HAC SÛRESİ - 6. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤًا وَلِبَاسُهُمْ فِيهَا حَرِيرٌ (23)وَهُدُوا إِلَى الطَّيِّبِ مِنَ الْقَوْلِ وَهُدُوا إِلَى صِرَاطِ الْحَمِيدِ (24) إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذِي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَاءً الْعَاكِفُ فِيهِ وَالْبَادِ وَمَنْ يُرِدْ فِيهِ بِإِلْحَادٍ بِظُلْمٍ نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ (25) وَإِذْ بَوَّأْنَا لِإِبْرَاهِيمَ مَكَانَ الْبَيْتِ أَنْ لَا تُشْرِكْ بِي شَيْئًا وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْقَائِمِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ (26)
***
إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ
EinNa elLAvHa YuDPiLu (EİnNa elLAvHa YuFGiLu)
“Allah idhal eder”
Mercan, Yakut, Lü’lü’, Zuhruf ziynet eşyasıdır. İki çifttir. (مَرْجَان, يَاقُوت, لُؤْلُؤ,زُخْرُف )
Hilye, Ziynet, Hasen ve Kerim de başka iki çifti oluşturur. (حِلْيَة, زِينَة, حَسَن, كَرِيم)
Libas, Siyab, Cilbab, Na’l da bir dörtlüktür. (لِبَاس, ثِيَاب, جِلْبَاب, نَعْل)
Zeheb, Fıdda, Hadid, Zer’ (ذَهَب, فِضَّة, حَدِيد, زَرْع)
Varak, Bida, Dinar, Dirhem (وَرَق, بِضَاعَة, دِينَار, دِرْهَم)
Sûr, Hisan, Sed, Burc dörtlükler oluşturur.
Bu ayetin manasını tam kavrayabilmemiz için iki çift gruplar arasındaki farkların bilinmesi gerekmektedir. Dünya veya ahiretten kayıt altına almadığına göre her iki mana da verilebilir. Ayet üçüncü binyıl uygarlığını tasvir etmektedir.
Allah insanları secde eden, topluluğun ve insanlığın çıkarına göre amel eden kimseler ile Allah’ın halifesi olan topluluğun ve insanlığın lehine iş yapmayan kimseler olarak ayırmıştır. Çıkar paralelliği içinde yaşamayı tercih edenlerle çıkar çatışması içinde yaşamayı tercih edenleri birbirinden ayırmıştır.
Bundan önceki ayetlerde Allah’a secde etmeyenleri anlatmıştır.
بيان لحسن حال المؤمنين إثر بيان سوء حال الكفرة، وغير الأسلوب فيه بإسناد الإدخال إلى الاسم الجامع وتصدير الجملة بحرف التحقيق وفصلها للاستئناف إيذاناً بكمال مباينة حالهم لحال الكفرة وإظهاراً لمزيد العناية بأمر المؤمنين ودلالة على تحقيق مضمون الكلام
Alusi’den aldığım bu ifadede bu ayetteki bu kısmın tercümesini kırık olarak yapacağım.
“Bu kısım, müminlere ait halin iyiliğinin açıklanmasıdır. Kötülüğün beyanı kafirlerin halidir. Bu ifadede çoğul isme idhal etmenin isnadı ile üslubu değiştirmiş ve cümleyi tahkik harfi yazarak başlaması için ayırmıştır. Bu açıklama, onların halini kafirlerin halinden ayırmayı tamamlar, müminlerin işindeki özveriyi izhar eder ve kelamın anlamının tahkikine delalet eder.”
Sıralarsak
1- Secde eden müminlerin durumunu, iyi durumunu anlatmaktadır.
2- Secde etmeyenlerin kötü durumunu anlatmaktadır.
3- Kâfirlerin durumunu anlatma üslubunu değiştirmiştir.
4- İdhali Allah ismine isnat etmiştir yani bizzat kendisi idhal edecektir.
5- إِنَّharfi tahkikini getirmiştir.
6- وَharfi ile başlamamıştır.
7- Böylece secde edenlerle etmeyenlerin halleri arasında çok büyük ayrılık olduğunu anlatmıştır.
Eski müfessirler bizim kullandığımız usulü aynen kullanmışlardır. O zaman ilimler bizim zamanımızdaki kadar olmadığı için bazı ayetleri yorumlayamamışlardır. Biz o ayetleri yorumlayarak tefsir yapıyoruz. Sizlere sadece usulü aktarıyoruz. Asıl tefsiri ben değil siz yapacaksınız. Bu iş bir kişinin yapacağı bir iş değildir. Bediüzzaman’ın “Zaman, şahsı manevi zamanıdır” sözü aklınızdan çıkmasın, kişi yapamaz bir cemaat yapabilir.
الَّذِينَ آمَنُوا
elLaÜıyNa EAvMaNUv (elLaÜIyNa FaGaLUv)
“İman etmiş kimseler”
Allah müminleri, üçüncü binyılda iman etmiş ve salih ameli işlemiş olanları tahtında nehirler akan cennata idhal edecektir.
“İman etmiş” demek dayanışma ortaklıkları kurmuş demektir. Yani işleri ve kişileri sigortalamış demektir. Gelişmiş sanayi dönemi sigortasız olmaz. Batı aidatlı sigortaları da bir işe yaramaz, yarardan çok zararı olmaktadır.
Ancak dayanışma ortaklıkları ile gerçekten sosyal ve genel güvenlik doğar. Dayanışma ortaklığının temeli, gelen beklenmedik musibetin ortaklar arasında birlikte karşılanmasıdır. Birisine gelen musibetin herkese gelmiş kabul edilmesidir. Borç değil karşılıklı musibetin defidir.
وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ
Va GaMiLuv elöÖAvLiXAvTi (Va FaGaLu eLFAvGıLAvTı)
“Ve salihatı amel ederler”
“Salihat amel” demek işbölümü demektir. Herkes öyle iş yapar ki başkasının yaptığını tamamlar. Plan ve projeye göre, serbest arz ve talep kanunları içinde iş yapmak demek salihatı amel etmek demektir. Sırayla aynı cümleler tekrar edilir.
İman ve salih amel Kur’an’ın üçüncü binyıl insanlığına öğrettiği bir numaralı husustur.
Dayanışma ortaklıkları akıle ve velayet olarak eskiden beri bilinmekle beraber, bugün bütün insanlığı içeren bir şekilde yeniden ele alınması gerekmektedir. Ameli salihat ise plan ve projeye ve muhasebeye dayanan bir düzen getirilmesidir.
Batılılar tekel içinde salihat ameli başarmış durumdalar. Bugünkü üstünlükleri de buradan gelir. Onlar işçilik sistemi içinde başardılar.
Biz bunu ortaklık sistemi içinde başaracağız, semt teavün (kooperatif) şirketleri içinde başaracağız.
جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ
CenNAvTin TaCRIy MiN TaXTiHav eLEaNHAvRu (FaGLAvTin TaFGıLu FIy FaGLiHav eLEaFGAvLu)
“Tahtlarından enharın cereyan ettiği cennetlere”
Seralar için iki türlü sulama şeklini düşünebiliriz. Biri künkler içine su vermekte, biri de künklerden su almaktadır. تَجْرِيفِيهَا demeyip تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَاdemesi bunu ifade eder. Diğeri ise, kil tabakasının üstüne kum tabakasını serersiniz, kil tabakaları suyu tutar. Kum tabakası da depo görevini görür. Bu kum tabakası içinde su akar. Kum tabakasının üzerine siyah toprak serilir. Bitkiler orada kök salarlar. Uygun ayarlama ile bitkiler en verimli bir şekilde su alırlar.
