Bir başka açıdan
1220 Okunma, 0 Yorum
Toktamış Ateş - Bugün
Osman Eskicioğlu

23.01.2010

Geçen hafta yazdığım bir yazıda değerli bir kumandanımızın duygusal yaklaşımını ele almış ve hiç eleştirme niyetim olmamasına rağmen sanki eleştirir bir duruma düşmüştüm.

Sayın Atilla Kıyat bir mektup göndererek 32. Gün Programı nedeniyle yazmış olduğum bu yazıda karşısındaki tutum ve duygularını çok zarif bir biçimde açıklamak nezaketini gösterdi.

Gene aynı mektubunda bu mektubun bu köşede yayınlaması ya da bu konuda bir başka yazı yazmam konusunda hiçbir talebi olmadığını belirtmesine rağmen ben Sayın Kıyat'ın mektubunu sizlerle paylaşmak istiyorum.

"Değer mi" konusunda ya programın tamamını seyretmediğinizi ya da benim kendimi anlatamadığımı düşündüm. Açıklamamdan önce kırk üç yıllık üniformalı hayatımda hiç "değer mi" demediğim gibi on yıllık emeklilik hayatımda o günleri düşünerek hiç "değdi mi" demedim. Tekrar dünyaya gelsem hiç düşünmeden gene deniz subayı olurum.

Gelelim 32. Gün Programı'nda söylediklerime... Sayın Türköne'ye hitaben yaptım "Değer mi" konulu konuşmama. Sayın Türköne Türkiye için birinci tehdidin Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki çetelerin olduğunu, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin halkın vergileriyle aldığı silahları Türk halkına çevirdiğini, küçük çocukları öldürmek üzere planlar yaptığını, yozlaşan bu ordunun tasfiye edilerek yeni bir ordunun kurulmasını söylüyordu. Makalelerin ve çıktığı televizyon programlarından aşina olduğumuz bu fikirlerini o gece 32. Gün'de de tekrar dile getiriyordu.

Ben işte bunun üzerine söz alarak aynen şunları söyledim.

"Sayın Türköne siz ve sizin gibileri dinledikçe, okudukça hayatım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Sonra şu anda Somali'de görev yapan firkateyn komutanı aklıma geldi. Sizi dinleyince sizin ve sizin gibi düşünenlerin yazılarını okuyunca o da şunları düşünmüştür. On dört yaşında üniforma giyelim. En fazla ihtiyacım olduğu dönemde sevgilerinden yoksun anne baba hasreti çektim. Harp Okulu'na geçtim. Bu hasrete sevgili hasreti de eklendi. Subay oldum. Evlendim, eş hasreti başladı. En zoru çocuklarımın hasreti oldu. Çocuklarım hasta mı iyi mi hiçbir zaman öğrenemedim.

Çünkü sevgili eşim üzülmeyeyim diye çocuklarım hasta da olsa beni haberdar etmez. Türkiye'de çok önemli görevler için ilköğretim yeterli görülmekle birlikte bir firkateyn komutanı için yeterli değil. Bu nedenle yirmi-yirmi beş yıl okudum, iki lisan öğrendim. Altı aydır evimden uzağım.

Aklıma Afganistan'daki, Bosna'daki, Güneydoğu'daki silah arkadaşlarım geldi. Onların şartları benden de zor. Ben ne de olsa dört yıldızlı bir otel konforundaki gemide yaşıyorum. Geminin değeri beş yüz milyon dolar. Bir düğmeye bastığımda giden güdümlü mermi bir buçuk milyon dolar. Bir tek top mermisi benim yıllık kazancımdan fazla. Top mermisi bu kadar pahalı mı diye sormayın. Yarbay ucuz. Maaşı 2800 TL.

Sayın Türköne, bu yarbayımız bunları düşündükten sonra sizin kulaklarınızı çınlatır ve "Değer mi" diye düşünür. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin içinde "değer mi" diye düşünenlerin sayısı artarsa işte Türkiye için esas tehdit budur" diyerek bu konudaki konuşmamı bitirdim.

Sayın Ateş zannederim ne demek istediğimi bu sefer anlatabildim.

