Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 993
Enbiya Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
22.12.2018
3802 Okunma, 4 Yorum

ENBİYA SÛRESİ - 11. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ  

وَنُوحًا إِذْ نَادَى مِنْ قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ (76) وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ (77) وَدَاوُدَ وَسُلَيْمَانَ إِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ إِذْ نَفَشَتْ فِيهِ غَنَمُ الْقَوْمِ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِدِينَ (78) فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ وَكُلًّا آتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًا وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُدَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَ وَكُنَّا فَاعِلِينَ (79) وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْ فَهَلْ أَنْتُمْ شَاكِرُونَ (80) وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ عَاصِفَةً تَجْرِي بِأَمْرِهِ إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِمِينَ (81) وَمِنَ الشَّيَاطِينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلًا دُونَ ذَلِكَ وَكُنَّا لَهُمْحَافِظِينَ (82)

 

***

 

وَنُوحًا

Va NUcXan (Va FuGLan)

“Ve Nuh’a”

Kur’an’ı indirdiğini لَقَدْ ile anlatmıştır (10. ayet). “İçinde zikriniz vardır” demiştir. Sonra ona وَلَقَدْ ile Musa ve Harun’u atfetmiştir. Sonra ona İbrahim ve Lut’u atfetmiştir. Lut’u ayrıca İshak’a atfetmiştir.

Surede önce Kur’an düzenini anlatmış ve “sizin zikriniz” diyerek her topluluğun zikri olduğunu bildirmiştir. Sonra birinci misal olarak Musa ve Harun’u vermiş, sonra İbrahim ve Lut’la ikinci örneği vermiştir. Şimdi üçüncü örneğe geçmiştir. Şimdi de Nuh’u İbrahim’e atfetmiştir. Musa ve Harun’a değil de İbrahim’e atfetmiştir. Arada وَلَقَدْ zikretmiştir. Musa ve Harun, İbrahim ve Lut ve Kur’an ayrı zikredilmiş, diğer peygamberler hep birlikte sıralanmıştır. Aralarında لَقَدْ getirmemiştir. Böylece Tevrat ve Kur’an temel alınmıştır. Peygamberlerin adlarını saymış, Musa, Süleyman ve Davud’u da İbrahim’in rüştüne atfetmiş, sonra Zebur’dan bahsetmiştir ve bunun başına وَلَقَدْ getirilmiştir.

Sure “Lekad”lerle 5 bölüme ayrılmış bulunmaktadır.  

1) İçinde zikriniz olan bir kitabı inzal ettik. (10. ayet)

2) Senden önce resullerle istihza edildi. (41. ayet)

3) Musa ve Harun’a ita ettik. (48. ayet)

4) İbrahim’e ita ettik. (51. ayet)

5) Zebur’da yazdık. (105. ayet)

Nuh ve diğer peygamberler ayrı bölümlerde değil, hepsi İbrahim bölümü içinde zikredilmektedir.

إِذْ نَادَى مِنْ قَبْلُ

EiÜ NAvDAy MiN QaBLu (EiÜ FaGaLUv MiN FaGLUv)

“Hani min kabl münada etmişti”

Nuh Peygamber ilk uygarlığı kurmuştur. Uygarlığı kavmî idi. Ondan sonra gelen peygamberler de hep kavmî uygarlığı geliştirdiler. İbrahim Peygamber ise kavmî uygarlığı beşerileştirdi, İbrahim’in görevi bu idi.

İbrahim Peygamber’in diğer bir görevi ise beşeriyeti düşünmeye götürmek olmuştur. Hisleri ile körü körüne değil, düşünen ve hayatlarını akıl yoluyla düzenleyen bir beşeriyeti oluşturmuştur. Bütün peygamberler bir tek şeriatın ayrı ayrı şir’aları idi. Bu birliği sağlama görevi İbrahim Peygamber’e verilmişti. Kur’an beşeri bir kitaptır. İbrahim Peygamber ise beşeri peygamberdir. Onun görevi Arabistan’a hasredilmemişti. Çünkü Kur’an her kavme ayrı zikr getirmişti. Bu sebeplerle Arabistan fethedilince görevi bitmiş oluyordu. ‘Dininizi ikmal ettim’ ayetinden sonra ‘bir daha sizinle görüşeceğimi sanmıyorum’ demişti ve o sene vefat etti. Ondan sonraki halifelerin hataları tüm insanlığı bir devlet içinde toplamaya çalışmalarıdır. Bu da mümkün olmadı.

نَادِي halkın toplandığı yerdir. Toplanmadan önce toplantıya yüksek sesle çağırmaya نِدَاء denmiş, daha sonra çağırma fiilinin mastarı olmuştur.

Kur’an’da  ندو53, ندم 7 defa geçer. Toplam 60 (22*3*5) eder.

ن belirsizliği, د duvarı/çevreyi, و birliği ifade eder.

 

فَاسْتَجَبْنَا لَهُ

FaSTaCaBNAa LaHUv (FaSTaFGALNAv LaHUv)

“Ona isticab ettik”

جَوْبَة‘içi su dolu çukur’, ‘kova’ demektir.

Sualin boşluğunu dolduran cümleye ‘cevap’ denir.

جَوْبَة, ormanlık içinde yol veren açıklıktır. ‘Geçiş yeri’ denir. Soruya cevap vermek insan zihnindeki soruların önünü açmak demektir. Karışıklıktan kurtarmaktır. “Cevbetmek” kanal veya tünelleri açmaktır.

جوب 43, جوف1 defa geçer. Toplam 44 (22*11) eder.

ج toplamayı, و birliği, ب geçit yerini ifade eder.

اِسْتِجَاب ‘cevap istemek’ anlamında olması gerekirken ‘cevap vermek’ anlamında gelmiştir. لِ harfi ile getirilmiştir. Onun için “rabbi isticab etti” denmiştir. ‘Onun için cevap oldu’ manasındadır. İstifal babı aynı zamanda dönüşme anlamına gelir. اِسْتَحْجَرَ ‘taşlaştı’ demektir. “İsticabe etmek” demek, لِ harfi ile gelince onu için cevap oldu demektir. Cevap da sual karşılığıdır. Sormak veya istemek manasına gelir. Cevap sorununu çözme demektir. Sorunu çözdük anlamına gelir.

