28.12.2009
Bayezid Devlet Kütüphanesi'nin müdürü Sayın Şerafettin Kocaman'ı fani dünyamızdan uğurladık. Şerafettin Bey, klasik aydınlarımız gibi, diplomalı olduğu için değil, gerçek aydındı.
Çünkü klasik aydınlarımızın hakları var ama sorumlulukları yoktur. Hepsi aldığı maaşın azlığından yakınır; çok daha yüksek mevkilere layık olduklarından, ne yazık ki fark edilemediklerinden dert yanarlar. Bugüne kadar hiçbir diplomalımızın "Aldığım parayı hak etmiyor, mevkiimin icaplarını yerine getiremiyor, istifa ediyorum" dediği duyulmuş mudur? Bunlar faziletli olmayı hep karşısındakinden beklerler; faziletli olmanın zahmetine katlanmazlar. Şerafettin Bey ise gerçek aydındı; sorumluluğunu müdrikti; aldığı maaşı hak etmenin gayreti içindeydi. Kesinlikle dert yanmaz; yeri gelince de hizmetlerde eksiklikleri bulunduğunu ifade ederdi.
Ne hikmetse öğrencilerden başka kimse kütüphanelere pek uğramaz; devamlıları da dikkat çekici tiplerdir. Hangi aklı başında, vicdan sahibi kişi, milletimizin dünyadaki durumunu içine sindirip rahat edebilir? Azıcık idraki olan, ecdat yadigarı topraklarda oynanan oyunları sezip kahrolmaz? Muzdarip insanlardan birisi de rahmetli Ferit Ragıp Tunçor'du. Emekli maaşıyla 'Yeni Defne' adında bir dergi çıkarırdı. Seviyeli bir beyne sahip olduğu için milletimizin sıkıntılarının ilim ve kültürden kaynaklandığını fark ettiğinden dergisinin günlük politika, ideolojiyle ilgisi yoktu; sanat ve kültür dergisiydi. Ferit Ragıp Bey, bir yolunu bulur, bazı kütüphaneleri abone yapardı; bunların sayısı elliyi geçmezdi. Yeni bir kültür bakanı gelir, "Bizden değil" diyerek abonelikleri sona erdirirdi. Ama o, bir derviş sabrıyla dergisini çıkarmaya devam ederdi.
Bir gün Ferit Ragıp Bey'in rengi soluk, terliyor, arada bir gözlerini kuruluyordu. Sıkıntılı bir hali olmasına rağmen büyük bir gayretle dergileri karıştırıyor, kitaplardan notlar alıyordu. Yanına yaklaştım; "Üstad biraz farklı görünüyorsun, seni üzen bir durum mu var?" diye sordum. Nemli gözlerini bana çevirdi; sesi bulanıktı: "Hanımı kaybettim." Sarsıldım ve kendimi suçlu hissettim: "Niçin haber vermedin? Hiç değilse cenazeye gelirdik." Cevap verdi: "Bugün öldü; daha cenaze evde; haber vermeye vaktim olmadı."
Biz kütüphane müdavimleri iddialı, belki yetenekli de değildik. Fakat milletimizin durumundan acı duyuyorduk. Musibetlerimizin kaynağının şuursuzluk olduğuna, bunun da ilim ve kültürle giderileceğine inanıyorduk. Kendimizi sorumlu hissedip gayret ediyorduk; ama yetenekli olmayınca, insanın hedefe varması mümkün olmuyor. Bir taraftan kendi kendimizle didişirken diğer taraftan suçlu arıyorduk. Suçlu da en yakınımızda olanlardı; yani kütüphanecilerdi. Hizmeti iyi yapmıyorlar, çalışmamızı engelliyorlardı. Kızgınlığımıza, yerli yersiz suçlamalarımıza Şerafettin Bey aldırmaz; gülümser, büyük bir sabırla isteklerimizi yerine getirmeye çalışırdı.
Bu köklü bilim yuvamızda İsmail Saib Sencer, Muzaffer Gökman gibi değerli alimler müdürlük yaptılar. Onları da işin ehli olan Hasan Duman, Yusuf Tavacı takip etti. Müdürlerinden midir, tesadüf müdür, yoksa biz kütüphane müdavimlerinin şansından mıdır, Bayezid Devlet Kütüphanesi'nde hep hizmet ehli insanlar görev yapmışlardır. Süheyla Şentürk Hanımefendi, Fatih Çardaklı, Muharrem İnan, İsmet Bey ve diğerleri gayretli ve dost insanlar olmasalardı bizler de orayı mesken edinmezdik.
Şerafettin Bey hastalanınca, durumunu merak ediyor, ama sık sık rahatsız edemiyorduk. Uzaktan takip ettiğimize göre durumu iyi değildi. Fakat her telefon ettiğimizde, "Allah'ıma çok şükür, iyiyim." derdi. Bu, inançlı insanın tevekkülüydü. İnancını hayat üslubu haline getirmiş nadir insanlardan biriydi.
Havalar müsait olunca, mesaiden sonra arka bahçede Süheyla Hanım, Ruhi Güler'le beraber çay içer, sohbet ederdik. Müdürüm demez, Süheyla Hanım'la çayımızı hazırlar, servis yaparlardı. Ömür boyu onu dostlarımızla anacağız, hizmetlerini yâd edeceğiz. Allah ailesine, hısım ve akrabalarına, dostlarına sabırlar versin. Bir dostun ardından yazmak gerçekten zor oluyor aziz kardeşim. Nur içinde yatasın.!
Yorum:
Kütüphaneler muasır medeniyetin fevkine ulaşmamızı sağlayacak ilim yuvalarıdır. Eskiden öyle olduğunu biliyoruz. Şimdilerde de yazarın bahsettiği üzere sadece öğrencilerin bir takım araştırmalarına kaynak edinmek üzere uğradıkları mekanlara dönüşmüştür. Bunun dışında kullanımı çok sınırlı düzeyde maalesef. Aslında benim görüşüme göre insanların boş zamanlarını kafelerde geçirmek yerine bu tür ilim yuvalarında geçirmeleri bile oldukça faydalı olacaktır. Ayrıca bu tür ortamlarda kazanılacak dostluklarda cabası… Selametle…