Parlamentarizm ve devlet başkanı
1005 Okunma, 0 Yorum
Toktamış Ateş - Bugün
Osman Eskicioğlu

24.09.2009

En azından 200 yıldır; modern devlet, üç güce dayanır. Bunlar; "yasama", "yürütme" ve "yargı"dır.

Ve ortaöğretim öğrencilerinin bile bildiği bir gerçek; "modern demokrasinin" bu üç gücün, birbirini denetlemesiyle yürütülebilmesidir. "Birbirini denetlemesi" derken; hiçbirinin diğerinin üstünde yer almaması da söz konusu edilmektedir. Bunun başka yolu da yoktur.

Demokraside, yasa yapma yetkisi ve tekeli, halkın oylarıyla belirlenen yasama meclisinde, yani parlamentodadır. Yürütme gücü, yani hükümet; ağırlıklı olarak, yasama meclisi üyeleri tarafından ve gene çoğu kez, yasama üyelerinden belirlenerek seçilir. Yargı ise bu iki güçten bağımsızdır ve yasama meclisinin belirlediği yasalar çerçevesinde adalet dağıtır.

Demokrasilerde, farklı yönetim biçimleri vardır. Yasama meclisinin belirlenmesi için yapılan seçimlerde, çok farklı teknikler ve yöntemler uygulanabilir. Yürütme gücünün belirlenmesinde de farklı uygulamalar vardır. Kimi demokratik ülkelerde; yürütme üyeleri, salt parlamento üyelerinden seçilir. Kimi ülkelerde; hükümetlere, dışarıdan üye de alınır. Yargıçların ve savcıların atanması ve denetlenmesinde de farklı yaklaşımlar olabilir.

Özellikle, yasama meclisinin seçiminde uygulanan "seçim teknikleri"; ülkeden ülkeye büyük farlılıklar gösterir. Kimi ülkelerde; "dar bölge çoğunluk" tekniği uygulanır. Her seçim bölgesinden bir milletvekili seçilir. Kimi ülkelerde; geniş bölge çoğunluk sistemi uygulanır. Bölgelerden seçilecek temsilci sayısı, bölgelerin nüfusuna göre belirlenir. Kimi zaman; "nispi temsil sistemi" gündeme gelir. Geniş böl gede uygulanan nispi temsilde sorun, "artıkların" değerlendirilmesi konusunda çıkar. Bu değerlendirme konusunda, farklı yöntemler vardır.

Bugün niyetim, bunlar üzerinde durmak değil. Zaten bu konuları, bu köşede, defalarca ele aldım. Bugün niyetim; demokratik sistemin işleyebilmesi açısından "Devlet Başkanı"nın konumu ve seçimi olacak. Aslında; bu konuyu da defalarca ele aldım ama son zamanlarda kimi meslektaşlarım devlet başkanını halkın seçmesini daha "demokratik" bulan yazılar yayınlayınca; aynı konuya dönmenin şart olduğunu anladım.

Bir demokraside, devlet başkanının işlevi ve görevi; yasamayla yürütme arasında, "arabulucu" olmak ve sistemin dengesini sağlamaktır. Elbette, "ülke bütünlüğünü" temsil etmek de devlet başkanının ya da bizim siyasal literatürümüzde genellikle kullanıldığı üzere "cumhurbaşkanının" temel görevleri arasındadır.

Modern demokrasinin beşiği olan Avrupa ülkelerinde; bu "işlev" önceleri "monarklara" kalmıştı. Dünyanın gidişatını iyi okuyabilen "kral" ya da "kraliçeler"; halkın seçtiği temsilcilerle "inatlaşma" yerine; onlarla "uyum sağlamayı" yeğlemişler ve bir denge unsuru olarak; varlıklarını günümüze kadar sürdürebilmişlerdir. Günümüz Avrupa demokrasilerinin çoğunda; devlet başkanı konumunda olan, kral ve kraliçelerin varlığı, yani görüntüsel monarşiler böyle açıklanabilir.

Bir yanda; halkın seçtiği parlamentolar ve bu parlamentoların belirlediği hükümetler ve öte yanda; bu parlamentolarla, hükümetler arasında denge sağlayan; sorumsuz devlet başkanları ya da kimi ülkelerde "monarklar..."

Bu demokrasi anlayışının ilk istisnası; devlet başkanını "seçimle gelen bir kral" konumuna sokan ABD oldu. Daha sonra; ABD modelini benimseyen, kimi Latin Amerika ülkeleri ABD'yi izledi.

