بسم الله الرحمن الرحيم
قل كل يعمل على شاكلته
İSRÂ SÛRESİ 84. ÂYETاسراء 84
KUR’AN MATEMATİĞİ
69. SEMİNER NOTLARI 22 TEMMUZ 2000
Ş Â K İ L E
قل Qul: Söyle. Kur’an’da “Kul” sözü iki şekilde geçer. Biri, ‘kendi kendine söyle’, ‘kendin böyle karar al’ veya ‘kendin Allah’a böyle dua et’. Son üç sûredeki “Kul” bu şekildedir. Diğeri ise başkalarına söyle anlamındadır. Kâfirûn sûresindeki “Kul” böyledir. Burada herkes yapısına göre davranır. “Söyle” sözünü ise her iki şekilde yorumlayabiliriz. Yani kendi kendine böyle inan, böyle söyle, kâinatı böyle gör. Yahut çevrene tebliğ yaparken böyle anlat, böyle söyle denmiş olur. Hangi şekilde anlarsak anlayalım; “böyle söyle” dendiğine göre, bize bu şekilde davranmamız emredilmektedir. Böyle bilin, böyle inanın ve buna göre hareket edin denmektedir.
USÛL: Kur’an’da her olaydan bir misal verir. Kalanını siz kıyasla bulacaksınız. “Üzümden yapılan alkollü içki haramdır” der. Siz tüm alkollü veya uyuşturucu içkilerin haram olduğunu anlayacaksınız. Bunun böyle olduğunu Ebû Hanife başta olmak üzere ilk müçtehitler tesbit ettiler. Şâfii bunun ilmini yaptı. Bu çalışmalardan yararlanan tüm Müslümanlar 1000 yıl bu kıyasla “Birinci Kur’an Medeniyeti”ni kurdular. Bugün biz daha ileri bir “kıyas sistemi” uyguluyoruz. O da şudur: Fizikte ifade edilen bir kural toplulukta da geçerlidir. Topluluk için söylenen bir kural tabiatta da geçerlidir. Kainatın tamamı bir tanrının mahlukudur. Benzer kanunlara tâbidir. Bunu Kur’an değişik yerlerde açıkça ifade etmektedir. Bir makineyi yaparken toplulukla ilgili kuralları düşünürüz. Toplulukta bir müessese kurarken de makinedeki çalışmaları gözönüne alırız. Böylece Kur’an’ı yorumlarken herhangi bir toplulukla ilgili veya insanla ilgili bir kuralı söylerken de genel fizik kanunlarından ne anlamamız gerektiğini düşünürüz. Bugün insanlar için söylenen “herkes kendi şâkilesine göre amel eder” sözünü kıyas yoluyla “her şey kendi özelliği ile davranır”.şeklinde genelleştirerek anlayacağız. Buher şeyin tabiat kanunlarına uyduğunu ifade etmiş olur. Bunun dışında, her şeyi cins varlıklar yerine özel varlıklar veya benzer varlıklar anlarsak, onların da özel davranışları olduğu ortaya çıkar. Bunu “amel eder” sözü ile tesbit ediyoruz. Cisimler genel fizik kanunlarına göre davranır. Ayrıca her cismin kendi yapısına göre özel davranışları vardır. Mesela bir demir parçası demir özelliğini gösterir. Ama demir de özel şekline göre de özellik taşır. Mesela U şeklinde yapılan demir parçaları kendilerine özgü ses çıkarırlar. Bu seste demir olmanın dışında şeklinin de etkisi vardır. Bu özellik tamamen cismin biçiminden kaynaklanır. Bu sebeple “hareket eder” denmemiş de “amel eder” denmiş. Adeta iradi hareket varmış gibi olur.
