21.01.2010
Bu darbe merakı “bozuk bir gen” gibi kuşaktan kuşağa aktarılıyor anlaşılan.
2003’teki Balyoz Planı’ndaki isimlerden bir kısmının daha sonra “Kafes Planı”nın da içinde yer aldığını görüyoruz.
Bir tür “takıntı” bu, generallerde.
Yıllar geçiyor, generaller değişiyor ama “hastalık” orada duruyor.
Ve, askerler “hastalandıklarını” bile fark edemiyorlar.
Koç müzesine bomba koyup çocukları öldürmek, camileri patlatıp müminleri havaya uçurmak, kendi uçağını düşürmek için planlar yapmak onlara “normal” geliyor.
Daha sonra Star televizyonunda inkâr etmesine rağmen iki saat önce T24 sitesine planlar yaptığını itiraf eden Orgeneral Çetin Doğan, bunun “ordunun görevi” olduğunu söyledi.
Ordunun göreviymiş.
Ülkesinin insanlarını havaya uçurmak mı bizim ordunun görevi?
Camileri patlatmak mı?
Sırf sıkıyönetim ilan edip darbe yapabilmek için “komşu” bir ülkeyle silahlı çatışmaya girmek ve ülkeyi savaşa sürüklemek mi?
Kendi uçağını düşürtüp kendi pilotunu öldürtmek mi ordunun görevi?
El Kaide’nin “bombalı suikastlarından” sıkıyönetim için medet ummak mı?
Eğer bunlar “görev”se, o zaman bana söyleyin “suç” nedir?
Nedir suç olan?
Bizim generaller “suç”la görevi birbirine karıştıracak hale gelmişler artık.
Bir düşünün, “yüzbinlerce insanı tutuklayacağız, sokaklarda şiddete şiddetle cevap vereceğiz, camileri patlatacağız, uçağımızı düşüreceğiz” diye plan yapan adam, bunun “ordunun görevi olduğuna” inanan biri, bu ülkede Birinci Ordu’nun komutanlığına kadar yükseliyor.
Nasıl o makamlara geldi o insan?
O insanı destekleyen diğer generaller nasıl ordunun içinde yükseldi?
Bu orduda, general olmanın ölçüsü nedir?
Kendi halkını öldürmekten rahatlıkla bahseden insanları mı general yapıyorlar?
Şu anda bizim orduda böyle kaç general, kaç subay var?
Böyle insanların ordunun içinde hâlâ varlığını sürdürdüğü, daha 2009 yılında Kafes Planı’nı hazırlamalarından belli.
Bu generaller, “düşmana” karşı plan yapmak için toplanıp “darbe” planları hazırlarlarsa, gerçek “düşmana” karşı kim, ne zaman, nasıl hazırlanacak?
Ciddi bir savaş çıktığında bu ordu görevini nasıl yapacak, nasıl savaşacak?
Aklı darbe yapmakta olan, “kendi insanını” düşman gören birinin görevini yapması nasıl mümkün olacak?
Hem bu nasıl nefret dolu bir ruh?
Akıl sağlığı bozulmamış hangi insan, müzelerde çocukları, camilerde dindarları kitleler halinde öldürmeyi düşünebilir, böyle planları normal bulabilir?
Bu planlar ordunun içinden çıkıyor.
Biz bu planları açıkladıkça Genelkurmay bildik açıklamasını yapıp “orduyu yıpratıyorlar” diyor.
Hangi orduyu yıpratıyoruz biz, ortada bir ordu mu var?
Siz bu adamların general olduğu bir yapıya mı “ordu” diyorsunuz?
Bizim yayımladığımız binlerce sayfalık darbe planlarından Genelkurmay’ın haberi yok muydu?
Burnunun dibinde olanı göremeyecek kadar kör mü?
Yoksa Genelkurmay da bu planları yapmayı, kendi halkını öldürmeyi “ordunun görevi” mi sanıyor?
Niye bu adamları yakalamadınız?
Yıllarca bu ülkenin medyası bu adamların suçlarını görmezden geldi, daha da beteri zaman zaman bu adamlarla işbirliği yaptı, bu “dokunulmazlık” içinde hastalık sınırsızca gelişti, büyüdü, bünyeye iyice yerleşti.
Şimdi ne yapacağız?
Bu orduyu baştan sona değiştirmeliyiz bence, değiştirmezsek daha çok darbe planı çıkar, “hastalığı iyice ilerlemiş” biri gözünü karartıp bunu eyleme de dökebilir.
“Suçla görevi” birbirinden ayıracak bir izana ve bilince sahip bir orduyu oluşturabilmek için “zorunlu askerliği” kaldırmalıyız, orduyu profesyonelleştirmeliyiz, teknik kapasitesini arttırmalıyız, askerî eğitim sistemini yeniden programlamalı ve gerçek askerler yetiştirmeliyiz, görevlerinin “kendi halklarını öldürmek değil o halkı korumak” olduğunu onlara öğretmeliyiz.