“İcabet etmek” demek cevap vermek demektir. Sizden bir şey sorarlar, siz de ona cevap verirsiniz. “İsticabe” ise sözle cevap verme değil, doğrudan istediğini yapma, sorunu giderme anlamındadır. Bunlar benim varsayımlarımdır. Ayetler taranacak, bu varsayımın doğru olup olmadığı tahkik edilecek.

فَنَجَّيْنَاهُ

Fa NacCaYNAvHu (Fa NaFGaLNAvHu)

“Onu tenciye ettik”

Onu kenara çektik.

Çobanlık döneminden sonra tarım dönemi başlamıştır. Kuzeyde tarım döneminin yanında çobanlık da devam ediyordu. Tarım sulamasını bilmiyorlardı. Kuzeydekiler de yerleştikleri yerlerde sulayıp onunla kendilerini ve hayvanlarını sulamak için baraj tekniğine sahip idiler. Otlara su veriyor ve çayır daha bol olarak oluşuyordu. Kuzeydeki halk çoban halk olduğu için savaşçı idiler. Hayatları ilkeldi ama savaşmada güçlü idiler. Güneyi işgal eder oraları yağmalarlardı. Çin, Mezopotamya benzeri böyle bir ülke idi. Kuzeyde Orta Asya’da yaşayan halk Mezopotamya’yı işgal eder, halkın sulu tarım yaptığını görür, kendi baraj bilgisini birleştirerek sulu tarıma başlar. Hayvancılıkla tarım birleştirilir. Biri diğerini tamamlamaktadır. Otlar hayvanlara yem olur, hayvanlar da otlara gübre verir.

İşte bu sayede kentleşme başladı. Dünyanın değişik yerlerinden gelen kabileler Fırat ve Dicle’nin kenarına yerleşti. Savaş halinde olan kabileler uzlaştılar ve tanrılarını bir araya getirerek tanrılar koalisyonunu kurdular. Ancak yapılan barajlar çok sağlam olmadığı için patlayacak duruma geldi.

Nuh Peygamber bunun olacağını haber vermişti, onların gemiler yapıp ona binmelerine davet etti ama onlar karşı çıktılar. Sonra tufan olunca Nuh Peygamber’in yanındakiler kurtulmuş, diğerleri helak olmuştur.

وَأَهْلَهُ

Va EaHLaHUv (Va FaGLaHUv)

“Ve ehlini”

“Hilal” yeni ay demektir. Çardak veya çadırların sellerden korunması için açılmış olan yarım kanallara da hilal adı veriliyor. Daha sonra yerleşik yere hilallenmiş anlamında أَهَلّ kullanılmış, sonra da halkın adı أَهْل olmuş. Meskûn yerin halkına أَهْل dendiği gibi bir mesleğe veya özelliğe sahip olan kimseye de o mesleğin ehli denmektedir. “Ehliyet” kelimesi buradan gelmektedir.

Kur’an’da ءهل 127, ءود1 defa geçmektedir. Toplam 128 (27) eder.

ء gücü, ه düzlüğü, ل belirliliği ifade eder.

Buradaki أَهْل‘den murat gemiye binenlerdir. Gemiye binmemiş olan oğlunu ve karısını ehl olarak saymamaktadır.

Bir topluluğun oluşması için aynı yerde ikamet etmeleri gerekmektedir. Hicret bunun için vardır. Bir beldeye mensup olmak gerekmez ama aynı yerde oturanların çocukları doğuştan oranın ehlidirler. Hicret etmedikçe onları kimse dışlayamaz. İnanç ve ırkın aynılığı aynı yerin ehli olması için şart değildir. Bir ailede bile başka inanışlara sahip olanlar birlikte yaşarlar, karı koca olurlar.

مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ(76)

MiNa eLKaRBi eLGaJIyMi (MiNa eLFaGLi eLFaGIyLi)

“Azim kerbden”

كَرَب kuyudan su çekiminde kullanılan ve suyun kovaya dolmasını kolaylaştıran kovaya bağlı ikinci iptir.

Tsunami kerbdir, suların her tarafı doldurduğu durumdur.

ك varlığı, ر tekrarı, ب geçidi ifade eder.

Kur’an’da Nuh, Musa ve Harun Peygamberler için geçmektedir. İki büyük vaka vardır. Biri Nuh tufanıdır, diğeri ise denizden geçmedir. Bunları burada hatırlatmaktadır. Birinci tufan ile ilkellikten uygarlığa geçilmiştir. İkinci kerbde insanlık başkanların da tabi olduğu hukuk sistemine geçmiştir. Bugün de kanun sisteminden içtihat sistemine geçilmektedir. Ekonomide işçilik sisteminden ortaklık sistemine geçilmektedir.

الْكَرْبِالْعَظِيمِ beklenmektedir. Gelin Kur’an’ı dinleyin, herkes yüz lojmanlı işyeri apartmanı kurmaya başlasın, orası melce olacaktır. Biz Allah’ın yardımı ile kendimize yetecek bir gemi yapmaktayız. 10 bin ortaklı ortaklığımıza kulak verin. Siz de kendinize yüz lojmanlı semt apartmanları yapmaya başlayın.

الْعَظِيمِ kelimesini kullanmaktadır. En büyük dediğimiz zaman içlerinde en büyük manasına gelir. Bir de fiilen en büyük maksimum nokta yani türevi sıfır olan nokta teorik olarak daha büyük yapılabilir. Bu durumlarda aziz değil de azim kullanılır. Var olandan da büyük demektir.

 

YORUM

Yani İbrahim Peygamber için hazırlık yapılmıştır.

İbrahim’den sona Nuh’a geçmiştir. وَلَقَدْ geçmemiştir. Bütün peygamberler İbrahim’in ümmeti olarak zikredilmektedir. Yani tüm insanlığı üçüncü binyıl uygarlığına ulaşabilmesi için görevlendirilmiştir. Musa ve Harun’u özel olarak ayrıca zikretmesi üçüncü binyıl uygarlığının kuruluşunda İsrail oğullarının büyük etkileri olacağını ifade etmek içindir.

