09.08.2009
İslam ve zenginlik
İslam'ın hedeflediği sosyal düzen içinde zenginler ve yoksullar, efendiler ve köleler, işverenler ve işçiler olabilir mi?
İslam özel mülkiyete bir sınır koymuş mudur?
Müslümanlar tüketirken serbest midirler, yoksa sınırları var mıdır?
Bu sorulara sosyalistlerin, kapitalistlerin ve karma sistemlerin verdikleri farklı cevaplar vardır. Ama biz, son günlerde yapılan tartışmaları göz önüne alarak İslam'ın cevabı üzerinde durmak istiyoruz.
Her şeyden önce şunu hatırlamakta fayda vardır: Birçok İslam düşünür ve aliminin tekrarladığı gibi İslam'dan çıkarılabilecek düzen kapitalizm, komünizm ve sosyalizm olamaz. Burada bir üçüncü (mevcutlardan farklı) düzen bahis mevzuudur.
Bugün dünyada ortalama ve kabaca bakıldığında nimet ve servetin yüzde sekseninin insanların yüzde yirmisine ait olduğu görülmektedir. Yüzde yirmi ile yetinmek durumunda olan milyarca insan içinde yoksullar, açlar, çıplaklar, evsizler, tedavi olamayan hastalar, eğitimden mahrum çocuklar ve gençler, işsizler, ihtiyaç yüzünden bir çeşit köleliğe razı onalar… vardır.
Kapitalizmi savunanlar devletin alacağı tedbirlerle (vergi, sosyal güvenlik vb.) bu çarpıklığın tahammül edilebilir sınırlara gelebileceğini ifade ediyorlar, ama devlete de sermaye (servet ve kudret sahipleri) hakim olduklarından, yönetimleri çeşitli yöntemlerle etkileri altına aldıklarından bu iddia/beklenti asla gerçekleşmiyor. "Sosyal devlet" kavramı, demokrasi, eşitlik, adalet… gibi çoğu kez sözde kalıyor.
Sosyalist ve komünistler de serveti ve ekonomik gücü üreten kaynakları devletin eline vererek problemi çözmek istemişler, ancak devlet, eninde sonunda insanların elinde olduğu, insanlar tarafından yönetildiği halde onlar, insan unsurunu ihmal ettikleri için başarılı olmamışlardır.
İslam ise üretim araçlarını da içine alan özel mülkiyete ve bir çeşit pazar ekonomisine (Medine pazarı) yer vermiş, özel kesimin servetine sınır getirmemiş olmakla beraber yoksulluk ve sosyal adaletsizlik problemine aşağıdaki tedbirlerle çare üretmiştir:
1. İnsan unsurunun ıslahına öncelik vermiş, "imanlı, yüksek ahlak sahibi, dünyayı fani, serveti imtihan ve ibadet vesilesi gören, hakkı ödenmemiş servetin tapusu ve mülkiyeti kendinde olsa bile onu haram sayan, dünyada yapılan her şeyin ahirette hesabının sorulacağı şuuru içinde hareket eden… "İslam insanı"nı yetiştirmiştir (bunu birinci hedef olarak almıştır.)
2. İnsan hayatında dinden ayırılmış ve arındırımış hiçbir alan bırakmadığı için bir yolunu bulup yükümlülükten kurtulmak, devlete karşı hile yaparak ödevden kaçman zorlaşmıştır.
3. İslam imanının içinde şu da vardır: İnsan da, sahip oldukları da aslında Allah'a aittir, sahip ve malik emanetçidir, yoksul, işçi, hizmetçi, güçsüz kimselerin haklarını vermeyenlerin hasmı Allah'tır, hesabını O soracaktır. Allah kul hakkını, kulu razı etmedikçe affetmeyecektir.
