Susturamazsınız – 10.09.2009
BU hikâye yeni başlamadı... Diktatörlerle “Buna hakkın yok” diyenler arasındaki mücadelenin bugüne kadar belki binlerce örneği yaşandı. Sırf gerçekleri insanlara iletme uğruna sayılamayacak kadar çok gazeteci hayatını verdi. Son olarak 2000'den bu yana sadece Rusya'da öldürülen gazeteci sayısı 17'yi buldu.
Ama gerçekleri halka iletmeye ilelebet engel olabilen kimse çıkmadı.
Bizdekine bakalım:
Sultan Abdülaziz kızdığı gazetecileri, çıkardığı “Nizamname”lerle ve Âli Paşa Kararnamesi ile susturmaya çalıştı. O gazetecilerden ve aydınlardan bir kısmı çaresiz canını yabancı ülkelere attı. İlk Jön Türkler hareketi bu yüzden doğdu. Ziya Paşa, Namık Kemal, Ali Suavi ve Şinasi susmadılar. İlk “Hürriyet” gazetesi bu sırada yayımlandı.
Bazılarının pek beğendiği hatta Ulu Hakan dediği Sultan Abdülhamid özgürlüğü sadece basına değil, bireylere bile çok gördü. Şimdi “kanunsuz dinleme” yoluyla işletilen “jurnal” sistemini o, paralı jurnalcıları vasıtasıyla kurdu. O zaman “jurnalcı” denenlerin bir kısmına şimdi “gazeteci” deniyor hatta sütun tahsis ediliyor. Onlar da meslektaşlarını savcılara ihbar ediyor.
Ama asıl önemlisi Sultan Hamid'in basını susturmak için kullandığı metotlar idi. O “hapse atma”yı göze alamadı. “Sansür” koydu. Baş edemediklerine maaş bağladı. Kese dolusu altın gönderdi. Hazineden rüşvet dağıttı. Milleti 33 sene inletti. Ama bir gün onun da sonu geldi ve tüm ipliği pazara çıktı.
Sonra İttihat Terakki'nin “kurşunla susturma” dönemi yaşandı. Onlar hem imparatorluğun hem de kendilerinin sonunu getirdiler. Ülkeye yaptıkları kötülüklerin bedelini milyonlarca masum ödedi.
Devrimlerin uygulandığı Anadolu İhtilali devrinde basın, İstiklal Mahkemeleri eliyle susturuldu. Ama o dönemde hiç değilse devrim atılımları gerçekleştirildi. Bugün kör topal işlettiğimiz demokratik sistemin temel taşları o devrimlerle konuldu.
Ama çok partili dönem yine insanların ağzını açtı. Gerçekler yine ortaya döküldü.
Adnan Menderes beğendiklerine “havuç” verdi. Kızdıklarına “sopa” kullandı. Ama o da hiçbir zaman istediği sonucu alamadı.
Şimdilerde iktidar yandaşı medyaya devletin olanaklarını sonuna kadar açan, kızılan medya organlarını dünyada eşi görülmedik ağırlıkta vergi cezalarıyla susturmayı kendine hak gören -öte yandan da herkese eşit davranmakla iftihar eden- bir “zulüm” düzenini yaşıyoruz.
Öyle bir zulüm düzeni ki, medyanın görevini özgürce yapmak isteyen kesimini öldürmek için bir seri katil soğukkanlılığıyla hazırlanmış öldürme planları uyguluyor.
Siz dünyada yıllık cirosundan büyük miktarda vergi cezasına çarptırılmış hiçbir kuruluş -veya medya kuruluşu- gördünüz mü?
İşin daha da vahimi, bu gerçeği göre göre Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu “Bizim amacımız Türkiye'de basın özgürlüğünü gerçekleştirmektir” diye demeç veriyor.
Bugünkü iktidarın -veya Davutoğlu'nun- özlediği “özgürlük” ancak kabristanda olabilir. Çünkü orada özgürlüksüzlükten kimse şikâyet etmez.
Bir dostumuz, gazeteci Osman Arolat'ın “Hiçbir iktidarın ömrü, öldürmeye çalıştığı gazete kadar uzun olamaz” dediğini bildiriyordu.
Merak eden bu kafayla devam etsin.
Yorum:
Susmayın O Zaman
Dünya, günlerce Danimarka Gazetesinin kutsala yaptığı karikatürlü hakareti konuştu. Basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü iddiasıyla olaya bakan ve müdahale etmeyen Danimarka yönetiminin içinde bulunduğu çifte standart ise insana hayret veriyordu doğrusu. Oktay Ekşi nerdeydi o zaman o da hayret veriyor da neyse.