Üçüncü binyıl ortaklık uygarlığı bütün dinlerin uzlaşarak birlikte oluşturacakları hareketle oluşacaktır. 10.000 ortaklı Ar-Ge çalışmalarını tamamlayan Akevler Kooperatifi, İstanbul’da tüm dinlerin katılacağı bir toplantı yapmayı planlıyor.

Belki de bu işi ortaklık düzenini benimseyen yeni seçilecek bir belediye başkanı yapacaktır. Neden olmasın. İstanbul Belediye Başkanı bunu rahatlıkla yapabilir. Dinler semt kooperatiflerini yaygınlaştıracaklardır. Yüz lojmanlı apartmanları tüm dinler benimseyecek ve Akevlerce hazırlanan statü ve projesi ile dünyayı savaşla değil barışla değiştireceklerdir. O zamanki SSCB Ankara Büyükelçisi Albert Çernişev bize böyle toplantı önerisinde bulunmuştu.

Akevler’in on bin ortaklı Ar-Ge ortaklığını daha İstanbul Yenibosna, İzmir, Üsküdar ve Medhal (İstanbul) tam olarak kavrayamamıştır. Başka bütün çalışmaları yavaşlatıp bu Ar-Ge ortaklığına yönelinmelidir. Türkiye’deki siyasilerden bir şafak belirtisi yoktur. Dini cemaatlerle henüz ilgilenmedik ama Allah bizim hesap edemediğimiz bir yerden yardım edecek ve biz on bin ortaklı Ar-Ge merkezini kuracağız. Örnek semtimizde yüz lojmanlı işyeri apartmanını oluşturacağız, inşallah…

 

Öz Türkçe ile:

“Nuh’a da (olgunluğunu vermiştik). Hani daha önce yakarmıştı da biz onu karşılamıştık. Kendisi ile birliğini büyük sıkıntıdan kurtarmıştık.”

 

Kur’an kelimeleri ile:

 “Nuh’a da (rüştünü ita ettik). Hani min kabl münada etmişti de biz ona isticap etmiştik. Onu ve ehlini azim kerbden tenciye etmiştik.”

 

Va NUvXan EiÜNAvDAv MiN KaBLu FaiSTaCaBNAv LaHUv Fa NacCaYNAvHuv Va EaHLaHUv MiN KaRBi eLGaJIyMı

وَنُوحًا إِذْ نَادَى مِنْ قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ (76)

 

***

 

وَنَصَرْنَاهُ

VaNaÖaRNAvHu (Va FaGaLNAvHu)

“Ve ona nusret ettik”

“İane etmek” ona beraber iş yaparken yardım etmektir.

“Nusret etmek” ise düşmanlara karşı yardım etmektir.

Nuh’un kavmi Nuh Peygamber ile uğraşmışlardır ki Allah ona yardım etmiştir. Nuh Peygamber’i ateşe atmamışlar, ona bedeni bir cezada bulunmamışlardır ama ona davette zorluk çıkarmışlardır.

Akevler’de de bedeni herhangi ceza ile karşılaşılmadı. Kooperatife karşı zorluk çıkarmışlardır. Ruhsatları vermemişler, mallarına el koymuşlar, Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yargılamışlar, kooperatiflerini kapatmışlar...

Nuh peygamber bu arada zorluklar içinde gemi yapmıştır.

Biz de zorluklar içinde yüz lojmanlı işyeri apartmanları yapacağız inşallah.

Bugün yeryüzünde bunu idrak etmiş çözümü olan bizden başka kimse yoktur. Herkes faizli düzende faizli işletmelerle onları yeneceğini zannediyor, puta karşı putla galip geleceğini zannediyorlar. Bir put gidiyor, başka put geliyor. Çözümü insanlarda arıyorlar, düzende aramıyorlar. Akevler ise çözümü düzende arıyor, Allah’ın ayetlerinde arıyor. Allah Nuh’a yardım ettiği gibi bize de yardım edecektir. Nuh nasıl gemiyi tüm zorluklara rağmen inşa ettiyse, biz de yüz lojmanlı apartmanı yapacak sosyal tufandan kurtulacağız inşallah.

مِنَ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا

MiNa elQaVMı elLaÜIyNa KaüÜaBUv (MiNa eLFaGLı elLaÜIyNa FagGaLUv)

“Tekzib eden kavimden”

Nuh’un kavmi Nuh’u tekzip etmişti. Uzun zaman onlarla beraber kaldı. Onlara Allah’ın ayetlerini tebliğ etti. Gizli söyledi, açık söyledi. Teker teker söyledi, birlikte söyledi. Sonunda “Rabbim, ben yapacağımı yaptım” dedi. “Artık beni kurtar” dedi ve Allah da onu necata erdirdi. Muhammed Peygamber ise hep dua etti. Onlar saldırdılar. O savundu. Sonunda Mekke’yi fethetti. Bu fetihte bir kişinin burnu bile kanamadı. Arkasından Huneyn’de saldırdılar ama orada da Allah yardım etti.

Evet, bizi de tekzip ediyorlar. Zorluk çıkarıyorlar. Necmettin Erbakan’ı susturmak için AK Parti’yi organize ettiler, Gülen’i organize ettiler. Önce Erbakan’ı devre dışı bıraktılar. Şimdi de onları birbirleriyle çatıştırarak devre dışı bırakıyorlar.

Her biri bizden yani Akevler’den ayrılan bu kardeşlerimize diyoruz ki; Kur’an’ın emrine uyun ve hakemlere gidin. Kulak vermiyorlar. Bizim ortaklık düzenine kulak vermiyorlar. Biz de Muhammed Peygamber gibi dua ediyoruz. Rabbimiz, AK Partililere ve Gülencilere hidayet et, hakemlere gelsinler. Yine onlara hidayet et, Kur’an düzenine gelsinler, ortaklık düzenini benimsesinler. On bin ortaklı Ar-Ge çalışmalarına ortak olsunlar.