ABD'de uygulanan demokrasi modeline göre; çok geniş yetkilerle donatılmış bulunan devlet başkanı, halk tarafından seçilir ve hem devletin başkanı hem de yürütmenin başkanıdır. ABD'de, bizim anladığımız biçimiyle, "bakanlar kurulu" yoktur. Bizdeki bakanlara tekabül eden "sekreterler" vardır. Örneğin; dışişleri sekreteri, maliye sekreteri vb. Bu sekreterler, doğrudan başkan tarafından atanır ve kaderleri, başkanın iki dudağının arasındadır.

Türkiye'de pek bilinmez ama federal bir devlet olan ABD'de; federe devletler, bazı bakımlardan son derece geniş yetkilidirler. Bazen; ABD Başkanı, federe devlet başkanlarına (guvernör) diş geçiremez.

Hele; ülkenin, farklı coğrafi bölgelerinden gelmişlerse...

De Gaulle zamanında; Fransa'da, "yarı başkanlık rejimi" denilen bir yönetim biçimi uygulanmaya başlandı. Bu yöntemde; halk tarafından seçilen bir yasama meclisi ve bunun belirlediği bir hükümet olmasına karşın; gene halk tarafından seçilen bir "cumhurbaşkanı" vardır.

ABD Başkanı kadar olmasa da; Fransa'da, başkanın çok geniş yetkileri söz konusudur. Bunların başında; devlet başkanının, yasama meclisini kolayca kapatarak, seçimleri yenileyebilmesi gelir.

Bu alanlarda; okumaya ve kalem oynatmaya başladığım günden itibaren, başkanlık ve yarı başkanlık rejimlerine karşı çıktım ve demokrasiye aykırı buldum. Zira; ister başkanlık ister yarı başkanlık rejimi olsun; geniş yetkilerle donatılmış bir devlet başkanının, "diktatörlüğe" kolaycı kayabileceğini düşünürüm. Hele bizim gibi "duygusal" ülkelerde...

Atalarımız, "şeyh uçmaz, müritleri uçurur" demişler. Gerçekten bu yöntemler "siyasal şeyhler" yaratır.

Demokrasi bunun neresinde?..

Yorum:

 DOĞAL DÜZEN ve BAŞKANI 

Bugün dolaşımda olan modern ve çağdaş kelimeleri, adeta kutsal olup dokunulmazlıkları vardır. Modern demokrasi veya çağdaş yönetim denildiği zaman akan sular durur; tenkit edilemez ve eleştirilemez. Neymiş, çağdaş sistemde yönetim, yasama, yürütme ve yargı gibi kuvvetler ayrılığına dayanırmış… ve bunlar ayrı, ayrı çalışırlarmış… mış… Bunların hepsi aldatmaca, kandırmaca ve yutturmacadır. Çünkü yasama, yürütme ve yargı Türkiye’de mecliste çoğunluğu sağlayan, hükümeti kuran partiye dayanır. Evet, bu bize göre bir gerçek, Türkiye’de durum böyle, yasama, yürütme ve yargı bunların hepsi tüm olarak hükümetin öncülüğünde yapılmaktadır. Peki, hani yasma yürütmeden ayrıydı ve hani yargı da ayrıydı?

Bizim açımızdan bugünkü sistemlerde sadece böyle göz boyamalar ve aldatmalar yok, ayrıca bizzat sistemin içinde de birçok doku uyuşmazlıkları ve çelişkiler vardır. 

Bu adı demokratik olan Rönesans veya batı sistemlerini yasama ve yürütme ilişkisine göre dört kısma ayırmak mümkündür. Meclis Hükümeti Sistemi ( Kollejyal Sistem ), Parlamenter Sistem, Yarı Başkanlık Sistemi ve Başkanlık Sistemi. Ben burada bunlar üzerinde uzun, uzun duracak değilim. Ancak her sistemin kendi bünyesi içersinde geçerli olduğunu ve her bünyenin kendi uzuvları arasında uyumlu ve ahenkli olması lazım geldiğini söylemeliyiz. Adına ne derseniz deyin, başkanlık sistemi, parlamenter veya başka bir şey, bugünkü yönetim biçimlerinin, dediğimiz gibi kendi aralarında bir uyum ve ahenk bulunmadığı bir gerçektir. Bizce hem teoride ve hem de uygulamada bir takım arızalar ve yanlışlar vardır. Mesela hem parlamenter sistem deyip merkeze parlamentoyu alacaksınız işi parlamenterlere, milletvekillerine bırakacaksınız, ülkenin ve milletin meselelerini onlar görüşüp konuşup bir çözüme kavuşturacaklar diyeceksiniz ve hem de diğer taraftan da partiler gurup kararı alarak üyelere görüşme ve halka açıklama yapma yasağı getireceksiniz. Bu bir çelişkidir, böyle şey olmaz. Fikir ve düşünceye yasak getirilebilir mi, hem de milletvekiline? Oysa aslında parlamenter kelimesinin sözlük anlamı konuşan değil midir? Düşünme, fikir üretme ve bunları konuşup anlatma herkesin doğal hakkıdır. İnsanlar fotokopi olmadıklarına göre basmakalıp robot kafalar üretmek ülkeye çözüm getirmez.