Danimarka’da yayınlanan Jyllands Posten Gazetesi özür dilememekte kararlıydı. Hz. İsa'ya yapılan hakaretamiz karikatürleri 'kutsala yapılan hakaret' olarak ele alıp yayınlamayan ve dine hakaret suçunun sadece Hıristiyanlık dinine uygulandığını savunan gazete nereye varmak istiyordu? Bu nasıl bir özgürlüktür? Ne zamandan beri kutsala yapılan hakaret özgürlük oldu? Bu çifte standart değil midir?
Tabi bu gibi hakaretvari tavırlar yeni değil. Osmanlı dönemine, yani bir asır öncesine dönelim.
Paris’te, ünlü Fransız düşünür Voltair’in ‘Lefanatique’ isimli eserinden esinlenilerek hazırlanmış bir oyun sergilenmişti. ‘Muhammed ve aşırıcılık (fanatizm)’ ismini taşıyan oyun, Hz. Muhammed’in kölesi ve daha sonra evlatlığı Hz. Zeyd ve Hz. Zeyneb ile ilgili bir hadiseyle alay ediyor ve de peygamberimizle (sav) dalga geçiyordu.
Dönemin Osmanlı hükümdarı 2. Abdülhamid bu olaydan haber alır almaz 1860’ta Fransa’da Paris Büyükelçiliği’ne tayin edilen Ahmed Vefik Paşa vasıtasıyla, oyunu hemen durdurmasını isteyerek doğacak politik gelişmeler için uyarmıştır. Oyun, anında durdurulmuştur. Ardından aynı tiyatro İngiltere’de oynatılmak istenmiş üstüne üstlük tüm biletler de satılmıştır.
Abdülhamit’in uyarılarına ‘kendi halkının özgürlüğüne saldırı olacağı’ cevabıyla karşılık verseler ve bu konuda diretseler de Sultan Abdülhamid'in ültimatomu yanıt bulmuş ve İngiltere’de peygambere hakaret içeren tiyatroyu oynatmaktan vazgeçmişlerdir.
Aslında Voltaire Hıristiyanlık savunucusu birisi olmamasına rağmen ‘hakaretamiz’ bu piyesi yazarken papadan ‘Oğlum Voltaire’ diye başlayan bir iltifat mektubu almıştı. Unutmamak gerekir ki Voltaire daha öncesinde papa tarafından Hıristiyanlığa yaptığı hakaret nedeniyle aforoz edilmişti. Yani A.Hamid’in gerekçelerine bakmak lazım.
Şimdi gelelim Doğan Holding’e…
Maliye, Aydın Doğan’ın şirketlerine yaklaşık 500 milyon dolarlık (826 Milyon YTL) bir vergi cezası kesti. Aydın Doğan Türkiye’nin en zengin işadamları arasında ve ticari boyutu büyük, her sektörde iş yapıyor. Fakat kamuoyu onu sahibi olduğu gazete ve televizyon kanallarıyla tanıyor.
Hürriyet, Milliyet, Radikal, Posta, Gözcü, Fanatik, Referans, Turkish Daily News, Kanal D, Star TV, CNN Türk, Fenerbahçe TV, Beşiktaş TV, Dream TV, Dream Türk TV vs…
Doğan Medya grubunun genelde Ak Parti ve Tayyip Erdoğan’a muhalif bir yayın çizgisi var. İşte bu yüzden kesilen cezanın grubu yok etmeye yönelik bir manevra olduğunu söyleyerek mücadele başlattı.
Cezanın nedeni ise; Doğan Grubu hisselerinin yüzde yirmi beşini bir Alman şirketine satmış ve bu satışın 2 Ocak 2007'de gerçekleştiğini bildirmiş, satıştan kaynaklanan vergisini de ödemiş. Maliye ise, bu satışın 22 Aralık 2006'da olduğuna dair bir kayıt bulmuş belgelerde. Bu nedenle zamanında ödenmediğinden vergi kaçakçılığı kapsamında bu ceza kesilmiş.
Kısacası ‘gazetecilik’, sağa-sola saldırıp ‘Basın Özgürlüğü’ zırhının arkasına sığınmak değildir. Siz gazetecilik görevinizi daha etik yapın ve gazeteciliği alet ederek okurlarınızı aldatmayın. Biz de sizin özgürlüğünüzü kısıtlamak isteyenlere ‘oy’ vermeyelim.
Allah, sabır, umut ve huzur nasip etsin…