Yine dua ediyoruz; Putin, Trump ve diğer devlet başkanları duysun, Erdoğan duysun ve duyursun, önce duysun sonra duyursun.

Rothschildler duysun, Rockefeller duysun. Duysunlar ve artık faizli işçilik sisteminden vazgeçsinler. Selemli ve kredileşmeli faizsiz ortaklık sistemine gelsinler. İnsanlık sosyal tufanı yaşamasın.

Elbette Allah bizim duamızı 70 defa da yapsak kabul etmeyecektir, çünkü onların kabullenmeleri ile yapacaktır.

Ama biz İbrahim ve Muhammed peygamberler gibi dua ediyoruz.

بِآيَاتِنَا

BiEAyYAvTıNAv (Bi EaFGAvLiNAv)

“Ayetlerimizi”

Resulümüzü tekzip ettiler demiyor, ayetlerimizi tekzip ettiler diyor.

Bugün de öyledir, bize yani kişilere karşı cephe almıyorlar, kişileri tekzip etmiyorlar, bizim Kur’an yorumlarımızı tekzip ediyorlar.

Biz ne yapıyoruz?

Önce Kur’an’ın Allah sözü olduğunu kabul ediyoruz. Onun verdiği bilgilere dayanarak geçmiş peygamberleri kabul ediyoruz. O kainatla tasdik ediyor. Kur’an’ı bize ulaştıran imanda sebat edenlerin müstakim sıratından gidiyoruz. Onları öğreniyoruz. Onların usulü ile Kur’an’ı anlamaya çalışıyoruz.

Biz ne yapıyoruz?  

İnsanlığın bugünkü sorunlarını çağımızın ilimleri ile Kur’an’ı yorumlayarak çözüyoruz. Bizim yorumlarımız eksik ve yanlış olabilir. Siz de Kur’an’ı çağımızın ilimleri ile yorumlayarak çağımızın sorunlarını çözün diyoruz. Bize tabi olun demiyoruz. Allah’a giden yolda sizinle yardımlaşalım diyoruz. Dolar aşkına bize kulak vermiyorlar ve bizim yorumlarımızı tekzip ediyorlar.

Nuh Peygamber’e yardım ettiği gibi Allah bize de yardım edecektir.

إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ

EinNaHuM KAvNUv QaVMa SaVEin (EinNaHuM FaGaLUy FaGLi FaGLin)

“Onlar sev’in kavmi idiler”

Benzer beyan Lut kavmi için de yapılmıştır. Bu ibare yalnız iki defa bu surede geçmektedir. Demek ki Nuh kavmi ile Lut kavmi arasında benzer durum vardır. Lut’a nasıl eziyet etmişlerse Nuh’a da öyle eziyet etmişlerdir.

Bugünkü insanlık Lut kavminin benzeri bir zina ve eşcinsellik içindedir. Türkiye henüz bu seviyeye gelmemiştir. Gerçi mevcut iktidar Dolar aşkına zinayı suç olmaktan çıkardı ama daha erkeklerin erkeklerle evlenmesini meşrulaştırmadı. Türk halkı da zinaya izin vermiyor. Türkiye’de kanunen zina serbesttir ama zina henüz toplulukça hoş karşılanmamaktadır. Hatta insanlık bile henüz zinaya hoş bakmıyor.

Sermaye siyasileri belli suçlamalarla devre dışı etmektedir; yolsuzluk, zina ve irtica. İrtica artık tutmamaktadır. Zinayı hala kullanmaktadır.

Ortaklık sisteminde yolsuzluk suçlaması yapılamayacak, zina suçlaması çok evlilik ve diğer dini uygulamalar ile kalkacaktır.

فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ (77)

Fa EaĞRaQNAvHuM EaCMaGIyNa (Fa EaFGaLNAvHuM EaFGaLIyNa)

“Onları ecmain iğrak ettik.”

Nuh kavmi ecmain gark olmuştur. Tüm insanlık değil, Nuh kavmi gark olmuştur.

Gelecekte sosyal tufan olursa tüm insanlık gark olmayabilir.

Sermaye başarırsa Müslümanları ikiye bölecek. Her iki durumda da Türkiye tehlike içinde. Sünniler ile Şiileri ayırırsa Türkiye İran’la karşı karşıyadır. Arap-Acem ayrılığı olursa Türkiye Araplarla karşı karşıyadır. Yani ya Türkiye İranlılarla anlaşarak Araplarla savaşacaktır, ya da Araplarla anlaşarak Şiilerle savaşacaktır ama bombalar Türkiye üzerine yağacaktır. Türkiye’de taş üstünde taş kalmayacaktır. Yüz lojmanlı işyeri apartmanlarına taşınanlar hayatta kalacaklardır. Çünkü yüz lojmanlı apartmanlar bombalara karşı dayanıklıdır. Katlar yıkılabilecek ama bodrum katları toprağın altında olduğu için ve betonarme hesapları önce üstler yıkılacak şekilde yapıldığı için alt katı kurtulacaktır.

Savaş bittiği zaman savaş Sermaye’yi de büyük devletleri de bitirmiş olacaktır. Artık üçüncü binyılı Sermaye değil “ortaklık düzeni” kuracaktır. Eğer Türkiye ortaklık sistemini kabul ederse o zaman Sermaye Müslümanları bölemeyecek, ne Şii-Sünni savaşı olacak ne de Arap-Acem savaşı. Sermaye üçüncü cihan savaşını çıkaramayacak. İnsanlık için birinci Kur’an uygarlığının gelmesi gibi ikinci Kur’an uygarlığı gelecektir.

Bu satırları okuyan kardeşlerimize görev düşmektedir. Bunu her rastladıkları kimseye anlatmak ve onun görüşünü istemek durumundadırlar.

 

YORUM

Yüz lojmanlı semt kooperatiflerinde ve yüz villalı ahşap dinlenme evlerinde ortaklık düzeninin bütün sorunları çözülmüştür. Kur’an üzerinde durduğumuzda ortaya çıkan yeni sorunları da kolaylıkla çözecek durumdayız. Okuyucularımız henüz bu konuyu tam olarak kavrayamamış durumdadır.