4. Yoksullar ve mahrumların derdine çare yalnızca resmi yoldan (devlet eliyle) değil, yardımı ibadet bilen, bazı yardımları yapması da farz olan dindarlar eliyle, onların kendi rızalarıyla ve bizzat (araya devlet girmeden) yapacakları yardımlar ve bağışlar ile de gerçekleşmektedir. Bu yardımların ve bağışların vakıflar vb. şeklinde teşkilatlanması çözümü daha etkili ve kapsamlı kılmıştır.
5. Sermayenin, riske girmedikçe, kâr ve zarara ortak olmadıkça sabit bir rantı (faiz) haram kılınmıştır.
6. Müslüman zenginin servetini istediği gibi kullanması ve tüketmesi mümkün değildir; din, vicdan ve devletin müdahaleleri ve sınırlamaları vardır.
14.08.2009
Yardım kuruluşları ve Ramazan
Allah rızası için yapılan yardımlar, iyilikler, hayırlar katlanıyor, Allah yüceliğine yakışır şekilde bire binleri veriyor.
Peygamberimiz (s.a.) her zaman cömert ve özgeci olmakla beraber Ramazan ayı gelince esen yel gibi olur, onun rahmetinin dokunmadığı kimse kalmazdı.
Müslümanlar, Büyük Kılavuzlarına (s.a.) uymak için Ramazan ayında daha çok hayır yaparlar, muhtaçlara mali yardımda bulunurlar. Bu sebeple olmalıdır ki, yardımları toplamak, ihtiyaç önceliğine göre ve dengeli dağıtmak için kurulmuş olan dernekler ve vakıflar bu mübarek ayda daha çok çaba gösterir ve mesai yaparlar.
"İnsanoğlu çiğ süt emmiş" derler, her yerde, her kesimde, her grup içinde çürükler, şeytana uyanlar, iki yüzlü olup menfaati için belli bir gruba girmiş veya kötü maksatlarla sokulmuş olanlar vardır, olur, bulunur. Bunlara bakarak yardım kuruluşlarına veya genel olarak sivil toplumun yardım toplama ve dağıtma işine cephe almak, kötü örnekleri genellemek, küçüğü büyütmek, kötü maksatla istismar etmek dine, ahlaka ve vicdana sığmaz.
Ramazan gelince müminler sevinirler, bu mübarek ayı değerlendirmek, orucun hem sevabından hem de neşesinden nasiplenmek, Allah'ın bu ayda adeta yağdırdığı ödül, rahmet ve mağfiretten azami istifade etmek için hazırlanırlar ve heyecanlanırlar.
Toplumumuz içinde dinin gelişmesinden, dindarlığın yayılmasından rahatsız olanlar ise "Bunların Ramazanlarını nasıl burunlarından getirebiliriz?" sorusu etrafında düşünür, ya komplolar kurarlar veya dosyalar hazırlar, günü gelince bunları medya vasıtasıyla ortaya sürer, kafaları karıştırır, huzurları kaçırırlar ve böylece rahatlarlar.
Tahmin ediyorum ki bu Ramazan da istisna teşkil etmeyecek, ya "Deniz Feneri", ya "oruç tutmadığı için dövülen bir genç", ya "oruç tutması için kendisine baskı yapılan bir aile ferdi", ya “usul ve âdâba uymayan bir yardım ulaştırma şekli"… hazırlanacak, yaygara koparılacak, insanların içi karartılacaktır.
Geçen Ramazan da yazmıştım; bu oyuna gelmeyelim, hücum edilen, kara sürülen kuruluşlara, inadına daha fazla yardım götürelim. Eğer bu kuruluşların içinde bir çürüklük varsa, var olduğu kesin ise kuruluşa zarar vermeden çürük unsurları temizlemek için gerekeni kendimiz ve her zaman yapalım.
