23.07.2009
İLKOKULDAN sonra İstanbul'un Bayrampaşa semtindeki Yeşil Cami Kuran Kursu'na yerleştirildim...
“Leyli” olarak...
Heves etmiştim: Kuran'ı ezberleyecek, “hafız” olacaktım...
Etim kurs yöneticilerine, kemiğim aileme aitti...
Sene 1976...
Anadolu'nun bezgin bir kasabasından, İstanbul'un Bayrampaşa semtine fırlatılmıştım.
Dikkat!
11 yaşındaki çocuk, tam bir yılı aşkın süre kalmayı başardı o kursta...
“Pedagojik formasyon”dan çakmayan hocaların elinde... Rahleler önünde... Ağır gurbet içinde... Bir tane bile “Latin harfi” görmeden...
Sonra muhteşem bir başarısızlık:
Dayanamama hali... Ve firar...
Ver elini yeniden bezgin Anadolu kasabası...
* * *
Dönem “Milliyetçi Cephe Hükümetleri” dönemi...
Cami cemaatinden toplanan paralarla her kasabaya bir imam hatip açıldığı, Demirel'in de bununla övündüğü yıllar...
Ben yokken bizim bezgin kasabada da derme çatma bir imam hatip açılmış...
Ve ben, imkânı hayli kıt bu mektebin ilk talebelerinden biri oldum...
Yeşil Cami Kuran Kursu'nun “Cumhuriyet” görmemiş havasından sonra...
O derme çatma mektep, nasıl da modern, nasıl da inanılmaz gelmişti bana...
Tanrım! Latin alfabesini bile nasıl özlemişim!
Rahle yok, sıra var...
Şalvar-cüppe yok, takım elbise-kravat var...
Hatta gencecik ve utangaç matematikçimiz gibi kadın öğretmenler bile var...
Sanki “aşırı dinci bir eğitim sistemi”nden, “aşırı laik bir eğitim sistemi”ne geçmiş gibiydim...
Fark o denli büyük...
* * *
Sonra Anadolu'nun başka bezgin kasabalarında, başka derme çatma imam hatiplerde okurken şunu fark ettim:
Bizimkinden daha modern, bizimkinden daha köklü, bizimkinden daha eğlenceli, bizimkinden daha janjanlı, adına “düz lise” denilen başka bir mektep daha vardı...
İşin tuhaf tarafı şuydu: Bu kahrolası “düz lise”, sokaklara daha uyumluydu...
Bunu fark ettiğim anda fena olmuştum... İçime bir ok saplanmıştı...
Ama bunu itiraf edecek mecalim yoktu...
Çünkü “azınlık psikolojisi” sarmıştı her yanımı...
Biz “Asım'ın nesli” olacak, memleketi kurtaracak, “düz lise”ye fark atacak misyon sahibi çocuklardık...
Coşku veriliyordu ve biz de coşkuyu hemen kabul ediyorduk.
* * *
Ve geldi çattı 28 Şubat...
8 yıllık kesintisiz eğitimle imam hatiplerin orta kısımları kapatılıyor, “katsayı zulmü” ile mezunlarının üniversitelere girişi imkânsız hale getiriliyordu...
Bir direnişin tam ortasında bulmuştum kendimi...
Pink Floyd şarkıları eşliğinde bir direniş...
Ece Ayhan'ın “Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim” dizesine sığınış...
İmam hatipleri savunuyorduk...
Ama o zaman kimseye lafımızı dinletemiyorduk.
Sonunda yasakçıların dediği oldu...
İmam hatipler ezildi, yıkıldı, terk edildi, boşaldı...
Camianın en azılı imam hatipçileri bile, mecburen çekip aldılar çocuklarını bu mekteplerden...
Kısacası: Yenilmiştik...
* * *
Ve bugün...
“YÖK işi tamamdır usta” durumu söz konusu olunca, “katsayı zulmü” de ortadan kalkıverdi...
Şimdi “bizim eski mahalle” topyekûn, “Helal olsun Tayyip Bey'e... İmam hatiplerin önünü açtı” diyor, başka da bir şey demiyor.
Oysa imam hatiplerin önünün açıldığı falan yok...