Gerek yüz lojmanlı işyeri apartmanları, gerekse yüz villalı ahşap ağırlıklı dinlenme evleri aynı zamanda birer sivil savunma çözümüdür.

Önce ordu 32 metrekarelik taşınabilir ağaç evlerle hareketli hale getirilmelidir. İleri cepheye giderken helikopterlerle bu binalar ileri mevzilere, fethedilen mevzilere taşınacaktır. Geri çekildiğinde de yapıları geri getirecektir. Diğer taraftan ordu gerek yıllık nebatı bitkileri gerekse hayvancılığı ile savaşı kendi imkânları ile sürdürülebilir hale gelecektir. Ordu aynı zamanda teknik eğitim merkezi olacaktır. Ordu üretim yaparken kendi ihtiyaçları için üretim yapacaktır. Yalnız savaş eğitimini değil aynı zamanda mesleki eğitimi de vermiş olacaktır.

Biz bu öneriyi yıllar önce ordumuza teklif ettik. Onlar da sivil müteahhitlere havale ettiler. Hata ettiler. Sermaye’nin emrinde olan bu müteahhitler buna imkân verirler mi? Fabrikayı gezdiler, sonra gittiler; belki 25 sene oluyor, hala gidiyorlar. Ordumuz Akevler’den bilgi almalıdır ve Kur’an’ın öğrettiği savunma sistemini önce öğrenmeli, sonra değerlendirmelidir.

Onun dışında gerek semt apartmanlarında gerek semt villalarında sivil savunma ile ilgili tüm planlama yapılmış olacak ve gerekli tedbirler alınabilecektir. Savaşta halk üretime devam edecektir. Elektrik, su, gıda, hatta benzin kesildiği zaman nasıl dayanılacağı bu şekilde planlanmaktadır.

Bu planlama aynı zamanda savaş dışı krizler olan zelzele, sel ve ekonomik krizlerde de işe yaramaktadır.

Barışta tüm dünya ile irtibatlıdır. Savaşta ise kendi içinde yaşayacak şekilde planlanmaktadır. Bu sadece temenni değildir. En ince noktalara kadar planlanmaktadır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve kanıtlarımızı yalanlayan bir topluluktan onu kurtardık. Onlar bir kötülüğün topluluğu idi. Onları birlikte boğduk.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve ayetlerimizi tekzip eden kavimden ona nusret ettik. Onlar bir sev’in kavmi idi. Onları ecmain iğrak ettik.”

 

VaNaÖaRNAvHu MiNa elQaVMı elLaÜIyNa KaüÜaBUv BiEAyYAvTıNAv EinNaHuM KAvNUv QaVMa SaVEin Fa EaĞRaQNAvHuM EaCMaGIyNa

وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ(77)

 

***

 

وَدَاوُدَ وَسُلَيْمَانَ

Va DAvVUvDa Va SüLaYMAvNa (Va FaGUvLa Va FuGaYLANa)

“Davud ile Süleyman’a da”

Davud ve Süleyman’ı da Nuh’un atfedildiği yere yani İbrahim’e atfetmiştir. “İbrahim’e rüşdünü verdiğimiz gibi Nuh’a da rüşdünü verdik. Davud ve Süleyman’a da rüşdünü verdik.” demektedir. İbrahim’i Lut ile; Musa’yı Harun ile; Davud’u da Süleyman ile zikretmiştir. Nuh ise tek başına zikredilmiştir.

Yasin’de “İkisini irsal ettik.” denmektedir (أَرْسَلْنَا إِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ Yasin, 36/14). Muhammed Peygamber de tek olarak zikredilmiştir ama “Eğer ben halife ittihaz etseydim Ebubekir’i ittihaz ederdim.” demiştir.

Nuh ilk uygarlık peygamberidir. Muhammed de son uygarlık peygamberidir. Onlardan teker teker bahsedildi, diğerlerinden ikişer ikişer bahsedildi. Ebubekir ile Ömer ikili idiler. Sonra Ömer ile Ali ikili idiler. Osman ise yalnızdı.

Necmettin Erbakan bizimle ilmi çalışma yaptı ama uygulamayı bizsiz yaptı, uygulamada Süleyman Arif Emre ve Hasan Aksay vardı.  

Recep Tayyip Erdoğan şimdi yalnızdır.

Akevler’de Ahmet Tahir Satoğlu ile Süleyman Karagülle vardı. Sonra Süleyman Karagülle ile Süleyman Akdemir vardı. Şimdi İzmir’de Akdemir ile Hira Karagülle vardır.

Hiçbir işe tek başınıza başlamayacaksınız. Bir şeyi yapmaya niyet ettiğiniz zaman eğer sizinle sizin seviyenizde biri olur da kabul ederse o işi yapmaya başlayın. Düşünceniz ne kadar iyi olursa olsun sizin seviyenizde o işte sizin kadar ehliyetli olan kimse size katılmazsa o işi yapmaya kalkışmayın. Allah “Yapmayın” diyor demektir.

İki kişi dört kişiye çıktığı zaman artık on kişi olurlar ve o zaman başlanan iş başarılı olmuş demektir.

إِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ

EiÜ YaXKuMAyNı Fiy eLXaRÇi (EiÜ YaFGuLAvNı Fiy eLFaGLi)

“Hani ikisi hars hakkında hükmediyorlardı”

Hükmetme hakemlik yapma anlamındadır. Davalı ve davacı başvururlar. Kimin ne hakkı olduğunu onlar belirtirler. İnsanlık baştan beri hakemlere başvurmuştur. Devlet aşamasına gelmeden yani henüz polis ve asker bulundurulmadan önce de kabile başkanları vardı. Aralarında çıkan ihtilafları iki kişi ile çözerlerdi.

Benim yetiştiğim çevrede devlet vardı, jandarma vardı ama insanlar onların adaletine inanmadıkları için aralarında çıkan nizaları onlara götürmezlerdi. Mahkemeye vermezlerdi. Nizalı kimseler arasındaki ihtilafları çözmek için iki kişi seçerlerdi. Onlar gider, anlaşır ve karar verirlerdi.

Süleyman ile Davud da birlikte hükmediyorlardı demektir. Biri birinin, diğeri diğerinin hukukunu korur durumda oldular.