Dinlenme evlerinde herkesin birer dönüm arazisi vardır. 100 metrekarelik ahşap evler konmaktadır. Ayrıca her arsa içinde 100 metrekarelik sera yapılmaktadır. 100 dinlenme evinin bulunduğu sitede 100 sera vardır. Seralarda ayrı ayrı ürünler üretilmektedir. Yüz sera birlikte جَنَّات olmaktadır, dişi kurallı çoğulun getirilmesi bunu ifade etmek içindir.
جَنَّاتٍçoğul nekre, الْأَنْهَارُ çoğul marifedir. Demek ki her cennetin bilinen ayrı ırmağı vardır. Bu da sulama künkleridir.
Seyyid Kutup Kur’an’ın görünür hale getirilip yorumlanmasını anlatır. Biz Kur’an’ı yaşamalıyız. Yaşamamız için de onu kurallara göre manalandırmamız gerekir. Bizim yüz lojmanlı apartman modeli ve yüz dinleme villası modeli ile Kur’an’ı yaşanır hale getiriyoruz. Kur’an sahifelerden hayata geçmektedir.
Bizimki çözümdür de başkalarınınki değildir demiyoruz. Yer ve zamana göre başka kimseler başka modeller oluşturabilirler. Birinci Kur’an uygarlığını da onlar oluşturdu. Bizimkinden oldukça farklı idi. Bizim yorumları eksik ve yanlış bulanlar farklı modeller oluşturabilirler. Hong Kong’dakiler böyle bir çaba içinde olmuşlardır. Onlar için o doğru, bizim için bu doğrudur. Model oluşturmayanların bir şey söyleme yetkileri yoktur.
يُحَلَّوْنَ فِيهَا
YuXalLaVNa FIyHAv (YuFagGaLuvNa FIyHAv)
“Orada tahliye edilirler”
حَلْوَى‘tatlı’ demektir. Türkçede ‘helva’ olarak kullanılır, tatlı bir bitkidir. Çiçeği de güzeldir, tatlılık veren güzellik anlamındadır.
Kur’an’da حلي9, حلم 21 defa geçer. Toplam 30 (2*3*5) eder.
حhareketi, لbelirliliği, و beraberliği يise kolaylığı gösterir.
“Tahliye etmek” veya “tahliye olunmak” ne demektir? Bir şeyi başka bir şeyle kaplamak veya boyamak anlamındadır. Düz boyama yerine çeşitli işlemlerle boyamak eskiden beri yapılmaktadır. Tahliye (تَحْلِيَة) vardır, tezyin (تَزْيِين) vardır. Tahliye edilen alınıp götürülmez. Tezyin ise parçaların bir araya gelmesi ile oluşur. Ziynetinizi alın diyor.
Canlılarda bedenlerinin ürettiği renkler vardır, kendileri varlıkları ile görünürler. Biz ise canlı olmayan boyalarla dışarıdan istediğimiz görüntüyü veririz. Neden boyama veya kaplama ihtiyacını duyarız? İnsan bedeni katıları çiğneyerek ithal eder. Sıvıları ağzımızla veya derimizle emeriz. Gazları ağız ve burnumuzdan alırız. Gözümüzle ışık dalgalarını ve kulağımızla ses dalgalarını alırız.
Çevremizden gelen ses veya ışığı yalnız kulaklarımız veya gözlerimiz almaz, tüm vücut bu dalgaları algılar. Bunlar vücudun bütün hücrelerine ulaşır, oradaki atomları ve molekülleri titreştirir. Bu titreşim zararlı veya yararlı olabilir. O halde nasıl nesnenin yararlı olanı ve zararlı olanı varsa, ışık ve sesin de zararlı ve yararlı olanı vardır. Isının dalgaları da ışık dalgalarına benzer etki yapar. Sıcakta bunalırsınız. Oysa sıcakta deriniz yanmaz. Yani fiziki bir zarar yoktur. Hücrede, atom ve moleküllerde tahribat yapmaktadır.
Gelişmiş uygarlıklarda daha çok eşya kullanılmaktadır. İnsan canlıdan ayrılmış, cansızlar içinde hapsolmuştur. Bu sebepten dolayı insanlar biyolojik etki olmadığı halde yerini değiştirme ihtiyacı ortaya çıkmaktadır.
مِنْ أَسَاوِرَ
MiNEaSAViRa (MiN EaFaVGıLa)
“Esavirden”
سُورkentleri çeviren duvarlardır. Sonra boyama ve kaplama anlamını almıştır.
Kur’an’da سور 17, سير27 defa geçer. Toplam 44 (22*11) eder.
سmekânda diziyi, و beraberliği, ر tekrarı ifade eder.
Kullandığımız eşyanın paslanmaması ve çürümemesi için madense onu başka madenle kaplarız, değilse onu boyarız. Bunun dışında bunlardan çıkıp bize gelen zararlı ışınları değiştirip yararlı ışınlara çevirmesi için de boyama yaparız ve yapay madeni kaplama yaparız.
İşte, cisimlerden çıkan zararlı ışıkları kırıp yerine yararlı ışıkları yaymak için çevredeki eşyalar boyanarak zararsız hale getirilir. Madense kaplanarak zararsız hale getirilir. Bir rengin bulunduğu yerde yararlı olup olmadığını o renkten o yerde hoşlanılıp hoşlanılmadığı ile biliriz.
مِنْ ذَهَبٍ
MiN ÜaHaBin (MiN FaGaLin)
“Zehebden”
Altın kaplamadan kaplanmış eşyalar veya duvarlar söz konusu olacaktır. Müzik ile tedavi tarihte denenmiştir. Okuma ile hastaları iyileştirme İslam dünyasında geliştirilmiştir. Köyümde saldırgan akıl hastalarının tedavi edildiği birkaç olaya şahit olmuşumdur. Önce bir sedye yaparlar. Üzerini değişik bitkilerden döşerler. Arada bez yoktur. Hastayı onunla kundaklarlar. Yedi dereden birer testi su getirirler. Sedyenin altına koydukları topraktan yapılmış kaba dökerler. Ocak zincirinden bir halka yapıp kızdırırlar. Sonra sedyenin altındaki suya koyarlar. Oradan çıkan buhar hastayı ısıtır ve terletir ve hasta iyileşir.
وَلُؤْلُؤًا
Va LuELuEan (FuGLuLan)
“Ve lü’lü’”
Yakut ve mercan. Kur’an’daki bu kelimeler Türkçede de kullanılmaktadır. Türkçede lü’lü’ değil de inci kelimesi kullanılmaktadır. Yapısı kireç taşıdır. Özel kristalleşen şekli o özelliği kazandırır.
لَأْلَأَışıldamak, parlamak demektir. لُؤْلُؤinci demektir.
ل belirliliği, ء gücü gösterir.
Özel ışık çıkarmaktadır ve insanların hoşuna gitmektedir. İnsanlar binlerce yıldır onun peşindeler. Gerek altın gerek inci üzerinde araştırma yapılır. Her tarafı altın olan odaya 4 fare konur. İki erkek, iki dişi. Bunlara istedikleri gıda verilir, çoğalmaları istenir, yavrulayınca yavruları alınır. Onlar ayrı kaplanmış odalara konur. Anaç farelerin yavrulama sayısı, yavruların da büyümeleri incelenir. Işığın farelere etkisi anlaşılabilir.
Bunun gibi hastalar altın veya lü’lü’ kaplı odalarda yerleştirilir. İyileşmeleri takip edilir. Altın para olarak kullanılır. Onun hapsedilmesi istenmez. Lü’lü’ ise biriktirme aracı olarak kullanılır. Onun ise piyasaya çıkması istenmez. Bu iki madene çekicilik kazandırılmış ve böylece toplulukta görevli bulunmaktadırlar.