Tıpkı imparatorluklar gibi, bu mektepler de doğdular, büyüdüler, yükseldiler, gerilediler ve yıkıldılar.
Bugün en azılı AKP'lilerden en fanatik Saadetçiler'e kadar kimsenin çocuğunu imam hatibe gönderdiği yok...
Niyetleri de yok...
Şimdi revaçta olan Amerika'da eğitimdir...
Yabancı dil tahsili, dini tahsili ezip geçmiştir...
Dolayısıyla bugün yapılan, bir eski hatırayı yad etmekten, kitlenin gözünde “Bakın nasıl muktediriz” havası atmaktan öte bir şey değildir.
Bir teklifim var:
Gelin, “İmam hatiplerin önü açıldı” denilen bir günde...
Hep beraber imam hatip mekteplerinin ruhuna “Fatiha” okuyalım...
Yorum:
İngilizce mi, Arapça mı?
Ahmet Hakan bu yazısında çok önemli bir noktaya vurgu yapıyor: İmam Hatiplerin haklarını korumaya çalışanlar acaba kendi çocuklarını İmam Hatip Okuluna gönderir mi? Cevabını çevrenize bakınca göreceksiniz. Maddi durumu iyi olan insanların çocuklarını imam hatiplere değil, kolejlere, daha da iyi olanların yurt dışına gönderdiğini fark edeceksiniz. Bunun altında yatan sebep çocuğun daha iyi eğitim alması düşüncesi gibi duruyorsa da asıl neden Ahmet Hakan’ın yaptığı tespitteki gibi yabancı dil öğrenmesidir. Hatta bugünlerde kendilerine Müslüman diyen kesimin en çok dikkat ettiği nokta ana dili gibi İngilizce konuşmanın çok önemli olduğudur. Bunun için kolejlerde okutulan çocuklara buna ilaveten Türkiye’de ve yurt dışında yaz İngilizce kursları düzenlenir. Bu da yetmezse çocuk yurt dışında okula gönderilir. Bu da yetmez, özel hocalar tutulur. Bu da yetmez, çocuğun İngilizcesi gelişsin diye evde İngilizce konuşulur. Televizyonlarda İngilizce filmler seyrettirilir. İnternetten İngilizce eğitim veren sitelere üye olunur. İngilizce romanlar okutulur. Daha sayamayacağım, internete girince Google arama motoruna “İngilizce öğrenmek” yazınca göreceğiniz binlerce metot vardır ve çok büyük harcamalar bu uğurda yapılmaktadır.
Diğer taraftan İngilizce öğrenmek şüphesiz ki faydalıdır. Günümüzde ilmi verilere daha kolay ulaşmayı sağlar, pozitif ilimleri daha kolay anlamayı sağlar. Bu nedenle bir insanın yabancı dil öğrenmesi kesinlikle desteklenmelidir. Ancak ihtiyacını karşılayacak kadar bilmesi yeterlidir. Biz ne İngiliz ne de Amerikalıyız. Asla onlar gibi konuşamaz ve onlar gibi dillerinin inceliklerini anlayamayız. Ancak çocukluktan orada büyürsek bu durum imkân dâhilinde olabilir. Fakat bu durumda Türkçenin inceliklerine vakıf olamamakla sonuçlanır ki, Türkçenin mükemmel matematiksel yapısı yanında İngilizce ancak mağara dili gibi kalır.
Bugün ülkemizde İngilizce gramer kurallarını çok iyi bilip de Türkçe gramer kurallarını bilmeyen insanlar vardır. Bu kimseler kendi ana dillerinin alt bir dil, İngilizcenin ise ileri bir dil olduğunu zannetmekte, vakitlerini İngilizce üzerinde harcamaktadırlar.
Hem kendilerine Müslüman diyen kesim hem de diğer kesimin ortak bir paydasıdır İngilizce öğrenmek. Bu durumda kendisine Müslüman diyen kesimdeki kimse için şu soruların cevapları önem kazanıyor:
1.Kendisinin veya çocuğunun İngilizce öğrenmesini isteyen kimse bunu bu dünyadaki geleceği için istemiyor mu?
2.Asıl gelecek olacak El-Ahiret’in sahibinin bize indirdiği kitap olan Kuran Arapça değil mi?
