HAK YAHUDİLİK", "HAK HRİSTİYANLIK
Hz. Musa (a.s)'ın dini neydi? Yahudilik mi, Musevîlik mi? Ya Hz. İsa (a.s)'ın dini? Ona Hristiyanlık demek mi doğrudur, İsevîlik demek mi?
Konu hakkında yazıp konuşanların hala önemlice bir kesimi "Yahudiliğin ve Hristiyanlığın Hz. Musa ve Hz. İsa'dan (ikisine de selam olsun) sonra bozulduğu", "Hz. İsa (a.s) kıyamete yakın yeryüzüne indiğinde Hristiyanlığı orijinal haline döndüreceği (Hristiyanlığın tasaffi edeceği)"… şeklinde cümleler kuruyor.
Oysa biliyoruz ki Hz. Musa (a.s) İsrailoğulları'na Yahudiliği tebliğ etmedi. Keza Hz. İsa (a.s) da öncelikle Yahudilere ve sonra tüm insanlara "Hristiyan olun" demedi. Her iki peygamberin tebliğ ettiği din de İslam'dı.
Her ne kadar Efendimiz (s.a.v)'den önceki peygamberlerin tebliğlerine "İslam" denip denmeyeceği ulema arasında ihtilaflı ise de, şurası kesin ki, ne Hz. Musa (a.s)'ın tebliği Yahudilikti, ne de Hz. İsa (a.s)'ın tebliği Hristiyanlık. Her iki din de adı geçen iki muazzez Allah Elçisi'nden sonra onların yolunu izlediklerini iddia edenlerce ortaya atılmıştır. Yahudilik, muharref "Yazılı Tevrat"ın da önünde bulunan "Sözlü Tevrat" ve Hahamîm (Tannaîm ve Amoraîm) merkezli bir din olarak yüzyıllar içinde Yahudi din adamları tarafından, Hristiyanlık da Kilise ve "tanrı İsa" anlamındaki Mesih merkezli bir din olarak Hz. İsa (a.s)'dan yaklaşık yarım asır sonra Pavlus tarafından tesis edilmiştir.
Dolayısıyla Yahudilik ve Hristiyanlık denen dinlerin ne Hz. Musa ve Hz. İsa'ya, ne de gerçek Tevrat ve İncil'e dayandırılması mümkündür! Böyle olduğu için Kur'an nazil olmuş ve Efendimiz (s.a.v) gönderilmiştir.
Kıyamete yakın Hz. İsa (a.s) geldiğinde Hristiyanların durumu ne olacaktır?
Bediüzzaman merhumun bu soruya cevabını ben netleştiremedim. O, konuyla ilgili kimi ifadelerinde Hristiyanlığın tasaffi ve hurafattan tecerrüd edip İslam'a inkılab edeceğini (dönüşeceğini) söylerken, hatta Efendimiz (s.a.v)'in (Kur'an'la) diğer dinleri nesh ettiğini vurgularken, kimi ifadelerinde hakiki İsevîlik'le İslamiyetin kolkola gideceğini söylemekte, "İsevî Müslümanlar"ın zuhurundan bahsetmektedir (Mektubat, Birinci Mektup, 347, Onbeşinci mektup, 372, Ondokuzuncu Mektup, 430, Yirmidokuzuncu Mektup, 560, Hutbe-i Şamiye, 1964, Beşinci Şua, 885).
Bu ifadelerden ilkinde (Katoliklik, Ortodoksluk, Protestanlık ayrımı yapılmaksızın tümüyle) Hristiyanlığın arınmasından ve İslam'a inkılab ederek Kur'an'a tabi olmasından söz edilirken, ikincisinde iki ayrı yapının birlikte hareket etmesi anlatılmaktadır. Bir diğer ifadeyle ilk gruptaki anlatımlar ortada Hristiyanlık ya da İsevîlik gibi bir inanç sisteminin kalmayacağını, bu inanç sistemine mensup olanların din değiştirip Müslüman olacağını ifade ederken, ikinci grup anlatım, birtakım temel esaslarda ittifak eden iki ayrı yapının birlikte hareket etmesinden bahsetmektedir.
Meselenin Kur'an ve Sünnet penceresinden nasıl göründüğüne gelince, bildiğimiz odur ki, ne Kur'an ne de Sünnet, Yahudi ve Hristiyanlara "Müslüman olmanız şart değil; kendi dininizde kalarak da kurtuluşa erebilirsiniz; " demiştir. Tam aksine Kur'an'ın da, Efendimiz (s.a.v)'in de çağrısı, tıpkı diğer grup ve inanç kesimlerine olduğu gibi Yahudi ve Hristiyanlara da "inancınızı terk din, Müslüman olun, İslam'a girin" olmuştur.[1] Bildiğimiz kadarıyla tarih boyunca Sünnîsiyle bid'îsiyle hiçbir Müslüman bunun aksini söylemiş değildir. Sahabe döneminden beri Ümmet meseleyi böyle anlamış, böyle iman etmiştir.
