ENBİYA SÛRESİ - 14. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَحَرَامٌ عَلَى قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا أَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ (95) حَتَّى إِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ (96) وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَإِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ أَبْصَارُ الَّذِينَ كَفَرُوا يَاوَيْلَنَا قَدْ كُنَّا فِي غَفْلَةٍ مِنْ هَذَا بَلْ كُنَّا ظَالِمِينَ (97) إِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ حَصَبُ جَهَنَّمَ أَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ (98) لَوْ كَانَ هَؤُلَاءِ آلِهَةً مَا وَرَدُوهَا وَكُلٌّ فِيهَا خَالِدُونَ (99) لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ وَهُمْ فِيهَا لَا يَسْمَعُونَ (100)
***
وَحَرَامٌ
Va XaRAvMun (Va FaGAvLun)
“Ve haramdır”
Mastardır. Nekre eğer bir şeyle tarif edilirse yarı marife haline gelir, mübteda olabilir. أَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ ise bunun haberidir. (عَلَى قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا) أَهْلَكْنَاهَا cümlesi قَرْيَةٍ nin sıfatıdır. Mübteda olan haberi vasfettiği için Haram mübteda olmuştur.
حرم yasaklanmış veya tehlikeli olan tarafı gösteren taştır.
Kur’an’da 83, حرب 11 defa geçer. Toplam 94 (2*47 ) eder.
ح hareketi. ر tekrarı, مenginliği ifade eder.
Ölen kent dirilemez. Üstüne yeni kent kurulabilir ama o eski kent değildir, başka kenttir. İstanbul Konstantin tarafından kurulmuştur. İstanbul fetihten sonra ise kent olmaktadır. Yöneticileri değişmiştir. Hala yaşamaktadır.
Karyenin helaki demek, eski sakinlerin oradan hicret etmeleri, oradan ayrılmaları demektir. Eski kentlerin yıkılması uygarlaşma gereğidir.
Sermaye; faizli sermayeye müşteri bulmak için apartmanları yıkıyor, faizli kredi ile kazanıyor. Bu yıkıp yaşamaları nedir? Böylece uygarlık getirerek yaşamaktadırlar. Sermaye bu görevi gördüğü için belli manalar için de faizi istemeye çalışır. Nasıl sular geri akmazsa tarih de geriye dönmez, geriyi istese artık yaşamaz. Benzinli motor bulunduktan sonra at arabası çalışmaz. Uçak icat edilir.
“Haram” kelimesi iki ayrı manaya gelmektedir. Biri şer’i manadadır. Yargıda ve ahirette sorgulanır. Biri de doğa kanunlarına aykırı olarak gerçekleşmesidir. Biz burada doğa kanunu olarak anlarız. Tehcir edildikten sonra onların iadesi de söz konusu değildir. Bir ülkeden hicret edenler bir daha oraya dönmezler. İltica yok, hicret var. 4 milyon insan Türkiye’ye hicret etmişse artık onlar Suriye’ye dönmezler. Anlaşmalarla geri dönseler bile artık oradaki topraklarına sahip olamazlar. Bu, keyfi göçleri önlemek içindir. Bu, halkı devletlerine durup dururken isyan ettirmemeleri içindir. Bu hüküm kıyas yoluyla anlaşılmaktadır.
عَلَى قَرْيَةٍ
GaLay QaRYaTin (GaLAy FAGLaTin)
“Karye üzerine”
قَرْيَة 100 hanenin birlikte yaşadığı on aşiretlik bir birlikteliktir. Topluluk değildir. Hükmi şahsiyeti yoktur. Seçilen başkanı değil atanan başkanı vardır. Meclisi yoktur. Kendi yasalarını kendisi yapmaz, bucak yasalarını uygular.
Karyeden sonra ilçe de böyledir. O da karye hükmündedir. İl yasaları uygulanır. Bölge de böyledir, ülke yasaları uygulanır. Kıta merkezlerinde ise insanlık yasaları uygulanır.
Karye geniş manada bütün bunları içerir. Savaşları kavimler yapar ama iki komşu medine (bölge) yapar. Seferberlik ve savaş hükümleri orada geçerlidir.
أَهْلَكْنَاهَا
EaHLaKNAvHAv (EaFGaLNAvHAv)
“Onu helak ettiğimiz”
Bir karyenin helaki iki şekilde olur. İki kavim savaşır. Galip gelen aldığı bölgeye sahip olur. Zelzele ve tsunami gibi doğal afetler olabilir. Yahut yargı kararı ile devletler, iller veya bucaklar kapatılır. Bunların hepsi helaktir. Bunlar bir daha bunlara iade edilmez.
أَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ (95)
EanNaHuM LAv YaRCiGUvNa (EanNaHuM LAv YuFGıLUvNa)
“Onlar rücu etmezler.”
Türkçede yapmazlar ve yapamazlar anlamlarında sigalar vardır. Oysa Arapçada yapmazlar ile yapamazlar aynıdır, iki manaya da kullanılmaktadır. Daha başka iştirak hal ile muzarı arasındadır. Yapmalı, yapar, yapıyor, yapacak manalarına gelir. Bir de ismi fail yapan anlamında olduğu gibi yapacak anlamına da gelir. “Ben bunu yarın yapacak olurum deme” (وَلَا تَقُولَنَّ لِشَيْءٍ إِنِّي فَاعِلٌ ذَلِكَ غَدًا) bu demektir. Bunlara iştirak eden, temyiz eden سَ gibi قَدْ gibi harfler vardır ama yalın halde kullanıldıkları zaman da o manaları müşterek olarak taşırlar.
Burada “ennehum” mahzuf olan “en yerciun”un bedelidir yahut beyanıdır.
أَهْلَكْنَاهَا’da zamir karyeye gidiyor أَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ ise halkına gitmektedir. Buradan anlıyoruz ki helak edilen karyedir. Halkı ise başka yere hicret etmişlerdir ve orada yaşamaktadırlar. Eski yurtlarına dönmeleri yasaklanmıştır. Savaşta da durum böyledir. Esirler öldürülmezler. Köleleştirilebilirler yahut bedelle veya bedelsiz serbest bırakılırlar.