Yorum:
İslam ekonomisi, dar anlamdaki islam din/inanç sahibi müslümanın ekonomik ahlakından farklı bir kavramdır. İslam ekonomisi ile müslümanların ekonomisi aynı şey değildir. Ayrıca islam ekonomisi dinamik bir yapıdır. Temelde aynı olsa/temel ilkeleri aynı olsa da bin sene öceki islam ekonomisi ile günümüz islam ekonomisi de aynı değildir. İslam ekonomisi Kur'an, peygamberlerin uygulamaları temelinde, islam bilginlerinin ortak görüşleri üzerinde, bilim rehber alınarak oluşturulan bir ekonomik yapıdır. Dar anlamda din/inanç ilkeleri ahlak anlamındaki ilkeler İslam ekonomik sisteminin ruhsal destek unsurudur. Haram kavramının islam inancı/ahlakı yönünden tanımı başkadır, islam ekonomisi yönünden tanımı farklıdır. İslam dini/inancı/ahlâkı açısından riba (faiz anlamında) kötüdür ve ahirette bunun cezası vardır. islam ekonomisi açısından ise riba/faiz toplumu insanlığı batırır, kilitler, ilerlemesini engeller. Tekele neden olur. Gelir dağılımını bozar. Zengin fakir uçurumuna neden olur..İslam ekonomisinin temeli bilimsel ekonomik ilkelere dayanır. Ekonomi temelde fayda- zarar ilkesine dayanır. İslam ekonomisinde faizin zararlı alışverişdeki karın faydalı olduğu görüşü temel görüştür. Bununla birlikte faizin ve alışverişin ayrıntılı tanımlarında farklı görüşler vardır. Kapitalizm'de kamu mülkiyeti oranı düşüktür. Özel mülkiyet hakimiyeti ve tekeli vardır ve sınırı yoktur. Sosyalizm ve devamında Komünizm de kamu mülkiyeti ağırlığı ve tekeli vardır ve sınırı yoktur. İslamda özel mülkiyet ve kamu mülkiyeti dengesi vardır. Bu denge zekat/vergi ile düzenlenmiştir. Serbest rekabet ortamında azalan verimler ekonomik temel yasası ve sermayenin vergilendirilmesi ölçütleri içerisinde özel mülkiyetin devlet mülkiyetinin şişmesi ve diğerlerini ezmesi önlenmiştir.
İslam ekonomisi ile ilgili tekelci, yönlendirmeci, baskıcı, kışkırtıcı, dışlayıcı olmayan teorik ve uygulama çalışmalarına ihtiyaç vardır. Bu çalışmalar sonunda varılan ortak görüşler islam ekonomisi olarak adlandırılabilir. Klasik islam görüşlerinin konuyla ilgili farklı yaklaşımları vardır. Klasik islam görüşlerinin yararlanılması gereken önemli yönleri vardır. Bununla birlikte geliştirilmesi gereken eksik yönleri de vardır. Günümüzde konuyla ilgili çalışanlar varsa da azdır. Çalışmalar varsa da yetersizdir. Konuyla ilgili farklı grupların çoklu anlayış ilkeleri içerisinde bilimsel ölçütlere göre çalışmalar yapması ve bunların ortak bir zeminde değerlendirilmesi gerekmektedir. Yönetimlerin görevi bu çalışmaların teorik ve uygulama örnekleri için altyapı hazırlamaktır. Maalesef, hem sermaye bayileri/ çevreleri hem de kamu çevreleri bazı çalışanları/çalışma alanlarını desteklemekte bazı alanlara ise engel koymakta veya en iyimser bir yorumla kenara itmektedir. Konuyla ilgili izleyebildiğim çalışmaları değerlendirmeye çalıştım. Akevler Adil Düzen çalışmalarında islam ekonomisi konusunda çalışmalara katıldım. Süleyman Karagülle ve arkadaşları Akevlerde yıllardır islam ekonomisi konusunda teorik ve uygulama çalışmaları yapmaktadır. Bu çalışmaların önemli bir kısmı www.adilduzen.org'da yayınlanmaktadır. Akevlerde başta islam ekonomisi konusundaki çalışmalar olmak üzere kapitalizm ve sosyalizm gibi görüşler de değerlendirilmiştir. Bilimsel çalışmalar sonunda bu tanımların dışında yeni tanım getirilmiştir. Çalışmalar devam etmektedir.
