13.10.2009
Portekiz diktatörü Salazar “Ben bu ülkeyi üç F ile yönetiyorum” demişti: “Futbol, fiesta, fado.”
Çok şükür ilerleye ilerleye biz de sonunda eski Portekiz’i yakaladık. Türkiye de FDM sistemiyle yönetilir oldu. Şimdi size bu harflerin açılımını yapayım.
F: Futbol
D: Dizi
M: Magazin
***
Eski Türkiye’de gazetelerin sadece en arka sayfasında spor haberleri olurdu. Mesela Milliyet’in arka sayfası meşhurdu.
İlgilenenler spor haberlerini bu sayfadan alırlardı. Şimdi her gazetenin üç beş sayfa spor bölümü var.
Yetmiyormuş gibi bir de bağımsız spor gazeteleri çıkıyor. Spor dediysem yanlış anlamayın; buralarda tenis, buz hokeyi, kayak, basketbol falan haberleri verilmiyor.
Varsa yoksa futbol.
Yazılı basına ek olarak televizyonlar da naklen maç yayınlarıyla, daha sonraki günlerde de bu maçları yorumlayan programlarla dolu. Gözünüzü nereye çevirseniz futbol. Hayat neredeyse futboldan ibaret.
Birkaç yıl önce Brezilya dünya kupası finali oynayacaktı. O sırada da ünlü bir Brezilyalı manken Türkiye’ye gelmişti.
Televizyonda mankeni konuk eden Türk programcı durmadan maçı ve yedeklerine kadar bildiği Brezilya takımını soruyordu.
Sonunda kızcağız bunaldı ve “Ben bu soruların cevabını bilmiyorum. Brezilya halkı bile sizin kadar ilgilenmiyor bu maçla!” dedi.
***
Dizi çılgınlığı ise başka bir konu. Artık kanallarda her gece bir dizi yayınlanıyor. Daha sonra da eski dizilerin tekrarları veriliyor.
Türk halkı evden çıkmayıp dizi izliyor.
Hatta birisini yemeğe davet etseniz “o akşam benim dizilerim var!” cevabını veriyor. Hayat dizilere göre ayarlanıyor. Halk dizilerle avunuyor; onların masal dünyasını özlüyor, dizi kahramanları yoluyla âşık oluyor, nefret ediyor, heyecanlanıyor, kıskanıyor.
***
Üçüncü merakımız ise magazin. Magazin haberlerinin hayatımızda tuttuğu yerin ne kadar arttığını fark ediyor musunuz?
Bir aile kavgası günlerce sürmanşetlerden inmiyor, kameralar sokaklarda ünlü avına çıkmış durumda, yatak odaları mercek altında.
***
Yanlış anlaşılmasın: Bunların hiçbirine karşı değilim.
Elbette futbol da hayatın içindedir, dizi de, magazin de.
Ama birçok başka işte olduğu gibi bu konularda da ölçüyü kaçırdığımızı düşünüyorum.
Zaten Türkiye’deki en büyük sorunlardan biri bu:
Ölçüyü kaçırmak.
YORUM:
Ölçüyü kaçırmak.
Evet tek cümleyle ana problemin tarifi ölçüyü kaçırmak .Ölçü İfrat ve tefrit arasındaki orta yol…Vasat olmak…Vasat ümmet,vasat bir topluluk olmak…
وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا
“Böylece sizi vasat bir ümmet yaptık.” Bakara 143
Vasat ümmette olan insanların davranış biçimleri nasıldır?
a) Bütün söylenenlere kulak verirler. Herkesi dinlerler. Başkalarının dert ortağı olurlar. Görüşlerini değerlendirirler. Susturarak yokluğa mahkum etmezler. Fikirlerini samimi olarak her yerde açıklar ve her söze değer verirler. Söyleyeni değil, söyleneni değerlendirirler.
b) Yine mü’minler başkalarının yaptığı iyi işlere katılırlar. Onlarla yardımlaşırlar. Yapanı değil, yapılanı değerlendirirler. İyi yapıyorlarsa yardımlaşır, kötü yapıyorlarsa karşı çıkarlar. Eğer zarar görüyorlarsa, hakemlere başvurup haklarını yargıdan alırlar. Kimsenin yaptıklarına mâni olmazlar. Yasakçı değildirler.
c) Kendilerine bir konuda danıştıkları zaman adaletle hükmederler, yani taraf tutmazlar. Başkalarının etkisinde kalmazlar. Böylece herkes sıkışınca onları hakem yapmak zorunda kalır. Hattâ aralarındaki nizaları bile sizinle çözerler.
d) En önemlisi, vasat olmanın olmazsa olmaz şartı, onlar sizi sevmeseler de siz onları seversiniz.
İşte bunlar sizi vasat ümmet yapar.
(Adil düzen 380.seminer 2006’dan)
Olması ve gelmesi gereken birbirlerine güven veren ve insanlığı güvene alanlar:yani yeni tarifiyle müminler.Ve ölçü ve ölçüyü kaçıran Türk toplumunun hali.Demekki biz hala vasat ümmet olamadık.
Neden olamadık çünkü Bilim insanlarımız ölçüyü kaçırmış,partilerimiz ve liderleri ölçüyü kaçırmış tabiiki medyamız ölçüyü kaçırmış.Halkımızda büyüklerinin peşine takılmış.Böyle bir manzarayla kaşı karşıyayız.Şükür ki bu milletin elinde tamamı ölçü olan kitapları var.Ona
dönerler ve sarılırlarsa ölçüyü tuttururlar.Ve yaklaşık yüz yıl sonra bu sefer de dünya milletlerine hukuk ve adalet dersini verebilirler ve önderleri olabilirler.
Ama nasıl?Yeni ve adil bir yapılanmayla.İnsanlık zenginiyle,fakiriyle,mazlumuyla,zalimiyle
bu topluluğu bekliyor tarihten ve gönüllerinden gelen bir umutla.Haydi çalışmaya,çalışmaya ve çalışmaya. ÇALIŞTIRAN VE YAŞATAN ALLAHIN ADIYLA…