26.12.2009
DEVLETİN yetkili organlarının gözü, Abdullah Öcalan'ın İmralı'daki ikametgâhının 17 (veya 87) santimetrekare küçülmesi üzerine çıkarılan olaylardan sonra açıldı galiba.
Umarız Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in kişilik düzeyini ortaya koyan küfürlü konuşmasından sonra biraz daha ayılırlar.
Ve nereye gittiğimizi görürler.
Otobüslere molotofkokteyli atan, ölümlere sebep olan, yollarda park edilmiş arabaları yakan, dükkânların, binaların camlarını kıran, polisi taş yağmuruna tutan azgınları, Abdullah Öcalan'ın şehirlerdeki uzantısı olan Demokratik Toplum Kongresi/Türkiye Meclisi (KCK) dedikleri bir yeraltı örgütü organize ediyormuş.
Şimdi talepleri yerine getirilmezse ikide bir “İç savaş çıkabilir” diyorlar ya... Anlaşılan bu örgütün şehirlerdeki elemanlarına güvenerek o lafları ediyorlar.
Yani bir bakıma “Biz gerekirse iç savaşı göze alacak kadar hazırlıklıyız” demeye getiriyorlar.
Zaten Osman Baydemir'i çileden çıkartan da, bu örgütle bağlantılı sayılan 16 Belediye Başkanı dahil 100 kişinin bu soruşturma çerçevesinde gözaltına alınması imiş.
Bilen dostlarımızın ifadesine göre bir de “güvercin” sayılmak daha doğrusu bu soruşturma sırasında adam yerine konulmamış olmak, Baydemir beyi çok rahatsız etmiş. O nedenle önceki gün:
“Elbette ki sözümüzü daha tüketmedik. Sözün tükenmemesi için akıllı davranın. Hem ulusal düzlemde, demokratik çerçevede, meşru çerçevede, başta biz seçilmişler olmak üzere ve en önde olmak üzere, her türlü hakkımızın kullanılacağından hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Bir kez daha hükümete ve devlet aklına bir mesajımız var. Devleti ve hükümeti yönetenlere sesleniyorum. Bizi güvercin, şahin diye ayırmayın. Böyle söyleyenlere ‘hass..tir' diyoruz” demiş.
Muhterem celallenince galiba bayağı yiğit kesiliyor. Nitekim lafı burada kesmemiş. Yeni kaydolduğu Barış ve Demokrasi Partisi'nin amblemi olan “meşe”den söz ederken de, “Meşe ağacının hangi dalı nerenize battı hükümet?” demiş.
Demiş çünkü “seçilen”ler gözaltına alınamazmış. Onlar yasaları çiğnediyse kendisi ve beraberindekiler de aynı suçu işlemeye devam edecekmiş.
Nasıl? Korktunuz değil mi?
İşin ciddi tarafını konuşalım:
Unutmayın ki bu sözlerin sahibi kendisinin ve yandaşlarının “ezildiğini” iddia eden biridir.
Ama aynı kişi gördüğünüz gibi “Gerekirse zor kullanır, istediğimizi söke söke alırız” mantığıyla konuşuyor.
Peki ona bu cesareti kim verdi?
Ne dersiniz, Kandil'den PKK üniformasıyla gelenleri devletin müsteşarıyla ve seyyar mahkemeyle karşılatan bugünkü hükümetin yanlışları bu cesareti vermiş olmasın?
Yorum:
Sertlik
Polislerin adliye duvarının kenarına tek sıra dizip kelepçelediği Kürt politikacılarının resimlerinin çekilip dağıtılmasından sonra dün de iki PKK gerillasının yerlerde sürünen ölü bedenlerini tekmeleyen askerlerin resimleri internet sitelerine düştü. Dünyanın bütün dinlerinde ve kültürlerinde ölüye saygısızlık, en vahşi “vicdani” suçlardan biridir ve geride kalanları büyük bir öfkeye ve intikam isteğine sevk eder.
Bu iki görüntü Kürtleri, özellikle de Kürt gençlerini çok yaraladı. Her kim yapıyorsa bunları, bu görüntülerin açacağı yaraları da iyi biliyor. Ve bilerek kanırtıyor yarayı. Öfkeyi ve isyanı kışkırtıyor. Felsefe terbiyesinden geçmemiş, Rönesans’ını yaşamamış, zihinsel gelişmişliğini üst noktalara çıkartamamış iki kavmin yirmi beş yıllık bir savaştan sonra “akla” sahip çıkması çok kolay değil.
