İlle de demokrasi...
1153 Okunma, 0 Yorum
Toktamış Ateş - Bugün
Osman Eskicioğlu

"Zor günler geçiriyoruz" da demeyeceğim; "Güç bir döneme girdik" de demeyeceğim.

Zira bu yaşa geldim; zor olmayan gün görmediğim gibi; güç olmayan bir dönem de yaşamadım. Ama bütün zorluklara ve güçlüklere karşın; Türkiye (üstelik petrol vb. gibi doğal bir zenginliği olmadan); "bir yerlere" geldi. Gelinen bu nokta; halkımızın ilerleme konusundaki potansiyelini göstermiyor mu?

Türkiye'den ve Türk halkından umudu kesenlerin dikkatle incelenmesi gereken bir olgu bu...

Bugün bulunduğumuz noktada yapılması gereken şey; demokrasiye daha fazla sarılmak ve demokrasinin önündeki engelleri kaldırmak için daha fazla çabalamak. Zira dertlerimizin tek çözümü daha fazla demokrasidir.

Ünlü İngiliz devlet adamı W. Churchill'in demokrasiyle ilgili çok ilginç yaklaşımları vardır. "Demokrasi" der "berbat bir rejimdir." Ve ardından hemen ekler "Fakat rejimlerin en az berbat olanıdır." Gerçekten iş eleştiriye kalsa ciltlerle kitap yazabiliriz. Fakat "peki daha iyisi ne" sorusu sorulduğu zaman verecek bir yanıt bulamazsanız.

Churchill'in bir başka yaklaşımı daha vardır. "Demokrasi içinde ortaya çıkan sorunları" der "gene demokrasinin kurum ve kuralları içinde çözmek gerekir..."

Bazı süper zekâlılar; demokrasi daha doğrusu demokrasi içindeki özgür ortamın ortaya çıkabileceği sorunları çözmek için "antidemokratik" yollara başvurulmasının daha yararlı olacağını düşünürler.

"Sallandıracaksın üç-beş tanesini..." çözümü; kolayına bir çözüm gibi görünse de; şimdiye kadar hiçbir yerde ve hiçbir konuyu çözdüğü görülmemiştir. Sadece kimi görüntüler insanların kendilerini aldatmalarına neden olmuştur

Örneğin; Türkiye 12 Eylül öncesinde ciddi güvenlik sorunları yaşamıştı. (Bu sorunları kimlerin ve neden çıkardıkları konusundaki tahminlerimi defalarca kaleme aldığım için bugün üzerinde durmayacağım.) 12 Eylül demokratik özgürlükleri adamakıllı budadı. Ve güvenlik sorunları azalmış gibi göründü. Fakat "yangın" içten içe devam ediyordu. Ve 1980'in ortalarına gelindiğinde; birdenbire her yanı sarıverdi. Yangına benzin dökülen yer de Diyarbakır Cezaevi olmuştu galiba.

12 Eylül öncesindeki (tam olmasa bile) demokrasi ortamı içinde denetlenebilen sorunlar; 12 Eylül sonrasında artarak ortaya çıktı. Son 25 yılda ölen insanımızın sayısı belli değil. Kimileri 30 bin diyor; kimileri 40 bin. Bu rakamı 50 binin üstüne çekenler de var.

Nerede "bu işler sert önlemlerle çözümlenir" diyenler?..

"Anayasa değişikliği" denildiği zaman kıyamet kopuyor. 1982 Anayasası'na ilk günden itibaren karşı olan CHP'nin şimdi bu anayasaya sahip çıkmasını anlayabilmem mümkün değil. Cumhuriyetimizin temel dayanakları olan; "halk egemenliği", "laiklik" ve "çağdaşlıktan" uzaklaştığı iddiaları gerçek değil. Bu anlayış çerçevesinde; Sayın Ergun Özbudun'u da "şeriatçı" ilan ettiler ki; buna kargalar bile güler. "Özgürlükçü" ve "demokratik" bir anayasa taslağı bir "İslam şeriatı" anayasası olarak değerlendirildi ve günışığına çıkamadan rafa kaldırıldı.

Fakat Anayasa'ya dokunmadan kimi "demokratik açılımlar" da yapılabilir. Bunlar arasında en önde gelenler; "Siyasal Partiler Yasası" ve "Seçim Yasası."

Gerçekten bu iki yasa Türk demokrasisinin önündeki en ciddi iki engeldir. Ve işin en ilginç yanı; Türk siyasetindeki hemen tüm partiler; seçim beyannamelerinde ve propagandalarında bu yasaları değiştireceklerini dile getirmelerine karşın; seçimlerden sonra ne iktidar partilerinden ses çıkmakta ve teklif gelmektedir ne de muhalefet partilerinin bir girişimi olmaktadır.