a) Ebu Hanife’ye göre ribanın illeti iki özelliğidir. Biri, ölçülüp tartılmalı veya sayılmalıdır. Diğeri de, aynı cinsten olmalıdır. Bunların fazla alınıp verilmesi ribadır. Zamanla artmazsa riba-i fazldır, artarsa riba-i neseidir.
b) Şafii’ye göre altın ve gümüşte illet semeniyettir yani para olmadır. Diğerlerinde ise tu’miyet yani yiyecek olmasıdır.
c) Maliki’ye göre onun saklanabilecek kuru yiyecek olmasıdır.
d) Ahmed’in görüşünde değişik rivayetler vardır.
e) Bazılarına göre zekât mallarında riba geçerlidir.
f) Bazılarına göre yalnız nesei faiz haramdır.
Günümüzde ekonomik yapılar incelendiğinde;
- Faizin ve kârın serbest olduğu Kapitalizm,
- Faizin de karın da yasak olduğu Sosyalizm ve devamında Komünizm modeli,
- Faizin olmadığı ve karın serbest olduğu İslam,
- Farklı modellerden derlenen karma yöntemler olarak dört grupta sınıflandırılabilir.
Bir tarafta kesin artma var, diğer tarafta zarar etme ihtimali mevcut ise bu ribadır, bu faizdir. Bununla beraber hiç artma olmasa da veresiye satış haramdır. Bunun illeti de karşılıksız para üretmedir. Faiz kişilere karşılıksız satın alma gücünü kazandırdığı için haramdır/zararlıdır.
Rehinli veresiye satış haram değildir. Çünkü karşılığı mevcuttur. Meskenlerin kiraya verilmesi faiz değildir. Hizmetlerin ücretlendirilmesi faiz değildir.
Makroda düşündüğümüz zaman tekele götüren her şey haramdır. Aslında hepsi birleşmektedir. Serbest piyasayı bozan her şey haramdır.
Bey’in de illetini aramamız gerekir. Kazancın iki illeti vardır. Biri emek karşılığı kazanılan her şey helaldir. Bunun dışında riziko karşılığı kazanılan da helaldir. Hazreti Peygamber bunun için ‘riziko olmayan yerde kâr da yoktur’ diyor. Faiz rizikosuz kazanç olduğu için haramdır.
Kapitalistler; madem faiz ticaret gibidir, o halde faiz de helaldir diyorlar. Sosyalistler; madem faiz de ticaret gibidir, ikisi de haramdır diyorlar. Adil Düzen de; faiz haram, ticaret helal diyor. İşte onlarla İslâm ekonomisinin farkı budur.
Faizli ekonomik sistemin önemli sakıncaları vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
a) Faiz yükselince üretim yapan iş çevreleri sermaye bulamaz, bulamayınca üretim durur, üretim durunca halk borçla geçinmeye başlar. Borç isteyenler çoğalınca faiz daha da yükselir. Üretim ve ticaret durur.
b) Faizli para söz konusu olduğu için çalışanlar sermaye bulamaz, işçiler durdukları yerde kazanç sağlamaya yani çalışmadan para almaya başlar. Herkes üretim yapacağına faizle geçinme derdine düşer. Sermaye iş ve üretim yapamaz hâle gelir.
c) Faiz er veya geç tekel oluşturur. Tekelin marifeti azami kâr statüsünü uygulamasıdır. Bugün ekonomide matematikle kesin olarak ispatlanmıştır ki, azami kâr ilkesi üretimi yarıya düşürür, böylece çalışan insanların yarısı işsiz kalır demektir.
d) Faiz sebebiyle para zenginlerin arasında dolaşmaya başlar ve işsizlik alıp yürür...
