17.12.2009
Dün NTV’de Yazı İşleri programına Sabah Gazetesi yazarı Yavuz Donat’ı konuk ettik. Deneyimli gazeteci, salı gününü Diyarbakır’da geçirmiş, DTP’nin ileri gelenleri, sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve halkla görüşmüştü. Donat bölgeden izlenimlerini, birçok kişinin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün devreye girmesini beklediğini söyleyerek noktaladı.
Birkaç saat sonra Donat aradı ve Gül’ün yayını izlemiş olduğunu ve kendisini Köşk’e davet ettiğini söyledi. Sonuçta 45 dakikalık bir sohbet gerçekleşmiş ve bu arada Donat, Gül’le “yayınlanmak kaydı” ile kısa bir mülakat da yapmış. Gül’ün ne dediğini bugün Donat’ın kaleminden okuyacağız ancak biz bu yazıda Çankaya’nın içinden geçmekte olduğumuz bu katmerli kriz sürecinde ne yapabileceğini tartışmak istiyoruz.
“Katmerli kriz süreci” derken hükümetin başlatmış olduğu Kürt açılımının bir türlü ilerleyememesini; sokakların yangın yerine dönmesini; PKK’nın yeniden terör eylemlerine başlamış olmasını; DTP’nin kapatılmış olmasını; buna tepki olarak DTP’li milletvekillerinin istifa kararı vermelerini; iktidar partisiyle muhalefet arasında hiçbir iletişim ve diyaloğun olmaması bir yana aralarındaki gerilimin giderek tırmanmasını kastediyorum.
Yazının tamamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
Yavuz Donat’ın adı geçen yazısının bir kısmını aşağıda aynen aktarıyorum.
Abdullah Gül'den 'ulusa mesaj'
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül "bizler (ülkeyi yönetenler) bu çocuğun (bütün vatandaşların) hem annesi, hem babasıyız" diye söze başladı.
Ve şöyle devam etti:
- Evlatlarımız arasında hiçbir ayrım gözetemeyiz... Hepsi de bu ülkenin birinci sınıf vatandaşlarıdır.
***
Cumhurbaşkanı, konuşmasında birkaç kez "bir konuya" vurgu yaptı:
- Bir milletin içinde "farklı millet adacıkları" düşünülemez... Olamaz... Mümkün değildir.
Devamı...
Gül’ün millete babacan yaklaşımı gerçekten samimiyken “farklı millet adacıkları” fikrini kabul edememesi çözümsüzlük yolunda bir ilerlemedir.
Türkiye’nin kantonlar halinde yönetilmesi yıkılacağı anlamına gelmez. Aksine farklı etnik yapıları bünyesinde bulunduran ülkemiz anarşi ve iç savaştan en iyi bu yolla kurtulabilir.
Biz istediğimiz kadar homojen bir yapının gerekliliğini savunalım ve aksini bölücülük olarak değerlendirelim, hayat bize bunun böyle olmadığını gösterecektir. İnsanın doğasında vardır bu; ortak dünya görüşü olan insanlar bir araya gelir ve birlikte hareket eder.
İstanbul’un Fatih ilçesi ile Beyoğlu ilçesini bilenler bura sakinlerinin buralara devlet tarafından veya rastgele yerleştirilmediğini de bilirler. “Farklı adacıklar” da zaten aynı mantıkla oluşturulacak. Bu adacıklarda insanlar zaten yaşıyorlar ancak istedikleri gibi değil. Bunu sağlamaktan niye bu kadar korkuyoruz ki? Bu adacıklar kendi başkanlarına ve anayasalarına sahip olmakla, iç işlerinde serbest dış işlerinde devlete bağlı olarak yönetilecekler. Bunun neresinde bölücülük var, birleşmeden başka?
Açılım adı altında ülkede şimdiye kadar hiç olmadığı kadar Türk-Kürt ayırımı yapıldı. Hükümetin millete değil başka mercilere hizmet olsun diye oluşturduğu açılım paketi elinde patladı. Şimdi ise gündemde medya-TSK düellosu, Apo ve ayrımcılık var. Sokaklar ise ateş ve biber gazından geçilmiyor. Hiçbir şey iyiye gitmiyor.
Gül devreye nasıl girer bilmiyorum ancak idam cezasının tekrar getirilmesi iyi bir fikir gibi görünüyor. Hem böylece kendini Truva Atı olarak görenlere tarihi bir ders verilmiş olur.