Arılar sırf çiçeklerin cinsel tozlarını taşısınlar diye yaratılmışlardır. Altın ve lü’lü’ de sırf insan için yaratılmış olmalılar.
وَلِبَاسُهُمْ فِيهَا
Va LiBAvSuHuM FiYHAv (Va FiGAvLuHuM FiYHAv)
“Ve libasları orada”
“Libasları orada” kelimesi neden zikredilmiştir. Bugün ihtiyaç halinde olmayan harir orada ihtiyaç haline gelir.
Bugün elektromanyetik dalgalar uzayımızı doldurmaktadır. Bunlar da vücut içindeki organik yapıları bozmaktadır. Işığın bu yapıyı bozduğu bugün iyi bilinmektedir. İpeğin bu ışınları geçirmediğini kabul edersek ipek gömlek giyenlerin kansere yakalanma tehlikeleri azalacaktır. Radyasyonun etkisi birbirine eklenmektedir, belli bir sınıra yükseldiği zaman sorun başlar. Eğer abdest uzuvları dışında ipekten (suni olmayan ipekten) giyinirsek kansere yakalanma ihtimalimiz azalabilir. Bu ayetlerden yararlanarak bunların denenmesi gerekmektedir.
Yüz villalı dinlenme arsalarının bahçelerinde dut ağaçları dikilecek ve bunlarla ipek üretilecektir. Böylece arıcılık, balıkçılık, tavukçuluk yapıldığı gibi ipekçilik de yapılacaktır.
حَرِيرٌ (23)
XaRIyRun (FaGIyLun)
“Harir”
حَرِير ipek demektir. İkinci manası sıcaklık, üçüncü manası köle için özgürlük, dördüncü manası yazmaktır. “Muharrer” (مُحَرَّر) kelimesi geçmektedir. Tespit etme anlamında yazıdır yahut takdir etme anlamında bir yazıdır.
Burada ipek anlamındadır. İpek böceği bir böcek kurdudur. Sonra kozasına girecek ve orada uçan böcek olacaktır. Bu değişimin olması için bazı ışıkların girmemesi bazı ışıkların da girmesi gerekir. Koza ile soğukluk ve sıcaklık ayarı yapıldığı gibi ışık alması da yapılmaktadır. İnsanın da ipekten elbise giymesi bu ışık süzmesini yapmaktadır demektir.
Bitkilerin çimlenmesinde yıldızlardan gelen yüksek frekanslı dalgaların etkili olduğu tespit edilmiştir. Yani ışık moleküllerin yapılarına etki etmektedir.
Sık sık yıkayıp değiştirmek için iç don, gömlek pamuktan olacaktır. Onun üzerinde ipekten don gömlek olacak, dış elbise yünden olacaktır. Deri nasıl üç katsa bunlar da böyle olacaktır. Bize bunları denemek nasip olmadı. Siz ise Allah dilerse bunları yaşayacaksınız.
YORUM
Sanayi dönemine geçmeden önce birçok hastalık yoktu, sanayi dönemine geçilince tababet arttığı halde hastalar % olarak azalmadı. Çünkü sanayi artıkları yeryüzünün havasını, suyunu, toprağını ve canlıları kirletti.
Akevler inşaatında şantiye yapmadan önce hela yaptım ve künk suyunu ona verdim, dört seneden fazla sürdü. Künk üzerindeki otlar diğer otlardan iki misli daha fazla büyüdü. Su ve gübreden yararlandı. Ne var ki kurbanlık koyun aldık, bahçede koyunlar o otu yemedi.
Bunlar bizim atıklarımızdı. Neler yediğimizi böylece anlamış olmalıyız.
Bugün arkadaşlar kendilerine sağlıklı gıda arıyorlar. Sağlıklı oldukları rivayetten ibarettir. Sağlıklı olsa bile bizim için istediğimizi herkes için istemeliyiz. Yalova’daki Ar-Ge çalışmalarına insanları katmalıyız. Bunları çevremize anlatmalı, 10.000 ortağı bulmalıyız.
Bu ayetler üçüncü binyıl uygarlığı hayatını anlatmaktadır. Bundan önce benzer ayet geçmiş, orada يَفْعَلُمَايُرِيدُ ile bitmişti.
إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ إِنَّ اللَّهَ يَفْعَلُ مَا يُرِيدُ (1422/)
Şimdi ise bu ayette neyi murad ettiğini anlatıyor. Kur’an’a inandıkları halde hala içeriğine inanmamaktalar. Rayb içinde olanlar ancak kulaklarını tıkamak, gözlerini kapatmak şeklinde bu gaflet içine düşmüşlerdir. Seminer okuyucuları azalmaktadır. Kalanlar üzülmesinler. Kur’an’a gerçekten inananlar kalmaya devam etmektedirler. Bu ayıklama olsun diye 15 Temmuz olayı oldu. Bu ayıklama olsun diye olağanüstü hal ilan edildi. Bu ayıklama olsun diye Dolar fırladı. Bu ayıklama olsun diye evetler çok oldu. Siz Allah’a ve Kur’an’a inanıyorsanız Kur’an’a bakın. Ben yanlış anlıyorsam orada durun onu tartışalım. Gidenler gitsin, onlar bize yüktürler. Biz kalalım ve biz olalım.
Öz Türkçe ile:
“Allah inanmış, yararlı işler yapmış olanları altından ırmakların aktığı bağlıklara sokacaktır. Orada altından ve inciden boyalarla kaplanacaklardır. Orada giyimleri de ipektir.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Allah iman etmiş, salihatı amel etmiş kimseleri tahtından enharın cereyan ettiği cennata idhal edecektir. Orada zehebden esavir ve lü’lü’ ile tahliye edileceklerdir. Orada libasları da harirdir.”
EinNa elLAvHa YuFPiLu elLaÜıyNa EAvMaNUv Va GaMiLUv elöÖALiXAvTi TaCRIy MiN TaXTiHav eLEaNHAvRu YaXalLaVNa FIyHAv MiN EaSAvViRa MiN ÜaHaBin Va LuELuEan Va LiBAvSuHuM FiYHAv XaRIRun
إِنَّ اللَّهَ يُدْخِلُالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤًا وَلِبَاسُهُمْ فِيهَا حَرِيرٌ (23)
***
وَهُدُوا
Va HuDUv (Va FuGuLUv)
“Ve hidayet olundular”
Emir اِهْدُوا şeklindedir. Bu ise fiili mazinin meçhulüdür. Hidayet olundular anlamındadır.
Allah’a secde edenler, salihatı amel edenler, işçilik sisteminden ortaklık sistemine geçenler, yüz lojmanlı işyeri apartmanları yapanlar, yüz villalık dinlenme siteleri kuranlar, Kur’an seminerlerine devam edenler, semt kooperatiflerini kuranlar yahut kurmaya çalışanlar. İşte bunlar hidayete erdirildiler.
“Hidayet ettiler” denmiyor. “Hidayete erdirildiler” deniyor. Yani böyle olan kimselerin özelliklerini anlatmaktadır. Hangi grupta olduğunuzun anlaşılması için bu özelliğinize dikkat edin ve ona göre yerinizi alın.
إِلَى الطَّيِّبِ مِنَ الْقَوْلِ
EiLay elOayYıBı MıNa eLQaVLı (EiLay elFayGıLı MıNa eLFaGLı)
“Kavilden tayyib olana”
طَيِّب yararlı, sağlıklı anlamındadır. Kavlin sağlıklı olanına hidayet olundunuz denmektedir. Sözün sağlıklısı kelimesi yalnız burada geçmektedir. Budan önce ışığın insan sağlığındaki yeri anlatılmıştır. Burada sesin insan sağlığındaki yerine işaret edilmektedir. Ses dalgaları da bedene etki etmektedir.
