Dünya ile Bütünleşme(Gayrimüslimlere Benzememe)
1252 Okunma, 3 Yorum
Ebubekir Sifil - Milli Gazete
Zafer Kafkas

DÜNYAYLA BÜTÜNLEŞME



Efendimiz (s.a.v) döneminden beri Müslümanlar, gerek fetihle hakimiyet kurdukları ülkelerde, gerekse şu veya bu sebeple gayrimüslimlerle bir arada yaşamak durumunda bulundukları ortamlarda hep bir hassasiyeti yaşatmışlar: Benzememek ve benzetmemek.  

Kaynağını Sünnet-i Seniyye'den alan ve literatüre "eş-Şurûtu'l-Ömeriyye" diye geçen uygulamalarında Hz. Ömer (r.a), Müslümanların fethettiği halklarının riayet etmesi gereken hususlar meyanında bir şeyin altını çiziyordu: Müslümanlara benzemeyeceksiniz. Giyim-kuşamda, konuşmada, isim/künye edinmede, hayatı yaşama tarzında…  

Müslümanlarla bir arada yaşadıkları gayrimüslimler arasında kesin ve keskin çizgiler bulunuyordu. Tarih boyunca bu hep böyle oldu. Bu uygulamanın semeresi nedir diye baktığımızda iki husus dikkat çekiyor:  

1. Bu sayede Efendimiz (s.a.v)'in şiddetle sakındırdığı "teşebbüh/benzeme" tehlikesinin önüne geçilmiş oluyordu. "Kim kendisini bir kavme benzetirse, onlardandır"[1] buyuran Efendimiz (s.a.v), kıyafetten başlayan gayrimüslimlere benzeme/özenti sürecinin, kalplerin birbirine benzemesiyle sonuçlanacağına dikkatimizi çekmektedir. Kimi taklit ediyorsanız, onu beğeniyorsunuz demektir. Kimi beğeniyorsanız, kendinizi her bakımdan ona benzetmeye çalışmanız tabiidir ve bu "benzemeye çalışma" süreci kaçınılmaz olarak sonunda "onun gibi olma"ya dönüşecektir.  

2. Bu uygulama, sadece Müslümanların şu veya bu biçimde gayrimüslimleşmesinin önüne geçmekle kalmamış, aynı zamanda gayrimüslimlerin kimlik ve benliğini muhafaza edebilmesinin de biricik sebebini oluşturmuştur.  

Örnek olarak iki farklı coğrafyadaki iki farklı sonuca dikkat çekmek fazlasıyla yeterli olacaktır: Endülüs ve Ortadoğu.  

Bu coğrafyalardan ilkindeki Müslüman hakimiyeti sona erdiğinde İslam'dan ve Müslümanlıktan neredeyse eser kalmadı, "Tarihî eser" olarak ve "işte Müslümanların sonu" diyebilmek için muhafaza edilen el-Hamra camii gibi birkaç bu sonucu değiştirmez. Haçlıların eline geçtiğinde, insanlar din değiştirmekle ölüm arasında tercih yapmaya icbar edildiği ve bir kısmı sureta din değiştirmeyi, bir kısmı da ölümü seçtiği için orada "Lâ ilâhe illallâh" diyen kimse kalmamıştır. Sureta din değiştirenler bunun felaket olduğunu, ikinci nesil yetiştiğinde görmüşlerdi. Zina onların çocukları içinde Müslüman kalan olmamıştı.  