Yorum:

HAYATTA ESAS OLAN BARIŞTIR SAVAŞ DEĞİL

İnsan hayatı zıt iki şeylerin bileşkelerinden ibarettir. Hayat, hastalık-sağlık, savaş-barış, anormal-normal, asker-sivil gibi zıtlardan meydana gelir. Onun için bir vakıa olmaları bakımından sağlık ne kadar doğalsa, hastalık da o kadar doğaldır. Barış ne kadar normal ise savaş da o kadar normaldir, diyebiliriz. Ancak meseleye başka bir açıdan bakacak olursak sağlık iyi, faydalı ve güzel bir şeydir. Hastalık ise kötü, zararlı ve çirkin bir şeydir. Barış doğru, yararlı, huzurlu, mutlu ve adaletli bir düzende olmaktır. Savaş ise yanlış, zararlı, tedirgin, sıkıntılı, bedbaht ve zulüm düzeninde olmaktır. Savaş ile barış, hukuk ile hukuk-dışılık ya da adalet ile zulüm gibi olan ve öyle görünen bir şeydir. Onun içindir ki, savaşta en başarılı olanlar, en acımazsız, en zorba ve en zalim olan ve insanlığını yitirmiş bulunan kişilerdir. Savaş için ve savaş düzeni için yalan, dolan, aldatma, kandırma, her türü hile, hurda düzenbazlık meşrudur. Onun için askerin elkitabında şefkat, merhamet, acımak ve insaflı olmak yazmaz ve bunların yeri de yoktur. Eğer olursa zaten bu bir aptallık sayılır. Çünkü bilhassa bugünün Rönesans medeniyetinde anlayışlar değişmiştir, hatta hayat bile bir mücadele ve savaş demektir.

Bilindiği gibi her medeniyetin, her kültürün ve her ilmin bir terminolojisi vardır. Bazı medeniyetler savaşa bile hukuk ve adalet getirirken, insanlık getirirken, bazıları da savaşa canavarlık getirir, zulüm getirir ve ceberutluk getirir. Bunun en güzel örneği ise İslam medeniyeti ile bugünkü batı medeniyetidir. Macit Gökberk’in Felsefe Tarihi adlı eserinin 251. sayfasında ifade ettiği ve ilgililer tarafından da bilindiği gibi Batı dünyası Rönesans, Reform ve Aydınlanma hareketleriyle hayatı değiştirmeyi amaçlamış -ve bu maksatla da yeni bir felsefeye sahip olmuştur. Bu yeni felsefe de yeni bir insan anlayışı, yeni bir toplum, yeni bir din, yeni bir hukuk ve yeni bir devlet anlayışı getirmiştir.

Bu anlayışın şekillenmesinde arılar ile karıncaların çok büyük emekleri vardır. Çünkü bunlar, işbölümü, ekonomik hayat ve toplumsal bir yapıya sahip olmaları bakımından hayatı yeniden düzenleyen filozoflara yol gösterdiler ve kılavuzluk ettiler. Yani batının ortaya koyduğu bu Rönesans medeniyetinde yetişen bilginler güce, kuvvete, fiziğe önem verdiler. Bunun içindir ki, bir İngiliz filozofu ve devlet adamı olan Francis Bacon “Bilgi güçtür,” demedi mi? Yine bir İngiliz filozofu olan Thomas Hobbes, “Homo homini lupus” (İnsan insanın kurdudur.), demedi mi? İşte bu sebeple bu zihniyete sahip olanlar, hayatı, bir savaş alanı gibi düşünerek “Hayat mücadeleden ibarettir”, sözünü ana fikir yapmadılar mı?

