27 AĞUSTOS 2009/ TARAF GAZETESİ
AHMET ALTAN
ORDU AÇILIMI
Bir teğmenin eline bir bomba verip pimini çekmesinden sonra mevziden mevzie dolaşırken bombanın patlamasıyla birlikte ölen genç askerin babası, dün sabah bizim gazetedeki haberi görünce koşa koşa askerlik şubesine gitmiş.
“Bu haber nedir” diye sormuş.
Şubedeki görevliler ona aynen şunu söylemişler.
“Sen o gazetede yazılanlara inanıyor musun?”
Eğer o baba bana gelseydi ben de ona sanırım benzer bir söz söylerdim.
“Sen o ordunun söylediklerine inanıyor musun?”
Bizim ordunun doğru söylememek gibi bir alışkanlığı var.
Bu kaçıncı?
Dağlıca’da aynı, Aktütün’de aynı, bulunan LAW silahlarının kime ait olduğu konusunda aynı, mayın konusunda aynı, bu son bomba olayında aynı.
Gidin sorun bakalım, çocukları “bombalı ceza” yüzünden ölen annelerle babalar çocuklarının niye öldüğünü biliyorlar mı?
Anneleri babaları bir yana bırakın Milli Savunma Bakanı bile bilmiyor o çocukların nasıl öldüğünü.
Generaller akıllarını siyasete öyle bir takmışlar ki askerliği unutmuşlar neredeyse.
İttihatçılardan bu yana bu ülke, ordusunun bu alışkanlığını değiştirmeyi bir türlü başaramadı.
Siyasetle uğraşan her ordu gibi askerî konularda çok fazla hatalar yapıyorlar ve sürekli olarak bu hataları saklamaya uğraşıyorlar.
Generaller hep siyaset konuşuyorlar ama halk hiç askerlik konuşamıyor.
Ordunun hataları gündeme gelmiyor bir türlü.
Biz, Kıbrıs savaşında kendi gemimizi batırdığımızı kaç yıl sonra öğrendik, hatırlıyor musunuz?
Hatırlamıyorsunuzdur bile.
Ordunun hatalarını konuşmak ve hatırlamak yasak.
Medyaya baksanıza.
Genelkurmay Başkanı siyasetle ilgili açıklama yapınca manşetlerine çekiyorlar, sanki bu çok doğal bir şeymiş gibi.
Generaller siyasetle ilgili konuşamazlar.
Bu, onların işi değil.
Onların işi askerlik.
Bu ülkenin birçok “açılım” yapması gerekiyor.
Bir tanesi de “ordu açılımı”.
Ordunun konumunu, işleyişini, askerî yeteneklerini, hatalarını, yapılanmasını yeniden tartışmalıyız.
Lafa gelince bu “bizim ordumuz”, ordu “bizimse” neden biz ordu hakkında konuşamıyoruz, neden soru soramıyoruz, neden hatalarını soruşturamıyoruz?
Neden hiçbir hatasının hesabını vermiyor ordu?
Bu ülkedeki generaller, hiç mi askerî bir hatadan dolayı istifa etmez?
Kürt açılımı konusunda üstüne vazife olmamasına rağmen uzun uzun konuşan Genelkurmay Başkanı neden ordunun işleyişi konusunda ortaya çıkan aksaklıkların hesabını vermiyor bu halka?
O ordunun sahibi generaller değil, o ordunun sahibi bu ülkenin halkı.
Tabii, o hesabın sorulabilmesi için gerçek bir medyanın ve gerçek siyasetçilerin olması gerekiyor bu ülkede.
Dün MHP yöneticilerinden birinin açıklamasını utançla okudum.
Genelkurmay Başkanı’nın konuşması üzerine, “açılım meselesi bitmiştir” diyordu sevinçle.
Eğer siyasi açılımlar bir generalin konuşmasıyla bitiyorsa, bu ülkede parlamentoya, siyasi partilere, milletvekillerine ne ihtiyaç var?
O siyasetçi o açıklamayı yaparken aslında “ben yokum, partim de yok, seçmenim de yok, parlamento da yok, sadece general var” demek istiyordu.
Bu tür siyasetçilerle nasıl uygarlaşacak, gelişecek, kalkınacak bu ülke?
Örtülü bir askerî diktatörlük olmaktan nasıl kurtulacak?