YORUM
Kur’an düzeninde insanların tasarruflarına devlet (silahlı güçler) müdahale etmez. Herkes silah taşır, kendisini savunur. Herkes savaş yapma hakkına sahiptir.
Hukuk olayları önlemez, onlara sonradan müdahale eder ve mağdur olanların haklarını iade eder. Önleyici değil caydırıcıdır. Adam öldüren bilir ki öldürürsem öldürülürüm. Kısas hükümleri geçerlidir. Cezaların uygulanması için de kesin ispat kuralları konmuştur. “Şüphelere ukubat gerekmez.” Ceza hukukunun tek kuralıdır.
Ancak suç işlediği zaman, işlediği kesin olarak sabitse cezası ağır olur. Bunun en ağırı kişileri öldürmedir, karyeleri de helak etmektir yani kapatmaktır. Esirler öldürülmezler, esir edilebilir, bedelli veya bedelsiz serbest bırakılırlar.
Öz Türkçe ile:
“Ve yıktığımız ülke yasaklanmıştır. Onlar artık geri dönemezler.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve helak ettiğimiz karye haramdır. Onlar artık oraya rücu edemezler.”
Va XaRAMun GaLay QaRYaTin EaHLaKNAvHAv EanNaHuM LAv YaRCiGUvNa
وَحَرَامٌ عَلَى قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا أَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ (95)
***
حَتَّى إِذَا فُتِحَتْ
XatAv EiÜAv FuTıXaT (XatAv EiÜAv FuGıLaT)
“Feth olunduğunda”
حَتَّى harfi cer olur. حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ veya حَتَّى حِين de böyledir. Fiilin başına gelir, o zaman da harfi nasb olur. Fiili mazinin üzerine de gelir. Araya إِذَا girerek de ifade edilir. Burada حَتَّى فُتِحَتْ denmemiş de حَتَّى إِذَا فُتِحَتْ denmiş. حَتَّى burada إِلَى manasına gelir.
Burada üzerinde düşünmemiz gereken husus şudur; حَتَّى فُتِحَتْ değil de neden حَتَّى إِذَا فُتِحَتْ denmiştir?
تَخْرُجْ حَتَّى إِذَا آذَنُ لَكَ لَا / ben sana izin vermeden çıkma derseniz, her çıkışta izin almanız gerekir. تَخْرُجْ حَتَّى آذَنُ لَكَ لَا derseniz, bu yasak yalnız o oturuma aittir.
Fetih oluncaya kadar haramdır.
Fetih olunduktan sonra ise haramlık kalkar anlamı çıkar.
Tarihi olay şöyledir. Philip’in oğlu İskender ordusu ile dünyayı fethe çıkar. Önce Mısır’a gider. Orada İskenderiye’yi kurar. Sonra doğuya gider, büyük okyanusa varır. Yukarıya Pekin’e doğru çıkar. Çinliler kendilerini Moğollardan ve Yakutlardan koruması için Çin seddini yapmışlardır. Bu sed iki alandadır. Sırtlardan geçen seddi aşamıyorlardı. Pekin yakınlarındaki düzlükte ise bir türlü sed yapamamışlardı. İskender’e ücret veriyorlar ve orada da sed yapılıyor.
Buradaki iki kavim Yecüc ve Mecüc, Moğol ve Yakutlardır. Arapçada G harfi yoktur. O sebeple G yerine C harfi kullanılmaktadır. Batı dillerinde de C harfi yoktur. Onun için G kullanıyorlar. Arapça kurallara uymaktadır. Biri fiili muzaridir. Diğeri ise ismi mefuldür. Burada Yecüc ve Mecüc fethettiği zaman deniyor. Yecüc ve Mecüc fethedilince.
Müslümanlar Orta Asya’yı fethetmişler, sonunda Türkler Müslüman olmuştur. Ondan sonra İslamiyet’te başrolü Türkler ve Moğollar oynamışlardır. Cengiz Han imparatorluğunu kurmuş, gelmiş geçmiş en büyük imparator olmuştur. Çin’i fethetmiş, Avrupa’yı da istila etmiştir. Dört oğlundan biri Çinlileşmiş Budist olmuş, diğer üç oğul Müslüman olmuşlardır. Böylece Türklerle birleşerek dünyaya İslamiyet’i yaymışlar, sonra da mağlup olmuşlardır. Buralar batılıların emrine girmiştir.
يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ
YaECUvCu Va MaECUvCu (YaFGUvLu Va MaFGUvLu)
“Yakut ve Moğol”
Dr. Mete Firidin bunların batılı olduklarını söylemekte ise de bunlar metali işlemektedirler. Fetheden değil fethedilen ülkelerdir. Yecuc Ya’kub veznindedir. Sure üçüncü binyılın başlangıcını anlatmaktadır. Yakutlar da Moğollara mağlup durumdadırlar. Tam 20’inci yüzyılı ifade etmiyor. Üçüncü binyılın başını göstermektedir. Yenilecekler ama dünyaya insilal edeceklerdir.
Evet, bugün Avrupa’da yer almışlardır. Hep oraya göç var. Galip olarak değil mağlup olarak insilal edeceklerdir. İlahi kanun böyledir.
İslamiyet zorla değil ikna ile yayılmaktadır. Galip gelenler Müslüman olmaktadırlar. Avrupa’ya giden Müslümanlar Hıristiyan olmuyor, Hıristiyanlar Müslüman oluyor. Çin’i Türkler istila ederler ama Türkler Çinlileşir. Dillerini unuturlar. Karahanlılar Müslüman olunca onlar da Çin Müslümanlığını alıyorlar. Bugün Çin’de %10’a varan Müslüman vardır.
وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ
Va HuM MiN KulLi XaDaBin (Va HuM MiN KulLi FaGaLin)
“Ve onlar her hadebden”
حدب kambur demektir. Kur’an’da 1 defa geçer. حرب 11 defa geçer. Toplam 12 (22*3) eder.
ح hareketi, د duvarı çevreyi, ب geçidi ifade eder.
Kur’an’da bir kelime sadece bir defa geçiyorsa onun özel ıstılahi manası vardır demektir. Burada حَدَب siper manasındadır.
Mağlup olmuş olan Moğollar ve Yakutlar her tarafa yayılarak ortaklık uygarlığını kurmuş olacaklar şeklinde anlayabiliriz. Bugün Almanya’da 4 milyon Türk vardır. 10 000 yüz lojmanlı ahşap evler, Avrupa’da 100 lojmanlı işyeri apartmanlar kurulmalıdır. Böylece Müslüman aileler bir araya gelir ve artık Türklüklerini ve Müslümanlıklarını unutmazlar. Almanca öğrenip Almanya’nın da sadık vatandaşı olurlar. Bunların aynı zamanda Türkiye’de devremülk yazlıkları olacak ve böylece Türkiye ile de ilişkilerini kesmemiş olacaklardır.
Moğollar da dört büyük dinden birine sahip olmayan topluluklar da er geç bunlara katılmak zorundadırlar. Moğolların İslamiyet’i kabul etmeleri muhtemeldir.
حَدَب kelimesini yüz lojmanlı işyeri apartmanı ve yüz villalı dinlenme evleri şeklinde anlayabiliriz.
Bu ayet açıkça mağlup olanların her tarafa yayılacaklarını ifade etmektedir. Çin’deki Çin Müslümanları da bu yüz lojmanlı apartman fikrine sahip çıkabilir. Biz şimdi Yalova’da bir örnek olarak yapmak istiyoruz. Türkiye dünya ile irtibatı da bunlarla sağlayacaktır.
Bin Dil Üniversitesi bir projedir.
Bu seminerleri okuyanlar bu projeyi daha kavrayamadılar.
يَنْسِلُونَ (96)
YaNSiLUvNa (FaFGaLuvNa)
“Nesl ederler.”
نسل ağaçtan yere saçılan tohumlardır. Tohumların uzağa gitmesi için çeşitli tedbirler yapılmıştır. Kanatları var uçarak yere inerler. Basınçlı çeper içindedirler. Olgunlaşınca mermi gibi atılırlar. Hayvanlara yem olur ama karınlarında erimezler, hayvanların pisliği ile uzakta yerleşirler. Bu durumlara saçılma denir. Nesl saçılan demektir. Sonra çoğalma anlamında bütün canlılar için kullanılır. Zürriyet ise yalnız insanlar için kullanılır.
ن belirsizliği, س mekânda diziyi, ل ise belirliliği ifade eder.
Tohumda belirsizlik var, nereye gidip konacağı belli değildir. س tohumdaki biyolojik sıralamayı ifade eder. ل da genlerin belirliliğini temsil eder.
Her biri bir tohum olur ve orada yüz lojmanlı işyeri apartmanı kurarlar.
Bu ayet bize Türklerin ve Moğolların bir daha yeryüzüne yayılacaklarını ama galip olarak ama mağlup olarak yeryüzüne yüz lojmanlı apartmanları yani ortaklık sistemini götüreceklerini ifade etmektedir. On bin ortaklı ar-ge merkezini kurmak demek işte bu oluşumun merkezini hazırlamak demektir.
Bunu nasıl başaracağız diye düşünmeyeceksiniz. Dinsiz olarak tanıtılması istenen Mustafa Kemal bile, “Vazifeye atılmak için içinde bulanacağın ahval ve şeraitini düşünmeyeceksin” diyor. Sen daha ileri bilinçli olacaksın. Ben yapacağım demeyeceksin. Allah yapacak, bana da burada görev verdi. Bana ihtiyacı olduğu için değil, benim yetişmeme ve cennete gidebilecek işler yapmam için diyeceksin. Kur’an’a inanacaksın.
Kur’an’ın Allah sözü olduğu on mucize ile ispatlanmaktadır.
- Benzerini getirin çağrısı
- İkili ve onlu sistem
- Doğa kanunları
- Geçmişi bilme
- Geleceği bilme
- Lafzı korunmuş
- Dili korunmuş
- Uygulanabilir bir ideal düzeni getirmiş
- Şeriatı öğretmiş, şeriatın nasıl oluşacağını öğretmiş
- Milyarlarca insanı inandırmış ve peşine koşturmuştur.
Evet, Kur’an Allah’ın sözüdür. Müspet ilimleri bilen herkes bunu kabul etmek zorundadır. O halde söyledikleri doğrudur. İnanacak ve devam edeceksiniz.
Hislerinizde tereddütler olabilir ama aklınızla kabul edip ona göre amel ederseniz sonra sizde kuşku kalmaz.
YORUM
Üçüncü binyıl uygarlığı işçilikten ortaklığa geçiş ile oluşacaktır. Ortaklık uygarlığı demek aynı zamanda Kur’an uygarlığı demektir. Buna Türkiye’den başlanacaktır. Allah bunu oluşturma görevini Türkiye’ye verdi. İki uygarlığı yani doğu ve batı uygarlığını şimdiye kadar öğenmiş Türkiye’den başka bir ülke ve bir ulus yoktur. Türkiye iki uygarlığı birlikte yaşayan bir topluluktur. Dünyanın coğrafi merkezindedir. Tarihin merkezindedir. Yecüc Mecüc grubundadır.
Akevler çalışması sonucu nasıl gidileceği de belirlenmiştir.
1- Yalova’da 10 000 ortaklı Akevler ortaklık düzeni ar-ge çalışmaları kooperatifi kurulmuştur. Hizmet ve Dayanışma Kooperatifi statüsü oluşturulmuştur.
2- 100 lojmanlı işyeri apartmanları ile yüz villalı dinlenme evleri çalışmalarına devam edilmektedir.