  İşin gerçeğine bakarsanız bugün meclislerde meselelerin nasıl ve ne kadar tartışıldığı herkes tarafından çok iyi bilinmektedir. Parti başkanları şöyle olacak diye karar verir ve sonra bütün parti üyeleri aynı şeyi savunmaya kalkarlar. Bu nasıl bir tartışma, danışma ve istişare bir türlü anlaşılmaz ve anlaşılması da mümkün değildir. Bize göre herkes, ama herkes kendine göre düşünür, düşündüklerini söyler en sonunda bir karara varılır ve yine herkes bu karara uyar. Kanun böyle yapılır. Fakat particilik ve parti uygulamaları böyle olmayıp başkan ne derse o olur felsefesi içersinde parlamento anlayışına ve danışma meclisine ters düşen bir uygulama vardır. Bu eskimiş medeniyet, eskimiş kültür ve yönetim anlayışlarına ne kadar yamalık yapsanız ömrünü uzatmaya çalışsanız da bunun faydası olmaz. Bugünkü anlayışlar ömrünü tamamlamıştır. Artık yönetimde ve diğer tüm alanlarda doğal olanı bulmanın, normal olanı ve olması lazım geleni yapmanın zamanı gelmiştir.    

Yine bugünkü sistemlerde iki başlılık olduğu gibi seçim işleri ve seçim meseleleri bize göre çok külfetli ve yine bize göre bazı yanlışlıklar vardır. Mesela bir tarafta cumhurbaşkanı, diğer tarafta başbakan ve bunlar her ikisi de güya yürütmenin başıdırlar. Bu yürütmenin iki tane başkanı varsa, bu iki başlılık değil de nedir?  Bu durum bugün ayrıca il ve ilçelerde de aynıyla görülmektedir. Bir tarafta vilayet ve vali, diğer tarafta ise belediye ve belediye başkanı halka kamu işlerinde güya hizmet ediyorlar. Güya dedim, çünkü toplumdaki kimsesizler, hastalar, açlar, özürlüler bunlarla ne valiler ve ne de belediye başkanları ilgilenmemektedirler. Oysa bunlara bakmak, kamunun ve kamu görevini üstlenmiş olan kimselerin asli görevidir. İki başlı yerleşim biriminde birisi der o yapsın, diğeri de o yapsın der ve bu bozuk düzen böyle yuvarlanıp gider. Yani bize göre belediyeler, valiliklere bağlanmalı ve valiler halk tarafından seçilmelidir. Tabi ilçeler de böyle olacaktır.

Bize göre yerleşim birimleri merdiven basamakları gibi aşağıdan yukarıya doğru gider. Bucak, il ve devlet başkanları seçimle iş başına gelirler. Mahalle, ilçe ve bölge başkanları ise tayinle iş başına gelir. Görevler yükseldikçe sorumluluklar da artar. Yani görevlinin görev alanı oranında sorumluluğu vardır. Bugün cumhurbaşkanı bunun tam aksi bir pozisyona sahiptir. O tüm devletin ve tüm vatandaşların başkanıdır; ama sorumluluğu yoktur. Bu özelliği düşünen, ilim, bilim, yasa, anayasa ve uygulamadan anlayan ve fikir üreten insanların kabul etmesi mümkün değildir. Milli şairimiz Akif de bu konuda şöyle der:

"Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,

Gelir de adl-i İlahi sorar Ömer'den onu" O nedenle herkesin kendi konumu, pozisyonu ve alanı itibariyle sorumluluğu vardır ve sorumlu olan da yaptıklarında bir hata işlemişse sorgulanır, devlet başkanı olsa da sorguya çekilir ve karşılığını alır. Bu bakımdan bizim düzende imtiyazlı hiçbir kimse yoktur ve herkes tarağın dileri gibi eşittir.