Avrupa'daki Müslümanlara yönelik olarak başından beri "insan hakları" şampiyonu Avrupa devletleri tarafından uygulamada tutulan "asimilasyon" politikaları ve  "bize benzeyin" baskısı Avrupa'da dünyaya gelen kuşağın büyük ölçüde kendi dil, kültür ve aidiyetlerinden kopuk olarak yetişmesini intaç etti. O neslin ve onların çocuklarının dedeleri, hatta babaları kadar Müslüman olamayacağını söylemek için gaybı bilmek gerekmiyor…  

Modern dönem dediğimiz zaman diliminde İslam Dünyasında tepeden inmeci politikalarla yürürlükte tutulan Batılılaşma ideolojisi hakkında da aynı tesbiti yapmak durumundayız. Her türlü metoda başvurulmak suretiyle değerlerine ve aidiyetlerine yabancılaştırılarak Batılı gibi olmaya zorlanan İslam coğrafyası halkları da –Batı'daki gibi hızlı ve etkili olmasa da– yavaş yavaş dönüşüyor, aslından uzaklaşıyor.  

Buna mukabil İslam'ın hakim olduğu yüzyıllar boyunca bu coğrafyada yaşayan Yahudi, Hristiyan, Sabii… topluluklar, "asimilasyon" ve "benzetme" anlamına gelen hiçbir politikayla yüz yüze gelmemiştir. Aradan geçen bin dört yüz yıla rağmen bu toplulukların hiçbir kimlik problemi yaşamadan varlığını sürdürebilmiş olması bu söylediğimin en açık delilidir.  

Bunları niçin anlattım?  

Modern zamanlarda Ümmet'in yaşadığı en önemli problemin, inançla hayatı, itikatla ameli bütünleştirememe meselesi olduğunu söylemek abartı olmaz. Bunun en temel sebeplerinden birisi, olayları, fikirleri ve durumları kendi kavramsal dünyamız temelinde algılama/açıklama hassasiyetini yitirmiş olmamızdır.  

"Dünyayla bütünleşme", bizim dünya algımızı kökünden dönüştüren kalıp ifadelerden biri olarak davranışlarımıza, düşünce ve algılarımıza yön veriyor. Daha çok siyasî ortamlarda ifade edilse de, bu tabirin sokaktaki insanın hayatında bir "dip akıntı" olarak "dönüştürücü" işlev gördüğü çok açık.  

Açıktır ki, buradaki "dünya", Müslümanları anlatmıyor. Bu tabir aslında "Batılılarla bütünleşmek" olarak işlev görüyor. Zira "İslam dünyası" da bu "dünya" içinde yer aldığı halde "dünyayla bütünleşmek" dendiğinde kimse bunu "İslam dünyasıyla bütünleşmek", ya da "İslam dünyasını da içine alan bir bütünleşme" olarak anlamıyor!

Yorum:

Kuran-ı Kerimin ilk suresi Fatiha suresinde ,  gazaba uğramışların(yahudilerin) ve sapıkların (Hıristiyanların) yollarından uzak durarak sırat-ı müstakime  nimetlendirdiklerinin yoluna iletmesini dilememizi emreden Rabbimiz daha ilk sureden onlara benzememiz gerektiğini bildirmiştir.

Bakara suresi 145.ayette ‘ ‘ Andolsun,kendilerine kitap verilenlere her ayeti delil getirsen yine onlar senin kıblene uymaz , sen de onların kıblesine uyacak değilsin . Onlardan bir kısmı,bir kısmının kıblesine bile uymaz. Andolsun sana gelen bunca ilimden sonra onların hevalarına uyacak olursan o zaman gerçekten zalimlerden olursun.’’   Buyurulmaktadır.

Yine Bakara suresi 120.ayette ‘’ Sen onların dinlerine(ideolojilerine,kültürlerine) sıkı sıkıya uymadıkça ne Yahudiler ne de hıristiyanlar senden razı olmazlar.De ki:Asıl doğru yol  Allahın yoludur. Sana gelen bilgiden sonra eğer sen onların arzularına ve keyiflerine uyacak olursan ,artık Sen’i Allahın azabından kurtaracak ne bir dost ne de bir yardımcı bulabilirsin.’’