Kur’an yorumcusunun elinde bu benzetme ve kıyas yoluyla hükümleri genelleştirme usûlü en çok başvurduğu usûl olacaktır. Kâinat tek Allah’ın eseridir ve en iyi bir şekilde düzenlenmiştir. En iyisi tektir. Nasıl doğru yol tek ise en iyisi de tektir. Dolayısıyla bütün yaratılışta benzerlik vardır. İslâmiyet’e karşı çıkamayan ama İslâmiyet’i de rafa kaldırmak isteyen çevreler en çok hoşlanmadıkları husus “kıyas”tır. Bunlar içtihadı kapatırlar, kıyası da delil saymazlar. Böylece İslâmiyet 1400 yıl önceki basit uygulamaların içinde hapsolup kalır. Benim ta liseden çok yakın olduğum bir arkadaşım vardı, Galip Erdem. Birbirimizi çok sever ve sayardık. O namaz kılmadığı için milliyetçi, ben de Müslüman oldum. Ben onu hep sevdim. Ama o bir gün bana; “Düşüncelerimiz ayrıdır, yollarımız da ayrıdır!” diyerek benimle ilişkiyi kesti. İşte bu ilişkiyi kesmeden önce milliyetçilerin bulunduğu bir yemekte birlikte idik. Ben bu sosyal ve fiziki olayların benzerliğinden bahsettim. O hemen karşı çıktı ve dedi ki: “Mesela, Grecham’ın ‘kötü para iyi parayı kovar kanunu’na fizikte ne karşılık bulursun?” Benim o anda cevap verme imkanın olmadı. Ondan sonra da görüşmedik. Kendisi bu dünyadan ayrıldı. İyi insandı. Cennette olacağını ümit ediyorum. Şimdi ona veremediğim cevabı kıyasa karşı olanlara örnek olarak burada veriyorum:
Önce “kötü para iyi parayı piyasadan kovar” sözü tam doğru değildir. Doğru olan, piyasa tek para üzerinde kurulur. Gümüş de paradır, altın da paradır. Piyasada fiyatlar gümüşe ve altına göre değil, gümüşe göre oluşur. Mübadele gümüşe göre olur, tasarruf ise altına göre olur. Yani halk alışverişi gümüşe göre yapar ama eğer saklayacaksa kıymetli para olan altına çevirir öyle saklar. Uluslararası ticaret altınla yapılır. Allah bunun için altını ve gümüşü birlikte iki para olarak var etmiştir. Bunlar arasındaki değiştirme fiyatlar arasındaki dengeyi sağlar. “Para” adlı kitabımda bunu çok eskiden anlatmıştım. Grecham sahte para ile sağlam para arasında bu kanunun işleyişini anlatır. “Kötü para iyi parayı piyasadan kovar” diyerek iyi paranın tasarruf aracı olduğunu, kötü paranın mübadele aracı olduğunu söylermiş olur. Kötü para piyasada varlığını iyi para sayesinde sürdürür. Bugün Türk Lirası Dolar sayesinde dengesini koruyor. Herkes ödemeleri Türk Lirası ile yapıyor, borçlanmaları da Dolar ile yaparak denge sağlanıyor. İyi para olmazsa, kötü para para olmaktan çıkar. Piyasadaki geçerliliğini kaybeder.
Şimdi fizikte buna tekabül eden kuralları anlatalım: Bir suya tuzu attığınız zaman tuzdaki sodyum madeni ile klor maddesi ayrışır. Suda birlikte denge kurarlar. Bu altın ile gümüşün parada denge kurması gibidir. Ancak bu dengeyi bozacak bir olay olursa, mesela elektrik geçirilirse sudan oksijen gazı çıkar. Sodyum klorür yerine sodyum hidroksit oluşur. Burada ne yapmıştır? Klor oksijeni sudan kovmuştur. Grecham’ın ifadesi ile bir eriyikte kötü iyon iyi iyonu piyasadan kovar. Gaz yapıp havaya verir veya çökeltip katı yapar. Bütün kimya buna dayanmaktadır. Yani Grecham’ın “kötü para iyi parayı piyasadan kovar” ilkesine dayanır. Yağmurun yağması da fiziki bir olay olup yine kötü moleküllerin iyi molekülleri piyasadan kovması ile oluşur. Tabii burada “iyi veya kötü” söz konusu değil, “uyumlu veya uyumsuz” söz konusudur.
Galip Erdem çok zeki idi. Sosyal bilgileri çok iyi bilirdi. Ama Matematiği yoktu. Kimyayı da bilmezdi. Benzetmeyi de kabul etmediğine göre bu kimyasal olayları nasıl anlatabileceğimi bilemezdim. Herhalde dinlemek istemeyecek, anlasa da işine gelmediği için anlamak istemeyecekti. Siz gençler öyle yapmayın. Ben burada olayı anlatıyorum. Eski dostumu ve arkadaşımı kritik etmiyorum. Çünkü insanlar amellerine göre değil niyetleriyle hesaba çekilecekler. Niyetlerindeki entegresinden sorumlu olacaklardır. Galip Erdem’i bu şekliyle düşündüğümüz zaman çok iyi bir insan olduğuna şehadet edebilirim.
