Açılım demek, inkişaf demektir, yükselim demektir. İnkişaf ise gelişme, belirli hale gelme, açığa çıkma gibi manalara gelmektedir. Bu haftaki mesajımızda bu kelimeler ışığında doğu açılımını gündeme getirmek istiyoruz.
Tarihi olayları tarafsız olarak ele alır ve yorumlarsak, önümüzü daha iyi görür, hataları o nispette azaltabiliriz. Yeryüzü insanının yüzünü güldüren, onları şereflendiren, hak ve hukukunu sağlayan açılımlar olmuştur. Bu açılımlar tamamen fetihle gerçekleşen açılımlardır. Mekke şehrinin yakınında bulunan Cebeli Nur Dağı’ndaki Hira mağarasından başlatılan açılım, tüm açılımlar için bir rehber, kılavuz olan açılımdır. O açılımın kıstas ve değer yargılarına tabi olan bir başka açılım Söğüt kasabasından başlatılan açılımdır. Küçük bir kasabadan, 25 milyon kilometrekareye açılım, dünya insanına bir lütuf, bir ikram olmuştur.
Her iki açılımda yani inkişafta; yükselme, gelişme, şeffaflaşma, belirli bir hale gelme söz konusudur. Dillere destan olan bu açılımlar nasıl gerçekleşmiştir? Bunu anlamak için şimdi vereceğimiz kısa örnekler üzerinde durmak gerekiyor:
• Açılımı sağlayan liderler ve halk, hayata ve eşyaya, insana ve hadiselere besmele ile bakmışlardır. Yani rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla, ismiyle bakmışlar. Halbuki batının bakışında Firavun’un ismi kullanılmakta ve “Bismi Firavun” denilmekte idi.
• Açılımın liderleri ve halk, yeryüzünde yaşayan tüm insanlığa “Peygamber evladı” inancı ile bakmışlardı. İnkârcı da olsa, anarşist de olsa, bu gerçek değişemezdi. Bu inkârcının, bu anarşistin elinden tutma, gönlüne girme ve hidayetine sebep olma usulleri vardı.
• Yeryüzünde yaşayan tüm fakirleri, yoksulları, kimsesizleri, düşkünleri, kendi din kardeşlerinin insanları gibi kabul etmişlerdi. İnanan insanın karnının doyması ne kadar sorumluluk isteyen bir vazife ise, inanmayan inkârcının karnını doyurmak da aynı inancın safında bulunuyordu.
• Açılımı sağlayan liderlerin hiçbirinde açgözlülük yoktu. Sömürgecilik yoktu. Bir karış toprağı dahi işgal etmenin, değirmen taşı büyüklüğünde olan cehennem ateşi olarak boyunlarından geçeceğine inanıyorlardı. Bu da ancak fetihle mümkündü.
• Saymakla bitiremeyeceğimiz örnekleri burada noktalıyor, şimdi günümüze geliyoruz:
Bir asra yakındır hayata ve insanlara ve eşyaya batının gözü ve gözlüğü ile bakan liderler ve zihniyet, toplumsal barışı sağlamada bile başarılı olamamıştır. Daha düne kadar sağcı-solcu, ilerici-gerici, aydın-yobaz gibi tarihin çöp kutusuna atılmaya mahkûm kavramlar, gelmiş geçmiş iktidarların cankurtaran simitleri olmuştu.
Nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan halkımız sürekli istismar edilmiş, kandırılmış ve yaşadığı dönemin birtakım olayları halkımızı tedirgin etmişti. Batı Çalışma Grubu denilen ne olduğu belirsiz yapılanma, efkâr-ı umumiyede gerginliğe sebep olmuş, güven duvarları bir bir yıkılmıştı. Merhum Eşref Bitlis dosyası hâlâ şeffaflığa kavuşmamış, adına Ergenekon denilen ucube, adeta toplumun kanını dondurmuştu.
Irklar arasında hiçbir üstünlüğün olmadığını, insanları yaratan Yüce Yaratıcı açıkladığı halde, ne yazık ki ırklar arası üstünlük sloganik sözlerle sürekli gündemde tutulmuştur.
Açılım, inkişaf yapmak isteyenlerin ilk yapacakları iş, halkından özür dilemesi olmalıydı. Bir babanın oğlundan özür dilemesi, babayı küçültmez, üstelik yüceltir. Devlet, bir baba mevkiinde ise, çocukları arasına virüs gibi sokulmuş her şeyden evlatlarını temizlemeliydi. Diğerleri kolay...
Eğer ilahi ölçülere riayet edilerek bir açılım yapılması düşünülüyorsa, önce insanımızı hak ettiği mevkie getirmeli, sonra özür dilemeli ve daha sonra ise yapılacak hizmetler sıraya konulmalıdır.
Son noktayı yine Rabbimiz koymaktadır: “Ve Allah, onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.” (Enfal Sûresi/63)
Görülüyor ki her şey açık ve nettir. Allah’ın kullarının arasını, Allah ile düzen ve intizama sokmak gerekiyor. Bundan sonra ekonomik güç ve imkânlar devreye konur ve iş yapılır. “Def’i mefasid, celb-i menafiden evladır” yani zararlı olanı defetmek, faydalı olanı temin etmekten daha önceliklidir.
Doğu açılımı lütfen sloganik düşüncelerle, gelip geçici pansuman tedavilerle, geleceğe yönelik oy hesaplarıyla kirletilmesin. Ergenekon dosyasının üzeri kapatılmasın. Suçlu olanlar mutlaka ama mutlaka ortaya çıkartılsın. Doğu halkımıza yapılan haksızlıklardan dolayı helâllık alınsın. Diğerleri çorap söküntüsü gibi gelir...
Yorum:
Peygamberimize gelen vahiy, bulunduğu topluma adaleti, doğruyu, hak ve hürriyeti öğretmiştir. İnsanlar bunun neticesinde, Nasr suresinde de belirtildiği gibi akın akın İslam dinine girmişlerdir.
”Allah’ın yardımı ve zafer günü gelip, insanların Allah’ın dinine akın akın girdiklerini görünce, Rabbini överek tesbih et...”
O gün insanların ihtiyaçlarına cevap veren, kuşatan, kapsayan Kuran; çok çeşitli toplulukları, milliyetleri bir arada İslam’ın adaleti ile aynı çatı altında dengeli ve huzurlu yaşatmıştır. Bu gün bizler de asr-ı saadette yaşanan modeli günümüze güncelleyerek uygulayacak olursak insanlar, hangi ırk ve milliyetten olduklarına bakamadan Kuranın adaletine teslim olacaklardır. Yeter ki o lokomotif örnek nesil, Kuranı anlasın, yaşasın ve bu günün tek çözüm kaynağının kurana müracaat ederek çözüleceğini göstersin. Ondan sonra Allah’ın yardımı gelecek ve insanlar fevc fevc kuranın adaleti ile yaşamayı arzu edeceklerdir…