Aaa, büyük devlete bak..
26.09.2009
Büyük devlet olmayı öyle hastalıklı bir tutkuya çevirdik ki devlet olmayı unuttuk.
Kafamızda “büyük devlet” fikri vardı çünkü.
Bana sorarsanız çok da iyi bir fikir değildi bu “büyük devlet” fikri.
Çünkü bu takıntılı “büyüklük” arzusu, aslında yöneticilerin ruhundaki “padişahlık” özleminin bugüne yansımasıydı.
Büyük devlet, kimseye hesap vermeyen devletti.
Büyük devlet, kimseyle uzlaşmayan devletti.
Büyük devlet, halkının her türlü talebini zorla bastıran devletti.
Büyük devlet, herkesin ortaklaşa benimsemesini mecburi kılacağı kuralları olan devletti.
Büyük devlet, bütün vatandaşlarını korkutan devletti.
Büyük devlet, hiçbir hatasını kabul etmeyen devletti.
Büyük devlet, bütün çocuklarını “tek tip” yetiştiren devletti.
Büyük devlet, milletinden tam bir itaat bekleyen devletti.
Büyük devlet, tarihindeki bütün günahları reddeden devletti.
Kısacası “büyük devlet” saçma sapan bir şeydi.
Böyle bir saçmalığın varlığını “doğal” bir şekilde sürdürmesi imkânsızdı.
Bu yüzden, devlet yönetiminde “silah ve baskı” öne çıktı.
Bütün komşularımızla kavga ettik.
Ve, kendi halkımızı silahla sindirdik.
Böylece devletle milletin ilişkisi tam tersine döndü, devlet efendi, millet köle oldu.
Herkesin kimliğini, ırkını, inancını devlet belirlemeye kalktı.
Kürde, “sen Kürt değilsin” dedi, inançlı insana “sen şeriatçısın” dedi, solcuyu “hain” buldu, demokrata “kökü dışarıda” dedi, Aleviyi “kuşkuyla” karşıladı, gayrımüslimleri “yabancı” olarak gördü.
Halkından böylesine uzak olunca da kendi halkından korktu ve devletin neredeyse bütün birimlerini “halka karşı devleti korumak üzere” biçimlendirdi.
İş o raddeye vardı ki yargıçlar, “devlet söz konusu olunca hukuk önemsizdir” demeye başladılar.
Devletin görevlileri “hukukun” denetiminden çıkarıldı.
Sonuçta da büyük devlet olacağız derken devlet olmayı da beceremez hale geldik.
Devletin içinden çeteler fışkırdı.
Ergenekon soruşturmasıyla çetelerin bir kısmını temizlemeye koyulduk ama çöküntü öyle büyük ve derindi ki çeteler her yana sızmıştı.
Dün, Genelkurmay Askerî Mahkemesi’nin savcılarından bir albay, “sahte çürük” raporları veren bir çetenin elemanı olmak suçundan sorguya alındı.
Emniyet Genel Müdür Yardımcısı da “uyuşturucu kaçakçılarıyla” işbirliği yapmaktan tutuklandı.
Susurluk’u, Kürtleri sokaklarda enselerinden vurup vurup öldüren JİTEM’i, her yana cephane gömen subayları, mafyayla ilişkisi saptanan generalleri, kendi kişisel hırsları yüzünden darbe planlayan kuvvet komutanlarını, çetelere katılan polisleri, hukuk dışı kararlar veren yargıçları düşündüğünüzde devletin nasıl çöktüğünü görürsünüz.
Şimdi Avrupa Birliği’ne üye olmak isteyen Türkiye bir “devlet” kurmaya çalışıyor.
“Ben Kürdüm” diyenin Kürtlüğüne saygı gösteren, dindar insanın inançlarını rahatça yaşamasını kolaylaştıran, vatandaşların fikirlerini özgürce açıklamalarını mümkün kılan, yargısı hukuka uygun, ordusu kışlasına dönmüş, polisi denetim altına alınmış, tarihiyle yüzleşmekten korkmayan, komşularıyla kavga etmekten vazgeçen bir devlet olacak bu.
Ama “büyük devlet” sloganıyla çeteleşip halkını ezen yapıyı sürdürmek isteyenler, “gerçek” bir devletin kurulmasına karşı çıkıyorlar.
Eğer insanların kimliğine, inancına, düşüncesine saygı gösteren bir devlet kurulursa Türkiye bölünürmüş, çökermiş, batarmış.
Hiç korkmayın bu “büyük” devlet daha fazla bölünmez, daha fazla batmaz, daha fazla çökmez.
