Reform, yeni reformlar, yeni uygarlık ve … - 7
Bir vesileyle, bugünkü yazıma, beşinci yazımın tam da ortasında, adeta ‘kitabın orta yerinden’ dercesine yazdığım, bizce çok ama çok önemli bir bölümle başlayalım…
“Bu günlerde adalet ve yargı reformu gündemde…
Bize göre adalet ve yargı reformu iki cümleye ve iki ana mihvere dayanmakta.
Yargı kanunlarla değil, kanunlardan yararlanarak kendi içtihatlarına göre hükmeden yargıçlardan oluşur. Yani yargıç kanunun herhangi bir maddesine uymak zorunda değildir; kanundan da yararlanır ama o daha çok sözleşmelere dayanır ve kendi görüşüne göre hükmeder.
Yargı reformunun bir numaralı kuralı budur.
Bu yetkiyi vermediğiniz takdirde, yargıcın kanunlara uyup uymadığını kontrol eden bir merkez oluşturmak zorundasınız ve o zaman o merkez hükmetmeye başlar. Bu sefer yargı yönetime karışmaya başlar. Buna imkân vermemek için de yönetim yargıyı baskı altına alır.”
‘Bir vesileyle’ diyerek yazmaya başladım…
Vesile, Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Parti grubunda, Anayasa’nın 138. maddesini de anarak söyledikleri…
“Buradan yargıya sesleniyorum… Diyorum ki; değerli yargı mensupları Anayasa’nın 138. maddesi beni ne kadar muhatap alıyorsa aynı şekilde benim dışımdakileri de muhatap alıyor. 138. maddeyi eze eze kullananlara karşı gereğini neden yapmıyorsunuz? Gereken adımları neden atmıyorsunuz? Size birilerinin talimat verme hakkı var mı? Benim ne kadar talimat verme hakkım yoksa ana muhalefettekilerin de talimat verme hakkı yok. Bunun dışındakilerin de talimat verme hakkı yok. Bu talimatlar verilirken niçin gereğini yapmıyorsunuz? Bunu söylemek zorunda kaldım. Atılan adımlar karşısında yargının sessiz kalmasını ben kabullenemiyorum.”
Cumhurbaşkanı’nın sözlerini yorumlama yerine, meraklı okuyucularıma tavsiye ediyorum; lütfen, beşinci ve altıncı yazılarımızı dikkatle okuyup yorumu kendiniz yapınız...
Yorumunuzun tam olması için de Anayasa’mızın 138. Maddesi dikkatle okunmalı…
Okuyalım…
“MADDE 138. - Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
Burada dikkat edilmesi gereken çok ama çok önemli bir husus var.
Aslında bunu da beşinci yazımızda yargı reformunda dikkat edilmesi gereken iki maddeden ikinci madde olarak yazmıştık; o uyarımız tekrar hatırlayıp hatırlatalım…
“Yargı reformunun ikinci maddesi ise yargıçların (hakemlerİn; hâkim ve savcıların değil) taraflarca seçilmesi ve mahkemenin “hakemlerden” oluşmasıdır. Yani hakem veya hakemler merkezden atanmaz, taraflar iki hakem seçer, iki hakem de başhakemİ seçerler. Bunların kararı kesindir ve bütün diğer devlet kuruluşlarının üstündedir. Bu hakemlerin verdiği karar kesinlikle uygulanır.
Bu konuları da bu köşede bir gazete yazısında yazılabilecek öz ve özetiyle defalarca yazdım; meraklı ve müspet niyetli araştırmacılar bunlara da kolaylıkla ulaşabilirler…”
Evet, “adalet ve yargı reformu yapmak” bu kadar kolay, yeter ki “summun-bukmun-umyun” davranışları terk edilsin ve anlatılıp yazıldığı üzere yapılması gerekenler yapılsın.