Bu çirkin tutumu "siyasal rasyonalizm" ya da "Makyavelizm" olarak isimlendirmek gerek. Fakat artık bu türden "şark kurnazlıklarının" ülkemize ne denli zarar verdiğini görmenin zamanı geldi. Zira bu yasalar demokrasiye engel oluyor; demokrasi işlemediği zaman da insanlar başka yöntemlere yöneliyorlar.

Bugün Siyasal Partiler Yasası üzerinde hiç durmayacağım. Fakat şu kadarını söyleyeyim ki; bu yasa parti içi demokrasiyi sıfırlamakta ve her parti başkanı partisi içinde diktatör olmakta.

Yüzde 10'luk seçim barajı da küçük partilerin önünü kesiyor ve bunların düşüncelerini büyük partilere taşıyor. Eğer bu baraj en çok yüzde 5 olsa; hem Saadet Partisi'ne TBMM yolu açılır hem de DTP yerine kurulacak parti temsil yetkisi kazanır.

Saadet'in TBMM'ye girmesi; AK Parti'ye yönelen "İslam şeriatçısı" ithamını (eğer doğru değilse) ortadan kaldırabilir. AK Parti içindeki "şeriatçılar" asıl "yuvalarına" giderler.

DTP yerine kurulacak bir parti de "Öcalan baskısından" kurtulabilir.

Belki "Öcalan muhipleri" de kendilerine ayrı bir parti kurar ve sistemi etkilemeye çabalarlar. Bunu bilemeyiz ama Öcalan baskısı hissetmeyen bir "yeni DTP"; Türk siyasal yaşamı için kazançtır ve böyle bir parti "Türkiye'nin partisi" olabilir.

Yani Anayasa değişmeden de "demokratik açılım" yapılabilir.

İş ki, niyet olsun...

 

Yorum:

EVET, İLLE DE DEMOKRASİ FAKAT GERÇEĞİ

 Evet, biz de “ille de demokrasi” diyoruz. Fakat sadece bunu söylemekle kalmıyoruz. Hem demokrasinin gerçeğini istiyoruz. Demokrasi kavramını tarihte ilk defa Heredot’un kullandığı söylenir. Kim söylerse söylesin ve kim kullanırsa kullansın, bu o kadar önemli bir şey değildir. Çünkü düşünce, fikir ve ilim tüm insanlığın ortak malıdır. Burada önemli olan insana, yani birey ve topluma uygun ve uyumlu olan bir demokrasi ve yönetim… Normal olan bir demokrasi ve yönetim… Sağlıklı bir bünyenin sağlıklı bir yönetimi ve demokrasisidir… Yani gerçek demokrasi, evet biz gerçek demokrasiyi istiyoruz. 

Demokrasi bugün aslında batı değerleri arasında yer alan bir kavramdır. Batı dünyası herkesin bildiği gibi demokrasi, insan hakları, serbest piyasa ekonomisi ve kadın-erkek eşitliği gibi değerlere sahip olduğunu söylüyor ve bunların arkasında durup savunuyor. Ama bu demokrasi yönetiminin bilgi için bir temeli ve bir kitabı yoktur. Onun için herkese göre bir demokrasi türü vardır. Mesela İngiltere başka, Fransa başkadır. Almanya başka, İsviçre başkadır. Hollanda başka ve Belçika başkadır. Bu demokrasi denilen şeyin çoğulcu demokrasi, çoğunlukçu, doğrudan, liberal, marksist, oydaşmacı, parlamenter, plebisitçi, sosyal demokrasi… ve temsili demokrasi gibi çeşitleri de vardır. Biz de bunlara bir ilave yaparak gerçek demokrasi diyoruz.

Neden gerçek demokrasi, derseniz? Bu ülkede uygulanan yönetim biçimi gerçek bir yönetim ve gerçek bir demokrasi değildir, diye cevap vermek isteriz. Toplum bireylerin toplamı demek değil midir? Toplum bireylerden meydana gelmiyor mu? Öyleyse birey ne ise toplum da o olmalı ve bireyle toplum arasında da uyum ve ahenk bulunmalı değil midir? Birey için faydalı olan bir şey toplum için de faydalı, birey için zararlı olan bir şey toplun için de zararlı; toplum için faydalı olan bir şey birey için de faydalı; toplum için zararlı olan bir şey birey için de zararlı olmalıdır. Bireyin karı toplumun karı, toplumun karı da bireyin karı olmalı değil midir? Birey zarar ederse toplum da zarar eder, toplum zarar ederse bireyler de zarar ederler. Bizce bu esaslar, demokrasinin vazgeçilmez unsurları olmalıdır. Hâlbuki bugün dünya ve özellikle de bu ülke böyle midir? Böyle bir demokrasi bilinci dünyanın neresinde var?