3- Teşvikiye’de çalışıp yetişecek kadro önce Türkiye’nin her yerinde semt kooperatifleri kuracaktır.
4- Yalova’da bin dil üniversitesi kurulacaktır.
5- Burada çalışıp okuyan aileler memleketlerine giderek semt kooperatiflerini kuracaklardır.
Böylece silah zoru ile değil, dolar kıskacı ile değil, halkın kendi istekleri ile ve Kur’an’ın öğretileri ile yeni düzen kurulmuş olacaktır.
Seminerleri okuyanlar, Kur’an’a inanıyorlarsa, artık 10 000 ortaklı ar-ge çalışmalarına ortak olmaya başlamalıdırlar.
a) Nakitle katılırlar. Yalova’da yer alırız. Ar-Ge merkezinin kurulmasında değerlendiririz. Onlar da buradan yararlanır. Ayda belli bir meblağ ile başlayan iştiraklerle herkes katılabilir.
b) Emekle katılabilir. Kaç saati buna ayıracakları ve ne yapacakları bildirilir, Merkezde olan işleri de biz yayınlarız. Bunlardan birine başlayabilirler.
c) Kendilerinin işletemediği taşınmazları satarlar. Bunun bedelini Yalova’ya taşırlar. Oradaki inşaata veya işletmelere katılırlar. Benzer gelir getirecek değere ulaşınca satıp Yalova’da alırlar.
d) Kendileri Yalova’ya gelip bir işletme kurabilirler yahut birini gönderebilirler.
Bütün bunları yapmakla hem kendileri kazanırlar hem de üçüncü binyıl uygarlığındaki görevlerini yerine getirirler.
Öz Türkçe ile:
“Moğol ile Yakutlar alınıncaya dek. Onlar her tümsekten çıkıverirler.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Yecüc ve Mecüc fethedilmedikçe. Onlar her hadebden nesl ederler.”
XatTAv EiÜAv FuTıXaT YaECUvCu Va MaECUvCu Va HuM Min KulLi XaDaBin YaNSiLUvNa
حَتَّى إِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ (96)
***
وَاقْتَرَبَ
Va iQTaRaBa (Va iFTaGaLa)
“Ve iktirab etti de”
Buradaki وَ harfi حَرَامٌ’daki و harfinin atfettiği yere atfetmektedir. Yani bir yer helak olduktan sonra artık halkının oraya dönmesi haram olduğu gibi bugün de yaklaşmamalıdır. Halkı helak olmayacaktır. Halk oradan tehcir edilecektir.
قرب Suyun içine konduğu kap veya tulum demektir. Daima yanında taşındığı için yakın anlamında kullanılmıştır. Zamanda yakınlık veya nesebte yakınlık anlamına gelir. İktirab yaklaşmak demektir. Kendi kendine yaklaşmak anlamına da gelir.
“Karube” yakın olmaktır. “Karib” yakın demektir.
“İktirab etmek” demek yaklaşmak demektir.
ق kuvveti, ر tekrarı, ب geçidi ifade eder.
Yecüc ve Mecücün fethi iktirab etti demektir. Her hedeften gelmektedirler.
الْوَعْدُ الْحَقُّ
eLVaGDu elXaqQu (eLFGLu eLFaGLı)
“Hak vaat”
Buradaki harfi tarif kıyamet günüdür, o gün yaklaşıyor. “İktiraba” yakın oldu demek değildir, yürüdü dediğimiz zaman hala yürüyor demektir. Kıyamete doğru ilerlemekteyiz. Batılılar buna entropinin büyümesi diyorlar. Kâinat yıldızların içine konan hidrojen gazının helyum gazına dönüşmesiyle onların saklı ışık yayması ile yanmaktadır. Işık hızına yakın hızla büyümektedir. Yıldızlardaki ışık enerjisi bitince artık kâinatı saran çevre büzülmeye başlayacaktır. Hidrojen gazının tükenmesi kıyametin yaklaşması anlamındadır. Ayrıca entropi büyümektedir. Belli bir seviyede kâinat ısındığı, sıcaklıklar da soğuduğunda aralardaki sıcaklık farkı mekanik ve elektrik enerjisine kimyasal enerjiye dönüşmediği için tüm hayat daha erken dağılacaktır. Yıldızlar soğumadan dağılacaklardır.
İnsanlar dirilecek ve daha ileri hayat doğacaktır. Bu haktır. Yecüc ve Mecüc fetholunduktan sonra değil, ilk insan yaratıldığı zamandan beri bu böyledir. Yecüc ve Mecüc’ün fethi de öyle bir olay içindedir.
Buradaki vaat ile Kur’an düzeninin hâkim olması zamanı kastedilmiş olur. Kur’an’ın nüzulünden günümüze kadar Kur’an düzeni vaadi vardır, tarihi akış içinde bunlar yer alır.
فَإِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ
Fa EiÜAv HiYa ŞAvPiÖaTün (FAvGıLaTün)
“O dem şahisettir”
شخص taş veya ok atarken seçilen hedeftir.
ش sıçramayı, خ çökmeyi, س mekânda diziyi ifade eder.
Gözün bir yere dikilip bakması, başka yerleri görmemesi anlamındadır.
Kişide ortaya çıkan bir hal vardır. Beyindeki sinir sistemi beklenmedik bir şeyle karşılaşınca onunla meşgul olmaya başlar, kulağı işitmez, gözü görmez. Buna basarın şahıslaşması denmektedir. Ne söyleyeceklerini ne yapacaklarını bilemez halde olurlar. İşçilik sistemi içinde işleri yürütürken krizler başlar. Ellerindeki para piyasada geçersiz hale gelir. Devletler yıkılır. Halk da perişan olur. Ancak ilkel yaşayanlar ayakta kalabilirler. Askerlik bu durumların eğitimini vermektedir. Ağaçların meyveleri ile yaprakları ile o gün geçinmek zorunda kalınır. Türkiye’de köy hayatı bitmiştir. İnsanlar yazın köylere gidiyorlar ve yaşıyorlar. Yine yaşayabilecek durumda olacaklar ama hiç köy nedir bilmeyen halk bombalar altında şaşkın durumda olacaktır.