Toplumda ana fikir bu olunca ve hayat da bir savaş alanına dönünce hiç şüphesiz bu savaşın bir taraftarları olacaktır. Hayat savaşının tarafları ise sermaye ve emektir, kadın ile erkektir, fert ile devlettir, bireyle toplumdur ve konumuz açısından söyleyecek olursak asker ile sivildir. Çünkü bu medeniyette toplumda denge böyle kurulur ve böyle sağlanır. İşçiler ile işverenler arasında, kadınlar ile erkekler arasında düşmanlık olmalıdır. Bir tarafta idare edenler ve suyun başında olanlar, diğer tarafta ise yönetilenler ve güdülenler… 

Hayır, hayır, bin defa hayır ve milyon defa hayır! İnsan bu değil, birey ve toplum bu değil, fert ve devlet bu değil, bu değil, bu değil, asker ve sivil bu değil… Batının ortaya koyduğu bu Rönesans medeniyeti, medeniyet değil, insan medeniyeti değil, güce ve kaba kuvvete dayanan, savaşa dayanan ve daha çok arılara, karıncalara ve hayvanlara yakışan bir medeniyet ve kültürdür. Emeği sermayeye düşman edenler, bölücülük yapıp hayatı zıt kısım ve kesimlere ayırdılar, karşıt kısım ve kesimlere ayırdılar. Savaşı asıl ve esas yaptılar. Hâlbuki savaş hukukun bittiği yer demekti. Hâlbuki hayat organikti, hayat tüm alanlarıyla, tüm kesim ve kısımlarıyla fonksiyoneldi. Hâlbuki hayat, barıştı, hukuktu ve hukuk düzeni demekti.

Bu yeni terim üreten, var olanı deviren ve yepyeni birey-toplum, insan-aile üreten veya üretmek isteyen ya da ürettiğini sanan, eşyanın tabiatına ters düşen bu medeniyet, bu Rönesans medeniyeti, hayatı asker sivil diye ikiye böldü. Meslek dedi böldü, meslek dayanışması dedi böldü. Sanki toplumun yarısı hasta, yarısı sağlıklı, sanki hayat alanının yarısı savaş yarısı ise barıştır. Hâlbuki bu düşünce yanlıştır; bu uygulama da yanlıştır. Bireyi mesleğine mahkûm edenler, insanı meslek düşünürü yaptılar, evet, evet çok doğru söylüyorum, inanın bana bilimsel bir şey söylüyorum, bunlar bir asker kafası ve bir de sivil kafası üretirler. İnsanı yaptığı iş ile değerlendirenler, insanlar arasındaki doğal olan işbölümüne ters düşenlerdir. Bunlar savaşı ve savaşmayı meslek dediler. Savaşmak meslek olur mu, insan öldürmek meslek olur mu? Öldürmek bir kazanç alanı olur mu, öldürmek bir gelir kaynağı olur mu? Yaptılar ve bu hale soktular. Barış diye, diye silah ürettiler ve silah sattılar. O hale geldik ki, artık kışla farklı; kışlanın okulu, çarşısı-pazarı farklı, hukuku, kanunu farklı, yeri yurdu ve oturduğu yer farklı, hepsinden öte fikri ve düşüncesi farklı. Hayata ve dünyaya bakışı farklı… ve neticede siviller ve askerler, hepsi insanlar, ancak ak ile kara kadar, gece ile gündüz kadar farklılar; hukuk düzeni ile savaş düzeni kadar birbirinden ayrılar ve farklılar. Artık savaşçı farklı, barışçı farklıdır. Hâlbuki insan, savaşı bilinmeden barışçı olur mu veya barışı bilinmeden savaşçı olabilir mi? Öyleyse her şeyden önce bu hayat, şu savaşçılığı ve mücadele olmayı bırakmalı, barışa gelmeli, düşmanlığa değil, dostluğu gelmeli, kaba kuvvete değil hukuka gelmelidir.  