Yirmi milyon Kürt vatandaşı varken kendine “Türk” diyen ve herkesin de Türk olduğunu kabul etmesini isteyen bir devlet zaten milleti bölmüş demektir, devlet “ben Türküm” deyince Kürtler o devletin dışında kalır ve devlet bölünür.
Yargı, “devleti hukuktan üstün tutarsa” devletin temelini oluşturan “hukuk” yok olur ve temelsiz kalan devlet çöker.
Denetim dışı bırakılan devlet aygıtının her köşesinden çete fışkırırsa o devlet batar.
Bütün bunların hepsi de oldu bu ülkede, o yüzden bölündük, battık.
“Büyük devlet” hayaliyle “büyük çeteler” oluşturduk.
Şimdi devlet olmaya çabalarken, nasıl korkunç bir çöküntüden geçtiğimizi daha iyi anlıyoruz.
Yeryüzündeki kaç devlette Genelkurmay Mahkemesi’nin savcısıyla, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı aynı gün “çetecilik” suçlamasıyla karşılaşır?
Kendi halkını ezmeye çalışmanın sonuçları bunlar.
Türkiye bir devlet kuracak elbet.
Herkesin eşit ve özgür olduğu, devletin bir “hizmetkâr” olduğunu kabul ettiği, hırsızlığı, yolsuzluğu, çeteciliği, katilliği, haraççılığı, işkenceciliği devletin içinden atmış bir devlet.
Bütün suçlar, “büyük devlet” lafının “büyük” kısmında saklı çünkü, “büyüğü” bir yana bırakıp “devleti” benimsersek biz de diğer milletler gibi normal bir hayat sürmeye başlarız.
“Büyük devletten” devlete geçiş de gerçek bir devrim olur.
Y O R U M :
l) BİRİKTİRİLEN SKANDALLAR:
Kur’an ; 102:1 “ELHAKÜMÜT TEKASÜR “ :
Ç o k l u k kuruntusu ( kağıttan kaplan/ illüzyon/sahtekarlık/ imaj/vesvese) ,
çokluk (evlat, servet,ordu,toprak,şehit,evliya, peygamber..)
ile (öne alıp kamu ile ardındakilere perde yaparak)
övünmek (kuvvet gösterisi, silah göstermek, korkutmak, sindirmek, komplo/suikast/cinayet/haksızlık/karalama,sürgün,hapis, faili meçhul, bürokratik esaret..)
sizi ( negatif organizasyon/kurumsallık,karanlık dayanışma)
oyaladı ( tüm mesainizi/vaktinizi/yaşamınızı/kazancınızı hasredip, tatmin olup/eğlendiniz).
Son tahlilide, bilim ve teknoloji nin temel işlevi, iç alemi keşif ve keşfedilen mikro ölçüyü, insanın kullanımına sunmasıdır. Mikroda dehalığın işaretleri görülmekte; normal /güncel olanın değeri,ve ulaşılmazlığı mikro planında ortaya çıkmaktadır. Evrenin harikaları, “içeriye” doğru yol almaktadır; “Dışta” olan (yani büyüdüğü –şimdilik- bilinen evren) “zenginliği” sadece içselliğin kabuğudur: Cevizin kabuğunda seyahatler yapan insanlık, içteki lezzetten hala çok uzak!?!
İnsan bedeninin boyutuna uygun kullanımın mükemmellik arayışı , insan hücresi ölçeğinde küçülünceye kadar devam edecektir. Gelecekte kullanılan cihazların üstünlük kriteri biyolojik yapımıza boyutsal ve işlevsel benzerliği olacaktır.
İnsanlığın bilgi seviyesindeki zirve nokta ( son değil ! dalga frekansının uç yükseltisi) gelişmenin/arayışın /akışın kendisi ne (Ben /nokta/tohum/başlangıç/ölüm dirim eşiği) varmasıdır:
İNNA LİLLAHİ VE İNNA İLEYHİ RACİUN :
O’ndan gelmekte ( menşeimiz/mahrecimiz/çıkakımız/imalatımız/programımız O’na aittir)
ve O’na dönmekte(dönüşün sarmalı fasit değil, helezonik ve bitimsizdir)
yiz (bilinen bilinmeyen bütün idrakli / kodlu varlık alemi)..
Dışarıdaki “irilik” hamallık, ilkellik, israftır.Işık karşıtı oluşum, çokluğun ve iriliğin peşine düşmüştür :” yaptıkları güzel gösteriliyor”: Nükleer sızma!! Bir de oralara tahtlar (kurumlar,flamalar, binalar,kutsanmış semboller) yapıp kaykılıyorlar kendilerince tarih yazdırıp diktelerini eğitim diye mavalıyorlar..