كل Küllün: Hekes ve herşey demektir. ‘Kül’ her demektir. Aslında bir meranın çevresini kaplayan çitten gelen bir kelimedir. Bütünlük ifade eder. Sonundaki “un” ise bir zamirden dönüşmüştür. “Hüm” da olabilir. Kişilere râcidir. “Ha” da olabilir, eşyaya da râci olabilir. Biz böylece her ikisini bir arada ele alıyoruz; kişiler, topluluklar, canlılar, cansızlar her şey ve herkes demiş olduğunu kabul ediyoruz. Her varlığın tâbi olduğu genel kural vardır. İnsan insan olarak, erkek erkek olarak davranışlarda bulunur. Buna karşılık bunların içinde her fert de diğer fertlerden ayrı olarak kendine özgü davranışlarda bulunur. Burada “her biri” deyince, türler değil de “her varlık ayrı ayrı kendisine özgü davranışlarda bulunur” denmiş olur. Yani burada “her tür” şeklinde değil de “her varlık” şeklinde yorumlamamız daha doğrudur. Çünkü bundan sonra “amel eder” diyor. Amel iradi olaydır. İradede benzer davranışlar yoktur. Tamamen farklı ve kuralsız davranış vardır. Yahut başka türlü bir kurallı davranıştır. Türünün davranışına aykırı bir davranıştır. Bugün anlatacağımız konuyu iyi kavradığımız zaman insanın irade ile hareketini de daha iyi kavrama imkanını bulacağız. Bundan sonra “şâkiletihi” kelimesindeki zamiri müfred olarak göndermesi de bu davranışın cinsin davranışı olmadığını ifade etmiş olur. Başka bir âyette de “Ve Uharu Min ŞekliHi Ezvaç” âyetindeki “şeklihi” kelimesindeki zamir de bunun için müfret kullanılmıştır.
يعمل YaGMaLu: Amle, kerpiç yapılan topraktır. İlk insanlar kamıştan ev yapar, bu kamışları çamur içine batırarak tuttururlardı. Bu ihtisas işi olduğu için burada çalışanlara “âmil”, burada çalışmaya da “amel” demişlerdir. Amel fiilden bu anlamlarda ayrılır. Amel bir hizmet veya üretime yöneliktir. Daha çok başkası için yapılır. Fiil ise her türlü iradi davranışları içerir. Amelde güdülen bir hedef vardır. Genelde amel şuurlu varlıklar için kullanılır. Ancak şuurlu varlıkla birlikte mesela iş yapan hayvanlar için veya makineler için de kullanılabilir. Bu genel ifade ile anladığımızda, her varlık kendi biçimiyle hemcinslerinden farklı davranır anlamını taşır.
على GaLAy: Alâ harfi cerdir. Fiilin isme etkisi olan yerlerde kullanılır. Bu ifade kişinin amelleri kişiliğini oluşturduğunu da ifade etmektedir. Yani kişi şâkilesi üzerine, yapısı üzerine çalışır. Yani kişi amelleri ile kendi biçimini, kendi kişiliğini oluşturur anlamına gelmektedir. Diğer bir şekilde de şâkilesi üzerine kişiliği oluşturma yükümlülüğü vardır. Yani kişi tıynetine ve yapısına göre davranır. Cisimlerdeki öz titreşimler bu manada kullanılmış olmaktadır. Bununla beraber cisimler zamanla değişerek gerilimli hallerden şekillerini değiştirerek yerlerine otururlar. Yani öz titreşimlerini değiştirirler. Yumuşarlar. Kristallerde bozulma olur. Buna yorulma veya yıpranma denmektedir. “Alâ” kelimesinin birinci manası bu yorulma kanununu da içermektedir. Benzer olaylar topluluklarda ve canlılarda da olmaktadır. Yaşlanma olayı budur. Görülüyor ki bir tabii kanun cisimlere, canlılara ve insan topluluklarına, hatta insanın kendisine de uygulanabilmektedir. İnsanda bıkma ve yorulma şâkilesindeki değişme ile ilgilidir.