‘Allah, Allah’ diye tesbih ederseniz vücudunuzu ihtiyacı olan ses dalgaları ile titreştirirsiniz. Tüm müzik bunun için vardır. Yalnız insanlarda böyle değildir. Doğa da ses dalgaları ile çalkalanmaktadır. Kuşlar bunun için öterler. Doğa bir müzik armonisinden ibarettir. Işık yanında sesin bu özelliğine de işaret etmesi dışında sözün manası ile tedavisi vardır. Öyle cümle söylersiniz ki o cümle insanı ferahlatır ve sağlığına kavuşturur.
Burada الْقَوْلِmarifedir. مِنْ ile teb’iz edilmiştir Cins, istiğrak için olabildiği gibi Kur’an da kastedilmiş olur. Ondan anladığınız bazı manalar olabilir.
Özellikle hastaların seyredecekleri bir filmle tedavi yoluna gidilebilir. Bu hususta Freud çalışmalar yapmış ama Kur’an rehberliğine sahip olmadığı için tedavide başarılı olamamıştır. Kur’an’a inanmış olan psikiyatristler bunun üzerinde çalışmalılar. Bu arada Freud’un açıklamalarından da yararlanmalıdırlar.
Bizim buradan çıkaracağımız şey sağlıklı sözler söylemektir. Karşı tarafa saldırmak değil, yaptıkları iyilikleri onaylamak, söyledikleri doğru sözleri tasdik etmek, zararlı işlerde ve yanlış sözlerde de düşüncelerimizi aktarmaktan ibarettir. Katiyen onlara cephe almamalıyız. Onlar bize saldırırlarsa sözlerine sabredeceğiz. Fiilen saldırırlarsa da savunacağız. Biz saldırmayacağız. Savunma saldırısına cevaz verilmiştir. Çünkü sırf savunma ile saldırı def edilemez. Karşı saldırıya geçmek gerekir.
Akevler ve Erbakan hep bu yolu takip etmiştir. Kimseye cephe alınmamıştır. CHP ile koalisyon yaptık. MHP ile seçim ittifakı yaptık. Doğru Yol’u (DYP) dışarıdan destekledik. ANAP zaten bizden çıkmıştır. AK Parti bizim partimizdir. HDP’lilerle daima diyalogda bulunduk. Biz hep barışçı olduk, hep sağlıklı sözler söyledik. Erdoğan’ın bu hususu düzenlemesi gerekmektedir. Erdoğan’ı seven, sayan varsa bu hususu ona iletmesi gerekir.
وَهُدُوا إِلَى صِرَاطِ الْحَمِيدِ (24)
VaHuDUv EiLAy ÖıRAvOı eLXaMIyDı (VaFuGLUv EiLAv FıGAvLi elFaGIyGi)
“Ve hamidin sıratına hidayet olundular”
Kur’an’da üç defa “hamid sırat” geçmektedir. İkisinde hamidin azizin sıfatı olarak geçmektedir (صِرَاطِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ). Burada doğrudan sıratın tamlayanı olmaktadır ve tayyib kavle atfedilmektedir.
حَمِيد emeksiz kazanılan şeydir. Birlikte olduğumuz zaman doğan berekettir. Bu, asgari on mislidir. Salihat amel sonucu elde edilen kazançtır.
Fatiha’da bütün hamdin Allah’a ait olduğu yani topluluk sayesinde kazanıldığını bildirmektedir. Buradaki hamidin sıratı orada tarif edilen sıratı müstakimdir.
Üçüncü binyıl uygarlığı iş bölümüne ve mübadele ilkelerine dayanacaktır. Ortaklıkta arz ve talep kanunları çalışacaktır. Hamidin uygarlığı olacaktır, الْحَمِيدِ marife olarak geldiği için Fatiha’daki sırattır.
Semt kooperatifleri ortak üretim ve tüketimi sağlayacaktır. Merkez semtler de mübadeleyi ve dayanışmayı sağlayacak. Kamu da güvenliği sağlayacak.
Uzun söze gerek yoktur. Burada الْحَمِيدِ marife gelmiştir. Her bucak kendi hamid yolunu benimseyecek. Kendisi tarif edecek. Ona uyacak. Kur’an her bucağa ayrı ayrı nazil olmaktadır. Fatiha’daki ihdina’daki nun Cuma namazı kılanlara aittir. Her Cuma namazı kılan Kur’an’ı kendisi yorumlar ve orada hamid sıratı ortaya koyar. Kavl şeriat ise sırat da onun uygulamalarıdır. Kavl tayyib olacak, sırat da hamid olacak.
O halde bir söz söylediğimizde tayyib olup olmadığına, yararlı olup olmadığına bakacağız, bir iş yaparken de hamid olup olmadığına bakacağız.
YORUM
Burada Allah bize diyor ki; siz kavlin tayyibindesiniz, sıratın da hamidindesiniz. Mazi sigası ile getirilmiştir. Gerçekleşmesi kesin olan ifadeler mazi sigası ile getirilir. Allah’ın en büyük müjdesi ve vaadidir bu. Allah’a hamd eder rahat uyuyabiliriz ama görevimize sabahleyin zinde kalkmalıyız. Hemen çalışmaya koyulmalıyız. Secde edenlerden, salihatı amel edenlerden olmalıyız.
Seminerlerimizi takip edenler içinde ümitsiz olanlar vardır. Bu ayetler onları bu ümitsizlikten kurtarmaktadır. Her gün ‘Allah bana ne görev verdi?’ diyecek ve ona göre salihatı amele başlayacaktır. 90 yaşında olabilirsiniz. Bu sizi gevşetmemelidir. Siz görevinizi yapacaksınız, kalanı size ait değildir. Siz tayyib kavle ve hamid sırata götürüleceksiniz. Siz gitmeyeceksiniz.
Burada yaşanan bir olayı zikretmek istiyorum. Kazım Erten buradaki “Tayyib” ve “Hamid” kelimelerini ele alarak AK Partili olma hevesiyle bu ayeti onların bir şekilde iktidarı ile yorumladı. Bana anlattı. Bir şey demedim ama içimden tasvip edemedim. Ayet ayetti ve yorumlayan da böyle yorumluyordu. Kazım Erten bu yorumunu doğrudan Davutoğlu’na ve Cumhurbaşkanına iletti. Kendisi partinin İzmir il başkanı adaylarından idi ve Erdoğan ile doğrudan görüştü. Ona söyledi. O ise onu değil başkasını uygun gördü. Yetmedi, sonra Davutoğlu’nu istifaya zorladı. Böylece Kazım Erten’in yorumu havaya uçtu. Bu olay geçmiştir.
Biz bu ayeti yorumlarken bu olay üzerinde de düşünmeliyiz. Hadiselerin tevili budur. Mademki Kazım Erten bunu böyle yorumladı, Erdoğan’ın, Davutoğlu’nun ve bizim; bu yorumu Kazım’ın yaptığını değil de Allah’ın söylettiğini kabul edip ona göre değerlendirmemiz gerekir.
AK Parti’nin kurucuları, Erdoğan dâhil, Akevler’in dostları idiler, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan hariç. Ancak AK Parti kurulduktan sonra bürokrat olarak da Ahmet Davutoğlu’nu takip etmiş, dış siyasetini hep tasvip etmişimdir. AK Parti dış siyasetini hep onun görüşlerine oturtmuş ve o dönemde başarılı yere gelmiştir.
