politika uyguluyor. Bazıları bunu bir eksen kayması olarak değerlendiriyorlarsa da, aslında eksenin yerine oturmasıdır. Hükümet komşularımızla sıfır problem arzu ediyor; vizeleri kaldırmaya çalışıyor. Bu hem komşularımızın işine gelir, hem de bizim önümüzü açar. Rahatça gidip gelinir, mal alınır, satılır.
Kavuşacağımız bu yeni pazarlar emperyalistlerin mal sattığı ülkelerdir. Bizde işçi ücretleri düşük, yakınlıktan dolayı nakliye de ucuz olduğu için onlara pazarlarını kaybettirecektir. Dolayısıyla ülkemizin güttüğü bu dış politikadan rahatsız olacaklardır. Onların uzantıları her kılığa bürünürler; gazeteci, program yapımcısı, danışmandırlar. Zaaflarımızı iyi bilirler; hassas olunan noktaları tahrik etmeyi becerirler. Bir bahane ile sıcak bir savaşın söz konusu olabileceği görünmüyor; geleneksel barışçı politikamızı değiştirmeye güçleri yetmez; çevremizde saldırgan, güçlü bir ülke de bulunmuyor. Fakat ülkemizi istikrarsızlığa sürüklemek isteyeceklerdir. Darbe yapılması uzak bir ihtimal; darbecilerin bugüne dek birbirinden çirkin, hunharca bizi sırttan hançerleme planları ortaya çıktı; hakkında o kadar çok yazılıp çizildi ki hangi gerekçe ile yapılırsa yapılsın milletin büyük bir kısmının tasvibini alması mümkün değil.
Fakat ülkemizi istikrarsızlığa sürüklemenin başka yolları da var; mesela hukuk darbesi. Bir süre önce umur görmüş bir devlet adamı 28 Şubat darbesinin Telaviv ve Kudüs'te planlandığını bir ekranda söyledi. O zaman yüksek mahkemelerimizin toplu olarak nasıl hareket ettikleri zihinlerde canlıdır. Anayasa Mahkemesi'nde 367 nisabı için uydurulan karakuşi bir gerekçenin benzeri her şeyi altüst etmeye yeter.
Ülkemizin önü yeni yeni açılıyor; ikinci sınıf ülke olmaktan kurtulma imkânına kavuşuyoruz. Bu sadece bizim için bir imkân değil; Belgrad'dan Çin Seddi'ne kadar yayılan mazlumların ümit kapısıdır. Hangi sebeple olursa olsun bu imkânı heder edeni milletimiz affetmez.
İktidarın eksiği gediği yok mu? Elbette var. İş yapanın hata yapması tabiidir. Bunların giderilmesi sandıkta mümkün olmalıdır. Ülkemizde iktidar değişikliğinin sadece ve sadece demokratik usullerle olabileceğine hem dünya, hem biz inanmalıyız. İstikrarı sağlamanın, milletin enerjisini harekete geçirmenin tek kaynağı budur. Gerekçe ne olursa olsun askeri, siyasi ve hukuki darbeye kalkışmak milletimizin önünü kapatmaktır. Bunun da milletimizin değil başkalarının hesabına yapılacağı açıktır.