PKK ne yapmak istiyor?
12.09.2009
PKK 1 Eylül’de, daha önce ilan etmiş olduğu “eylemsizlik kararı” nı, diğer bir deyişle “ateşkes” i bayram sonrasına kadar uzattığını açıklamıştı. Ancak çok geçmeden Güneydoğu’dan peş peşe çatışma ve şehit haberleri gelmeye başladı. PKK ve örgüte yakın çevreler bütün bu olup bitenleri, TSK’nın bölgedeki operasyonlarının sürmesine bağlıyorlar. Hatta daha ileri gidip, operasyonların, hükümetin başlattığı Kürt açılımını sabote etmek amacıyla, yoğunlaştırılarak artırıldığını ilan ediyorlar.
Bu türden açıklamaların pek inandırıcı olduğu söylenemez. Mesela bazı olayların bir “çatışma” dan çok “pusu” yu andırdığını söyleyebiliriz. Fakat bu ve benzeri “teknik” tartışmalara girmenin hiçbir gereği yok. Eğer PKK gerçekten açılımın başarısını arzu etseydi, onu sabote etmek isteyebilecek çevrelere elverişli zemin hazırlamaz, örneğin militanlarını, tıpkı 10 yıl önce Öcalan’ın yakalandığında olduğu gibi, ülke dışına çıkarırdı. Fakat çatışmaların durmasını samimiyetle isteyen birçok kişi ve çevrenin bu çağrısı PKK’yı yönetenler tarafından kesin bir dille reddedildi. Örneğin 10 yıl önceki çekilme talimatını vermiş olan Murat Karayılan bir daha böyle bir emri asla vermeyeceğini ilan etti.
Peki neden? PKK çevreleri bu soruyu, 10 yıl önceki çekilme sırasında ordunun operasyonlarına ara vermediğini, yüzlerce kadrolarını bu yüzden kaybetmiş oldukları şeklinde cevaplıyorlar. Halbuki tarihin bu şekilde tekerrür etmeyeceği yolunda birçok somut işaret mevcut.
Öncelik PKK sorununda
Tekrar “peki neden?” diye soracak olursak, ilkin örgütün, bu açılımın nihai amacı olan Kürt sorununun kalıcı bir şekilde çözümünden ziyade, zorunlu ilk aşaması olan, çatışmaların durması, silahların susması, PKK’nın silahsızlandırılıp barışın tesisiyle ilgilendiğini saptamamız gerekiyor. Daha açık konuşacak olursak, bu açılımda öncelikle “PKK sorunu” nun halledilmesi şart. Öte yanda örgütün silahsızlandırılıp tasfiyesinin PKK’ya rağmen, yani zor kullanarak olmayacağı da artık net bir şekilde ortaya çıkmış durumda. Bazı “zor” yöntemlerine başvurulabilir ancak önümüzdeki dönemde esas olarak ikna ve buna bağlı olarak, dolaylı ya da doğrudan müzakerelerin ön plana çıkması şaşırtıcı olmayacak. Bütün bu faaliyetlerden, daha çok “örtülü” bir şekilde gerçekleştirilmekte oldukları için herhalde somut sonuç alındığı zaman haberdar olabileceğiz.
Silahlı şantaj
Dolayısıyla 10 yıl önceki kayıpların bir bahane olarak dile getirildiğini, PKK’nın, açılım sürecinde güçlü ve aktif bir şekilde yer almak istediği için militanlarını ülke dışına çekmeye yanaşmadığını düşünüyorum. Diğer bir deyişle örgüt, en iyi, belki de tek bildiği yönteme başvuruyor: Silahlı şantaj.
Fakat çok büyük yanlış yapıyorlar. Devletin ve toplumun büyük bir bölümünün Kürt sorununda bugünkü noktaya gelmiş olmasında PKK’nın silahlı faaliyetlerinin büyük payı olduğu doğrudur. Ne var ki devlet ve toplumdaki değişimi kendi zaferleri sanma gafletine düşüp, gelinen bu noktayı doğru okumayıp hâlâ terörle şantaja devam etmeye kalkarak kendilerini bu sürecin dışına atıyorlar.
“Her iki taraf da ellerini tetikten çeksin”, “başka şehit istenmiyorsa operasyonlar dursun” gibi ilk bakışta “makul” gözüken ama realiteyle hiçbir ilgisi olmayan önermeler, Kürt sorununun çözüm sürecinin önünü tıkamaktan başka işe yaramıyor.
Eğer gerçekten barışı ve Kürt sorununun çözümünü istiyorlarsa PKK’lılar ellerini tetikten ve militanlarını ülke topraklarından çekmeliler.
Yorum:
Domuzlar Diktatoryası
Bir çoğunuz George Orvell’in Türkçeye Hayvan Çiftliği veya Domuzlar Diktatoryası olarak çevrilen Animal Farm adlı kitabını okumuştur. Kitapta özetle bir hayvan çiftliğinde geçen iktidar mücadelesi anlatılıyor. Büyük domuz diğer hayvanları gizlice toplayıp, birtakım vaatlerle mevcut yönetime karşı isyan etmeye çağırıyor. Yönetimi ele geçiren büyük domuz tarafından hemen kurallar konmaya başlıyor. Ve bu kurallar çiftliğin duvarına büyük harflerle şöyle yazılıyor:
- Hiçbir hayvan yatakta yatmayacaktır.
- Hiçbir hayvan alkol içmeyecektir.
- Hiçbir hayvan, diğer bir hayvanı öldürmeyecektir.
- Bütün hayvanlar eşittir.
Başlangıçta bütün hayvanlara gayet adil ve demokratik olarak görülen bu kurallar, zamanla domuzlar lehine değişmeye başlıyor. Domuzları yataklarında uyur vaziyette gören diğer hayvanlar çok şaşırıyorlar ve kuralları kontrol etmek için duvara baktıklarında orada şöyle yazıldığını görüyorlar:
- Hiçbir hayvan çarşaflı yatakta yatmayacaktır.
Buna çok şaşıran hayvanlar kuralı yanlış hatırladıkları konusunda birleşirler (tabii bunda koyunların “Liderimiz en iyisini bilir.” naralarının da etkisini yok saymamak lazım.) ne de olsa O (Büyük Domuz) hayvanların babasıdır, onun sayesinde tavuklar daha fazla yumurtlar onun sayesinde hayvanlar içtikleri sulardan daha iyi tat alırlar.
Kuralların değişimi devam eder. Yumurtalarını domuzların menfaati için dışarı satmak istemeyen tavuklar Büyük Domuz’un yetiştirdiği köpekler tarafından öldürülür ve anında kural değişir.
3.Hiçbir hayvan başka bir hayvanı bir sebep olmadan öldürmeyecektir.
Hayvanlar bu kez de kuralı yanlış hatırladıklarını hatta baştan yanlış ezberlediklerini düşünürler, nitekim domuzlar bazı ayrıcalık ve üstünlüklere sahip olduklarını öne sürünce de 4. kuralı da yanlış hatırladıklarını fark ederler.
4.Bütün hayvanlar eşittir, bazıları daha eşittir.
Velhasıl tüm hayvanların demokratik haklara sahip olmaları için başlatılan mücadele, domuzların diktatörlüğü ile son bulur. Geriye ne demokrasi, ne de eşitlik kalır. Zaten demokrasi bahanedir amaç birkaç domuzun menfaatlerinin gerçekleşmesidir, ihtiyaç duyulan ise onlar adına kanını dökmeye hazır iyi niyetli kimselerdir.
Bu hikaye size neyi anımsattı bilmiyorum ancak bana DTP yönetimini anlatıyor gibi geliyor.