“Dışarıda”; karanlık, zulüm, haksızlık, hapsolma,bitim, gözyaşı, mahkumiyet, alda(tma)nış, ihanet, kirli şebekeler ; ”içeride”; ışık, adalet,yetkinlik, mutluluk,arınma… işlevlerini sürdürüyorlar..
2) YAYGINLIK DEPRESYONU:
Kendisi için her şeyi her zaman isteyip alan; zerrelerle verip çoğunu iç eden; hesap sorulamaz fakat hesap soran; gerekliliği için her türlü entrikayı imal eden; içine aldıklarını kendine dönüştüren;dışında bıraktıklarını hiçleştiren.. nedir diye sorsak, tarih kimliğindeki ak sakallıya,cevabı ne olurdu dersiniz?
Sanırım, devlet derdi..
Her derde deva;her derdin anası; güçlendikçe güçsüzleştiren; genişledikçe kirayı artıran…Bu paradoks, Pandora’nın kutusundan çıktı besbelli.Bir daha geri konulmayacak şekilde. “İndirilirken” mi paraşüt diye taktılar sırtımıza ; yoksa “yasak meyvenin” kocanı diye mi fırlatıldı ardımızdan?!?
Tahakkümün pozifi olur mu?! Hasta yatağına bağlı birinin uyuşturucu ile yatıştırılması; aksi halde gemi azıya alıp zarar verecek ise eğer; makul görülür bu günkü hasta biriktiren yerlerde.
Makul/akli/gerekli olan durumsal ve zaman ile kayıtlı olduğu halde sonradan yerinde kalıp güçleniyor hep. Gücünü, etkisini, emrini, ve diğer tüm unsurlarını yaygınlaştıran bir yapı beslendiği birimlerin tek tek içlerinde ışığın yansıması gürüldüğünde;onlara kendine benzer prototip devletçikler(organizasyonlar) kurduruyor günümüzde;.bunun sebebi ışığın bireyde kalmayıp dışarıda boğulması; aklın ufuk olarak “dışarıdan” sapmamasıdır.
Yayılan bir nehrin debisinin sıfıra kayması gibi yayılan(genişleyip/irileşen) devletlerinde zulmün sıcaklığından buharlaşması kaçılmaz oluyor.İnsanlık daha hala bunu keşfedemedi.Belki öz sürgün çözümünü bulan Yahudi aklı bu sorunu diyasporada çözdü.
Devletten uzaklaştıran sürgün..Böylelikle Kendine ait olmayan mekanizmalarda ışığını yitirmemek geçici çözümü üretilmiş oldu. Tabii bu tespit olguya bakarak geriye yönelik bir yorum.İşin aslı, tarih bu kavmin diasporasını iri devletlerce gerçekleştiğini bildirirken; tetiklemenin künhüne varmadı henüz.
3) MAKUL DEVLET:
Devletin temel yapılanmasında büyüklüğünün ve yetkinin ayrı bir kimliğe dönüşmeyecek şekilde sınırlanması mümkün mü??! Amaçlarını aşan iriliğe varmadan bir kurumun sınırlanması olası mı??! Görevinden sapmayan yetkinliğin ilacı keşfedildi mi??
Uyuşturucu takibine memur edilenler uyuşturucuya; para saymaya memur edilen veznedarlar paraya; iyileştirici doktorlar ölüm tüccarlığına; koruyucu askerler korkutuculuğu; aşık olunan bireyler sömürücüye dönüşmeden varlıklarını sürdürmenin formülü ilişkilerinin/ödevlerinin küçüklüğünü korumaktır. Bu küçüklükteki ölçü ise yine muhataplarının(birey/insan) bedenlerindeki ilgili organ veya duyargalara varıncaya kadar içsel (adalet/ışık)yolculuğunun sürmesidir.
Son söz niyetine dipnot: Üstad Süleyman Karagülle nüfus olarak makul devletlerin otuzüçmilyonu aşmayan organizasyonlar olabileceğini; bunun artısının insan organizmasındaki eklemler gibi ikinci bir uzanım olarak gevşek fakat bağlı uzanabileceğini önerdiği denge sisteminde çıkarsamıştı.
Ellerinizin herhangi bir parmağına lütfen bakın. Eklemsiz bir parmak üniter diye, kullanılabilir mi?! Belki kırılıp alçıya alınıp desteklendiğinde bu eğretiliği görebiliriz. Hangisi yararlıdır sorun kendinize : eklemli parmağınız mı; eklemleri yadsınıp alçılanmış parmağınız mı?!!