أَبْصَارُ
EaBÖARu (EaFGAvLu)
“Basarları”
Basiret sahibi demek, ileriyi gören ve ne yapacağını bilen demektir.
Bugün bizim ortaklık sistemine kulak tıkayanlar bilsinler ki yarın ortaklık sistemi geldiğinde işçilik işletmeleri dökülecek, yerine ortaklık sistemi gelecektir.
Ortaklık sistemini öğrenmek istemeyenler ne yapacaklarını şaşırmış olacak, var olan büyük-orta-küçük ölçekli servetlerini idare edemeyeceklerdir.
الَّذِينَ كَفَرُوا
elLaÜIyNa KaFaRUv (elLaÜIyNa FaGALUv)
“Küfredenler”
Küfür eden kör olan demektir.
Faiz ile insanları sömürmeleri yetmediği gibi ortaklık sistemine karşı çıkıp ilahi düzeni engellemek isteyenler büyük ekonomik krize girecek ve servetleri battığı zaman şaşkına döneceklerdir. Söylenen sözlere kulak vermeyenler, her sözü dinlemeyenler de kâfirdirler. Öğrenmek istemiyorlar demektir.
Bilememek suç değildir ama bilmemek suçtur, isteyerek öğrenmemek suçtur.
يَاوَيْلَنَا قَدْ كُنَّا فِي غَفْلَةٍ
YAv VaYLaNAv QaD KunNAv FIy ĞaFLaTin ( YAv FaGLaTAv QaD KunNAv FIy ĞaFLaTin)
“Veyl bize, biz gaflet içinde imişiz”
“Ğufl, Ğefr” örtü demektir.
“Gaflet içinde olmak” geleceği görmemek, olayların farkında olmamak demektir.
غفل Kur’an’da 35, غول 1 defa geçer. Toplam 36 (22*32) eder.
غ değişmeyi, ف ayrılmayı, ل belirliliği ifade eder.
“Gaflet içinde olmak” demek bilmemek anlamında değildir. İnsan beyninde bilgiler hafızalarda depolanır, gerektiğinde çağrılır. Bu çağırma işinin olmaması gaflettir. Batılılar bütün bunları biliyorlar. Sonucun böyle olacağını biliyorlar. Ama içtihatlarını yaparken bunları devre dışı bırakıyorlar. Onu duymuyorlar. Bizim yazdıklarımızı duymadıkları ve anlamadıkları şeklinde sanmayınız. Biliyorlar ama bu satırlar devre dışı bırakılmış, çalıştırılmıyor.
İnsanlarda böyle bir durum vardır. Onu düşüneceklerine, bile bile işlerine o bilgiyi karıştırmazlar. O bilginin bu dünyada işe yaramadığını kabul ederler.
Bir daha anlatayım.
Bir gün patron ‘ben patlıcanı çok seviyorum’ demiş. Danışmanı o gün patlıcanı öve öve gününü tamamlamış. Öbür gün de patron ‘ben patlıcanı sevmiyorum’ demiş, o gün ise danışman patlıcanı kötüleye kötüleye bitirmiş. Patron, ‘patlıcan dün iyiydi de bugün kötü mü oldu’ demiş. Danışman cevap vermiş ve demiş ki;
‘Ben patlıcanla değil seninle iyi geçinme durumundayım.’
İşte insanlık bugün bile bile gaflet içindedir. Yarın iktirab ediyor. Bugün insanlar patlıcancı danışman gibi yapmıyorlar mı?
مِنْ هَذَا
MiN HAvZAv
“Bundan”
Buradaki هَذَا ile ortaklık durumu gelince, işçilik işletmelerinin battığını görünce bundan gaflet içinde idik diyorlar. Sonuçta buraya geleceğimizi biliyorduk ama bilinçaltına itip düşüncelerimize ve işlerimize karıştırmıyor ve değerlendirmiyorduk.
بَلْ كُنَّا ظَالِمِينَ (97)
BaL KunNAv JAvLiMIyNa (BaL FaGaLNAv FavGıLIyNa)
“Evet, biz zalimler idik.”
Gafil değil zalim idik, zulmedebilmek için küfrü savunmuştuk.
Bugünkü dünya zulüm dünyasıdır. Zenginlerin avukatları var, mafyaları var, rüşvetleri var, dayıları var. Garibanlar her gün karınlarını nasıl doyuracaklarını düşünmektedirler. Hastalarını nasıl tedavi etsinler, çocuklarını nasıl okutsunlar…
ABD veya Rusya ülkelerinin halkını nasıl refahta yaşatsınlar, onları nasıl mesut etsinler diye onunla uğraşıyorlar.
Türkiye’de Mustafa Kemal ‘Yurtta sulh cihanda sulh” dedi; İnönü İkinci Cihan Savaşı’na sokmadı.
Şimdi Ak Parti içteki yangını görmüyor, dışarıdaki zaferlerle öğünüyor.
Adil Düzen geldiği zaman bağımsız, tarafsız, etkin ve saygın hakemlerden oluşmuş yargı oluşunca bütün zulümler teker teker ortaya konacaktır. Bedeni cezalar ertelenecek. Para cezalarına çevrilecek. Ama bütün haksızlıklar masaya yatırılacak. Bunların bu haksız iktisabının hesabı sorulacaktır.
YORUM
Önce Hak gelecektir. Önce ortaklık düzeni kurulacaktır. Böylece Yecüc ve Mecüc her yerde boylarını görecek. Ondan sonra işçilik sistemi sona erecektir. Direnenlerin ve hakkı teslim etmeyenlerin de durumları pişmanlık olacaktır.
Ortaklık düzeni gelmeden bunlar tevbe eder de ortaklık düzeninin kurulması için çalışırlarsa bunlar da varlıklı olacaklar, zulmettiklerinin haklarını vereceklerdir. Onların servetleri de kurtulacak. Ortaklık işletmesine katılan işçiler de haklarını helal edeceklerdir.