Benim şahsen sıralamam vardır. Siyasette birinci Erbakan’dır, ikinci Erdoğan’dır, üçüncü Gül’dür, şimdi dördüncü olarak Davutoğlu’dur diyorum. Davutoğlu’nun parti kurma içinde olduğu söyleniyor. Ben tasvip ediyorum. Bu ayete ve Kazım Erten’in yorumuna dayanarak diyorum ki Davutoğlu parti kurmalıdır, Adil Düzen Partisi’ni kurmalıdır. Akevler onu desteklemelidir. Erdoğan da bundan memnun olmalıdır. AK Parti’ye karşı değil, AK Parti’nin yanında bir parti kurulmalıdır. AK Parti mevcut düzen içinde işleri yürütmeli, Adil Düzen Partisi de tedrici olarak Adil Düzen’in ülkemize gelmesi için çalışmalıdır.
Biz Kur’an’ı böyle yorumluyoruz. Benim Davutoğlu ile hiç görüşmem olmadı. Torunumun düğününde bir defa sadece konuşmadan tokalaştık. Aslında onun Konya’daki bağımsız faaliyetine kalkmış olmasından dolayı ilk intibam müsbet değildir ama biz intibalara değil Kur’an’ın dediğine bakarız.
Öz Türkçe ile:
“Ve sözün yararlısına koyuldular ve verimli kılanın yoluna koyuldular.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve kavilden tayyibe hidayet olundular ve hamidin sıratına hidayet olundular.”
Va HuDUv EiLay elOayYıBı MıNa eLQaVLı Va HuDUv EiLAy ÖıRAvOı eLXaMIyDı
وَهُدُوا إِلَى الطَّيِّبِ مِنَ الْقَوْلِ وَهُدُوا إِلَى صِرَاطِ الْحَمِيدِ (24)
***
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا
EinNa elLaÜIyNa KaFaRUv (EinNa elLaÜIyNa FaGaLUv)
“Küfretmiş olan kimseler”
İman etmiş ve ameli salih amel etmiş kimselerden sonra küfretmiş ve Allah’ın yolundan sedd etmiş kimselerden söz etmektedir.
وَ harfi ile atfetmemiştir. Yeni bir bölüme başlamıştır. Kur’an’dan önce her kavme ayrı kitap inmiş her asra ayrı resul veya nebiler gönderilmiştir. Kur’an’dan sonra artık yeni kitap gelmeyecek, tüm insanlık bir kitap ile amel edecektir. O da Kur’an’dır. Kur’an eski kitapları nesh etmemiş tam tersine onları tasdik etmiş, onların da ilahi kitap olduğunu beyan ederek müsbet kitaplar arasına çıkartmıştır. O kitaplarda icaz yoktur. Mucize yalnız Kur’an’da vardır.
Bunu kabul etmeyenleri kâfirler olarak gruplandırmaktadır. Bunlar bunu neden kabul etmiyorlar? Allah’a secde etmek yani O’nun kulu olmak, O’nun işlerini yapmayıp Sermaye’nin veya bürokratların emrinde kalmak için direniyorlar. Faizsiz ortaklık sistemi yerine faizli işçilik sisteminde direniyorlar. Bundan sonra insanlığı birleştiren bir müesseseden bahsedecektir, onun girişini yapmaktadır. O müessese insanlığın yapacağı yıllık kongredir. Kongre merkezi olan Mekke üzerinde durulacaktır.
وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ
Va YaÖudDUvNa GaN SABIyLılLAHı (Va YaFGaLUvNa Gan FaGIyLI elLAvHı)
“Ve Allah’ın sebilinden sedd ediyorlar”
صدد beyaz kil, topraktır. Arkta akan suları onunla durdururlar. Akan suların önüne o toprağı koyduğunuzda sular arktan sapmamış olur. Mastarına صُدُود denir, سدد kökü ile de akrabalığı vardır. İçeriden çıkılmamak için yapılan hisara “hisan” denir, dışarıdakilerin girmesini önleyene صَدّ denir.
ص dayanıklılığı, دduvarı, çevreyi ifade eder.
“Allah’ın sebili” kentleri birbirine bağlayan ağ şeklindeki şebekedir. Altyapıyı ve altyapı vakıflarını ifade eder. Bugünkü gümrükler ve vizeler Allah’ın sebilinden sedd etmektedir. Yeryüzü tüm insanlığındır. Gerek kendileri gerekse aileleri ile tüm dünyada seyahat etmek, seyr etmek haklarına sahiptirler. Konmuş olan gümrükler ve vizeler, koydukları ambargolar hep Allah’ın yolundan sedd ettirmeleridir. Böyle yapmıyorlar mı? Araplar bunu Ömer zamanında öğrendiler, Ömer de onda bir vergi olarak koydu ama şart koştu, “Onlar uyguluyorlarsa biz de uygularız. Onda birini aşamaz.” dedi. Bu, yanlış uygulamadır.
Kur’an’da ondan fazla yerde bu terkip geçmektedir. Çağımızın en büyük belası şiddetle nehy edilmektedir. Sermaye ve bürokratlar sömürmelerini bu yolla yapmaktadırlar.
Bizim tek taraflı olarak gümrükleri ve vizeleri kaldırmamız gerekir.
ABD’li Yahudi meşhur iktisatçısı Paul Samuelson bir kitabında gümrükleri tek taraflı kaldırmanın o ülke için yararlı olacağını açıklamaktadır.
وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ
Va El MesCiDi eLXRAvMı (Va eLMaFGali elXaRAMı)
“Ve Mescidi Haram”
Mescidi Haram’dan da sudud ediyorlar.
Suudi Arabistan kotalar koyuyor. Suudlular Osmanlılara ihanet etmiş, şimdi de Türkiye ile savaş yapma hazırlığında. Batılılar Mekke’de yüksek binalar diktiler, orasını faizli Sermaye’nin kazançlı yeri haline getirdiler.
Ayet Mescidi Haramın ve Mekke’nin statüsünü ortaya koymaktadır. Bu aynı zamanda insanlığın (Birleşmiş Milletlerin) statüsünü anlatmaktadır.
Mescidi Aksa vardır. Mescidi Haram vardır. İçinde kavganın ve savaşın haram kılındığı mescittir. Haram ayları vardır haram yerleri vardır. Bu aylarda ve bu yerlerde savaş durur, çatışmalar durur.
Bu ayetlere başlarken Allah’a secde edenlerle secde etmeyenleri birbirinden ayırmıştır. Burada da mescitten bahsetmektedir. İnsanların bir araya geldiği bir alandır. Bütün insanlara rahmettir. Ailenin haremi evleridir. İnsanlığın haremi ise Mekke’dir. Mekke’de mescit Kâbe’nin çevresinde olan alandır. Tüm Mekke haremdir. Kur’an’ı getiren son nebi sınırları belirlemiştir. Bunlara ‘mikat’ denmektedir. O günkü ulaşım ve yerleşim şartları altında sınırlar çizilmiştir. Biz Mekke ile Medine’nin ortasını alıyor ve Mekke’nin sınırını Mekke merkez olmak üzere çiziyoruz, ‘burası mikattır’ diyoruz, ‘burası haremdir’ diyoruz. Tüm bu alan mescittir. Burası tüm insanlığa aittir, bir devletin hükümranlığında değildir.
Mescidi Aksa’yı Kur’an anlattığına göre bunun gibi harem yerler olmalıdır. Kıta merkezlerinde birer harem ili vardır demektir. Bunları birleştiren hac yolları da haremdir. Böylece bunların bulundukları bölgeler harem olmasalar da bir devlete ait olmayan yerlerdendirler. Hicaz bölgesi insanlığın olmalıdır.
Suudlular Riyad’da hâkimiyetlerini sürdürmeli, Hicaz’dan çekilmelidirler. Oranın statüsü Birleşmiş Milletler’e yani insanlığa ait olmalıdır.
