Bedir nedir? (3)
“Bedir nedir?” konusuna kaldığımız yerden devam ediyoruz… Hakkın iki manâsı vardır. Biri bâtılın karşısında kullanılan haktır. Diğeri ise kişilerin borç ve alacaklarını ifade eden haktır. Lehe hak, aleyhe hak. Kur’an nazil olmuş ve insanlar arasındaki hukuku düzenlemiştir. Kur’an bir tür kanundur, Kur’an hükümler kitabıdır, Fıkıh bunun üzerinde kurulur. Şöyle izah edelim. Bir yerde bir köprü yapılmıştır. Birileri malzeme temin etmiş, diğerleri ise emeklerini koymuşlardır. Malzemelerin fiyatları var, ona göre malzeme temin edenler bölüşürler. İşçilerin de ücretleri var, aralarında bölüşürler. Ama “ücret” ile “fiyatı” ölçen bir birim yoktur. Sosyalistler “fiyatların” da “ücretle” ölçülmesini isterler, kapitalistler ise “ücretlerin” de “fiyatla” ölçülmesini isterler. Oysa ücret ile fiyat birbirinin tersidir. Ücret bir saatte üretilen malın miktarı ile ölçülmektedir. Fiyat ise bir gün insanı yaşatan miktarla ölçülmektedir. Birinde zaman payda, diğerinde zaman paydadadır.
Başka bir misal verelim. Bir yerde konakladık. Kuyudan su çekiyoruz. Başlangıçta kuyunun suyu yukarıdadır, kolay çekilmektedir. Suya çok ihtiyaç vardır, kolay elde edilmektedir, fazla işe yaramaktadır. Sonraları kuyunun suyu derinleştiği için daha fazla zorlukla çekilmektedir. Zorunlu ihtiyaçların giderilmesi için gereken su çekildiği için sonraki sular daha az yararlıdır. O halde elde edilen su ve kullanılan su aynıdır ama sonra insanlara düşen paylar farklıdır. Buradaki hakların bölüşülmesi doğa kanunları ile tesbit edilemez, ancak “ŞERİAT HÜKÜMLERİ” ile belirlenebilir. Yaşamada dört safha vardır; üretirsiniz, depolarsınız, bölüşürsünüz, tüketirsiniz. Diğer üç safhada fizikî olaylar vardır, doğa kanunları içinde çözebilirsiniz ama “bölüşme” yani “herkese hakkını verme” ise birtakım kurallar ile olur ki buna “ŞERİAT” denmektedir.
“Kurallı Düzen”de kuralları ortaya koyma Kur’an’ın işidir. Burada kurallar konuyor ama sadece kurallar yeterli değildir, o kuralların uygulanması da gerekir. Kurallara uyulup uyulmadığını tesbit eden “HAKEMLER”dir. Hakem kararlarını uygulamaya zorlayan da “YÖNETİM”dir. Yani Kur’an hakem kararlarını uygulayan bir ordu oluşturmaktadır.
İşte bunun çekirdeği “BEDİR”de atılmıştır. Bedir paralı askerlerin savaşı değildir, Bedir Savaşı ganimet elde etme savaşı değildir, Bedir Savaşı kölelerin savaşı değildir.
BEDİR SAVAŞI inananların hakkı tesbit etme savaşıdır. Bedir Savaşı ile insanlığa “YENİ DÜZEN” kurulmaktadır. Bundan önce her topluluk kendi güvenini kendisi kuruyordu.
Şimdi de “YENİ DÜZEN” gelecektir. Önce insanlık on kadar aile tarafından aşiretler/ocaklar olarak örgütlenecek, bunlarla birlikte yaşamak isteyenler olacaktır. Herkes ocağında memnun olarak oturacak, ocağından memnun olmazsa başka ocaklara gidebilecek, “hukuk” onun tüm haklarını koruyacaktır. Sonra birlikte çalışanlar aralarında “serbest sözleşme” ile kendi hukuklarını oluşturacaklardır. Niza hâlinde hakemlere gidecek, hakem kararlarına herkes kendi isteğiyle uyacaktır. Sonra yüze yakın bucağın birleşmesi ile birlik oluşacak, hakem kararlarına uymayanlara karşı buradaki emniyet güçleri ile hakem kararları uygulanacaktır. Sonra yüze yakın il devlet olacak ve bucaklar da ülkelerini dış saldırılara karşı koruyacaklardır. Hakem kararlarına uymayan devletlerin orduları bir olup uymayanlarla savaşacaklardır. BEDİR’de, işte bu amaçla yani insanlığın barışını sağlamak amacıyla oluşan “gönüllüler ordusu” ilk savaşını veriyordu. Bu savaş kazanılırsa “İslâm Düzeni” yani “Barış Düzeni” gelecekti; kazanılmazsa, barış düzeni başka bahara kalacaktı. BEDİR’deki bu ordunun önemini kavramak için şunu anlayalım; aradan 1400 sene geçtiği halde hâlâ hakkı ıhkak eden askeri güç oluşamamıştır. Güçlü devletlerin güçlerini kurmaları için kurulan Güvenlik Konseyi’nin barışı ne kadar koruduğunu bugünkü terör olayları açıkça göstermektedir. Askeri güç iki tanedir. Bunlardan biri; güçlülerin, kendilerini finanse edenlerin güçlerini koruyan askerler vardır. Kuvvetliyi kuvvetli kılan askerler vardır. Bunlara asker demek yanlıştır, bunlar eşkıyadır, teröristtir. Bir de; Bedir’deki askerler gibi hakkı ıhkak eden askerler vardır. Asıl askerler bunlardır. Hakem kararlarına uyan güçler ordudur. Hakem kararlarının yürürlüğe konması ile görevlidirler. Bunlar korudukları yerlerin oradaki hakem kararlarını yerine getirenlerdir ve oradaki üretimden pay alırlar. Bu zekâttır, bu vergidir. Kur’an bunu beşte bir olarak tesbit etmiştir; onda bire, yirmide bire, kırkta bire kadar düşebilir. Değişik sektörlerden değişik vergi nispetleri alınır. İslâmiyet’te devletin bundan fazla vergi alması caiz değildir. İşte, böyle yapmayıp, göstermelik meclisler oluşturup, onların “ekseriyet parmağı” ile vergi kanunları çıkaran devlet, İslâmiyet’e göre “barış devleti” değildir. (Devamı var)