Marx patronları suçlamış, işçileri melekleştirmiştir. Oysa işçiler de patronlar kadar suçludurlar. İşçiler de patron olmak hayali içindedirler. İşçiler de çalışmadan yaşamak, hatta onlar da zengin olup diğerlerini sömürmeyi istemektedirler.
Sonuç olarak kendilerinin kötü olmalarından dolayı değil, işçilik sisteminin sona ermemesinden dolayı çıkmazdayız. Herkesin günahı ortaklık sistemine katılmamasıdır. İzmir Akevler’in de ortaklık sistemi içinde varlığını sürdürmesi gerekir, işçilik sistemi içinde ortaklık sistemini yaşamaktadır. Süleyman Tunahan cemaati Kur’an derslerini bıraktı. Nur cemaati Risaleleri okumayı bıraktı. Millî Görüş Adil Düzen’i askıya aldı. AK Parti alenen ben Adil Düzen’e karşıyım diyor; kurucular partiyi Millî Görüş kadrosu ile kurdular, sonra onları tasfiye ettiler!
İşte, saat yaklaşmıştır.
Bunlar biz zalimdik diyecekler, çünkü zulmettiklerini biliyorlar.
Sure iktarabe ile başlamıştır, nâs için hesap iktirab etmiştir.
Şimdi وَ harfi ile atfederek Hak vaat denmiştir.
Baştan hesapları yaklaşmış, şimdi de Hak vaat yaklaştı denmektedir.
“Hesapları” dendiği zaman işçilik döneminin yani zulmün hesabıdır. Artık hesap verme zamanıdır. Şimdi de hak vaattir. Ortaklık düzenidir. Onun iktirabı ile bunun iktirabı farklıdır. Bu iktirab Âdem’den kıyamete kadar uzanan peygamberlerin iktirabıdır. Birinci iktirab ise filozofların faizli düzen iktirabıdır. Bir defa gelir ve giderler. Onların devamı yoktur. Bir daha dönmezler. Oysa peygamberlerin düzeninde devamlılık vardır. Birinde başarı geçicidir. Sürekli başarısızlık içindedirler. Peygamberlerde ise başarısızlık geçicidir. Mikroplara benzemezler. Mikroplar helak eder ama kendileri de helak olurlar. Oysa vücut hücreleri yaşamaya devam ederler.
Öz Türkçe ile:
“Ve verilen gerçek söz yaklaşmıştır. Kapatmış olan kimselerin görüşleri donuk durumda. Yazıklar olsun bize. Bunda biz dalmışız. Evet, biz ezenleriz.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Ve Hak olan vaad iktirab etmiştir. O gün küfretmiş olanların basarları şahisdir. Veyl bize. Bundan biz gaflet içinde imişiz. Evet, biz zalimleriz.”
Va iQTaRaBa eLVaGDu elXaqQu Fa EiÜAv HiYa ŞAvPiÖatün EaBÖARu elLaÜIyNa KFaRUv YAv V aYLaNAv QaD KunNAv FIy ĞaFLatin MiN HAvÜAv BaL KunNAv JAvLiMIyNa
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَإِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ أَبْصَارُ الَّذِينَ كَفَرُوا يَاوَيْلَنَا قَدْ كُنَّا فِي غَفْلَةٍ مِنْ هَذَا بَلْ كُنَّا ظَالِمِينَ (97)
***
إِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ
EinNaKuM Va MAv TaGBuDUvNa (EiNaKuM Va MAv TaFGAvLUNa)
“Siz ve sizin ibadet ettikleriniz”
Atıf yapmaksızın gaibden muhataba geçti. Küfredenlerden bahsetti, ey kâfirler demeden siz deyip onları muhatap aldı. Burada bir hitap harfi eksiktir yahut قُلْ emri vardır. Hazf edilmiştir. Her iki manaya gelsin diye böyle yapılmıştır. Kur’an kâfirlere doğrudan hitap etmez. Demek ki burada قُلْ لِلْكَافِرِينَ şeklinde hazf olabilir.
Burada siz ve ibadet ettiğiniz şeyler diyor. İnsanlara şuursuz varlıkları atfediyor.
Örnek olarak karşılıksız dolar ve ekseriyet oyundan bahsediliyor. Arapçada kurallar vardır. مَا şuursuz varlıklar içindir, مَنْ ise şuurlu varlıklar içindir. Bununla beraber şuursuz varlıklar için مَا şuurlu varlıklarla beraber olanları da içine alan müşterek bir kelimedir. Bazen öyle bazen diğer türlü kullanılır. Bu müşterek değil de mecazi olarak da kullanılabilir. O zaman karıne yoksa ma men’i içerir diyebiliriz.
مِنْ دُونِ اللَّهِ
MiN DUvNı elLAvHı (MiN FuGli elLAHi)
“Allah’ın dununda”
غَيْرِ dışarıda olanların bazılarını içerir. دُونِ ise dışarıda olanların tümünü içerir. Yani Allah’ın dununda canlı olsun cansız olsun, şuurlu olsun şuursuz olsun hepsini içerir anlamındadır. Demek ki مَا şuurlu varlıkları da içerir.
Allah’tan başkasına ibadet edenlerden ne varsa…
Bizim birisine bir iş yapmamız demek, onun değil Allah’ın işini yapmamız demektir. Eğer şeriata göre iş yapıyorsanız Allah’ın işini yapıyorsunuz, diğer kişilerin değil Allah’ın işini yapıyorsunuz demektir. Şeriat dışında yaptığınız işler hep putlara yapılan işlerdir.
حَصَبُ جَهَنَّمَ
XaÖaBu CaHanNaMa (FAGaLu FaGanNaMa)
“Cehennemin hasebi”
حصب çakıl taşı demektir, Kur’an’da 5 defa geçer. حدب 1 defa geçer. Toplam 6 (2*3) eder.