شاكلته ŞAKL doru atların ayaklarındaki beyazın adıdır. Kırmızı üzerindeki beyaza ad olmuştur. Türklerin bayrağındaki ay yıldız birer ‘şekl’dir. Sonraları her karışık rengin adı olmuştur. Sûret biçimin şekli ise şekl rengini ortaya koyar. Şekil iç yapıyı, sûret dış yapıyı gösterir. Şekele, renklendi anlamındadır. Lâzım bir fiildir.Şâkil ism-i faildir. Renklenen anlamındadır. Kaim ayakta olduğu gibi rengine göre hareket eder, iç yapısına göre amel eder demek olmuş olur. Burada işaret edilen, cevherine göre değil arazına göre hareket eder mânâsı çıkar. “Şâkilet”deki “te” masdar “te”si olabilir. Duruşuna, yapısına göre anlamı verilebilir. Yahut “Şâkil” taneli türün toplu ismi olabilir. O zaman “te” tekliği ifade eder. Temr bir tabak hurma ise, temret bir tane hutrmayı ifade eder. “Şâkil” toplu biçim ise “şâkilet” bir tek biçim demek olur. Bu da, “her varlık kendi öz rengine göre davranır” denmiş olur. “Şâkiletihi”de zamir “Küllün” kelimesine gider. Sonundaki “un” çoğul olsaydı, hepsi olurdu. Sonundaki “un” tekil zamiri temsil ettiği için ‘her biri’ anlamına gelir. Buradaki zamir “Küllün” kelimesinin her biri anlamını taşır. Her varlık kendi biçimine göre davranır anlamı çıkmaktadır. Buradaki zamirin ifradı türün ortak davranışı yanında varlığın özel davranışını ortaya koyar.
Şimdi bu âyetin ifade ettiği genel kanunu biz fizikte uygulamaya çalışalım.
Hepimiz insanız ama her birimizin siması ayrıdır. Bu sayede tanınıyoruz. Hepimiz konuşuyoruz, benzer sesler çıkarıyoruz, ama. her birimizin sesi farklıdır, bu sayede tanınıyoruz. İnsanın davranışları da böyledir. Bir cisme bakarsanız onun renginden ve şeklinden o varlığı tanırsınız. “Bu benim ayakkabımdır” dersiniz. Çobanlar hayvanlarını saymazlar, her birini ayrı ayrı gözden geçirir, kendilerine göre isim verdikleri adındaki hayvanın var olup olmadığını bilirler. Elimizi bir cisme vurduğumuzda ses çıkarır. Ama onun demir veya tahta olduğunu anlarız. Bir demirin kızarıklığından onun ne kadar sıcaklığında olduğunu biliriz. Görülüyor ki her varlık kendi şâkilesine göre davranmaktadır. Fizikte ve teknikte çok kullanılan bir özelliği bu âyetin uygulaması olarak açıklayabiliriz. Cisimler titreyerek iki şekilde bize dalga gönderirler. Biri elektro manyetik dalgadır. Radyo ve televizyon dalgaları bunlardandır. Işık ve ısı bu dalgalardan oluşur. Diğeri ise ses dalgalarıdır. Bunu kulaklarımızla algılarız. Bunun dışındaki algılarımız sinir uçlarının doğrudan teması ile sağlanır. Koku gazların buruna gelmesi ile, tat sıvının dile dokunması ile ve dokunma adı üstünde bizzat cisimlerin madde ile doğrudan ilişki kurarak titreştirmesi ile alınır. Onlar da sonunda elektromanyetik dalgalara dönüşür. Her cismin bir öz titreşimi vardır. Bu öz titreşim ses vasıtasıyla algılanır veya elektromanyetik dalgalarla algılanır. Öz titreşim tamamen cismin özel yapısı ile ilgilidir. Öz titreşime ait birkaç bilgi verelim:
a) Bir ipe değişik boyda sarkaçlar asalım. Her sarkaç saniyede belli titreşim yapar. Aynı boydaki sarkaçlar aynı titreşimi yaparlar. Bunlardan birini salladınız mı hepsi sallanır.