Her suikastın içinden bir subay isminin çıkmadığı bir orduyu kurmalıyız.
Darbe planı hazırlayanları bünyesinde tutmayacak, kendi eliyle yargıya teslim edecek, hukuka saygılı, kendini ülkesinden daha üstün ve değerli görmeyen bir yapı oluşturmalıyız.
Bunu yapmak için daha ne bekliyoruz?
Çılgın generalin birinin tanklarını sokağa sürmesini mi?
Y O R U M :
KURUMSAL NERONLAR SERGİSİ :
Andıçların Lafonten öyküleri kadar silikleştiği belgeler ortaya çıkmakta. Kozmik çeyizlerde daha etkili olanları da mevcuttur. Her açığa çıkana yapılan karşı küçümseme içerikli yalanlamalar, daha tesirlisini, şaşırtıcısını açığa çıkarmak için gerekçe olmakta.
Milletin maaşıyla oluşturulan millete karşı balyoz planlarının içeriği: yok artık..” la başlayan şaşkınlık terimlerine sebep olmakta. Saygınlığın mahremiyetinde bunlar da mı varmış diye düşünenler o kadar çoğunlukta ki.. İnkar direnmeden, açığa çıkarmalar da bitmeyecek gibi.
YETKİNİN BÖYLESİ:
Eline silah verilenlerin kendilerini besleyen milletlerine 250 yıllık kumpas dürtüsünün psiklojik temelleri çok önemli olmalı.
Holigamlık falan değil bu. Bu ilkel menfaatçiliğin en uç noktası olmalı bu.1980 öncesi İzmir Tariş Fabrkasında emekleri için “direnen” iççilerin pamuk fabrikasındaki makinaları tahrip etmesi ruh halinin süreğen karakteri.
GÜVENCİL ADELETİN İNANDIRICILIĞI: HOMOJEN ADALET.
Ellerindeki mecburiyet yasalarını suistimal eden bir kurumun suçlusu o kurum değildir. O yasaların sahibi olan millettir. Yetki veya güç oluşturulmadan devredilmeden denetim / yaptırım / elden alma / yetkisizleştirme güçleri oluşturulmalıdır.
Adaletin iki tür tanımlama esası vardır: Birincisi, Uygulayıcılarını da kapsaması, ikincisi, uygulamada enüst yetkililere ya da kurumlara birey kadar kolay ve sorunsuz tatbiki.
BUNLAR YENİ Mİ :
Tabii ki hayır, güncellenen gizli küresel konseptlere direnen eski biçim “çalışmaların”
İfşa ile aforoz etkinliği. Şimdi de bu şiddette fakat farklı konsepte plan ve programlar yapılmaktadır, küremizin çeşitli coğrafyalarında. Eskinin acı ve direnmesinin şiddeti o kadar yakın ki yenilerin frenkansı ve acıtması hissedilemiyor daha.
VARLIKTA TEK GÜÇ RİSKİNİN GETİRDİKLERİ
Yaşamda ve canlılarda güç paylaştırılmalı. Güçlerin tek elden toplanması çok başlılık değildir.Güç tek baştan fakat birkaç elde tutulmalı. Orduların Kara deniz hava ayrımındaki gibi. Adaletin Yargıtay, Danıştay vb olması gibi. Kademeler ödev farkılılığının yanında güç istismarını da önlemek için var edilmiştir. Kuvvetler ayrımının siyasal sistemlerde uygulanamamasının sebebi, kuvvetlerin ayrılmasından değil, kuvvetlerin karşılıklılıkla dengelenmemesindendir.
Polisin ağır silah sendromu diye tartışılan soruna bu manada baktığımızda direncin sebeplerini görebiliriz. Gerek silah gerek kalem güç ve yetkiler tek elde kurumda toplandığında ve yetkilerden önce denetim, yetkisizleştirme yetkinliği kurulmadığında böyle “şeyler” kaçınılmazdır.
Kısaca kurumlar “sonsuza kadar ilelebet” değildir; onlar ülkenin insanlığına hizmet ettikleri kadar varadır, ve o insanların hizmet alımlarında memnuniyetsizlikle değiştirilebilir; hem ödevlileri ve hem de dayanaklarıyla; asıl olan insanlığın özgürlüğü ve keşfi ve mutluluğudur.
DİRENME DEVAM EDERSE :
Şayet bu restleşme sürer ve inkar devam ederse, korkarım ki inkar toplantıları dahi halka açıklanacaktır. Yol yakınken değişmezlerin; barış, ayrımsız adalet, zenginlik ve mutluluk için esnek hale getirilmesinin ittifakı yapalım.