Paraya faiz vermek kadar saçma bir şey yoktur; devletin paraya faiz vermesi daha büyük bir saçmalıktır. Para devletin elinde sonsuzdur, kâğıdı basıyor para oluyor. Devlet faize bulaştığında faiz kadar fazla parayı basmak zorundadır. Çünkü başka türlü faiz ödenemez. Bu da faiz kadar enflasyon demektir.
Faiz enflasyona sebebiyet veriyor. Enflasyon fiyat ve ücret anarşisini doğurduğu için işsizliğe sebep olur; ondan açlık doğar, ondan borç doğar, ondan yolsuzluk doğar, rüşvet doğar, baskı doğar ve en sonunda anarşi doğar.
Klasik islam görüşlerinin konuyla ilgili farklı yaklaşımları vardır.
a) Ebu Hanife’ye göre ribanın illeti iki özelliğidir. Biri, ölçülüp tartılmalı veya sayılmalıdır. Diğeri de, aynı cinsten olmalıdır. Bunların fazla alınıp verilmesi ribadır. Zamanla artmazsa riba-i fazldır, artarsa riba-i neseidir.
b) Şafii’ye göre altın ve gümüşte illet semeniyettir yani para olmadır. Diğerlerinde ise tu’miyet yani yiyecek olmasıdır.
c) Maliki’ye göre onun saklanabilecek kuru yiyecek olmasıdır.
d) Ahmed’in görüşünde değişik rivayetler vardır.
e) Bazılarına göre zekât mallarında riba geçerlidir.
f) Bazılarına göre yalnız nesei faiz haramdır.
Adil Düzen çalışmalarında bu görüşler değerlendirilmiştir. Buna ek olarak kapitalizm ve sosyalizm gibi görüşler de değerlendirilmiştir. Bilimsel çalışmalar sonunda bu tanımların dışında yeni tanım getirilmiştir.
Birilerinde kesin artma var, diğerlerinde zarar etme ihtimali mevcut ise bu ribadır, bu faizdir. Bununla beraber hiç artma olmasa da veresiye satış haramdır. Bunun illeti de karşılıksız para üretmedir. Faiz kişilere karşılıksız satın alma gücünü kazandırdığı için haramdır.
Rehinli veresiye satış haram değildir. Çünkü karşılığı mevcuttur. Meskenlerin kiraya verilmesi faiz değildir. Hizmetlerin ücretlendirilmesi faiz değildir.
Makroda düşündüğümüz zaman tekele götüren her şey haramdır. Serbest piyasayı bozan her şey haramdır.
Bey’in de illetini aramamız gerekir. Kazancın iki illeti vardır. Biri emek karşılığı kazanılan her şey helaldir. Bunun dışında riziko karşılığı kazanılan da helaldir. Hazreti Peygamber bunun için ‘riziko olmayan yerde kâr da yoktur’ diyor. Faiz rizikosuz kazanç olduğu için haramdır.
Kapitalistler; madem faiz ticaret gibidir, o halde faiz de helaldir diyorlar. Sosyalistler; madem faiz de ticaret gibidir, ikisi de haramdır diyorlar. Adil Düzen de; faiz haram, ticaret helal diyor. İşte onlarla İslâm ekonomisinin farkı budur.
Ya üretecek ve orada emek payınızı alacaksınız. Kur’an, insan için bundan başka yani insan için emeğinden başka kazanç yoktur diyor. Marks da bunu teyit etmiştir.
Yahut alışverişte malı üretmeyecek ama değerini artıracaksınız, yani o malın yararını artıracaksınız. Bir bardak su içmek çok kıymetlidir. Bu değer artışından yararlanmada kârınız vardır. Burada sa’yediyorsunuz ama bu sizin zararınızı kapatmak içindir. Yani bir yerdeki değer düşüşünü başka yerdeki değer artışı ile kapatıyorsunuz.