حَرْث‘ekin’ demektir. زَرْع ‘den farkı, زَرْع ‘de sadece yıllık bitkileri ifade eder. Meyveleri içermez. حَرْث’ta ise meyveleri de içerir. Zer’i nahla (نَخِيل), harsı ise enama (أَنْعَامِ) atfetmektedir.

ح hareketi, ر tekrarı,ثdağılmayı ifade eder.

Tarım hayvancılıkla beraber olmaktadır. Ekinler ile hayvanlar birbirinin hasmıdır. Hayvanı olanlarla tarlası olanlar arasında köylerde devamlı niza vardır. Hayvanları olanlar mı hayvanları koruyacak, tarlası olanlar mı tarlayı koruyacak? Genel olarak mevsimlere bağlıdır. Ekin zamanlarında hayvanların sahipleri sorumludurlar. Diğer zamanlarda ise tarla sahipleri sorumludurlar. Köylerde yaylacılık bunun için yapılır. Önce hayvanlar serbest iken yaylaya gidildikten sonra artık hayvanlar serbest değildirler. Buna köylüler cuma günü karar verir. Çünkü yaylalarda kar geç veya erken kalkar. Ona göre her yıl farklı karar verilir.

“Harsta hükmediyorlardı” diyor yani ekin sahipleri ile hayvan sahipleri arasında hükmediyorlardı diyor.

إِذْ نَفَشَتْ فِيهِ

EiÜ NaFAŞaT FIyHiy (EiÜ FaGaLaT FİyHi)

“Hani içinde nufuş etmişti”

نَفْشdemek dağınık, karmakarışık olan nesne demektir.

نbelirsizliği, ف kopup yerinde kalmayı, ش sıçramayı ifade eder.

Kur’an’da iki defa geçmektedir, كَالْعِهْنِ الْمَنْفُوشِdenmektedir. Dağlar taranmış yün gibi olacaktır denmektedir. أَصْوَافِهَا وَأَوْبَارِهَا وَأَشْعَارِهَا  (yün, tüy, kıl) olarak bir yerde zikredilmektedir (Nahl, 16/80), bununla dört olmaktadır. Kur’an örnekler verir, bir tanesini de zikredebilir. Burada dört tanesini de zikrediyor. Ölen hayvanlardan da dört gruptan bahsediyor (Maide, 5/3). Sürüklenmiş parçalanmış değişik ölü şekillerini anlatıyor. Yiyeceklerden dörtlü ve beşli örnekler vermektedir.

Hayvanlar ekine girdikleri zaman yalnız yemezler. Dalaşarak ekini dağınık hale getirirler. Zararları çok büyük olur. Köylerde hayat ekine dayanır. İlkbaharda tarla ekilir. Yalnız mısır değil, mısırın yanında fasulye, lahana, hıyar, kabak, domates benzeri şeyler de aralarında ekilir. Sonbaharda bunlar ambara konur ve bir yıl bunlarla yaşanır. Tarla böylece mahvedilince yıllık gelir sona ermiş oluyor.

Buradan öğreniyoruz ki İsrail oğulları artık çobanlık döneminden tarım dönemine geçmişlerdir yani artık çöllerde dolaşmıyorlar.

نَفَشَتْ fiilinin faili ganeme (غَنَمُ) gittiği için müennes olmuştur çünkü sürüdür.

غَنَمُ الْقَوْمِ

ĞaNaMu eLQaVMi (FaGaLu eLFaGLi)

“Kavmin ganemi”

غَنَم ‘koyun sürüsü’ demektir. Burada “kavmin ganemi” deniyor. Köylerde usuldür, sıra ile çobanlık yaparlar. Köyün hayvanları birleştirilir ve onları meraya iki çoban getirir. Çoban tutmazlar, sıra ile yaparlar yahut çoban tutarlar.

“Kavmin ganemi” demek, birisinin tarlasına veya birilerinin tarlasına koyun sürüsü girmiştir. Burada durmuştur. Köylünün ortak sürüsü tarlaya girmiştir. Burada dava edilen sürü sahipleri değildir, sürüdür. Zarar eden tarla sahibi değildir tarladır.

Çok önemli bir husus bize öğretilmektedir. İşletmeler arası hesaplar işletmeler arasında yapılır. İşte davacı ve davalı olur. Muhasebede hesaplar davalı ve davacı oluyor. Hakemler onlar arasında karar verirler. Üretilirken kişiler yoktur, hesaplar vardır. Hesaplar kaybeder veya kazanır. Sonunda gelirler kişiler arasında bölüşülür. Bir kimsenin bahçesi var. İşletiyor. Kendisi sermayesini kullanıyor. Bahçenin hesabı ayrıdır, sermayenin hesabı ayrıdır. Her iki taraf kendi hakkını koruma durumundadır. Muhasebe bu nedenle de çok önemlidir. Kişi ev masraflarını da yazmak zorundadır. Çünkü ev halkının payı vardır.

Üçüncü binyıl uygarlığına giderken daha yol alacağımız çok şey vardır. Yarın parmak izinizle buzdolabı kapağını açtığınızda oradan aldığınız peynirin gramını buzdolabının otomatik hesap cihazı yazacaktır. Sofraya oturanların parmak izleri ile oturdukları belirlenecek ve yemek yiyenler borçlanacaktır. Her hareket kaydolacak ve bilgisayar bölüşme yapacaktır.

وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ

Va KunNAv LiXukMiHiM (Va FGaLNAv LıFaGLıHiM)

“Ve hükümleri için olduk”

Hakemler hükmettikleri zaman eğer onlar adil iseler Allah onların yanında olur. Burada حُكْمَهُمْ değil de لِحُكْمِهِمْ dendiğine göre onların doğru hükmedip etmediğini kontrol için değil de onların doğru hükmetmesi için vardır.