Bizim anlayışımızda yönetim şahıslara dayanmaz ve şahıslar değişince de mevsim yenilenmesi olmuş ve yeni bir mevsim gelmiş gibi yönetim değişmez. Ülkede bir nizam, düzen ve bir mevzuat vardır. İşte yönetim ve yürütme buna dayanır. Bu nizamı, düzeni ve mevzuatı koyacak olanlar da bu işten anlayanlardır. Fakat bugün böyle değildir. Kanunu yapan güya milletvekilleridir. Acaba milletvekillerinin kaçta kaçı kanun yapmadan anlar diye bir soru sorsanız, bu bozuk düzen taraftarları onların görevi sadece kanun yapmak değil, onlar orada aynı zamanda halkı temsil ediyorlar şeklinde cevap vermek isterler. Yani sizin anlayacağınız milletvekili her şeyi yapar. Yani parlamentoda bile bir iş bölümü yapılamamış bir ilkel yönetim ile karşı karşıya olduğumuzu herkes bilmelidir. Bir insan vücudu ne ise bir toplum bünyesi de o kadar doğal, o kadar uyumlu olmalıdır. Nasıl insan vücudunda muazzam bir iş bölümü ve ahenk varsa toplum da öyle olmalıdır.

Bizim samimi inancımız odur ki, bir millet önce kültür ve düşünce birliğine, birtakım ortak anlayışlara varıp doğal olanı arayıp değişimi sağlarsa bu idari ve siyasi sıkıntıların hepsinden kurtulur. Demokrasi kutsal bir yönetim olup dokunulmazlığı vardır anlayışı yanlıştır. Nitekim bunların bazılarını açıklamış bulunuyoruz. Demokrasi halkın kendi kendini yönetmesi ise bundan daha doğru ne olabilir. Ama nasıl yönetim diyerek daha iyisi, daha iyisi, daha doğru ve daha faydalısı diyerek arayıp bulup değişimi sağlamak gerekir. Bunun için de halkı bilgilendirmek ve nasıl bir düzen kurulacağını anlatıp tüm vatandaşlara açıklamak ve destek almak şarttır. Hatta halkla birleşerek birlikte bulmak, birlikte yaşamak ve toplumu, devleti birlikte yönetmek doğru ve faydalıya en çok yaklaşmaktır.

Ben şahsen herkese bu hususta düşünmeyi, hak olan ve doğru olan ne ise onu aramayı, bulup uygulamaya geçirmeyi öneriyorum. Bunun için de terim tarif ve tasniflerin yeniden yenilenmesini istiyorum. Bu sebeple din-bilim, birey-toplum, fert-devlet, ülke-dünya ve yöresel küresel bunlardan her birinin diğeri için bir fonksiyonel olduğunu kabul ediyorum.   

 

 

 

Osman Eskicioğlu






Sayı: 16 | Tarih: 27.09.2009
Ahmet Hakan
Başın öne eğilsin Can
1157 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Nazlı Ilıcak
Siyaset, düşman ve dost
1112 Okunma
Fatma Karuç
Yılmaz Özdil
Kevın...
1091 Okunma
Leyla Okta
Fehmi Koru
İktidarları şangur şungur
1075 Okunma
Ahmet Kirtekin
Oktay Ekşi
Yine o bahis
1057 Okunma
Vahap Alma
Hayrettin Karaman
Dindarlık, Kadınlık ve Eğitim
1056 Okunma
Hilmi Altın
Ruşen Çakır
TSK açılımın neresinde?
1049 Okunma
Tayibet Erzen
Ahmet Taşgetiren
Doyumsuz 10 gün-3
1035 Okunma
Zübeyir Erol
Mehmet Şevket Eygi
Tarikat Evliyası
1030 Okunma
Emine Hocaoğlu
Fikret Bila
Avşar olayı ...
1020 Okunma
Harun Özdemir
Bekir Berat Özipek
Erdoğan açılıma nereden başlamalı?
1017 Okunma
Bünyamin Demir
Toktamış Ateş
Parlamentarizm ve devlet başkanı
1005 Okunma
Osman Eskicioğlu
Mehmet Niyazi
Atatürkçüler ve liberaller
1002 Okunma
Abdurrahman Erol
Ali Bulaç
Somalili korsanlar
993 Okunma
Ahmet Yasir Erol
Reşat Nuri Erol
Sistemsizlik ve gelişmeler...
988 Okunma
Ilker Ardic
Mahir Kaynak
Kırılgan Ekonomi
962 Okunma
Süleyman Karagülle
Ahmet Altan
Aaa, büyük devlete bak..
950 Okunma
Özer Ataç
Can Ataklı
İşe bakın Araplar bize biz onlara özeniyoruz
947 Okunma
1 Yorum
Mesut Karaaytu
Zülfü Livaneli
Siz olsanız ne yaparsınız?
936 Okunma
Ali Bülent Dilek