حَصَب füze demek, güdümlü füze demektir. Gideceği yer hesaplanmış; bomba veya helikopter veya uçak. Cehennemin mermisidir. Müfessirler uygun gördükleri için حَطَب manasını vermişlerdir. Kur’an yakıta “vakud” demektedir. İnsanın, doların ve oyun cehennemdeki yerleri ne olacak niçin beraber gidecekler. Ahirette de para olacak mı?
Ahiret hayatında dünyada ne varsa orada da vardır. Bunlar sadece Kur’an’ın bildirdikleridir. Orada ölüm yoktur. Dolayısıyla hastalık da yoktur. Çocukluk ve yaşlılık yoktur. Bunlar Kur’an’da bildirilmiştir. Oysa ahirette para yoktur denmemiştir. O halde cehenneme insanlarla beraber karşılıksız para ve oy da gidecektir. Bu dünyaya benzer işkence dünyasını yaşayacaklardır. Yani bu dünyanın pislikleri cehennemde olacak. Zebaniler onların yaptığı zulümlere benzer zulüm yapacaklardır.
أَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ (98)
EaNTuM LaHAv VAvRiDUvNa (EaNTuM LaHAv FavGıLUvNa)
“Siz ona varid olacaksınız.”
Hayvanlar merada otlarken suyun olduğu yere gelip su içerler ve tekrar meraya dönerler. Geldikleri yola “vurud”, gittikleri yola “sudur” denmektedir. Yollar ayrıdır, çünkü geri dönmezler hep ayrı yoldan gelirler.
Oraya varid olacaksınız denmektedir. Devamlı kalınan yere gitmeye vurd denmez. Girip çıkılan yere vurd denir. Cehennemde devamlı kalınmayacağı için “vurd” kelimesi kullanılmıştır. Eğer varsayımım doğru ise cennet için oraya varanlar denmektedir.
Bakalım var mı yok mu?
أَنْتُمْ kelimesi içine مَا’daki eşyalar girmez. Eşyanın vurdunu bu ayet ifade etmez. Onların vurdu messe olarak vurddur.
YORUM
Kur’an bu dünya hayatını anlatmakta ve daima ahireti hatırlatmaktadır. Çünkü bütün bunlar ahiret içindir. Siz oraya varid olacaksınız diyor. Bugünkü insanlar zulmü, var olan zalim düzen gereği yapmaktadırlar. Siz orada halidsiniz denmiyor, siz oraya varidsiniz deniyor. Kasıt olmayan ihmalden doğan bir dünya düzeninde yaşıyoruz. İnsanlar kötü niyetli değildirler. Sosyal düzen onları oraya götürmektedir. Dolayısıyla Allah onları elim azabla inzar etmiyor.
Yaptıkları kötülükleri onlara göstermek, nasıl zulüm yaptıklarını onlara anlatmak için oraya götürmektedir. Adil Düzen geldiği zaman adil yargılama yapılacak ama cezalar infaz edilmeyecek. Sadece nasıl farkında olmadan zulmettikleri anlatılacaktır.
Mevcut düzen ile ortaklık düzeninin farkları beyinlerinde tam oluşsun diye muhakeme edileceklerdir. Ahirette de yerleri böyle olacaktır. Duamız insanlık Kur’an’ın bu yayınını duyar da sosyal tufandan kurtulur. Hepinize görev düşmektedir. Bunları öğreneceksiniz ve hiç bıkmadan ve sıkılmadan herkese anlatacaksınız. Kur’an düzeni mutlaka gelecektir. Bizim görevimiz insanlara sosyal tufan gelmeden gelmesini anlatmaktır.
Öz Türkçe ile:
“Siz ve Allah’ın dışında kulluk ettikleriniz tuzağın içindesiniz. Oradan geçeceksiniz.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Siz ve Allah’ın dununda ibadet ettikleriniz cehennemin hasebisiniz, oraya varidsiniz.”
EinNaKuM Va MAv TaGBuDUvNa MiN DUvNı elLAvHı XaÖaBu CaHanNaMa EaNTuM LaHAv VAvRiDUvNa
إِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ حَصَبُ جَهَنَّمَ أَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ (98)
***
لَوْ كَانَ هَؤُلَاءِ
LaV KAvNa HAvEuLAEi (LaV KAvNaFaGaLa HAvEuLAEi)
“Bunlar olsaydı”
Burada işaret edilen kimseler مَا cinsinden değildir. Sonunda خَالِدُونَ kelimesi geçmektedir. Ancak bilinçli varlıklar için gelir. أَنْتُمْ ‘e de dâhil değildirler.
O halde bunlar kimlerdir?
Düzenin gereği olarak zulüm yapanlarla, düzeni sürdürmek için zulüm yapanlardır. Bilinçli bir şekilde faizli düzeni kuranlar, insanlara bunları meşru gösterenler, karşılıksız parayı icat edenler, ekseriyet sistemini teşri edenler. Bunlar أَنْتُمْ içine girmektedirler.
Bunlar cehenneme varid olacaklar ama orada halid kalacaklar. Bunlar kendilerini ilah kabul edip halkı sömürmelerini ve ekseriyet oyu ile baskı ve hile yolları ile iktidar olanlar, zulüm düzenini değiştirme yerine zulüm düzenini sürdürmek için çalışanlardır. Burada işaret edilen kimseler bunlardır. Kendilerini ilah veya Allah’ın ortağı sananlardır.
آلِهَةً
EAvLiHaTun
“İlahlar”
Gerçekten zannettikleri gibi bir özellikleri olsaydı o zaman cehenneme vurd etmezlerdi. “İlah” kelimesi ile kastedilenler ben yapıyorum zanneden zavallılardır. Allah istemezse, o izin vermezse, o gücünü kullandırmazsa, bir yaprağı bile ağaçtan sökemezler.
Bugün biz müspet ilimler ile biliyoruz ki her şey ilahi enerji sayesindedir. İnsanlar bir atom parçacığını bile icat edemezler, insanlar bir kılı bile hareket ettiremezler. Allah’ın kendilerine verdiği ilmi ve imkânları kullanırlar.