Demek ki Allah hakemlere hükmedecekleri zaman adaleti öğretecektir. Taraflardan oluşan hakemler anlaşınca adil karar vermiş olacaklardır. Belki de başhakeme bile gerek olmayacaktır. Biz başhakemi hükkamdaki çoğuldan çıkarıyoruz. Kur’an’da anlatılan iki hakemdir. Başhakem hakemlere ancak anlaşamazlarsa karışır. Bir de başhakem ilan eder. Sıffin’de, Ali’nin başından geçen geçmez. لِحُكْمِهِمَا denmemiş deلِحُكْمِهِمْ denmiştir. Demek ki ikisi hükmediyorlardı ama hükmeden iki kişi değildir. Hükmeden başkaları da vardı, tarafların hakemleri yahut şahitler yahut davalı ve davacılar vardı. Tek hâkim sistemi bunun için geçerli değildir. Hâkim aynı zamanda soruşturmacı olmamalıdır. Burada mahkemenin bir heyet olacağı bildirilmektedir. Şekli zamana ve yere bırakılmaktadır.

شَاهِدِينَ(78)

ŞAvHiDIyNa (FAvGıLIyNa)

“Şahidler”

“Şahid olma” demek, o hususta bilgi sahibi olmak demektir. Bu ifade bize hakemlerin kararlarında hakemlere gidileceğini ifade etmektedir. Bundan dolayı yargılamada tarafların hakemleri dışında dayanışma sorumluları da şahid olarak bulunur. Herkesin bir hukuk danışmanı vardır. Ayrıca ayrı niza olduğu zaman o niza için ayrı hakemler seçilir.

Başka bir yerde “Hakemen” kelimesi nekredir. Kendi hizmetli hakemler de şahit olarak orada bulunurlar.

Şahitlik genel hizmette soruşturmacılar bölümünde incelenmiştir. Semt Kooperatifleri kuracaksınız. Sorunlarla karşılaşınca içtihatlar yapılıp içtihatlara göre hükmedilecektir. Zamanla içtihatlar icmalara dönüşecek ve o zaman hukuk oluşmuş olacaktır.

 

YORUM

Malazgirt Savaşı’nda Romen Diyojen yenilmişti. Türkler Anadolu’ya göç etmeye başlamışlardı. Yörükler yaylalarda çobanlık yapıyorlardı. Oğuzlar ise daha çok askerlik yapıyorlardı. Anadolu’ya gelen Türkler halkın elinden topraklarını almadılar. Oğuzlar askerlik yapıp güvenliği sağladılar. Yörükler de yaylalarda hayvanları otlattılar. Rum ve Ermeniler hayvancılık yaptıkları için bir sorun oluşturmadılar. Kışın ovaya indiler. Hayvanlarını tarlalarda otlattılar. Tarlalara gübre bıraktılar. Yaz kış hayvan ürünlerini Yörüklerden aldılar, onlara sanayi mamulleri ve tarla ekinleri verdiler.

Böylece tamamlanmış ekonomiyi kurdular.

Bugün bizim yapacağımız da uyum sağlamadır. Önce semt kooperatifleri kurup Sermaye ve yönetimi rahatsız etmeden üretimi ve tüketimi yapmalıyız. Sonra da tarım ve sanayi semtlerini oluşturup işbölümü ve dayanışma içinde birlikte yaşamayı sağlamalıyız. Tarım kentlerinde halk sanayii oluşmalı ve “artık zamanlar”da çalışmalıdırlar. Ortaklık işletmesi çatışmacı değil yarışmacı bir işletmedir. Oysa işçilik işletmesi çatışmacı bir işletmedir.

 

Öz Türkçe ile:

“Davud ile Süleyman’a da (olgunluğunu verdik). Hani ikisi ekini, onda otlanmış topluluğun koyunlarını yargılıyorlardı ve yargılamalarına biz tanık idik.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Davud ile Süleyman’a da (rüştünü ita ettik) Hani ikisi hars hakkında, orada nefşetmiş kavmin ganemi hakkında hükmediyorlardı ve biz hükümlerine şahidler idik.

 

Va DAVuDa Va SüLaYMANa EiÜ YaXKuMAvNı FIy eLXaRÇi EiÜ NaFaŞaT FIyHı ĞaNaMu eLQaVMı Va KunNAv LiXuKMiHiM ŞAvHIyNa

وَدَاوُدَ وَسُلَيْمَانَ إِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ إِذْ نَفَشَتْ فِيهِ غَنَمُ الْقَوْمِ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِدِينَ(78)

 

***

 

فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ

Fa FahHaMNAvHAv SüLaYMAvNa (FaFagGaLNAvHAv SüLaYMAvNa)

“Onu Süleyman’a tefhim ettik”

Buradaki هَا zamiri غَنَمُ‘e gitmektedir. Tarlanın lehine ganemin aleyhine hükmediyorlardı. Tarla davacı, ganem davalı idi. Ceza davalarında eşya davalı ve davacı olmaz. Hukuk davalarında eşya davalı ve davacı olur. Sonunda taksim edilince kişinin hukuku olur. Hesap kolaylığı nedeniyle eşya davalı ve davacı olmaktadır.

Davud’a değil de Süleyman’a tefhim edilmiştir. Buradan şunları öğreniyoruz. Birincisi; ilimde yakın, eş yoktur. Meslekte, işte vardır. İkincisi; birinin peygamber olması demek her şeyi bilmesi demek değildir. Ancak ona bildirileni bildirir. Davud’a değil de Süleyman’a tefhim etmekle bu hususları bize öğretmektedir. Aramızda bunun için üstad yoktur. Birini ben iyi bilirim, başka şeyi başkası iyi bilir. Hatta bir konuda herkes bir kulağından tutar ve sonunda çözüm oluşur.

Yenibosna Kur’an çalışmalarında herkes katkıda bulunmaktadır.

Hiç hesapta yokken Dr. Mete Firidin devreye girdi, kendi kendine Arapça öğrendi. Kadim dillere merak sardı ve şimdi Kur’an’ın kelimelerini Akadcada, Elamcada, İbranicede kullanıldığı şekillerle açıklamaktadır. Bu yalnız Kur’an’ın doğru anlaşılması için değil, aynı zamanda uygarlığımızın nasıl oluştuğunu öğretmek için olacaktır.