3.Allah’ın bize ne dediğini asıl dili üzerinden anlamak, John’un bize ne dediğini asıl dili üzerinden anlamaktan daha mı az önemli?
4.İngilizce öğrenimi için yaptığı masrafların acaba yarısını Kuran Arapçası öğrenimi için yapar mı?
Baktığınız zaman göreceksiniz ki, Kuran Arapçasını anlamak için insanlarda gerçekten hiçbir gayret yok. Bunun belli başlı sebepleri vardır.
Kendilerine Müslüman diyenler zannetmektedirler ki, Kuran ile ilgili her şey çözüldü, zaten mealleri ve tefsirleri yapıldı, bunun üzerinde içtihatlar yapıldı. Artık Kuran’ın Arapçası ile uğraşmak gereksiz, “gramer fanatikliğine” hiç mi hiç gerek yok. Biz kimiz ki, 1000-1400 yıl önce yaşayan insanların ilmi seviyesine ulaşalım. Bugünkü ilimler o günkü ilimlerin çok gerisinde (nasıl oluyorsa?). Hele o dönemin âlimlerinin tersine bir şey söylersek günaha gireriz. Onlar nasıl yanılırlar ki (!). Bugün Kuran’ı okuyup yeni içtihatlar çıkarmak saçmadır. İçtihat kapısı kapanmıştır (kim kapattıysa?). Dört mezhep her sorunu çözmüştür. Bugünkü sanayi toplumunun, internet toplumunun da sorunlarını çözmüştür. Onlara bakarız, onların içtihatları ile hareket ederiz. Elektronik bankacılık da dâhil olmak üzere bütün soruların cevabı İmam Hanefi’nin içtihatlarında vardır zaten. İleride insanlar Ay’da koloni kurunca, o kolonilerdeki yaşam ile ilgili içtihatları da İmam Hanefi’nin içtihatlarında buluruz (nasıl oluyorsa?). Kuran üzerinde, onun dili üzerinde bu kadar uğraşmaya gerek yok. Her şey çözülmüş. Ben bugünün faizli toplumunda, zinalı toplumunda, her tür kötülüğün normal görüldüğü toplumlarda yaşarım, namazımı kılarım, orucumu tutarım, hacca giderim, zekâtta verdim mi ne ala. Zaten Hz. Muhammed sadece ibadet için gelmedi mi, Kuran sadece ibadet için indirilmedi mi?
Bu grup bir yanılgı içindedir. Kuran’ı hayatının dışına çıkarmışlardır ve sadece ibadet yapmaktadırlar. Kuran insanın bütün hayatını düzenler. Dinamiktir, canlıdır. Çağlar üstüdür. İçindeki ifadeler o kadar müthiş bir gramer ile gelmektedir ki (bana yine gramer fanatiği diyecekler ama neyse) her çağda ayrı soruna çözüm olmaktadır. Yani hayatınızda nasıl davranacağınıza, hangi işinizi nasıl yapacağınıza kadar her sorunun çözümünü onda bulabilirsiniz. Bulamayacağını düşünenler için şu ayet güzel bir cevaptır:
وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا الْقُرْآنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
Ve kesinlikle insanlar için anlasınlar diye bu Kuran’da her meselden (örnekten) darb ettik (anlattık). (Zümer 27)
Bu ayette mesel kelimesini kullanıyor. Mesel örnek demektir. Türkçede de “mesela” kelimesi “örneğin” anlamında aynen kullanılmaktadır. Yani Kuran’da anlatılan olaylar örnektir ve onları örnek olarak değerlendirip sonuçlar çıkarılmalıdır. Bunu ayetlerle açıklayacak olursak:
وَاللَّاتِي يَأْتِينَ الْفَاحِشَةَ مِنْ نِسَائِكُمْ فَاسْتَشْهِدُوا عَلَيْهِنَّ أَرْبَعَةً مِنْكُمْ
Kadınlarınızdan fuhuş yapanlar olursa, onların aleyhinde sizden dört şahit getirin. (Nisa 15)
Son dönemlerde zinayı, fuhşu meşru göstermek için yapılan çabalarla bazı ilahiyatçılar televizyonlara çıkarılarak bu ayeti anlatmakta ve zina ile fuhşu da birbirine karıştırarak demektedirler ki: “Zaten zina dört kişinin gözü önünde yapılamayacağına göre Kuran’da zinanın fiili olarak uygulanabilir bir cezası yoktur. Bu nedenle zinaya aslında bir ceza verilmemiş oluyor.” Böylece insanların gözünde Kuran’ı kendi içinde çelişkili hale sokmaktadırlar. Oysa bu ayetteki “şahit” kelimesi “görgü tanığı” anlamında değildir. Kuran’ın yukarıdaki ayetteki örnek verme mantığından hareket edersek, bize sanki hikâye anlatıyor gibi görünen Yusuf suresindeki şu ayetlerde şahidin ne olduğunun örneklendirdiğini görürüz:
وَاسْتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَمِيصَهُ مِنْ دُبُرٍ وَأَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَا الْبَابِ قَالَتْ مَا جَزَاءُ مَنْ أَرَادَ بِأَهْلِكَ سُوءًا إِلاَّ أَنْ يُسْجَنَ أَوْ عَذَابٌ أَلِيمٌ قَالَ هِيَ رَاوَدَتْنِي عَنْ نَفْسِي وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ أَهْلِهَا إِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الْكَاذِبِينَ وَإِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ الصَّادِقِينَ
İkisi kapıya koştu, kadın arkadan onun (Yusuf’un) gömleğini yırttı. İkisi kapının yanında kocasına rastladılar. Kadın (kocasına) “Ehline kötülük yapmak isteyen bir kimsenin cezası yalnızca ya zindana atılma ya da elim bir azap olmalıdır” dedi. (Yusuf:) “Beni kendine o murad etti» dedi. Kadının ehlinden bir şahit, “Eğer onun (Yusuf’un) gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiş, erkek yalancılardandır; eğer onun gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemiştir, erkek doğrulardandır” diye şahitlik etti. (Yusuf 25-27)
Bu ayetlerde kadının Yusuf’la olan durumunu gören kimse yokken çağrılan bir şahit var. Bu ayetler bizim için darb edilmiş (anlatılmış, vurgulanmış) bir meseldir (örnektir). Fuhuş ayetinde getirilecek olan dört şahidin aslında “görgü tanığı” değil, tıpkı bu ayetteki gibi “dedektif” ya da “bilirkişi” anlamında olduğudur. Gördüğünüz gibi Kuran’ın örnekleme mantığı ile aslında günün her sorunu için çözüm vardır. Ancak bunu anlamak için dilini bilmeniz ve Kuran üzerinde çalışmanız gerekir.
Bugün kendilerine Müslüman diyen grup İngilizceye harcadığı paranın dörtte birini Kuran Arapçası için harcasa durum çok farklı olacaktır. Kuran hayatına girecek ve onu her işinde yönlendirecektir. Ancak Kuran’ın günümüzde hayata yön vermesi için onun matematik, mantık, fizik, kimya, biyoloji gibi müspet ilimlerin ışığı altında değerlendirilmesi gerekir.
Bu durumda insanların aklına hemen şu soru gelmektedir: “Arapça çok zor değil mi?” Bu da büyük bir yanılgıdır. Arapça hiç zor değildir. İngilizceden kat be kat kolaydır. Kök ve çekim mantığına dayandığı için insanlara zor gelebilir. Tabi ki herkes öğrenemez, ancak şunu net bir şekilde söyleyebilirim ki, Arapça öğrenmeye çalışan bir insan kesinlikle İngilizceyi öğrendiği seviyenin daha üst seviyesinde bir Arapça öğrenecektir. İngilizceyi çok iyi öğrenebilen bir kimse Arapçayı daha da iyi öğrenecektir. Çünkü Arapça öğrendikçe yaratıcısının ne dediğini kitabın kendi dilinden anlayacak ve bunun zevkini alacaktır. Öğrendikçe daha derin öğrenmek isteyecektir ve giderek bir “gramer fanatiği” olacaktır. Özellikle Türkçe bilen kimseler için Kuran Arapçasını öğrenmek daha kolaydır. Türkçeye Osmanlıcadan giren çok sayıda kelime vardır ve bu kelimelerin büyük bir çoğunluğu Kuran Arapçasındandır. Buna örnek olarak Kuran’da geçen iki kökü (hemze ve be) aldım ve bu köklerden gelen ve Türkçede kullanılan bazı kelimeleri elimden geldiğince yazdım (eksikler olabilir). Buna göre hemen hemen Kuran’daki köklerin yarısı Türkçede kullanılmaktadır. Yani Kuran’ın kök ve gramer mantığını anlıyorsanız, kelimeleri anlamakta hiç zorluk çekmeyeceksiniz demektir. İngilizce öğrenirken duyduğunuz her kelime size yabancıdır. Ancak Kuran Arapçası öğrenirken göreceksiniz ki kelimeler size hiç yabancı değildir.
