Son birkaç yıla kadar ülkenin neredeyse bütün sorunları sahipsizdi; ne kadar çetrefil olursa olsun hepsinin altından kalkma işi devlet bürokrasisiyle politikacılara bırakılırdı. Bugün durum dünden çok farklı: Hemen her üniversite ülke sorunlarıyla ilgili kapsamlı çalışmalar yürütüyor; Ankara ve İstanbul'da çok sayıda düşünce üreten nitelikli kurumlar var.
Bahçeşehir Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Amerikan Araştırmaları Merkezi (AMERS) dünü 'Ermeni tasarısı' üzerinde düşünüp çözüm üretmeye ayırmıştı. Merkezin başkanı Dr. Zeynel Abidin Erdem konu üzerinde bilgi sahibi olduğunu bildiği akademisyenleri, Dışişleri Bakanlığı'nın eski bir müsteşarını ve iki gazeteciyi bu amaçla biraraya getirdi.
İlk şok şu: Amerikalı politikacıların Kongre'nin Dış İlişkiler Komitesi'ne 'Ermeni tasarısı'nı defalarca getirdikleri biliniyor da, hiçbir tasarının genel kurul onayı almadığı sanılıyor; ayrıca hiçbir ABD başkanının 's' harfiyle başlayan sözcüğü 24 Nisan beyannamesinde kullanmadığı da bir başka sanı... Oysa Temsilciler Meclisi'nin 8 Nisan 1975 tarihli bir ortak kararı var. ABD Başkanı Ronald Reagan'ın 22 Nisan 1981 tarihli açıklamasında o kritik sözcük de kullanılmış...
ABD Kongresi'nden karar çıkması ve ABD Başkanı'nın yazdığı mektupta 's' harfi ile başlayan sözcüğü kullanmasının, Birleşmiş Milletler'i (BM) harekete geçirebileceği endişesi de yaygın. Oysa BM Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Komisyonu korkulanı yapmış ve 1985 yılında konuyla ilgili bir rapor yayımlamış... 1'e karşı 14 oyla kabul edilen raporda '1915-1916 arasında Ermenilerin uğradığı kıyım'dan söz edilmekte.
2004 yılında (24 Nisan) da, Başkan George W. Bush da, "1,5 milyon Ermeni'nin zorla tehcire tabi tutulup öldürülerek yok edilmesinden" dem vuran bir mektuba imza atmış...
Herhalde şaşırdınız. Son günlerde konuya ilişkin okuduğumuz haberlerde ve yapılan açıklamalarda verilen izlenimin tam tersi bir durum bu. Ancak sunduğum bilgilerin hepsi doğru. Bu bilgiler ve daha fazlası, ABD Kongresi Dış İlişkiler Komisyonu'ndan bir oy farkla çıkan 252 sayılı 'karar tasarısı'nda aynen yer alıyor. (Türkçesi de var.)
Eksik veya yanlış bilgiyle yürütülen tartışmalardan sağlıklı bir sonuç almak mümkün olabilir mi?
Komisyon'dan çıkan Türkiye'nin aleyhine kararın 'ilk' olmadığı, ABD başkanları arasından sakıncalı sözcüğü daha önce kullananlar çıktığı, hatta konunun Temsilciler Meclisi'nden de geçirildiği gerçeği ile son oylamaya verilen aşırı tepki çelişiyor elbette. Daha serinkanlı bir yaklaşıma ihtiyaç var.
Eskiyle bugün arasındaki en önemli fark, Ak Parti hükümetinin selefleri gibi kulağının üstüne yatmayıp sorunun çözümü için bir süreç başlatmış olmasıdır. ABD'nin aldığı önceki kararlar ve benimsediği söylem bugünün gerçekliği karşısında bu yüzden sırıtıyor. Türkiye'nin şu anda yapması gereken, muhatap kamuoyu ile politikacılara, tavırlarının sorunun çözümünü zorlaştırabileceğini hatırlatmak olmalı.
'Kamu diplomasisi' bunun için gerekli işte.
Bahçeşehir Üniversitesi Amerikan Araştırmaları Merkezi'nde buluşan grupta yer alan hemen herkes, 'kamu diplomasisi' yoluyla gerçekleri anlatan bir kampanyanın derhal başlatılmasını istedi. ABD yönetiminin ne yapacağını Ankara'da beklemek yerine, ne yapmaları gerektiğini Amerikalılara anlatmak üzere geri çekilen Büyükelçinin Washington'a gönderilmesi tavsiyesi eşliğinde...
Aklın akıldan üstün olduğunu düşünce üreten kurumların çalışmalarına katılınca daha iyi anlıyor insan...
Fehmi Koru
f.koru@yenisafak.com.tr
14 Mart 2010 Pazar
Yorum:
Siyaset nasıl bir noktaya gelmiş ki, son bir haftamızı tarihsel bir olayın ne olup olmadığının kabulü veya reddini tartışarak geçiriyoruz? Bütün birincil sorunlarını çözmüş bir dünya da değiliz bir ülke de. Konuyu gündemine taşıyan ülkeler de hiç şüphesiz öyle değiller. O halde durup düşünmek gerekiyor, neden bütün bu olanlar? Belli ki siyaset artık tıkanmıştır, ve tali yollardan suni gündemler üretmek derdindedir. Kimse çıkarılacak veya reddedilecek bir yasa ile bir milletin acılarını dindirmek veya gururunu kurtarmak derdinde değil. Futbol asla sadece futbol değildir derler ya, siyaset de asla sadece idare değildir.
Akademinin bile masum olmadığı bir dünyada siyaset ile kurulacak hangi ilişkinin sağlıklı olduğuna inanacağız? Yasaların lobilerin teşvik ve tehdidi altında çıkarıldığı bir dünyada hangi demokrasiden bahsedeceğiz? Büyük sermaye gruplarının ekonomik hayatın seyrini belirlediği bir sistemde serbest rekabete nasıl güveneceğiz, bir denge kurulabilmesi için?
Akil adamlar kamu diplomasisini tıkanmış bir siyaset zemini için çözüm aracı olarak önermişler; evet, belki de makul bir öneri. İnşallah bu gibi öneriler daha temel sorunların düşünülmesi için başlangıç olur.