Böyle olduğu halde, "Kur-an’ı kerimde ise; cenab-ı hak onlara yani Hıristiyanlara; bütün bütün dinlerini bırakmalarını istemiyor. Onlara Hıristiyanlığın hakikatiyle amel etmelerini emrediyor. Zaten Hıristiyanlığın hakikatiyle islamiyetin hakikatinin farkı yoktur. Ve bu manadaki Hıristiyanlar Müslümanların muamelatına tabi değillerdir. Onlar için fikren ve itikat noktasında istikametli olmaları kâfidir"[2] demek neyin ifadesidir?
Kim demiş Hristiyanlığın hakikatiyle İslam'ın hakikatinin farkı yoktur diye? Tarih boyunca böyle bir vehim –bırakalım Müslümanları– aklı başında bir Hristiyandan sadır olmuş mudur?
Kafası karışık bazı kimselerin Necaşi'nin İslam'a girmediği yönündeki imaları düpedüz gerçeğin çarpıtılmasından başka bir şey değildir. Necaşi Müslüman olmuş, kardeşini Efendimiz (s.a.v)'e hizmet etsin diye Medine'ye göndermiş, vefat ettiğinde de Efendimiz (s.a.v) tarafından Medine'de cenaze namazı kılınmıştır. Onun Müslüman olduğu Hadis ve Tarih kaynaklarında tasrih edilen bir gerçek iken, bu mugalataya ne lüzum var?
Yorum:
RABİAN: Ulema-i İslâm ortasında “İslâm” ve “iman”ın farkları çok medar-ı bahsolmuş. Bir kısmı “İkisi birdir,” diğer kısmı “İkisi bir değil, fakat biri birisiz olmaz” demişler ve bunun gibi çok muhtelif fikirler beyan etmişler. Ben şöyle bir fark anladım ki:
İslâmiyet iltizamdır; iman iz’andır. Tabir-i diğerle, İslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyaddır; iman ise, hakkı kabul ve tasdiktir.
Eskide bazı dinsizleri gördüm ki, ahkâm-ı Kur’âniyeye şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek o dinsiz, bir cihette Hakkın iltizamıyla İslâmiyete mazhardı; “dinsiz bir Müslüman” denilirdi. Sonra bazı mü’minleri gördüm ki, ahkâm-ı Kur’âniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar; “gayr-ı müslim bir mü’min” tabirine mazhar oluyorlar.
Acaba İslâmiyetsiz iman, medar-ı necat olabilir mi?
Elcevap: İmansız İslâmiyet sebeb-i necat olmadığı gibi, İslâmiyetsiz iman da medar-ı necat olamaz. Felillâhi’l-hamdü ve’l-minnetü Kur’ân’ın i’câz-ı mânevîsinin feyziyle, Risale-i Nur mizanları, din-i İslâmın ve hakaik-i Kur’âniyenin meyvelerini ve neticelerini öyle bir tarzda göstermişlerdir ki, dinsiz dahi onları anlasa, taraftar olmamak kàbil değil. Hem iman ve İslâmın delil ve burhanlarını o derece kuvvetli göstermişlerdir ki, gayr-ı müslim dahi anlasa, herhalde tasdik edecektir; gayr-ı müslim kaldığı halde iman eder.
Açıklığa kavuşturulması gereken bir konu olarak düşünüyorum. Risale-i Nur daki yukarıdaki açıklamaya rağmen halen parçaları birleştirip sonuca ulaşamıyorum. Kimin kurtulup kurtulmayacağını öğrenmek değil amacım , amaç konunun netleşmesini sağlamak. Lütfi Hocaoğlu na birkaç kez bu konuda sorularım oldu ama yine de netleşmedi kafamdaki pürüzler.
Akevlerde konu ile ilgili yerlere baktığımda , diğer kaynaklarla kıyasladığımda ve makalenin yazarının ve çevresinin görüşlerini de baz alarak şu soruları sormak istiyorum.
Kuran yahudi ve hristiyanları islam inancına davet etmiyor sadece islam düzenine mi davet ediyor? Düzene davet ediyor ise inanç ile düzeni ayırt edebilir miyiz? İslami inancı olmayan biri bu düzene neden tabi olsun ve bunlar bir bütün değil midir? İnanca değil de düzene davet edildiğini nerden anlayacağız?
Yahudi ve hristiyanların inançlarının tahrifata uğradığı biliniyor. Samimiyetle bu inançlara bağlı olan ve islamdan da haberdar olmayan veya araştırma imkanı olmayan bu inanç sahiplerinin kendi inançları ile değerlendirileceğine inanıyorum fakat Kuranda Allah üçün üçüdür diyenler kafirlerdir ayetine muhatap olup olmadıklarını çözemiyorum. Sonuçta müslüman ülkede doğduğu halde islamla ilgisi olmayan birçok kişi var sırf müslüman ailenin çocukları olmaları onlara ayrıcalık tanımıyor bu noktada samimi ve inançlı bir hrıstiyanın Allah katında daha değerli olduğunu düşünüyorum. Bunların dışında papaz veya haham olmuş , islamı araştırma imkanına sahip olmuş kişilerin de islami inanca sahip olmamaları doğru mu? Çünkü iki inancın muharref kitaplarında bile Hz.Muhammedin geleceğinin müjdelendiği Kuranda bildirilmiş değil midir?