الَّذِي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَاءً
elLaÜIy CaGaLNAvHu LilNAvSi SaVAEaN (elLaÜIy FaGaLNAvHu LiLFuGAvLı FaGAvLan)
“Nâs için seva ca’l ettiğimiz”
Mescidi Haram’ın ilk hükmünü koymaktadır. Tüm insanlar için konmuştur. Irk ve din ayrımcılığı söz konusu olmaksızın konmuştur. Orası ne Müslümanlara ne de Araplara aittir, tüm insanlarındır, yerlisi, yabancısı olmadan tüm insanlarındır.
Kıyas yoluyla tüm kıtalarda harem yerler ve bu haremleri bağlayan hac yolları tüm insanlığa aittir. Buraya gelen kimse, suçlu olsun olmasın, kim gelirse gelsin, eşit kişiliğe sahiptir. سَوَاء eşit anlamında olduğu gibi, orta yer buluşma yeri anlamındadır da. İnsanlık Suud krallığını buna zorlamalıdır. Hiçbir mümin devlet onunla alışveriş etmemeli, kimse hacca gitmemelidir. Hicaz’ın statüsünü tüm büyük dinler bir araya gelip birlikte tespit etmelidirler. Türkiye bunda öncülük edebilir. Suudi Arabistan savaşsız orasını bırakmak durumunda olabilir. Yahut bize saldırır, o zaman bizim orasını fethetme hakkımız olur. Biz savaşla, zorla Suudi Arabistan yönetimine saldırmamalıyız.
الْعَاكِفُ فِيهِ وَالْبَادِ
eLGAvKıFu FıyHIy Va eLBAvDi (eLFayGıLu FıyHIy Va eL FAvGiLi)
“Orada akif ve badi olarak”
سَوَاءً haldir, الْعَاكِفُ فِيهِ وَالْبَادِmübtedadır, haberi mukaddem olarak mahzuftur. Cevaben سَوَاءٌ الْعَاكِفُ وَالْبَادِي anlamındadır. الْعَاكِفُ ile الْبَادِي kelimeleri bir arada zikredilmiş ve وَharfi ile atfedilmiştir.
عَكِف örgülü saç veya sarmaşık demektir. Hayvanın bağlandığı ipe benzetilerek عَكَفَ bağlanmak anlamında kullanılmıştır. Bir işe bağlanmak anlamına da gelmektedir.
Kur’an’da عكف 9, حقف 1 defa geçer. Toplam 10 (2*5) eder.
ع etkiyi, ك oluşu, ف mafsalı ifade eder.
اِعْتَكَاف kendi kendisini sarmak içine kapanmak anlamındadır. Burada عَاكِف Mekke’nin yerlisi olmak demektir.
بَدْو çöl demektir. بَدَأَ başlamak anlamındadır.
Kur’an’da بدو 31, بدء 15 defa geçer. Toplam 46 (2*23) eder.
ب geçit, د çevre, وbirliktelik, ء güç demektir.
بَادِيَة kelimesi taşra anlamındadır. Taşralı veya yerli ayırımı olmaksınız eşit haklara sahiptirler. Demek ki bedevi de taşralı demektir.
Kentlerde sakin olanlar yapılar yapmışlardır. O yapılara maliktirler. Bir kente girebilmek için oranın sakinlerinden birinin konuğu olmak gerekir. Orada bir iş kurabilmek için oranın yöneticisinin izin vermesi gerekir. Taşrada ise tam serbestlik vardır, bucaklarda semtlerin dışında her yer serbesttir. İllerde ise merkez dışında o il sakinlerine serbesttir. Ülkelerin merkez ili dışındaki her yer serbesttir. Yeryüzünde ülkelere ait olmayan topraklar herkese serbesttir. Oranın yerlisi, yabancısı aynı haklara sahiptir.
Bu ayet üzerinde uzun tartışmalar olmuştur. Buna göre Mekke’de yer veya ev alınmayacak, satılamayacak, kiraya verilmeyecektir. Değişik fakihler değişik fetvalar vermişlerdir. Bize göre gayrı zizer’dir (غَيْرِ ذِي زَرْعٍ). Oralarda ticaretten başka hiçbir üretim yapılamaz. Tarlalara ve ağaçlara malik olunamaz. Sanayi de ziraata kıyas edilir. Meskenler ise ticarete benzetilerek mülkiyet caizdir. Yani inşa edilen evler kendileri oturmak şartı ile alınıp satılır. Kiraya gelince, ticaret serbest olduğuna göre dükkânlar da serbesttir. Kiranın meşruiyeti taşrada tartışmalıdır. Biz şöyle hallediyoruz.
Mekke’nin her zaman harem olan yeri vardır. Bir de haram ayların içinde harem olduğu yerleri vardır. Bu çok geniştir. Buralarda dünyadaki devletlere birer ilçe kuracak yerler ayırıyoruz. Orada mülk ediniyorlar. Her zaman harem olan yerlerde ise özel mülkiyet yoktur. Ancak orada bulunanlar orada oturabilirler. Orada binaların alınması da kiralanması da meşru değildir. Gelenlere serbesttir. Yatma yerleri vardır ama yatak yorganı ise kendileri getirirler, çadır mahiyetinde bezlerle geçici olarak perdeler konabilir.
Orada ancak itikaf kuralları içinde kalınabilir.
وَمَنْ يُرِدْ فِيهِ
Va MaN YuRıD FIyHıy (Va MaN YuFGıL FIyHi)
“Ve orada kim irade ederse”
Bir şeyi murad etseniz, adam öldürmek isteseniz ama bunu başaramasanız; ceza verilir mi? Kişi adama kurşun attı, kurşun adama değmedi, kendisi sağır olduğu için duymadı; bu kişiye Allah ahirette ceza verecek midir?
Taşrada bu işi işlerse ceza vermeyebilir ama burada irade ettiği için ceza vereceğini söylemektedir. Fiil etme gerekmez, irade cezalanması için gereklidir. Kişiyi öldürmeye kastettin, planları da hazırladın ama tetiği çekmedin; bunlardan dolayı cezalanacak mısın?
Meşiet cezalanmak için yeterli değildir. İrade ise bazı yerlerde cezalanmak için yeterlidir. Cezası farklı olabilir. Burada فِيهِ kelimesi olmasaydı fiil işlemese de ceza verilebilirdi. Burada sadece haram yer için bu belirtilmektedir.
بِإِلْحَادٍ بِظُلْمٍ
Bi EiLXAvDın Bi JuLMın (BiFGALin Bi FıGLin)
“İlhadı zulmü”
لَاحِد siper, uzunca kazılmış çukur, sığınak demektir.
ل belirliliği, ح hareketi, د duvarı ifade eder.
İlhadı, zulmü kim irade ederse.
“İlhad etmek” lahitlemek anlamındadır. Öldürmeye kastetme ve bunun için fiilen hareket etmek kinaye edilmiştir. Bir kimsenin başkasının ölmesini amaçlamak maksadı ile yaptığı faaliyetler ilhad ile ifade edilir. Onu aç bırakmak, ona hastalık bulaştırmak, onun işini bozmak ilhaddır. İlhad zulümle yorumlanmıştır. Zulüm yapmış olmak şart değildir. Zulmü murad etmek demektir.
Murad etme ve ilhad etme ifadeleri ile orada insanın melekleşmesi gerekmektedir.
نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ (25)
NuÜiQHu MiN GaÜAvBin EaLIyMın (NuFGıLuHUv MiN FaGAvLin EaLİyMin)
“Ona elim azabdan izaka ederiz.”
Biz izaka edeceğiz demekle sizin bu hususta yetkiniz yoktur anlamı çıkabilir. Ahirette Allah izaka edecek, dünyada biz izaka edeceğiz demektir.