Böyle, kendi kimliğinden, kişiliğinden, fikirlerinden, seçmeninden vazgeçmiş, kendi iradesiyle “emireri” haline gelmiş siyasetçilerle Türkiye, gerçek bir demokrasiye kavuşabilir mi?
Türkiye ordusunu düzeltmek zorunda.
Ordunun düzelebilmesi için de kışlasına dönmesi, aklını kendi mesleğine vermesi, sağlam bir disipline kavuşması, üstüne vazife olmayan işlerde susması gerekiyor.
Yaşadığımız çağda bizimki gibi bir ordu kalmadı gelişmiş ülkelerde.
Daha yeni, Yunanistan fazla konuşan genelkurmay başkanını görevden aldı.
Onun için zaten Yunanistan Avrupa’nın üyesi, biz değiliz.
Onun için minicik Yunanistan bizden kat kat zengin.
Bir ordu açılımı yapmalıyız.
Orduyu disipline, siyaseti ve medyayı kişiliğine kavuşturmalıyız.
Aksi takdirde kanlı bir hercümercin içinde debelenmekten bir türlü kurtulamayacağız.
Çocuklar ölüp duracak.
Y O R U M :
Gerçeğe Çağrı
Kurucu önderin “makus talih” tespiti, erken dönemlerdeki zihinsel yobazlık orta dönemlerde ittihat ve terakki virüsünün bu millette oluşturduğu olumsuzlukların sonuçlarındandı.
Söz konusu virüs hala aktif damarlarımızdaki asil kanda ..
Bay Altan, açılımların diğer temel kurumların yanında orduda da devam etmesini dilerken; eğitim zayiatı olan askerlerin ailelerine ordu tarafından teröristlerle çatışmada şehid düştüğü “bilgilerini” verme
Alışkanlığının dışsal sebeplerini sorguluyor:
- “Bir ordu açılımı yapmalıyız”
- “Orduyu denetleyecek sivil modern yapılanmaya gidilmelidir.”
- “Türkiye örtülü bir askeri diktatörlük olmaktan nasıl kurtulacak?”
- “Ordunun sahibi generaller değil Türkiye halkıdır; halkın istediği hata yapan generallerin hatalarını gizlememesi ve istifa etmesidir; bu halka sadakattir.”
- “Ordu hatalarını siyaset ve halkla paylaşmamaktadır;bu yetki sahibinin yetkisinin gaspıdır.”
- “Askerlik siyaset değildir; siyaset ile ilgilenen asker askerliğini yerine getiremez hatalar zinciri örer .”
İŞARET EDİLEN ÖZ :
Türkiye halkı ideoloji için yaşadığı dönemlerden çıkmış mürrefeh bir yaşam arzusu içine girmiştir. Halkın sahibi olduğu kamusal kurumlar ideolojik (buyurgan/eldeğmez) değil; halkın taleplerini yerine getirmeye göre planlanmış yapıya (anayasal hizmet kurumlarına) bürünmelidir.”
KİŞİSEL DÜŞÜNCEM:
Askerlik evrensel bir kurumdur, varlığı daima sürecektir.Ana yapısının yanında alt yapısının değişken değişebilir ve evrilebilir olması hesap edilmezliğin karşısında daha dayanıklı direnme ve altedebilme yeteneğini yetkinleştirir.
Askerlik, siyasiler tarafından dışarıdan değil içeriden sivil danışmanlarla mozaikleştirilip yapılandırılmalıdır. Bu danışmanlar doğrudan savunma bakanlığına bağlanmalıdır.Savunma bakanlığı sivil danışmanlarını üniversitelerde uluslar arası araştırmalar yapmış yetkinlikte sözleşmeli kişilerden oluşturulmalıdır.Bu yapı ana ve kılcal damarların "sert" bi varlığı beslemesi gibi yaşamını "yumuşaklıkla uyumlu" sürdürmesini getirecektir. Evrensel kurumların hiçbiri tekil olmamalıdır. Her kurum bağlı ve zıt kurumlarla kendini yenileyip geliştirmelidir.Canlılar evreninde, ilkel canlılar içsel; gelişmişler dışsal; mükemmeller ise dışsal ve içsel beslenme ile yaşarlar. İnsanlığın refahı için oluşturulumuş evrensel kurumlar, bu canlı beslenme evrimini analojiyle içselleştirmelidirler.