Bu imkânları kullanmada insanlar eşit melekelere sahip kılınmışlardır. Kimsenin kimseden bir üstünlüğü yoktur. Herkes O’nun abdidir yani kuludur. Gücünü O’ndan alır tav’an veya kerhen O’na hizmet eder.
مَا وَرَدُوهَا
MAv VaRaDUvHAv (MAvFAGALUvHAv)
“Oraya vurd etmezlerdi”
Niçin iyi veya kötü kimseler cehenneme vurud edeceklerdir? Orada temizlendikten sonra cennete gideceklerdir. Çünkü oraya vurud edip çirkinliklerini orada bırakmadıkça cennete girmeye layık olamazlar. Cennet onları kabul etmez. Ancak ilah olabilselerdi cehenneme vurud etmeden cennete gidebilirler. Allah bize burada insanı ve cehennemi anlatmaktadır.
وَكُلٌّ فِيهَا خَالِدُونَ (99)
KulLun FIyHAv PAvLiDUvNa (FuGLun FIyHAv FAvGıLUvNa)
“Ve küllü orada haliddirler.”
Burada işaret edilen kimseler bunlardır. Bunlara İsa gibi olanlar dâhil değildir. Onlar da ilah ittihaz edilmişlerdir ama onların bunda dahilleri yoktur. Şeyhleri ve liderleri tanrılaştırmak bunun için kötüdür.
Bu sebepledir ki kendisini desteklediğim kimseleri devamlı eleştiririm, onların bu gibi durumlardan kurtulmuş olmalarını isterim.
Siz de öyle yapacaksınız. Herkes öyle yapmakla görevlidir. Kimse kimseden üstün değildir. Herkes cehenneme bir uğrayacaktır.
YORUM
Demek ki bugün zulmedenleri dört kısma ayırmamız gerekmektedir.
- Bir iş yapıp borcunu ödeyemeyen ama borcu ödemek için çalışan ve bunu kendisine dert edinen kimselerdir. Bunlar da borçlarını ödeyememekle zulmetmişlerdir. Ama ödemek için ellerinden geleni yaptıkları için bunlar cennete girerler.
- Mevcut düzende zulmetmeden yaşamak nasılsa mümkün değildir deyip kendilerini düzene uyduran kimselerdir. Doğrudan kimseye zulmetmiyorlar ama zulmedenlerle beraberdirler, onlarla iş yapıyorlar.
- Üçüncü grup ise mevcut düzende zulmedenlerle beraberler ama onlardan kurtulmak istiyorlar, bunun için ellerinden gelen çabayı gösteriyorlar.
- Bu grupta olanlar ise mevcut düzende iş yapmak için var güçleriyle çalışmaktadırlar.
LaV KAvNa HAvEuLAEi EAvLiHaTun MAv VaRaDUvHAv Va KulLun FIyHAv PAvLiDUvNa
لَوْ كَانَ هَؤُلَاءِ آلِهَةً مَا وَرَدُوهَا وَكُلٌّ فِيهَا خَالِدُونَ (99)
***
لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ
LaHuM FıyHAv ZaFIyRun (LaHUM FIyHAv FaGIyLun )
“Orada onlar için zefir vardır”
زَفِير ‘in iki manası vardır. Gıcırdama diğeri ise ağır yüktür. Mecazi manada sıkıntı şer anlamındadır. Burada bu manası vardır. Cehennemde yaşayanlar ağır işte çalışmak zorunda olacaklardır. Gürültülü işlerde çalışır durumda olacaklardır. لِ ile getirmesi işleri kendi yararları için yapmalarıdır. Sıkıntılı iş ama kendilerine yarayan iş demektir. Suçlara verilecek cezalar ağır işte çalıştırma. Pis kokulu yerler, gürültülü yerler, elektromanyetikli yerler, radyasyonlu yerler anlamındadır. Sağlık şartları ağır olan yerler anlamındadır.
وَهُمْ فِيهَا لَا يَسْمَعُونَ (100)
Va HuM FIyHAv Lav YaSMaGUvNa (La YAFGaLUvNa)
“Ve onlar orada sem’ edemezler.”
Gürültünün büyüklüğünden dolayı sem’ edemezler yahut orada sıkıcı sesler vardır. Kulağın duymadığı sesler vardır. İnsana yararı ve zararı bakımından varlıkları olmakla beraber kulağın algılayamadığı ve gözlerin göremediği sesler ve ışıklar vardır.
YORUM
زَفِير ses dalgaları, شَهِيق ise elektromanyetik dalgalar olmalıdır. Çekim kuvveti henüz dalga olarak ölçülememiştir. Ses ve elektromanyetik ölçülmüştür. Orada ağır işler yapacaklardır. Pis hava, radyasyonlu ortam, gürültülü ve rahatsız edici bir ortam vardır.
Biz de mahkûmları böyle sıkıntılı işlerde çalıştırabiliriz. Ama onları aç bırakamayız. Eşini ve çocuklarını ondan ayıramayız. Onların suçu yok demektir.
Bugün suçluya ceza verilmiyor, suçsuz aile fertlerine ceza veriliyor. Perişan ediliyor.
Hapishane yoktur. Zorunlu çalıştırma semtleri ve bucakları vardır.
Bugün PKK ve DEAŞ tasfiye ediliyor. ABD ordusu çekiliyor. Peki, ne olacak? Belki 100 000’lere varan insan zarar görüyor! Çözüm semt kooperatifleridir. Zorunlu çalışma merkezleridir.
Öz Türkçe ile:
“Onlar için orada sıkıntılar vardır. Onlar duyamazlar.”
Kur’an kelimeleri ile:
“Onlar için orda zefir vardır. Onlar sem’ etmezler.”
LaHuM FıyHAv ZaFIyRun VaHuM FIyHAv La YaSMaGUvNa
لَهُمْ فِيهَا زَفِيرٌ وَهُمْ فِيهَا لَا يَسْمَعُونَ (100)