17 Ekim 2009
Türkiye ile Suriye ilişkileri tarihinde görülmemiş kadar iyi bir noktaya geldi. O kadar ki, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, vizenin kaldırılmasından öte “Yapay sınırlar kalkmalı” bile dedi. Sınırdan yansıyan görüntüler, Türkiye ile Türk cumhuriyetleri için söylenen “iki devlet bir millet” deyişindeki gibi “iki millet tek devlet” dedirtecek kadar bayram havasındaydı.
Savaştan barışa
Oysa çok değil 10 yıl önce Türk ordusu, Suriye sınırında konuşlanmış, iki ülke savaşın eşiğine gelmişti. Ankara, Öcalan teslim edilmez veya gönderilmezse, Suriye’nin savaşı göze alması gerekeceğini dünyaya ilan etmişti. Hafız Esad, Türkiye’nin bu kararlılığını gördükten sonradır ki, Öcalan’ı gönderdi.
Tabii, yıllardır Öcalan’ı ve PKK’yı barındıran, koruyup kollayan Şam’ın bu noktaya gelmesinde değişen dünya koşullarının payı büyüktü. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Hafız Esad zaten yeni bir arayışa girmişti. Korumasız, desteksiz kalan Suriye, Birinci Körfez Savaşı’nda Saddam’a karşı Büyük Koalisyon’la hareket ederek ABD’ye sıcak mesajlar göndermeye başlamıştı. Bu süreçte Sovyet desteğinin yerine yeni bir şemsiye koyamayan Esad, çareyi Öcalan’ı göndermekte ve Türkiye’ye yanaşmakta buldu.
Şam’ın Türkiye ile yakınlaşmaya bugün dünden de fazla ihtiyacı var. ABD ile ilişkileri normalleştirme, Batı’ya açılma konusunda Türkiye’nin yakınlığı ve desteğinin önemi büyük. İran’ın etki alanından da uzaklaşmaya işaretleri vermesinin nedeni bu. ABD’nin hedefi olmaktan kurtulmanın köprülerinden biri Ankara ile sıcak ilişkiler. Bu konjonktür, Türkiye ile Suriye’yi savaşın eşiğinden bölgede en yakın iki ülke konumuna taşıdı.
Türkiye ile Suriye’nin yakınlaşması iki ülkenin de çıkarına. Suriye’nin Batı ile köprüleri sağlamlaştırması, buna karşın Güneydoğu’da ekonominin güçlenmesi, ticaretin canlanması, terörle mücadelede işbirliği gibi Türkiye’nin yararına sonuçlar alınması akla ilk gelen olumlu yönler.
Ermenistan’la ilişkilerin farkı
Ankara, Suriye ile ilişkileri geliştirirken Ermenistan’la da yeni bir sayfa açtı. İki ülkenin imzaladığı protokoller diplomatik ilişki kurulması, sınır kapılarının açılmasını öngörüyor. Türkiye ile Ermenistan’ın yakınlaşması dünya tarafından dikkatle izleniyor. ABD, Rusya ve AB’nin hazır bulunduğu törenle protokollere imza atılması dünya basını tarafından da “tarihi adım” olarak nitelendi.
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi kuşkusuz, Kafkasya’nın istikrarı için çok önemli bir zemin oluşturur. Ancak bu sürecin, Ankara-Şam süreci kadar kolay ve hızlı yürümesi kolay değil.
Türkiye ile Ermenistan arasındaki ihtilafların tarihi arka bahçesi ve Azerbaycan faktörü bu zorluğun başlıca nedenleri. Hem Türkiye hem Ermenistan açısından yönetilmesi kolay olmayan faktörler söz konusu. Nitekim daha protokollerin imzalanacağı gün yaşanan kriz de bu faktörlerin önemini gösterdi.
Ermenistan açısından Azerbaycan topraklarından çekilmek, Türkiye sınırını resmen tanımak, soykırım iddiasından vazgeçmek kolay olmayacak. Nitekim, protokol sürecinde bu konuda taahhüde girmemeye büyük özen gösterdikleri biliniyor. Türkiye açısından ise Ermenistan’ın Türkiye sınırını tanımaması, “Batı Ermenistan” dediği Doğu Anadolu’dan toprak talebi ve soykırım iddiası devam ettikçe, Azerbaycan’daki işgal sürdükçe, protokollere yol verip, sınırı açması, diplomatik ilişki kurması hiç kolay değil.