Bireyle toplum, fert ile devlet bisikletin ön ve arka tekerlekleri gibidir. Biri olmadan diğeri olmaz, biri diğerine karışmaz; bunlar hem beraber ve hem ayrıdırlar; birlikte çalışırlar ve aralarında tam bir uyum ve ahenk vardır. Bugün demokrasi denilen meçhulün oluşturduğu devletler böyle mi? Bunların devletleri halktan aldıkları erk ile yine halkı ezmiyor mu? Demokrasi, hak hukuk demokrasisi olmadığı için ve dolayısıyla zulüm olduğu ve zulmettikleri için kendilerini polislerle korumuyorlar mı? Bunların demokrasileri polis demokrasileridir; jandarma, dipçik ve tabanca demokrasileridir. Bir tarafta eli beli silahlılar, diğer tarafta da silah taşıması yasak olanlar. Buna bana var, sana yok demokrasisi derler. Buna sınıf demokrasisi, kast sistemi derler. Hani insanlar eşit idi. Bu ayrıcalıklar neye?

Bir tarafta yöneticiler, diğer tarafta ise yönetilenler; bir tarafta sözüm ona hukuk yapanlar; hayır, hayır hukuk yapanlar değil, kanun yapanlar var, diğer tarafta da çıkardıkları bu zulüm kararlarını uyguladıkları halk var. Bunların demokrasileri sınıf demokrasileridir. Bir sınıfın diğer sınıfı ezdiği yönetim biçimidir. Zenginler fakirleri ezer, yöneticiler halkı ezer, atanmış memurlar da sivilleri ezerler. İşte buna kargaşa demokrasisi derler.

Bugün parlamentolarda yönetimin başında olan kişilerin istek ve arzuları kanun olmuyor mu? Böyle bir hukuk anlayışı olabilir mi? Bu kanun yapma tiyatro oyunu bütün âlemin gözü önünde oynanmıyor mu? Parlamenterlerin kendi görüş ve fikirlerini açıkça söyleme ve özgür bir biçimde oylarını kullanma hak ve salahiyetleri var mı? Oysa bu görevi robotlar daha iyi yapamaz mı? Yanlış anlaşılmasın burada çalışan insanların hiçbir suçları yoktur; onları tenzih ederiz. Asıl hastalık demokrasi diye ortaya koydukları bu yönetim biçimindedir. Çünkü bunda tam bir iş bölümü yoktur, hak hukuk ve adalet yoktur. Hukuk, bir yerleşim biriminde insan iradelerinin ortaya koyduğu serbest sözleşmeler olduğu için, bunların ortaya koyduğu kanunlar maalesef hukuk olamamaktadır. Çünkü bunlarda adalet yoktur. Adalet olsaydı adaleti uygulayan kurumlardan birisi olan Danıştay YÖK’ün katsayı meselesinde dün ak dediğine bugün kara der miydi?

Bir taraftan kuvvetler ayrılığı diyorlar. Diğer taraftan da ayrılık-mayrılık olmadan hepsini aynı guruba yaptırıyorlar. Allah aşkına bana söyler misiniz? Yasamayı, yürütmeyi ve yargıyı da bu iktidarda olan kişi ve parti yapmıyor mu? Bunun ayrılığı neresinde? Demokrasi diyenlerin yönetim anlayışı işte bu!

Demokrasi hukuka, hukuk adalete, adalet de bilime dayanmadıkça toplumda tam bir uyum ve ahenk olmaz ve olamaz, bunu aramak da yanlıştır. Bugün vergilerde hukuk ve adalet var mı? Bugün maaşlarda hukuk ve adalet var mı? Bunların vergi ve maaş anlayışları hangi bilimsel temele oturuyor? Vergiyi neye göre, kimden ve nasıl alıyorsunuz, maaşları neye göre veriyor ve artırıyorsunuz? Sanki sesiz bir şekilde keyfimize göre dediğinizi işitir gibiyim. Evet, işte bunların demokrasileri keyfilik yönetimidir. Keyfilik adalet olmaz, keyfilik hukuk olmaz ve keyfilik yönetim hiç olmaz. Keyfilik düşmanlık doğurur. Onun içindir ki bugün yöneticilerle önetilenler arasında, memurlarla esnaf arasında ve resmilerle siviller arasından bir soğukluk, burukluk ve belki de kin nefret vardır. Bu sokak çatışmaları nedendir, bu vurup kırmalar neden oluyor? Kötülük kötülüğü doğurur, zulümden adalet doğmaz, zulüm daha büyük bir zulüm doğurur. İşte bunun için biz gerçek demokrasi, diyoruz.

