Açılım hikâyesi - 13.10.2009
SİZİN kadar, benim kadar Deniz Baykal da bilir ki, bir kimseye yazılan mektup karşı tarafın izni alınmadan başkalarının bilgisine sunulmaz.
Ama dün öyle olmadı. Baykal, oyunun kuralını bozdu. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın “görüşme” talebini içeren mektubuna verdiği yanıtı, Erdoğan'dan önce basına verdi.
Baykal'ın bu tavrına bakınca insanın aklına, “Bizim bu süreçten hiçbir beklentimiz yok. İstiyoruz ki siz de bu taşın altına elinizi koyun. Bu ulusal sorunu çözmenin hazzını hep birlikte yaşayalım” anlamındaki çağrılarının hiç de samimi olmadığını düşündüğümüz Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yaptığı ile Baykal'ınki arasında “siyaset etiği” açısından hiç fark olmadığı geliyor.
Çünkü sorunu çözme ve bunu samimi bir işbirliği anlayışıyla gerçekleştirme niyeti olan Başbakan önce o işbirliğinin altyapısını oluşturur. Muhataplarını yaklaşımının “samimi” olduğuna inandırır. Sonra da o zeminde yürür gider.
Oysa Başbakan Tayyip Erdoğan'ın siyasi yaşamının -tamamına hiç gerek yok- sadece bir aylık bir kesitini inceleyen herkes, “siyasi çıkar” hesabını göz önünde tutmayan hiçbir şey yapmadığını ve yapmayacağını görür. Gerisi -yani ağzından çıkanlar- bu gerçeği saklamak için kullanılmış “sisleme” sözleridir.
Demek ki tartışılan konunun sağlıklı bir sonuca varmasından önce tarafların -özellikle de Başbakan Erdoğan'ın- çözmesi gereken bir “siyasi etik” sorunu vardır.
Konunun özüne gelince:
Açılımın adı üzerindeki tereddütleri bir yana bırakalım. Hükümetin başlattığı açılımı, daha önce de birkaç defa yazdığımız gibi, ilkesel olarak destekliyoruz.
Açılımın temelinde “meselenin mevzuatla ilgili bölümünü -yani yasa çıkarmak türü önlemleri- belirleyip çözme” kısmı yatmaktadır. Bunun için hükümetin, Meclis'teki muhalefetin önüne demokratikleşme yönünde şu adımları atmayı düşünüyoruz, demesi ve önerileri koyması yeter. Konu, hiçbir ayrım yapmadan yani herkesi içine alan önlemler yoluyla çözülecekse, yol budur.
Konunun “kültürel, ekonomik ve sosyal önlemler” boyutu yani yörede istihdamı artırıcı, refah düzeyini ve eğitim kalitesini yükseltici önlemler kısmı da hükümetin tek başına belirleyip uygulayacağı şeylerdir. Şimdiye kadar yapıldığı gibi söz verip unutma huyundan vazgeçilirse, bu “yol haritası” hepimizi selamete ulaştırır.
Geriye “PKK'nın silah bırakması” ile, içerideki birtakım Kürt kökenli siyasetçilerin “Anayasa'nın ilk üç maddesini -mümkünse hepsini- değiştirmeyi, ülke içinde özerk bölgeler yaratmayı, Kürtçenin eğitim dili olarak kabul edilmesini” dile getiren hayalci talepleri mi kalıyor?
Tayyip Erdoğan'ın Deniz Baykal'la konuşacağı husus bunlardır.
Ama bunun için önce en zorunu yapması yani “samimiyet” sınavını geçmesi gerekir. Baykal'la yapacağı görüşmeye sonra ve elinde bir projeyle gitmelidir.
Öyle ya, iki ayı aşkın süredir üzerinde çalışıp da hâlâ “Biz somut bir öneri üretemedik” deme durumundaysa, önce o dağarcık dolmalıdır.
Yorum:
Açılım Gerçeği
Açılım paketi henüz açılmadı. Açılmayan paketi eleştirmek kadar, açılmayan paketin başarısız olacağını düşünmek de saçmadır. 30 yılı aşkın bir süredir, Türkiye’de peyda olmuş bir sorun var. Bu sorun binlerce insanın ölümüne, köylerin boşaltılmasına, milyarlarca lira kayba mal olmuş durumda. Gelen hükümetlerin tamamı operasyonlarla çözmeyi denedi. Sonuç Fiyasko! Sırf AKP’ye muhalefet edilecek diye ülkenin gidişatı konusunda belirgin bir özellik taşıyan bu soruna saçma gerekçelerle karşı çıkılıyor. Başbakan görüşme talebinde bulunuyor, Baykal reddediyor. Sonra mektup hikayesini biliyorsunuz. Mektuba verilen cevap; kameralı ortam! Bu ne ya şimdi. Ülkeyi bu zırvalıklarla mı yönetmeye talip oluyorlar. ‘Çözümde rol almayanlar sorunun bir parçasıdır’* anlayışından hareketle Baykal ve Baykal gibi düşünenler Ülkenin asıl sorununu teşkil etmektedir.
Bir Hikaye;
Günün birinde ormanda büyük bir yangın çıkar. Yangın rüzgarın etkisiyle ormanın iç kısmına doğru ilerler ve yayılır. Dumanı gören hayvanlar can havliyle kaçmaya başlarlar. Herkes can derdine düşmüştür. Bu kargaşa içinde bile kaçmayıp, kendi gücü ölçüsünde küçük taşlardan bir barikat oluşturmaya çabalayan bir karınca görünür. Bu manzarayı görüp kaçışan hayvanlar karıncaya sorar:
-Ne yaptığını zannediyorsun? Kaçıp canını kurtarsana!
-Orman gittikten sonra canımı ne yapayım? Buraya barikat kurmaya çalışıyorum. Eğer barikatı kurmayı başarırsam yangın daha çok ilerlemez. Başaramazsam bile kendime özgüvenim kaybolmaz ve içim rahat olur.
Bu cevap üzerine hayvanlar yaptıklarından utanırlar ve irili ufaklı yüzlerce hayvan kendi gücü ölçüsünde bu çalışmaya katılırlar. Barikat tamamlanır ve yangın barikatı aşamaz. Birlikte çalışmanın ve yaşam alanları olan ormanı kurtarmanın verdiği mutluluğu hep beraber yaşarlar…
Bizimde yapmamız gereken şey Türkiye Cumhuriyeti’ni el birliğiyle bu yangından kurtarmak ve refah içinde yaşamanın huzurunu tatmaktır. Bunun için muhalefetin temelsiz ve karalayıcı üslubuna ve onlar gibi düşünen zihniyetin önüne bir barikat kurmaktır.
İktidar partisi bu açılım girişimini başaramama ve oy kaybetme riskine rağmen, muhalefetle işbirliğini amaçlamaktadır. Bu da samimi olduğunu gösterir. Muhalefetin de buna karşın açılıma destek vermesi, sadece içeriği konusunda daha iyi fikirler üretmesi gerekir. Ya da hepsine karşı ise daha akıllıca önerilerde bulunması gerek.
Kanaatimce Başbakan’ın benimsediği yol, ‘Akıllı insan aklını kullanır. Daha da akıllı insan başkalarının da aklını kullanmayı bilir.’ dir.
Rabbim akıllıca davranıp akıllı çözümler sunmayı nasip etsin.
*Tolstoy