Bundan sonraki süreç Ermenistan’ın izleyeceği politikaya bağlı...
Y O R U M :
GERÇEĞİ GÖRDÜM !
1980’den beri dünyada ve Türkiye’de yaşanmakta olan ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, dini, etnik gelişmeler; savaşlar, isyanlar, darbeler, güç merkezleri tarafından hep eskisinin yıkılışına ve “yeni bir dünya düzeni”nin kuruluşuna yorumlandı.
Duy da inanma, dediler.
İnandık..
Çünkü duyabiliyorduk!
ABD –SSCB dengesinin yerini nasıl bir dengenin ve düzenin alacağı 70’li ve 80’li yıllarda projelendirilmiş, buna uygun filmler ve romanlar sipariş edilmişti.
Aklı erenler kurgu bilim tadında konuşmakta ve yazmaktaydı.
Bu arada itibarlı pozisyonlarını kaybedeceklerini anlayanlar ile yeni roller üstlenenler arasındaki itiş kakışı ise çok az kişi görebiliyordu.
***
Bizler doğal olarak Türkiye’nin ne olacağını daha çok merak ediyorduk, çoğunlukla da kendimizi tartışıyorduk.
Acaba yeni dünya düzenini dizayn edenler, hangi araçları kullanıyorlardı ve Türkiye için neler düşünüyorlardı?
Türkiye’nin tarihsel marka gücünün Türklere bırakılamayacak kadar önemli olduğu Türklerce de bilindiğinden, acabalarımızı çoğaltıp dışarıdan bakışları merakla izliyorduk.
Yanılmadık da.
Öncesi de var ama dış faktörler 24 Ocak 1980’den beri Türkiye’de çok etkili oldular.
Üzülmedik dersek yalan olur.
Ümitlendiğimiz de oldu.
Geldiğimiz noktaya ve girdiğimiz güzergaha bakılırsa durumumuz fena sayılmaz.
En azından biz Türklerin, ülkemiz ve insanımız hakkında öngördüklerimizden daha iyi bir gelişme içindeyiz.
En azından ben böyle düşünüyorum.
Akla zarar “sıfır problemli komşuluk ilişkileri”ni politika edindik, bunu en yetkili ağızlar açıkça da söyleyebiliyor…
Daha da önemlisi kimse bize gülmüyor!
Yumurtaya can veren Allah’ım, nelere kadirsin!
Neredeeeen nereye!
Bakıyorum da;
-24 Ocak 1980 ekonomik kararları, 1994, 2000, 2001 ve 2008 Ekonomik krizleri,
-12 Eylül Askeri Müdahalesi, 28 Şubat ve sonrası bir çok başarısız darbe hazırlığı ve bol miktarda muhtıra türü askeri fırça,
-Sağ-sol çatışmasının birden bire bitmesi, tüm solcu önderlerin yoldaşlarıyla birlikte bir gecede Atatürkçü olup irticaya karşı konuşlandırılmaları,
-İrticanın, başörtüsünün yıllarca geceli gündüzlü tartışılması, sonra Baykal’ın bir cümlesi ile her şeyin unutulmaya yüz tutması,
-PKK, terör, ölümler, şehitler, bölünüyoruz… çığlıkları, şimdilerde ise açılım, saçılım, federasyon, konfederasyon… Az sonra da Kürtçülerin birden “Lo, biz bu işten caydık! diyecekleri… günler yakındır…
***
Beyler, nelere gebe bu ülke?
Söz kimde?
Kim konuşacak?
Burası Türkiye mi?
Kimin dolmuşunda, kimin dolduruşundayız?
Müziğin sesini kim kısacak?
Neden koltukların çoğu boş, bizler ayaktayız?
İneceğimiz durağa gelmedik mi?
Yoksa yaşadıklarımız gerçek mi değil?
O zaman kardeşim ölmedi. O yaşıyor!
Yaşıyor, değil mi?
Anne sen söyle?
Evimizde değil miyiz?
O zaman neden her istediğimi yiyemiyorum?
İlaçlarımı kim verecek?
Ölmek istemiyorum!!!
Öleceksem neden her istediğimi yiyemiyorum, anne?
Beni sokağa çıkarın!
Gerçeği orada görmek istiyorum!
Işığı…