Mesela, Erzurum’da et beş yevmiye ile elde ediliyor, İzmir’de yedi yevmiye ile elde ediyorsunuz. Erzurum’daki otlaklar ete dönüşmüyor, çünkü üreticiler bundan yararlanamıyor. Bu sefer üzüm Erzurum’da yedi yevmiye ile elde ediliyor, İzmir’dekiler beş yevmiye ile elde ediyorlar. Onlar da artan üzümleri sokağa atıyorlar. Ama mübadele sayesinde iki taraf da yedi yevmiyelik mallarını beşer yevmiyelerle elde ediyorlar. O halde bu alışverişte her iki taraf ikişer yevmiye kazanmıştır.
Taraflar bunu ne sayesinde kazandı?
Tüccar sayesinde kazandı. Öyleyse tüccarın burada yarım yevmiyelik kâr alması meşrudur.
Oysa faizde artan bir şey yoktur. Çünkü paranın maliyeti her yerde birdir. Para sadece ölçü aletidir. Eğer metreyi uzatıp kısa tutarsan, o zaman o metre olmaz. Faiz demek parayı uzatmak demektir. O zaman o metrelikten yani paralıktan çıkar.
Kur’an baştan sona âyettir.
Gerek sosyalistler gerek kapitalistler faizi yemektedirler. Burada faizi yiyen kişiler değil topluluklardır, yönetimlerdir, devletlerdir. Kapitalistlerde faizi sermaye sahibi olanlar yiyor, sosyalistlerde devlet yiyor. Sonuç itibariyle her ikisi de emeği ve işçiyi sömürüyor.
Marks bunu bilmektedir, ancak şöyle mantık yürütüyor. Kapitalizmi bizim ortadan kaldırmamız mümkün değildir, çünkü çok güçlüler. Bizi sömürmeye devam edeceklerdir. Bunu ortadan kaldırmak için önce onun karşısına onu yenecek bir gücü getirmemiz gerekmektedir. O da sosyalist devlettir. Uluslararası güçlü devlet oluşacak, bu devlet kapitalizmi ortadan kaldıracak. Tek güç hâline gelecek. Tek güç hâline gelince büyür, hantallaşır, kendiliğinden çöker, yerine komünizm gelir.
Marks’ın İbni Haldun’u izleyerek ortaya koyduğu tarihi materyalizm yani tarihteki determinizm kendisini doğru şeyler söylemeye götürmüştür. Ama Marks sonuçları vermemiştir.
a) Marks ‘sonunda komünizme gidilecektir’ demiş ama komünizmi tarif edememiştir. Sonunda komünizme değil adil düzene gidilecektir. Marks tahminini doğru ama eksik yapmıştır ve yanlışları vardır.
b) Marks tekel mülkiyetinin yanında halkın mülkiyetini ortadan kaldırmak istemiştir. Oysa mülkiyet, halkın mülkiyet hakkı temel haklardandır. Kimsenin onu kaldırmaya gücü yetmez.
c) Marks ailenin de ortadan kalkacağını ileri sürmüştür. Zannetmiştir ki, aile insanların sonradan geliştirdikleri suni bir müessesedir. Oysa bugün bilinmektedir ki, insanlar ailesiz bir dönemi hiçbir zaman yaşamadılar. Aile yalnız sosyal bir müessese değildir, aile aynı zamanda biyolojik bir müessesedir. Dişilerin birden fazla erkekle çiftleşmediği, yakın akrabalarla çiftleşmenin bitkilerde bile olmadığı, birçok hayvanların yavrularını büyütürken aile hayatı yaşadıkları, insanın ise hiçbir zaman aile dışında bir hayatının olamayacağı bugün müsbet ilimlerle sabit olmuştur. Marks bu konuda büyük hataya düşmüştür.
d) Marks din konusunda da yanılmıştır. Yunanistan’dan gelen kıdem nazariyesine inanarak her şeyin tarih içinde akıp gittiğini ileri sürmüştür. Biyolojik bilgisi olmadığı için hataya düşmüş veya kasten hata etmiştir. Bugünkü müsbet ilimler hep tek tanrılı dinlerin getirdiklerini tasdik etmiştir. Ayrıca din de fıtrî bir müessesedir. Dinsizlik de bir dindir; bâtıldır ama dindir.