İşlenmiş suçlar insanlık anayasasında şöyle hükme bağlanmıştır:
Taşrada işlediği fiilden dolayı Mekke’ye iltica eden kimse cezalandırılamaz. Mağdur olanlar beklerler, çıkınca cezalının infazını isterler. Önce gıyabi de olsa muhakeme edilir. Bir kimsenin muhakeme edilmesi için hazır olması şart değildir. Velisi savunur. Hakemi savunur. Hakem atamamışsa hakemi atanır.
İnfaz ise bulunduğu yerde yapılır. Oranın bucak başkanı infaz etmezse diyet istenir. Mağdur kısas istiyorsa çıkmasını bekler. Mekke için de durum budur. Haremde dışarıda işlenen suçların infazı yapılmaz. Mekke’de işlenmiş suçların infazı bu ayetteki ifadeye dayanılarak kıyasla, ahiret azabına kıyasla yapılabilir. Mefhumu muhalefeti kabul edenler orada işlenmiş suçlara ceza uygulamazlar. Kıyası kabul edenler ise uygularlar.
YORUM
İslamiyet gelmeden önce laiklik yoktu. Değişik dinlere mensup olan insanlar bir arada yaşamıyordu. Roma Hıristiyanlara en büyük zulüm yapmıştı, sonra Hıristiyan olunca da benzer zulmü Hıristiyan olmayanlara yaptı.
İslamiyet laikliği getiren bir dindir. Musa Peygamber İsrail oğullarına gelen peygamberdi. Hala Yahudiler başka ırktan olanları Yahudi kabul etmiyorlar. Hazerler Yahudiliği kendilerine resmi din yaptılar. İsrail oğlu olmayan Yahudi Türk ve Müslümanlara hala İsrail oğullarınca Yahudi gözü ile bakılmaz. İsa Peygamber tüm insanlara hitap etti ancak o devletli olmayı teşri etmedi. Medine Sözleşmesi laik bir sözleşmedir ve çok partili düzen sözleşmesidir.
Kur’an’ın Mekkî surelerinde de Kur’an’ın tüm insanlar için gönderildiği ifade edilmektedir. Değişik din ve ırkların bir arada yaşamalarına, yemek yemelerine, hatta evlenmelerine izin vermiştir. Kur’an gayrimüslimlerle evlenmeyi, kız almayı açıkça ifade etmiştir, kız vermeyi içtihada bırakmıştır. Biz içtihadımızı kişiler laikse yani başka insanların dinlerine saygılı ise kızı verebilirsiniz, saygısızsa zaten onlar almazlar. Baskı yaparak dinsizleştireceklerini zannedenlerden kız alınır ama onlara kız verilmez.
Bu sure insanlığın barış merkezi olarak Mekke’nin nasıl Allah tarafından hazırlandığını ifade etmek içindir.
Öz Türkçe ile:
“Kapatmış ve Allah’ın yolundan ve yerli ve taşralı eşit olan topluluk için bir kıldığımız güvenli tapınaktan alıkoyanlar (kaybedenlerdir) ve kim orada karışıklığa ve ezmeye kalkışırsa ona sıkıcı acıdan tattırırız.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Küfretmiş ve Allah’ın sebilinden akif ve bad olan nâs için sava ca’l ettiğimiz haram mescidden sadd edenler (zarardadırlar) ve kim orada ilhad ve zulüm irade ederse ona elim azabdan izaka ederiz.”
EinNa elLaÜIyna KaFaRUv Va YAÖudDUvNa GaN SeBIyLı elLAvHı Va eLMaSCiDi eLXaRAMı elLaÜIy CaGaLNAvHu Li elNAvSi SaVAvEaN eLGAvKiFu FIyHiy Va eLBAvDı Va MaN YuRiD FIyHıy Bi EiLXAvDın Bi JuLMın NuÜiQHu MiN GaJAvBin EaLIyMın
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذِي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَاءً الْعَاكِفُ فِيهِ وَالْبَادِ وَمَنْ يُرِدْ فِيهِ بِإِلْحَادٍ بِظُلْمٍ نُذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ (25)
***
وَإِذْ بَوَّأْنَا
Va EiÜ BavVaENAv (Va EiÜ FaGaLNAv)
“Ve hani tebvi’ etmiştik”
Buradaki وَ harfinin atfedildiği yer bu surede yoktur. إِذْ ile geçen bir kelime olmadığı için قُلْmanasında bir kelime de yoktur. O halde buradaki mahzuf bir cümledeki إِذْ‘e atfetmektedir. O mahzuf olan cümleyi yorumcu kendisi takdir edecektir demektir. İbrahim Peygamber’in Mekke’de Kâbe’yi inşa etmesi kıssasına atfedilmektedir. بَوَّأْنَا demekle onun hazırlığını yapmış olmaktadır.
Allah yeryüzünü yarattı. Karaları ve denizleri kurdu. Kızıldeniz’i karaların merkezine yerleştirdi. Fırat ve Nil’i de yarattı. İlk insan Nil havzasında yaratıldığı gibi ilk uygarlık da bu iki nehirde doğdu. İki ayrı uygarlığın gelişmesini ca’l etti. İlk uygarlık Fırat’la Dicle havzalarında doğdu. İkinci uygarlık da Nil havzasında doğdu. Bu iki medeniyetin etkisiyle sonraları insanlık medeniyetleri doğmuş ve doğacaktır.
Kur’an’ın ifade edilmesi için gelişmiş bir dile ihtiyaç vardı ama bu dil saf olmalı ve kendi kuralları içinde olmalı idi. Arapçaya başka kelimeler girmiş olsa da Arapça, kuralları net olarak korunmuş olmalıydı ama bu dil aynı zamanda Kur’an’ın ifadesine müsait olmalı idi. İşte bunun için Mekke seçilmiştir. Iraklılar (Mezopotamyalılar) ve Mısırlılar refaha ulaşmış, medenileşmiş topluluklar oldukları için çöllerde seyahat yapmazlardı. Bunu ancak badiyedeki Araplar yapabilirdi. Böylece İbrahim Peygamber burada insanlık medeniyetinin tohumunu atsın diye yeryüzünün coğrafyasını ona göre oluşturdu, iki uygarlık arasına Kızıldeniz’i koydu. بَوَّأْنَا‘nın ne derin manalar içerdiğini artık anlıyoruz.
بوء kökü بيع’den dönüşmüştür. بَيْع bilekten sonraki el, el atmak hazırlamak anlamındadır. Bir de vurmak, çarpmak anlamında kullanılmaktadır.
Dağdaki arı kovuğudur. Dağdaki evin hazırlanmasıdır. Hazırlamak, düzenlemek anlamlarındadır.
Kur’an’da بوء17, بوب27 defa geçer. Toplam 44 (22*11) eder.
لِإِبْرَاهِيمَ
LiEiBRAvHIyMa (LiEiFGAvLIyLa)
“İbrahim için”
إِبْرَاهِيمَkelimesi بره kökünden oluşmuş bir isimdir. Burhan anlamındadır. İbrahim’den önceki peygamberler doğal afetlerle insanları yola getiriyorlardı. Mezopotamya’da müspet ilim gelişince İbrahim Peygamber akli delillerle insanları davet etti. Adı da “İbrahim” oldu.
İbranicedeki anlamları etimoloji derslerinde öğretilmektedir. Akatçadaki manası üzerinde Dr. Mete Firidin çalışmaktadır. “İbrahim’e hazırladık” diyor. Oysa İbrahim inşaatta bulundu ama sonra o orada bulunup burada sayılan görevleri yapmadı.