Gerçek demokrasilerde din, dil, fikir ve düşünce serbestliği vardır. Hâlbuki bugün Türkiye’de bazı devlet kurumları İmam-Hatip düşmanlığı yapmaktadır. Sizin demokrasiniz böyle mi? Gerçek demokraside toplumda bir bütünlük vardır. Hâlbuki bugün yapay sınıflar üretilmiş ve sınıflar arasında çatışmalar meydana getirilmiştir. Bugün toplumda kadın-erkek çatışması, sermaye-emek çatışması vardır, azınlık çoğunluk çatışması, birey-kamu çatışması vardır. Gerçek yönetimde bunların asla yeri yoktur. Zira toplumun sosyal bünyesi insan vücuduna benzer. Hücreler dokuları, dokular organları, organlar da vücut denen organizmayı meydana getirir. Bireyler aileleri, aileler …toplumu meydana getirir. Hepsi bir ve beraber olarak aynı yolda yürüyüp giderler.

Ancak sosyal bilimler artık ihtiyarlamıştır. Sosyal bilimlerin gözü görmez, kulağı duymaz, eli ve ayağı tutmaz olmuştur. Onun için yönetime yol gösteremiyor, demokrasiye bu doğrudur, fakat şu yanlıştır diyemiyor. Toplumdaki adalet ve zulüm davranışları arasında ışık tutup aydınlatamıyor. O sebeple bugünün demokrasilerinde yanlışlar doğru yerine, zararlı şeyler yararlı diye, adalet yerine zulümler uygulanıp gidiyor. Bugün sosyal bilimlerde terim, tarif ve tasniflerin yenilenmesi gerekir. Sosyal olan düşünce, fikir ve kavramların yeniden tanınması ve tanımlanması gerekiyor. Bilgi güçtür diyenlerin yanı sıra biz bilgi huzurdur, bilgi barıştır, bilgi saygı ve sevgidir, diyoruz. Gerçek bilgi, insan ve toplumları, birey ve devletleri birlik ve beraberliğe, dirlik ve düzenliğe götürür diyoruz. Yoksa Avrupa veya ABD’den demokrasi rüzgarları esti ve esiyor diye muson rüzgarları gibi mevsimlik demokrasi rüzgarına kapılmak olmaz.

İşte bundan dolayı biz haydi hep beraber ve hepimiz için gerçek bilgilere ve gerçek demokrasilere diyoruz.

 

 

Osman Eskicioğlu






Sayı: 28 | Tarih: 20.12.2009
Mehmet Şevket Eygi
Zina ve Recm
1350 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ruşen Çakır
Gül nasıl devreye girebilir?
1304 Okunma
Tayibet Erzen
Bekir Berat Özipek
Derin devlet davalarında durumumuz
1256 Okunma
1 Yorum
Bünyamin Demir
Ebubekir Sifil
Dünya ile Bütünleşme(Gayrimüslimlere Benzememe)
1195 Okunma
3 Yorum
Zafer Kafkas
Ahmet Hakan
Milli Gazete yazarı Gül'ün uçağında
1184 Okunma
2 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Ali Bayramoğlu
KÜRTLER SAHNEYE GİRDİ
1164 Okunma
Özgül Ertuğrul
Toktamış Ateş
İlle de demokrasi...
1153 Okunma
Osman Eskicioğlu
Mahir Kaynak
Kürtlerle Hasbıhal
1147 Okunma
Süleyman Karagülle
Nazlı Ilıcak
Önce parlamentoda, sonra Muş'ta öfke
1136 Okunma
3 Yorum
Fatma Karuç
Zülfü Livaneli
Milletvekilleri zaten istifa edemezdi
1133 Okunma
2 Yorum
Ali Bülent Dilek
Can Ataklı
Malum ‘sayın’ kişi için fedakârlık yapmalıyız!
1125 Okunma
Mesut Karaaytu
Cengiz Çandar
Tarihe geçmekte tercih
1124 Okunma
Ekrem Fildişi
Hayrettin Karaman
İmam hatipler ve askerler
1110 Okunma
Hilmi Altın
Mehmet Altan
12 Eylül rejimini yok etmedikçe...
1062 Okunma
1 Yorum
Mehmet Hikmetumut
Reşat Nuri Erol
Ahmet Hakan takipteymiş!..
1052 Okunma
Ilker Ardic
Oktay Ekşi
Dervişin fikri
1050 Okunma
Vahap Alma
Fikret Bila
Türk'ün duyurduğu gerçek
1040 Okunma
Harun Özdemir
Mehmet Niyazi
Basiretli olmalıyız
1006 Okunma
Abdurrahman Erol
Yılmaz Özdil
:(
19 Okunma
Leyla Okta


© 2024 - Akevler