Faizli sistem yani sömürü sistemi, tekelci sömürü sistemi, devlet veya sermaye sömürüsü sistemi, ikisi bir sistemdir; tekel sistemi.
Faizsiz sistem ise halkın kredileşme sistemidir.
Faiz tekelleşmedir; yani birilerinin bir şeyleri eksilirken diğerlerinin artmasıdır.
Kapitalistlerde bu tekel sermaye sahiplerinin olmuştur.
Sosyalistlerde bu tekel siyasi partilerin olmuştur.
Mekanizma her ikisinde de aynıdır.
Daha da ileri giderek bu tekel hep sömürü sermayesinin olmuştur. Sömürü sermayesi kapitalizmde halkın elinden mallarını faizle almıştır. Faizle alamadığını sosyalizmde/ komünizmde siyasi sistemle almıştır. Nasyonal sosyalizm, enternasyonal sosyalizm adı altında halkın bütün mallarını gasp etmeye kalkışmıştır. Böylece dünyada sermaye tekeli bir tek devleti hedeflemiştir. Buna karşı koyan Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmuştur.
Türkiye’de ‘halkçılık ve devletçilik ilkeleri’ ile halkın yapacağı işler halka bırakılmış, halkın yapamayacağı işler KİT’lere bırakılmıştır. Bu sistem, Hazreti Davut Peygamberin uyguladığı ekonomik sistemdir. Dolayısıyla bu sözleri söyleyenlerin adresi, faizi meşrulaştıran veya sosyalizmde ticareti de yasaklayan sömürü sermayesidir. Marks, Lenin, Mao ve Hitler’i finanse eden sömürü sermayesidir.
İkinci konu, "Yardım kuruluşları ve Ramazan"dır
Yardım kuruluşları genelde iki grupta toplanabilir. Biri devletin zekatları/vergileri üzerine kurulu yardım kuruluşlarıdır. Diğeri de sivil adı altında oluşturulan yardım dernekleri, vakıfları vb. kuruluşlarıdır.
Devletin vergileri üzerine kurulu yardım kuruluşlarının temelde bazı sorunları vardır. en önemli sorun çoğulcu, demokratik ve temsili bir yapıda ve açık kurulmamalarıdır. Sivil adı altında oluşturulan yardım kuruluşlarının sorunları devlet/resmi organizasyonlarından çok fazladır.
Bunlardan bazıları şunlardır:
- -Sivil kuruluşlar (dernekler, vakıflar vb. ) demokratik, temsili, açık, şeffaf, net değildirler. Kuruluş tescilleri ile amaçları arasından genelde sorun vardır.
- -Oluşturulan yardımlar genelde istismar içermektedir. Ağırlıklı olarak da bilinçsiz kalan insanların dinsel duyguları istismar edilmektedir.
- -Yardım kuruluşlarının nereden/kimden ne kadar yardım aldıkları ve bunları nerelerde/kimlerde kullandıkları bilinmemektedir.
- -Hem kuruluşlar yardım toplarken hem de dağıtırken ölçülendirmeler objektif ilkelere dayanmamaktadır.
- -Yardım kuruluşlarından yardım alanların ölçütlendirilmeleri de objektif değildir. Yardım kuruluşlarından hangisinden ne kadar yardım aldıkları bilinmemektedir. -Bazı kişiler, gruplar mevcut durumlarını kötüye kullanarak aşırı yardım alırken bazıları hiç yardım alamamaktadır.
Yardımların toplanması ve kullanılması ile ilgili mevzuat yetersizdir. Bu yetersizliği tamamlama çabaları resmi ve sivil alanda çok yetersizdir. İnsanların yardım duyguları zedelenmiştir. Her alanda olduğu gibi yardım ve yardımlaşma alanında da kargaşa hâkimdir.