‘İbrahim milletine’ demektedir. Bugünkü dört uygarlık da İbrahim’in neslinden gelmektedir. İshak Yahudilerin ve Hıristiyanların atasıdır. Üçüncü hanımı Katura’nın çocukları ise Hinduların ve Budistlerin atasıdır. İsmail de Kur’an ehlinin atasıdır. Bunların hepsini ifade etmek için “İbrahim’e hazırladık” diyor.
مَكَانَ الْبَيْتِ
MaKAvNa eLBaYTi (FaGAvLa elFaGLi)
“Beytin mekânı”
بَيْت bina demektir, mesken olsun olmasın بَيْت denir. Mesken insanların ailece oturdukları yerlerdir. Mekân bizim kullandığımız mekân anlamındadır. Yerden farklıdır. Arsa binanın sağlamlığına ayrılan yerdir. Yapacağınız binanın nasıl elverişli bina olması gerektiğini düşünürsünüz. Mekânda ise binanın konduğu yer düşünülür. Ben fabrikamı nerede kurmalıyım ki hammaddeyi kolay temin edeyim, pazarım oluşsun. İşte bu anlayışla belirlenen yere ‘mekân’ denir.
Kâbe seçilirken dünyanın merkezindedir. Karaların ağırlık merkezi Mekke’dir. Akevler Dergisi’nde bu çalışmamız yayımlanmıştır. Adil Düzen veya Akevler’de yazılan tüm eserler Kur’an’ın yorumundan ibarettir, ona göre okumanız gerekmektedir.
أَنْ لَا تُشْرِكْ بِي شَيْئًا
EaN LAv TuŞRiK BIy ŞaYEan (EaN LAv TuFGıL BIy FaGLan)
“Bana bir şeyi işrak etmemene”
İbrahim Peygamber şirk ile mücadele etmek üzere ateşe atılmıştı.
Mekke’de hac yerinin İbrahim için hazırlanmasının manası nedir?
Burada İbrahim bir kişi değildir, onun dinine mensup olanlar için hazırlanmıştır. Kur’an’da dinde kardeşlik olduğu gibi kutsal dinde babalık da vardır. İbrahim tüm insanların dinde atasıdır. Âdem ise bedenlerinin atasıdır. Buradaki بِ harfi ceri فِي manasındadır, benim işlerimde demektir. Bir şeyi işrak etme diyor, nefsine demiyor. Dolar’ı işrak etme, ekseriyet oyunu işrak etme diyor.
وَطَهِّرْ بَيْتِيَ
Va OahHır BaYTiYa (Va FagGıL FaGLiYa)
“Ve beytimi tathir et”
Beytimi diyor. Allah orada oturuyor mu, O’nun evi nasıl olur? O’nun evidir çünkü topluluğun evidir, insanlığın evidir.
Topluluğu ifade ederken اللَّه kelimesini kullanır, “O” (هُوَ) zamirin kullanır, نَاzamirini kullanır. Burada يharfini (mütekellim Ya’sı) getirmiştir. نَا dendiği zaman; devlet, il, bucak, ocak toplulukları da kastedilmiştir. Burası ise yalnız insanlığa ait olduğu için ve tek olduğu için ي harfi ile ifade edilmiştir.
“Onu tathir etmek” temizlik anlamına geldiği gibi şirkten tathir anlamına da gelir. Hakemlik müessesesini kabul etmeyen kimseler oradan uzaklaştırılacaklardır. Burası yalnız müslimlere yani hakemlik sistemini kabul edenleredir. Kâfirler de gelebilirler, çünkü onlar hakemlik sistemini kabul ediyorlar.
لِلطَّائِفِينَ
Li elOAvEiFIyNa (Li elFAyGiLiyNa)
“Taifler için”
“Tavaf etmek” dolanmak demektir. Kâbe’nin etrafında birlikte dolanma farz kılınmıştır. Bu, insanlara birlikte hareketi öğretmektedir. Siyah taştan başlanır ve orada tamamlanır. Taşa el sürülür. Bu toplulukta nasıl olacaktır?
Demek ki Kâbe’yi ziyaret etme hacda farzdır.
وَالْقَائِمِينَ
Va eLQAvEiMIyNa (Va eL FaGıLIyNa)
“Ve kaimler”
Kaimler anlamına geldiği gibi hacda kıyam edenler anlamına da gelir. Kıyam yapanlar da olacaktır demektir.
وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ (26)
Va eLRukKaGı eLSuCUvDi (Va FugGaLi eLFuGUvLı)
“Ve secdeli rükû yapanlar”
Burada üç ayrı gruptan bahsetmektedir; tavaf edenler, kıyam edenler, secde ederek rükû edenler. “Secde ederek rükû edenler” diyor. Bunlar bir gruptur. Kaimler bir gruptur. Taifler bir gruptur. Bunlar umre yapanlardır, hac yapanlardır ve Mescidi Haram’da sadece namaz kılanlardır.
Umrenin hükümleri vardır. Haccın hükümleri vardır. Umre haccın nafilesidir. Hac yapmadan önce umre yapılır.
Bunun dışında Mescidi Haram’a namaz kılmak için gidilir ve orada sohbet edilir, bunun belli bir zamanı yoktur.
YORUM
Burada geçen ayetlerde bize ortaklık dönemine geçileceğini anlattı. Günümüzü tasvir etti. Şimdi beraberliğin ve insanlık barışının temel hükümlerini ortaya koymaktadır.
Merkezde olanların temel görevi orasını temiz tutmaktır. Doğrudan “Sen temiz tut” diyor. O halde temizlik işleri para ile yapılmaz, başkasına havale edilmez, her müslim bizzat kendisi temizliğe iştirak eder. İbrahim de olsa eline süpürge alır ve süpürür.
Apartmanlarda ve sokaklarda temizlik nöbetleri yapılacak, birlikte yapılacak. Buranın temizliği de öyle yapılacak. Sıraya koyacağız. Haftada iki kişi gelecek ve buranın temizliğini yapacaktır. Yemekler de öyle, eğer bir kişiye yüklersek, kalabalık hale geldiğimiz zaman yapamaz hale geliriz. Eğer bedele bağlarsak o zaman paralıların yeri haline getiririz. Burada bunları yapamıyoruz.
Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarında bunlar gerçekleşecektir. Kadınlar gündüz nöbetlerini tutarlar ve apartmanın temizliğini yaparlar. Erkekler gece nöbetlerini tutarlar ve sokakları, caddeleri, işyerlerini temizlerler. Nöbet tutmak istemeyenler bedel verirler ama onların yönetimde oyları olmaz. Ücretli temizlik yapılmaz. Nöbetliler temizlik yaparlar, bedelle temizlik malzemeleri alınmış olur, temizlik araçları alınmış olur.
Öz Türkçe ile:
“Ve hani biz İbrahim’e bana bir nesneyi ortak etmeyecek, evimi dolaşanlara, duranlara, kapanıp eğilenlere süpüreceksin diye evin yerini ayarlamıştık.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve hani biz İbrahim’e bana bir şeyi işrak etmeyeceksin, taiflere, kaimlere ve secde rükû edenlere beytimi tathir edesin diye beytin mekânını tebvi’ etmiştik.”
Va EiÜ BavVaENAv LiEiBRAvHIyMa MaKAvNa eLBaYTı EaN LAv TuŞRiK BIy ŞaYEan Va OahHır BaYTiYa Li elOAvEiFIyNa Va eLQAvEiMIyNa Va eLRukKaGı eLSuCUvDi
وَإِذْ بَوَّأْنَا لِإِبْرَاهِيمَ مَكَانَ الْبَيْتِ أَنْ لَا تُشْرِكْ بِي شَيْئًا وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْقَائِمِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ (26)