Bizim Kürt sorununu çözecek “akla” ulaşmamız için önce “duygusal” birikimimizden arınmamız gerekiyor ama Türkleri ve Kürtleri iyi tanıyan birileri o duyguları her gün biraz daha yoğunlaştırmayı beceriyor. Arınmamız gittikçe zorlaşıyor. Ankara ise karmakarışık. Ordunun içindeki cuntaların azgınlaşması, önce orduyu bir çekidüzene sokmayı gerektiriyor ama tam orduyu disiplin altına almaya çabalarken polis kesiminde de “kelepçe” meselesinde olduğu gibi tuhaf davranışlar baş gösterdi. Hem orduya hem polise sahip olmak gerekiyor şimdi.
Gladyo’nun bugünkü devamı olan Özel Harpçilerin binasına yapılan baskın ve orada sekiz askerin gözaltına alınması, ardından Başbakan’ın Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı ile yaptığı görüşmeler, orduya “disiplinden uzaklaşma” mesajının kuvvetli bir şekilde verildiğini sezdiriyor. Ankara’da hükümetin eğilimlerini iyi bilen çevrelerle görüşen arkadaşlarımız çok ilginç izlenimler edindiler. Eğer o izlenimler doğruysa, hükümet 33 asker olayı ile Kafes planının peşini bırakmamakta kararlı.
“33 asker” olayında, Apo’nun da “içimize Ergenekon sızdı” sözlerinin izlerini ararlarken, o “Ergenekon sızıntısının” bugün de devamı olup olmadığını ciddi biçimde sorguluyorlar.Öldürülen 33 asker faciasında cinayeti işleyenin PKK olduğu kesin ama “operasyonu” düzenleyenin Ergenekon olduğundan kuvvetle kuşkulanıyorlar. Kürt açılımında Ankara’nın “kararsızlığının” en temel nedeni, şiddet olaylarıyla Ergenekon arasında bağlar olduğu konusundaki kuşkuları. Arkadaşlarımızın söylediğine göre “Apo ya da PKK asla bu sürece karışamaz” gibi keskin ve mutlak bir tavrı yok Ankara’nın.
Apo’yu “dışlamalarının” temel nedeni “Apo’nun çok fazla fikir değiştirdiğini” düşünmeleri. PKK’yı “dışlamalarının” nedeni ise “Ergenekon bağlantısı” konusundan endişe etmeleri. Apo’yla PKK’nın “sürece” bir biçimde müdahil olmalarına ses çıkarmayacaklar eğer bu konularda emin olurlarsa. Herhalde Apo ile PKK’nın da Ankara’nın tavrı konusunda ciddi endişeleri ve kuşkuları bulunuyor.
İki tarafın da tedirginliğini besleyerek barışı zora sokmaya çalışanlar da bu karşılıklı kuşkuları kışkırtıyorlar. Bu kışkırtmalar, iki tarafın da ruhunda dolaşan o duygusal fırtınaları hızlandırıyor. Bunun üstesinden gelmek için “akla” ihtiyacımız var ama bu “aklın” iki tarafta da görünmesi gerekiyor. Ankara’nın “akla” dayalı bir politikasının olup olmadığı tam belli değil, AKP net mesajlar verip, somut öneriler ortaya koymuyor. Kürt siyaseti de daha ziyade “duygu” üzerinden yol alıyor ve “akla” dayalı bir siyaset ön plana çıkmadığı gibi, öyle bir siyasetin sahibinin kim olacağı da anlaşılamıyor. Öyle bir siyasete sahip çıkabilecek kadrolar da tutuklanıyor. Barış iki tarafın da hayatını kolaylaştıracak. Ama “savaş” duygularla yapılabilirken, aynı duygular “barışa” yardımcı olmuyor, aksine barış için berrak bir “akıl” gerekiyor. Kışkırtmalara ve duygulara kapılarak savaşı sürdürebiliriz, bu bir ihtimal, “aklımızı” kullanarak barışa ulaşabiliriz, bu da bir ihtimal.
Siyasi iktidardan daha kararlı ve somut tavırlar talep ederken, Apo’dan ve PKK’dan da daha net duruşlar göstermelerini isteyebiliriz. Hükümetten ne isteyeceğini Türkler söylemeli, Apo’dan ve PKK’dan ne isteneceğini de Kürtler söylemeli anlayışı doğrusu bana pek anlamlı gelmiyor. Barış, Türklerin de Kürtlerin de ortaklaşa yararlanacağı bir sonuç olduğuna göre, barış için taleplerimizi de ortaklaşa dile getirebiliriz. Hükümet, bu kargaşadan nasıl çıkacağımızı düşünsün, Apo ile PKK da düşünsün barışa nasıl ulaşılacağını. Sokaklardaki Türklerle Kürtler de düşünsün. Herkesin aklına ihtiyacımız var. Ya hep birlikte bulacağız aklı, ya hep birlikte kaybedeceğiz çünkü.*
İşte size iki yazar ve iki farklı düşünce. Allah hayırlısını nasip etsin...
*Ahmet Altan 27.12.2009 Taraf