Hayatımızı dinamik ve canlı olan Kuran’la yaşamak istiyorsak, onu anlamak için John’u anlamak için sarf ettiğimizden daha fazla çaba sarf edelim.
Allah Kuran’ın hayatımızın her anında olduğu bir yaşamı nasip etsin.
Kuran’da olup günümüz Türkçesinde kullanılan Arapça köklerden gelen Türkçe kelimeler
Hemze ile başlayan kök sayısı:83, Türkçede kullanılan kök sayısı: 43
ءبد | Ebedi | إسرائيل | İsrail | ءسر | Esir |
ءبو | Ebeveyn: Anne-baba | ءسس | Tesis | ءنا | Enaniyet (benlik) |
ءتي | Ati (gelecek), İta (verme) | ءسف | Esef (üzüntü, keder) | ءنس | İnsan |
ءثر | Eser | إسماعيل | İsmail | ءنف | Enfiye |
ءجر | Ücret | ءشر | Aşırı | ءهل | Ehil |
ءجل | Ecel | ءصل | Asıl | ءين | An |
ءخذ | Ahz (alma) | ءفف | Uf, öf | ءيوب | Eyüp |
ءخر | Ahir, ahiret, tehir | ءفق | Ufuk | ءمن | Emniyet, emanet, emin, iman, mümin |
ءخو | İhvan (kardeşler) | ءلف | Telif, müellif | ءول | Evvel, tevil |
ءدم | Âdem, Adam | ءلم | Elem (Ağrı, acı, keder) | ءوي | Yuva |
ءدي | Eda(ödeme, yerine getirme) | ءله | Allah, ilah | ءيد | Teyit |
ءذن | Ezan, izin, müezzin | إلياس | İlyas | ءيل | Aile |
ءذي | Eza, eziyet | ءمر | Emir, âmir, memur | ءيي | Ayet, ey |
ءرض | Arz | ءمل | Emel | ءمم | İmam, ümmet, ümmi |
ءرم | İrem | | | | |
Be ile başlayan kök sayısı:89, Türkçede kullanılan kök sayısı: 40
بءس | Beis (kötülük, zarar) | بخل | Bahl (cimrilik) | بدر | Bedir |
بحر | Bahriye | بدع | Bidat | بدل | Bedel, tebdil |
بدن | Beden | بدو | Badiye (çöl) | برء | Beraat, ibra (temize çıkarmak) |
برج | Burç | برر | Ebrar (iyilikler), Berire (isim olarak) | برز | Bariz |
برزخ | Berzah (geçit) | برق | Berk (şimşek), ibrik | برك | Mübarek, bereket |
بره | Burhan, İbrahim | بسم | Tebessüm | بشر | Beşer, Beşir, Büşra, mübeşşer, mübaşir |
بصر | Basiret | بطل | Batıl | بطن | Batın (Gizli, karın) |
بعث | Mebus | بعض | Bazı | بغض | Buğz (nefret) |
بغي | Boğa | بقل | Bakliyat, bakla | بقي | Baki |
بكر | Bekir (erken gelen) | بل | Bilakis | بلد | Belde |
بلس | İblis | بلغ | Tebliğ, baliğ, meblağ | بلو | Bela, bilemek, müptela |
بني | Bina | بهج | Behçet | بوب | Bab (kapı) |
بوبل | Babil | بيض | Beyaz | بيع | Mübâyaa (satın alma) |
بين | Beyan | | | | |