Yukarıdaki ayetlerden ve buraya almadığımız diğer bir çok ayetten de anlaşıldığı gibi söz konusu kavimler ve milletler ancak ideolojilerine ve uygarlıklarına bütünüyle uyulunca tatmin olurlar ve ancak bu takdirde karşılarındakini benimserler.Bu yüzden onlara uymanın azı da çoğu da yasaklanmıştır. Onların bazı dini geleneklerine uymak belirli oranda onların bir kısım arzularına uymak demek olduğu gibi  aynı zamanda diğer arzularında da onlara uyma ihtimalinin sınırları içine girmek demektir.

Dünya ile bütünleşmeyi Kuran çerçevesinde değerlendirdiğimizde İslamın inanç ve hayat tarzını bölmeden , parçalamadan ve bu hayat tarzından uzaklaşmadan bütünleşmenin ve iletişim kurmanın uygun olabileceğini düşünebiliriz.Yoksa şeklen ve bedenen benzeşmenin ,itikadi olarak da benzemeye yol açacağı aşikardır.  

 

 

 

 

 

Zafer Kafkas


YorumcuYorum
Lütfi Hocaoğlu
22.12.2009
12:22

Yahudi ve Hıristiyanlara ve hatta hiç bir kimseye, müminler dışında uyulmaması gerektiğine aynen katılıyorum.

Ancak Fatiha suresinde geçen el-mağdub ev ed-Dallin kelimelrine çok yaygın olarak tefsirlerde ve meallerde parantez içinde Yahudiler ve hıristiyanlar anlamı verilmektedir.

Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur:

Ayette Ellezine enamte aleyhim (kendilerine nimet verilenler) lafzının bedeli olarak gelen gayri-l mağdubi aleyhim ve la-d dallin lafzına o anlam verildiğinde şu sonuç ortaya çıkar:

Yahudi ve Hıristiyanlar dışında olan herkesin yolu sırat-ı müstakimdir. Çünkü bedel mübdelün minhin yerine konulunca anlam bozulmaz.

Bu nedenle bu şekilde yapılan tefsirler çok tuhaf bir anlam hatasına sebep olmaktadır. Yani mecusiler, ateistler, müşrikler vs, bunların hepsi sırat-ı müstakimde anlamı çıkar.

Oysa ki Fatiha çok genel bir ifade kullanır. Gazap edilenler ve dalalaette olanların dışındaki yol nimet verilenlerin yoludur der ki bunun genel ifade olması çok doğrudur.

zkafkas
22.12.2009
23:18

Lütfi abi uyarın için teşekkür ederim. Fatiha suresinin sonundaki ifadelerin sadece yahudi ve hristiyanlardan bahsetmediği doğrudur. Arapçam olmadığı sizin gibi direk anlam çıkaramıyorum fakat bir kısım tefsirlerde bahsettiğiniz gibi daha genel bir ifade olduğunun açıklanması bana da daha makul gelmektedir. Buraya klasik tefsirlerin açıklamasını almamın sebebi yazıyla bağlantı kurabilmek içindi ve bu genel ifadenin yahudi ve hristiyanları da kapsamasından dolayıdır.

Klasik tefsirlerin fatihada sadece yahudi ve hristiyanların kastedildiğini söylemeleri malumunuzdur ki bir ’’hadise’’ dayanmaktadır.Bir kısım müfessirler fatihadaki son ayetleri bu şekilde yorumlamalarına mesned olarak hem bahsettiğim hadisi hem de Kuranda geçen başka ayetleri göstermektedirler.(Maide 60, Mücadele 14 , Ali İmran 112 , Maide 73-77 ) Bu husustaki görüşünüz nedir?

Lütfi Hocaoğlu
23.12.2009
09:53

Evet diğer ayetler zaten onlarla ilgili durumu çok açık göstermektedir. Onların dinine uymadıkça bizden razı olmazlar. Biz kendi dinimize uyarız ve onlarda bizden razı olmazlar. Hiç önemi yok, bizi Allah’ın rızası ilgilendirir.