b) U şeklinde benzer en ve boyda çelikler yapalım ve bunlara saplar takalım. Bunları bir yere vurarak titreştirelim. Aynı boyda ve büyüklükte olanlar aynı sesi çıkarırlar. Birini titreştirdiğiniz zaman eşit olanlar da titreşirler.
c) Bir bobin, bir kondansatör ve anten koyalım. Bir pille vurarak titreştirelim. Eş bir bobin kondansatör ve anten koyacak olursak orada da ses alınabilir. Öz titreşim sayıları farklıdır. İşte tüm radyo ve televizyon bu tekniğe dayanır. Kanalı ayarlama demek, kendi televizyon veya radyonuzu aynı öz titreşime getirme demektir.
d) Bir kaba su koyun, parmakla vurun, yüzeyde dalgalar yayılır. Uygun damla damlatırsanız yüzey dalgalı olarak durur.
Zelzelelerde yan yana bulunan binaların bir kısmı yıkılmış bir kısmı ise yıkılmamışsa bunun nedeni soruluyor. İşte bunu zâti ihtizazla yani öz titreşimle izah edebilirsiniz. Öz titreşim zelzele titreşimine uygunsa o binalar yıkılır. Değilse yıkılmaz. Her zelzele kitlesinin öz titreşimi vardır. Yani aynı yerdeki zelzeleler periyodik olarak tekrar eder ve titreşim sayıları aynıdır. Tabii bu değişik kaynaklardan kaynaklanmamış ise böyledir. Periyotlarda da oynama olabilir. Bunun üzerinde yapılacak binaların öz titreşimleri hesaplanmalıdır. Ona göre binanın kitlesi seçilmelidir. Öz titreşim zelzele titreşimine uyuyorsa iki katlı bina on katlı binadan daha önce yıkılabilir. Uçaklara, gemilere ve arabalara konan motorların öz titreşimi araçların titreşimine uyuyorsa araç belli hızda parçalanır. Belli hızlarda araba sarsılmaya başlar. Düşük hızda sarsılmaz, üst hızda da sarsılmaz. Evinize takacağınız vantilatör de tavanınızı çökertebilir.
Bugün mühendislerin çözmek zorunda oldukları birkaç problem vardır:
a) Kuvvetlere karşı dayanma,
b) Paslanmaya karşı dayanma,
c) Sıcaklığa karşı dayanma,
d) Öz titreşime karşı dayanma.
Allah canlılarda bu öz titreşim sorununu tam olarak çözmüştür. Gerek hayvan gerekse bitkinin öz titreşimden zarar görmesi söz konusu değildir. Bir ağaçta her yaprak ve her dal ayrı öz titreşime sahiptir. Dolayısıyla tüm ağaç zarar görmez. Görülüyor ki, “her biri kendi şâkilesi ile hareket eder” sözü ne kadar çok şey ifade ediyor. Oruç ve zekât mükellefiyetinin kameri yıllara göre düzenlenmesi bu öz titreşimden hayatın ve ekonominin zarar görmemesi içindir.
MATEMATİK
Sarkacın öz titreşimini hesaplayalım: Sarkaç merkezden ne kadar uzaklaşırsa uyguladığımız kuvvet o kadar fazladır. Askı ipinin uzunluğuna göre azdır. Bir de asılan ağırlıkla orantılıdır.
F=-a*m*g*/l Burada g bir gramın ağırlığı olan kuvvettir. 981 dindir. Halbuki daha önce F= m*dd(a)/d(t)^2 olarak bulmuştuk. Buradan dd(a)/d(t)^2 = - a*g/l
Daha önce türevleri kendilerine eşit olan eşitlikleri incelemiştik. a=Sin(wt) koyarsak bu eşitlik sağlanır. Ve w^2= gl bulunur. W= 2*3.1416 f dir. .f saniyede titreşim sayısıdır. Her biri kendi şâkileti ile davranır. “Söyle” âyetinin emrini yerine getirebilmemiz için öz titreşimlerin hesaplamasını bilmemiz gerekir. Yoksa bilmediklerimizi tartışmış oluruz. Saniyede bir defe gidip gelmesi için ipin uzunluğu l= (f/2/3.1416)^2*981 cm olup bunun için yaklaşık boyu 25 cm olmalıdır. Elektromanyetik dalgalarla ilgili formülleri ise ZâriyatSûresi’nin başında verilmiştir.