Din karşıtı olanlar, dinin adını irtica koydular. Bu irtica dedikleri Allah’ın doğal kanunu ve eşyanın tabiatıdır. Bunların dünyasının, madde, beden ve fizik dünyasının, sermayeci, paracı ve kapitalist dünyanın ürettiği bir reklâm var. “İzocamlayın göğü ısıtamazsınız” diye tavsiyede bulunuyorlar. Bu göğü ısıtmaya kalkanlar, tabiatın kışı, yağmuru ve karı içinde donup kalmaya mahkûm olacakladır. Doğaya ve doğal olana karşı çıkamazsınız. Hayatı savaş sananlar, eşyanın tabiatında daha çok adalet olduğunu, daha çok sağlık ve hukuk bulunduğunu göremeyen zavallılardır. Hayat tek taraflı değil, çift yünlüdür. Bir tarafta din diğer tarafta da bilim vardır. Toplum açısından din bilimdir, bilim de dindir; bunların her ikisinin yeri ise beyindir. Beynini kullanamayanlar din ile bilimi ayırdılar. Bize düşen bir bilim adamı olarak anlatıp söylemektir. Merhum Elmalılı’nın dediği gibi biz, tebliğimizi yapar geçeriz. Bırakın bu din devlet, din dünya safsatalarını, bırakın bu din bilim karşıtlığı yalanlarını, oyunlarını ve düzenlerini. Gerçeğe gelin ve hakikate geliniz. O da sosyal bilimlerdeki eskimiş olan terim, tarif ve tasnifleri yenileyiniz. Çünkü sosyal bilimler dindir. Her şeyden önce Halik-Mahlûk’a gelin, birey-toplum dengesine gelin, fert-devlet bütünlüğüne gelin. Tek kurtuluş reçetesi olduğunu gördüğümüz din-bilim birlikteliğine geliniz. Eğer bunları yaparsanız bir taraftan kardeş kavgalarından kurtulacak ve kurum savaşlarına son vermiş olacaksınız. Diğer taraftan da görevini yerine getirmiş bir toplum olarak yeniden tarih sahnesinde o şerefli yeri alacaksınız. Bunu yaparsanız zaferinizi şimdiden görüyor ve kutluyorum sizi. Eğer yapmazsanız hep birlikte yaşayacağız hezimetimizi.

 

Osman Eskicioğlu






Sayı: 33 | Tarih: 24.01.2010
Gülay Göktürk
Vicdansızlar Kim?
1514 Okunma
Adem Çevik
Mümtazer Türköne
Vatana ihanet planı' nasıl engellenir?
1368 Okunma
2 Yorum
Arif Ersoy
Zülfü Livaneli
İnsanoğlu insankızı
1364 Okunma
Ali Bülent Dilek
Mehmet Altan
Ağca için Alpaslan Türkeş ne demişti?
1308 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Hayrettin Karaman
Kardeşlik uygulaması
1292 Okunma
2 Yorum
Hilmi Altın
Yılmaz Özdil
Deveyi diken...
1279 Okunma
Leyla Okta
Ebubekir Sifil
Gerçek diyalog ve hoşgörüye doğru
1275 Okunma
Zafer Kafkas
Ruşen Çakır
Adalet istiyoruz
1260 Okunma
Tayibet Erzen
Can Ataklı
Sarıgül’ün Cevapları-4
1254 Okunma
Mesut Karaaytu
Bekir Berat Özipek
Batman tenha değil
1248 Okunma
Bünyamin Demir
Oktay Ekşi
İyimser Olalım mı?
1221 Okunma
Vahap Alma
Toktamış Ateş
Bir başka açıdan
1220 Okunma
Osman Eskicioğlu
Mahir Kaynak
Önce karar, sonra delil
1216 Okunma
1 Yorum
Süleyman Karagülle
Mehmet Niyazi
Bu yazıyı saklayınız
1215 Okunma
Abdurrahman Erol
Fikret Bila
Semineri hangi komutan izledi
1206 Okunma
1 Yorum
Harun Özdemir
Ahmet Hakan
Mustafa hakkında birkaç önemli şey
1205 Okunma
5 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Fehmi Koru
Kimlerin ayıbıysa onlar düşünsün
1184 Okunma
Ahmet Kirtekin
Abdülkadir Özkan
Tam güne karşı çıkış tamamen duygusal!..
1182 Okunma
Özgül Ertuğrul
Mehmet Şevket Eygi
Niçin Durgun, Sönük, Sessiz, Hareketsiz?
1173 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ahmet Altan
Görevleri Suç
1157 Okunma
Özer Ataç
Reşat Nuri Erol
Yeni krizler geliyor hep gelecek
1132 Okunma
Ilker Ardic


© 2024 - Akevler