19.01.2010
Bir ülke, bir toplum bu utançlarla, onlarla yüzleşmeden, onlarla hesaplaşmadan nasıl ve ne kadar yaşayabilir? İşte dünya çapındaki katilimiz, siyasi suikastçımız Mehmet Ali Ağca örneği ortada. Hepimiz tahliyesi nedeniyle Ağca’yı konuşuyoruz. Onun kalleşçe katletmiş olduğu büyük gazeteci Abdi İpekçi’nin adı, sadece Ağca’yı tanımlamak için geçiriliyor. Şu utanca bakar mısınız: Ağca cezaevinden çıktığında, ellerinde İpekçi’nin resimlerini taşıyan kalabalıklar tarafından nefretle protesto edilmek yerine, tıpkı daha önceki “yanlış” tahliyesinde olduğu gibi, yine birileri tarafından coşkuyla, çiçekler ve davul-zurnayla karşılandı.
Hep aynı profil
Kimdir Ağca’yı bağırlarına basanlar? Kimdir onun beş yıldızlı otellerde konaklamasını finanse edenler? “Karanlık” veya “derin” odaklar deyip işin içinden sıyrılmak mümkün değil. Birçok şey gözlerimizin önünde cereyan ediyor. Evet odaklar, ilişkiler hayli “derin” ve hayli “karanlık” fakat olayın bir de “sivil” ayağı var. Ağca’yı kahramanlaştıranlarla ülkenin dört bir köşesinde, örneğin Trabzon’da, Edirne’de, İzmir’de, Manisa’da, Kars’ta, İstanbul Dolapdere’de kendilerinden olmayanları linç etmeye kalkanları karşılaştırabilirsek herhalde birçok ortak nokta bulabilirdik. Ortaya çıkacak profil, kuşkusuz 1970’li yıllarda Kahramanmaraş, Çorum gibi illerimizde Alevilerin; 1993’de Sivas’ta Madımak Oteli’nde aydınların katledilmelerine şu ya bu şekilde karışanlarınkiyle epey benzerlikler taşıyor olurdu.
Hrant acısı
İşte Türkiye’nin utancı tam da burada karşımıza çıkıyor: Bu ülkede toplumun bir bölümü, daha az ve daha güçsüz bellediklerine karşı tam bir güruh zihniyetiyle savaş açabiliyor ve genellikle de yaptıkları yanlarına kâr kalıyor. Şahsen Türkiye’de yaşanmış katliamların hemen hiçbirinin vicdanları rahatlatacak ölçüde soruşturulup sorumluların cezalandırılmış olduğunu hatırlamıyorum. Birileri yargılanıyor, hapis yatıyor olsa bile, gerek kendileri, gerekse yakınları maddi açıdan kollanıyor, daha önemlisi, manevi olarak da kendilerine sahip çıkılıyor. Durum böyle olunca yeni linçler, katliamlar için insan bulmak hiç de zor olmuyor.
Yazının tamamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
Evet, adalet istiyoruz.
Herkese için adalet ve devamlı bir adalet.
Giydiğine bakmadan, konuştuğuna bakmadan, cüzdanına bakmadan, iktidara bakmadan, sana isim takmadan ve seni bir kalıba sokmadan adalet sağlayacak bir yönetim istiyoruz.
Artık dünya değişsin istiyoruz, bir an önce olsun istiyoruz. Mevcut düzenden bir şey beklemiyoruz, yazarın haykırışı bizi haklı çıkarır türden. Sistemin çivisi çıkmış, tadilat götürür hali kalmamış ve nihayetinde çökecek, çare yok.
Adalet arayışları ve haykırışları yükselecek, daha da sertleşecek çünkü bu düzen yanlış ve yıkılmaya mahkum.
Bunu herkesin anlaması için maalesef ki Hrant Dink’lerin ölmesi, masum insanların otobüslerde yakılması, fâili meçhullerin ayyuka çıkması gerekiyor.
Sistemin çözümsüz kalması, başka sorunları kendisiyle beraber getiriyor ve o zaman oturup sistemi değiştirmeyi düşünüyoruz, yoksa daha öncesinde efendi efendi Kur’an’a kulak vermek gibi bir niyetimiz yok.
Olsun, madem zor yoldan öğreneceğiz, Allah öğretecektir, benim hiç şüphem yok.
Biz istediğimiz kadar alternatif çözüm arayışlarına girelim, Avrupa’ya başvuralım, ABD’ye el açalım, kendine hayrı olmayan milletlerden derdimize derman isteyelim, bulamayacağız.
Allah’ın hak düzeni en doğrusu ve insanoğlu için en iyisi, biz kabullenemesek bile. Bu düzen için şimdi çalışmazsak, yarın sürüne sürüne ona yöneleceğiz, her geçen gün yükümüz biraz daha artacak, biraz daha kamburlaşacağız. İnşallah sırtımızı doğrultamayacak kadar eğilmeden uyanırız ve Adil Düzen için hep beraber çalışırız.