Rivayet edilen o hadis nedeniyle tefsirlerde çok yaygın olarak bu yorumu yapmaktadırlar. Ancak ayette bahsedilen el-mağdub ve ed-dallin kelimeleri Arapçada müştak isim sınıfındandır. Yani Türkçedeki yapan, yürüyen, koşan gibi. Yani fiilden elde edilen isimlerdir. Bu nedenle dar anlam vermek çok zordur. Hadisin tevatür derecesini bilmiyorum. Ancak orada bahsedilen el-mağdub kelimesi tekildir. Gazaba uğrayan kimse demektir. Ed-dallin ise çoğuldur. Dalalette olanlar, yani yolunu kaybetmişler anlamında çoğuldur. Düzenli eril çoğul dediğimiz kalıptandır ve bu nedenle tüzel kişilik ifade eden bir topluluğu ifade eder. Gazaba uğrama tek tek iken (yani cezalar bireylere) yolunu kaybetmek cemaatladır (sapmak toplulukla). Bu nedenle zaten ayetin başında bize doğru yola doğru rehberlik et diyor (ihdiNa), bana demiyor.

İşte hem gramersel olarak bedel olması hem de bu nedenle sadece hıristiyanlar, yahudiler gibi dar anlamlar vermek yanlış görünmektedir. Rivayet edilen hadis sahih ise Yahudi ve Hıristiyanları o topluluğun bir parçası olarak ifade etmiş olması gerekir. Aksi halde ayetle çelişir ki Hz. Muhammed ayete aykırı bir söz söylemez.

Yazında da çok güzel belirttiğin gibi biz ne Hıristiyanlara ne Yahudilere ne de başka bir topluluğa uyarız. Bize düşen Kuran’a ve sünnete uygun davranmak, Allah’ın emirlerini her şeyin üstünde görmek ve moda ile veya hislerle değil, Kuran’ın rehberliğinde hareket etmektir.





Sayı: 28 | Tarih: 20.12.2009
Mehmet Şevket Eygi
Zina ve Recm
1419 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ruşen Çakır
Gül nasıl devreye girebilir?
1365 Okunma
Tayibet Erzen
Bekir Berat Özipek
Derin devlet davalarında durumumuz
1310 Okunma
1 Yorum
Bünyamin Demir
Ebubekir Sifil
Dünya ile Bütünleşme(Gayrimüslimlere Benzememe)
1252 Okunma
3 Yorum
Zafer Kafkas
Ahmet Hakan
Milli Gazete yazarı Gül'ün uçağında
1246 Okunma
2 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Ali Bayramoğlu
KÜRTLER SAHNEYE GİRDİ
1225 Okunma
Özgül Ertuğrul
Toktamış Ateş
İlle de demokrasi...
1212 Okunma
Osman Eskicioğlu
Mahir Kaynak
Kürtlerle Hasbıhal
1204 Okunma
Süleyman Karagülle
Nazlı Ilıcak
Önce parlamentoda, sonra Muş'ta öfke
1194 Okunma
3 Yorum
Fatma Karuç
Can Ataklı
Malum ‘sayın’ kişi için fedakârlık yapmalıyız!
1191 Okunma
Mesut Karaaytu
Zülfü Livaneli
Milletvekilleri zaten istifa edemezdi
1190 Okunma
2 Yorum
Ali Bülent Dilek
Cengiz Çandar
Tarihe geçmekte tercih
1178 Okunma
Ekrem Fildişi
Hayrettin Karaman
İmam hatipler ve askerler
1173 Okunma
Hilmi Altın
Mehmet Altan
12 Eylül rejimini yok etmedikçe...
1125 Okunma
1 Yorum
Mehmet Hikmetumut
Oktay Ekşi
Dervişin fikri
1113 Okunma
Vahap Alma
Reşat Nuri Erol
Ahmet Hakan takipteymiş!..
1112 Okunma
Ilker Ardic
Fikret Bila
Türk'ün duyurduğu gerçek
1100 Okunma
Harun Özdemir
Mehmet Niyazi
Basiretli olmalıyız
1063 Okunma
Abdurrahman Erol
Yılmaz Özdil
:(
19 Okunma
Leyla Okta


© 2024 - Akevler