Kimlerin ayıbıysa onlar düşünsün
Biliyorum, pek çoğunuz eskiye ait defterlerin açılmasından hoşlanmıyorsunuz; özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri'ni (TSK) ilgilendiren 'olumsuz' haberler canınızı sıkıyor. Gazeteler ve televizyonlarda yapılan yorumların çoğuna kızıyorsunuz.
Emin olun, benim de sizden farkım yok. TSK'yı lekeleyecek her türlü gelişme karşısında verdiğim ilk tepki sizinkinden farklı olmuyor. Sarıkız, ayışığı, eldiven, kafes, balyoz, çarşaf gibi sözcükleri belleğime kazımak yerine unutup gitmeyi tercih edebilirim. Keşke şimdilerde yaşadıklarımız hiç yaşanmasaydı.
Sizlerin veya benim bu hassasiyetimiz bir gerçeği değiştirmiyor: TSK içinden birileri, oylarımızla iktidara gelmiş bir siyasi partiyi yerinden etmek için ellerindeki silâhı kullanma hazırlığı yapmışlar. Şartlar müsait olsaymış, ülkemiz şimdilerde birkaç yüksek rütbeli askerin güdümünde, onların uygun gördüğü insanlar tarafından yönetiliyor olacakmış...
Olayda beni en fazla rahatsız eden ne biliyor musunuz: Kafalarına 'darbe' niyetini yerleştirenlerin kendilerini 70 milyondan yukarıda görmeleri... Oram. Özden Örnek'in günlüğüne kaydettikleri, Mustafa Balbay'ın notları ve 'balyoz' harekâtını planlamış olanların kendi aralarında yaptıkları konuşmalar bu gerçeği gözümüze sokuyor.
70 milyon insanı kendi kaderlerini tayin etmekten uzak, hep yanlış kararlar veren bir sürü gibi görmek? Ne kadar iyi eğitim almış olursanız olun, Allah size akıl nimeti vermişse bile, birilerine tercihinizi beğendirmeniz hayli güç. Üçü-beşi biraraya geldiğinde, bizler hakkında hep küçültücü ifadeler kullanıyorlar.
…
Fehmi Koru/ 24 Ocak 2010 Pazar/ Yeni Şafak
Yorum:
“hazcı bedende militer ruh” diyordu Taraf yazarı Alper Görmüş Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök için.
Liberalizmin sınırsız bireyselciliğine övgü düzecek değilim. Yabancılaşmayı göklere çıkarmanın bir alemi yok. İnsanların asker gibi tek safta toplanmaları hala imkansız değil. Alış veriş merkezlerinin önünde henüz gün doğmadan toplanan insanlara bakın; Pavlov köpeği şartlamak için düdük değil de piyano kullansaydı deneyin mahiyeti değişmezdi herhalde.
Mesele bireyden ziyade toplumla ilgili. İnsanlar kendi başlarına iyi ile kötüyü bir birinden ayırabilirler mi? Yoksa her zaman kendilerini güdecek bir çobana mı ihtiyaç duyarlar?
İnsanların zayıflıkları nedeniyle doğruyu bulamayacaklarını farz edelim. Peki çoban neden hep saraydan olmak zorundadır, kavruk tenli, elleri nasırlı biri çıkıp kalabalıkların arasından çobanlığa soyunamaz mı? Bir terzi? Bir çoban? Bir yetim?
Bir tartışmada muhatabım “sen ne bilirsin?” diye ünlediğinde hiç düşünmeden cevaplamıştım: “ben haddimi bilirim”.