Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, bayramda Mardin’e düzenlediği geziyle neyi amaçladı, bilmiyorum, fakat bunun baştan sona başarılı bir organizasyon olduğu kanısındayım. Öncelikle şunu vurgulamalıyız: Org. Başbuğ’un bu gezi sırasında yaptıkları ve söylediklerinin, ordunun “gündelik siyasete karışması” olarak değerlendirilmesi ve buna bağlı olarak eleştirilmesinden doğal bir şey olamaz. Nitekim son olayda bu türden itirazlara şaşırtıcı bir şekilde CHP’nin de katılmış olduğunu gördük.
Mardin gezisi bize şunu bir kez daha gösterdi: AB reformları, Ergenekon soruşturması, askeri yargının etki ve yetkilerinin kısıtlanması gibi bir dizi gelişmeyle Türkiye’nin her geçen gün daha fazla “sivilleştiği” gerçek olmakla birlikte asker siyasetin tamamen dışına çıkmış değil ve bunun için daha fazla zaman ve emeğe ihtiyaç olacak. Kuşkusuz Org. Başbuğ’un siyasi çıkışları, örneğin selefi Org. Yaşar Büyükanıt’ınkilerle kıyaslanamaz. Bu noktada kendisinin Org. Büyükanıt’ın 27 Nisan bildirisi gibi vahim hatalarından ciddi dersler çıkarmış olduğunu da düşünebiliriz.
Her ne kadar kendisi böyle adlandırmasa da, Kürt sorununun hak ettiği gibi ülkenin ana gündem maddesi haline gelmesinin Org. Başbuğ’un belki de en büyük avantajı olduğunu söyleyebiliriz. Zira Org. Başbuğ’un yıllardır, bu sorunun “terörle mücadele” dışındaki boyutları üzerine de kafa yormakta olduğunu ve sonuçta bugün devlette bu konuya “en hakim” kişilerden biri haline geldiğini biliyoruz. Org. Başbuğ’un, bu sorununun sadece silahla çözülemeyeceğini açıkça kabul etmesi ve siyasi iktidarın diğer çözüm arayışlarına yeşil ışık yakmasının, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “tarihi fırsat” tanımlaması yapmasında, son derece etkili olduğu ortadadır.
Mutabakat var mı?
Ne var ki hükümetin “Kürt açılımı” na start vermesinden bu yana yaşananlar ve en son Org. Başbuğ’un Mardin’de verdiği mesajlar, devlet kurumları arasında “mutlak bir mutabakat” olmadığını çok net bir şekilde gözler önüne seriyor. Anlaşıldığı kadarıyla önümüzdeki günlerde sıklıkla dillendirilecek olan “TSK açılımın neresinde?” sorusunun cevabını kolay kolay bulamayacağız. Örneğin Başbakan Erdoğan’ın siyasi danışmanı Doç. Yalçın Akdoğan, Pazar günü Star Gazetesi’nde bu soruyu “Asker, bu sürecin ne başında, ne dışındadır” diye cevapladı. Kürt açılımında kritik bir rol oynadığı belli olan Doç. Akdoğan, “TSK, hükümetin de paylaştığı bir kısım hassasiyetleri ortaya koyarak bir duruş sergilemiştir. Bu duruş, kanaatimce sürece karşı olmak, hükümetin ulaşmak istediği hedefi paylaşmamak anlamına gelmemektedir” diyor. Fakat daha ileri gidip “hükümetin ulaşmak istediği hedefi paylaşmak anlamına gelmektedir” diye de yazamıyor.
Gözlediğim kadarıyla birçok “kırmızı çizgi” de hükümet ile TSK ortak düşünmekle birlikte atılması söz konusu olan kültürel ve siyasi adımlar noktasında aralarında ciddi görüş ayrılıkları mevcut. Durumu şöyle özetleyebilirim: Hükümet eğer Org. Başbuğ’un çizmiş olduğu çerçeveyi kabul edecek olursa, büyük iddialarla deklare ettiği açılımı gerçekleştiremez.
Çıkış mümkün
Peki ne olacak? Bir taraf çizgileri daha da kızıllaştırmaya çalışırken, diğeri bunları pembeleştirmekle mi uğraşacak? Böylesi bir durumda açılımın devlet içi çekişmelere kurban gideceği bellidir. Fakat bu tür bir açmazdan kurtulmak sanıldığı kadar zor olmayabilir. Doç. Akdoğan aynı yazıda öncelikli hedef olarak “terör sorununun öncelikli gündem maddesi olmaktan düşürülmesi”ni gösteriyor. Gerçekten de bir şekilde PKK’nın silahsızlandırılması başarılabilirse -ki bu yönde birçok koldan çok yoğun ve çoğu “örtülü” çalışmalar sürdürüldüğünü biliyoruz-, yani “terör sorunu” devre dışı bırakılabilirse, Kürt sorununun demokratik çözümü çok daha kolay olacaktır. En azından çözüm tartışmaları silahların gölgesinde yapılmayacak, bir dizi kültürel ve siyasi adım “bölünme” kaygıları yerine bir barış ortamında atılabilecektir. Bu nedenle PKK’nın kayıtsız şartsız silah bırakması çağrısını bıkmadan tekrarlamakta yarar var.
Yorum:
Kabul etmek gerekir ki ülke siyasetinde açıktan olmasa da önemli bir etkiye sahip olan TSK için PKK yanlı talepleri hoş karşılamak ve bölücü olarak nitelendirilen kişilerle masaya oturmak kabul edilebilecek teklifler değildir. Daha önceki genelkurmay başkanlarından daha ılımlı ve yapıcı adımlarla hareket eden Başbuğ için bile bunlar düşünülemez. Ancak iş uzayıp, bir sonuca varılmayınca, bu bekleyiş süreci ister istemez hem hükümeti, hem askeri hem de halkı yıpratıyor.
Genel tutumun aksine ben askerin ülke siyasetinde etkili olmasından rahatsızlık duymuyorum, aksine bunu gerekli hatta kaçınılmaz buluyorum. Siyasi veya kültürel iyileştirmelerden önce mevcut terör sorununu çözmeliyiz ki diğerleri anlam kazansın. Bunu hükümetin tek başına (kimi buna “Demokratik yollarla” diyor ki, bunun manasını henüz çözebilmiş değilim), askerin müdahalesi olmadan yapmasını umanlar varsa, bir ara uyansalar iyi olur zira dünya henüz o kadar iyi bir yer olmadı!
Adı çoktandır önemini yitiren, içeriği ise tam bir muamma olan bu açılımın, artık hakikaten açılması dileğiyle!