Bütün bu alanlarda sağlıklı bir yapılanma için öncelikle, bilimsel kuruluşlara, sonra dini kuruluşlara görev düşmektedir. Sonra ekonomik kuruluşlara ve sonra da siyasi kuruluşlara görev düşmektedir. Tabi ki en önemli görev halka düşmektedir. Halkın örgütlenmesi gerekmektedir. Halkın örgütlenme sorunu vardır. Halk örgütlenemediği için kullanılmakta, duyguları, düşünceleri istismar edilmektedir. .
İlim adamları hukuk ekolleri şeklinde örgütlenmeli ve kendi anlayışlarına göre yardım mukavelelerini oluşturmalıdırlar. Bu mukavelelerden beğendiklerini dini kuruluşlar kendilerine uygulama mukaveleleri olarak oluşturmalıdır. Ayrıca yardımları toplarken ve dağıtırken denetim destek görevi görmelidir. Ekonomik kuruluşlar zekat/vergi ölçeklendirmeleri doğrultusunda ekonomik durum tespitleri yapmalıdırlar. Türkiye'de siyasi partiler bunların dağıtım yasalaştırmalıdır.
Bütün bu yardımların bilgi envanteri topluma açık olmalıdır. Yani açıklık ilkesi gereği kimin nereye, ne zaman, ne kadar yardım ettiğini ve bu yardımların nereye hangi zamanda kullanıldığını belirten bilgi bankası kurulmalıdır. İstismarın en önemli kaynağı "sadaka gizlidir" ifadesidir. Bu ifade zekat /vergi örgütlenmesi ile oluşan karşılıklı yardımlaşma ilkesinin ötesinde "bağış, karşılıksız yardım" ilkesinin yanlış anlaşılmasıdır. Bağışlar çoklu demokratik yapılanma içerisinde oluşan fonlarda birikmelidir. Böylece ortak fonda herkesin katkısı olduğu için kişinin özel olarak şuna yardım ettim demesi sakıncaları ortadan kalkacaktır (Diğer bir anlatımla istismar edilen yardım gizlidir ifadesi hak olarak yerine gelecektir.) Merkezi anlayıştan uzak olmalıdır. Merkezi yapılanmalar istismara, yanlış yönlendirmere açıktır. Yerel ölçekte kişilerin birbirini tanıdığı büyüklükte yardımlar oluşmalıdır. Fonlarda biriken ortak hesaptan açıklık, objektiflik gibi net ilkelerle dağıtım yapılmalıdır. İster resmi yardım kuruluşları, ister sivil yardım kuruluşları olsun açıklık ilkesinin temeli olan bu yardım ve yardımlaşma "Bilgi Bankasında" yerini almalıdır. Aşağıdan yukarı ya doğru örgütlenme ölçütüne göre devlet hatta insanlık çapında ortak hesap oluşturulmalıdır.
Türkiye'de islam dini mensuplarının fitre, sadaka, bağış vb. (Kur'an'daki "sadaka" ile günümüzdeki sadaka anlayışı arasında çok büyük bir fark olduğunu ve Kur'an'daki sadakanın günümüzdeki vergi ile ilişkilendirilmesi gerektiği konusu tamamen gözxden kaçmaktadır.) vb. bütün yardımlar gibi başka inanç mensuplarının da benzer şekilde örgütlenmesi ve hakkaniyet ölçüleri içerisinde dağıtımın yapılması gerekir.
İnançların, düzenlerin istismarını önleyen mekanizma geliştirilmelidir. Günümüzde kargaşa ortamı içerisinde bütün istismarcı çevreler istismarlarını yapmaktadır. bu yardım toplama anlamında olduğu gibi yardımları engelleme anlamında veya yardımları yapılmaması gereken alanlara yönlendirme anlamında da geçerlidir.