Allah değişik şeyleri değişik kimselere öğretmektedir. Herkes herkese saygılı olmalıdır. Nurcuların, tarikatçıların, partililerin hazmedemediği bu; neden bunları Akevler biliyor. Biz size maaşlarınız neden var diyor muyuz? Biz size neden cumhurbaşkanısınız, neden başbakansınız dedik mi? Allah size başka görev verdi, bize başka görev verdi, Kur’an’ı da bize tefhim etti. Neden yararlanmıyorsunuz?

Ğanemi fehmetti.

فهمKur’an’da 1, فسح 3 defa  geçer. Toplam 4 (22) eder.

فeklemi, هboşluğu, مenginliği ifade eder.

بَهِيمَةgeviş getiren işkembesi olan memeli hayvandır. Behime olanlar ehlileştirilmiş hayvanlardır. Onların ehlileştirilmiş olmayanları da vardır. Onlar avlanan ve yenen hayvanlardır. Behime olanlar ise ehlileştirilmiş hayvan demektir.

Ğanemi fehmetme demek ğanemin ehlileşmesini fehmetmek demektir. Ğanem suçlu olamaz. Çünkü ehlileşmede ğanem ‘ot yemeyeceksin’ diye bir eğitim almamıştır. Oysa köpek ‘yakaladığını yemeyeceksin’ diye eğitim alır. Hayvanların zarar görmemesi için onun çobanlarla beraber olması gerekir. Mademki hayvanlar ehlileştirilmiştir, ona sahip kılınmıştır o halde zararı onu ehlileştiren ödeyecektir. Mübaşir yokken müsebbibi tazmin eder.

وَكُلًّا آتَيْنَا

Va KulLan EAyTaYNAv (Va FuGLan EaFGaLNAv)

“Ve hepsine ita ettik”

Burada ikisine (كِلَا) denmiyor hepsine deniyor. Yani tüm insanlara kendisine yetecek kadar hüküm ve ilim verildi. Buradaki hüküm içtihattır, ilim de ilimdir. Aralarında ne fark vardır? Biri varsayımları alır onun kâinatta veya topluluktaki oluşumunu inceler. Diğeri ise bütün varsayımları alır, onların bir yerdeki birleşimlerini inceler. Burada şunu bilmemiz gerekir. Ne ilim ne de içtihat tümevarımdır. Tümevarım; kavramlardır, delillerdir, varsayımı bilme sanatıdır. Tümden gelim ise ilimdir ve içtihattır.

حُكْمًا وَعِلْمًا

XuKMan Va GıLMan (FuGLan Va FıGLan)

“Hüküm ve ilim”

Burada içtihadı ilimden öne aldı. Çünkü daha çok içtihat yapıp amel etmektedirler. İlim ise daha çok alimlere aittir. Kur’an’da bunun için ulema vardır ama hükema yoktur. Çünkü herkes hükmetmekle, içtihat etmekle mükelleftir. Bilmeyenler içtihatları ile bilenleri seçerler. O da içtihattır.

وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُدَ

Va SapPaRNAv MaGa DaVUvDa (Va FagGaLNAv MaGa FaGUvLa)

“Ve Davud’la beraber teshir ettik”

“Davud’a verdik” demiyor, “Davud’la beraber teshir ettik” diyor.

Devletin iki görevi vardır. Biri güvenliği sağlamak, ikincisi özel mülkiyeti korumaktır. Altyapı yapmak, su ve elektrik gibi zaruri ihtiyaçların piyasasını kurmak ve yaşatmak.

Burada Süleyman’la Davud’a ayrı ayrı görev verdiğini anlatmaktadır. Süleyman hükmediyor yargılıyordu. Davud da iktisadı dengeyi sağlıyordu.

İşbölümü yaptık birbirlerine muhtaç oldular demektir.

سَخْر kayalık sahadır. سَخْلَة‘kuzu’ demektir. سَخْر söz dinleyen uysal yabancı işçidir. Bir işten bedelsiz yararlanmak سُخْرَةolduğu gibi, böyle hor görülen yabancı işçinin alay edilmesine de سِخْر denir.

سَخْر dışlamadır. Ya işte dışlarsınız, sen bana karışma ben sana karışmayayım demektir yahut masharaya alıp onu topluluğunda saygın efendi olmaktan çıkarmadır.

س mekânda diziyi, خ harap olmayı, ر tekrarı ifade eder.

الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ

eLCiBAvLa YuSabBiXNa (eLFiGAvLa YuFagGıLNa)

“Tesbih ederken cibali”

Davud dağda, Musa sahrada. Davut dağların düzenini sağlamakla yüklü idi.

Devletler ülke topraklarının halk tarafından nasıl kullanılacağını ortaya koyarlar. Altyapılarını, projelerini üretirler, güvenliğini sağlarlar, sonra onların yaptıklarına karışmazlar.

Nasıl dağların doğa kanunları varsa, devletin de hukuk kanunları vardır. Herkes ona uyar. Kurallara göre hareket eder. Devlet veya bucak başkanı planlama yapar ama o planın uygulamasını halk yapar. Mahkemeler karar alır, kararı icra ise başkana aittir.

وَالطَّيْرَ

Va eOaYRa (V aelOaYRa)

“Ve tayrı”

Dağlarda bitkiler, ormanlar vardır, bir de hayvanlar vardır. İnsandan önce doğa hayvanları birbirlerini yiyerek durum dengeleniyordu. Bugün ise doğa hayvanlarını avlamak serbest yapılacaktır. Ancak herkes avladığı hayvanın bedelini dağlara ödeyecektir.

Böylece dağın imarı yapılacaktır. Dağların çevresi kapatılır, belli kapılar bırakılır. Kişiler parmak iziyle açtıkları kapılardan girerler. Orada istedikleri hayvanı avlarlar. Ama çıkarken hayvanlara devletin biçtiği bedeli öderler. Ormanda hayvanların sayısı dengede tutulur. En çok verim miktarı esas alınır. Bu sistem balıklar için de geçerlidir. Kıyas yoluyla bütün hayvanlar için geçerlidir. Avlanmak yasak değil ama mevsime ve miktara göre bedelleri az veya çoktur.

Burada yine düzen mücmel anlatılmıştır. Nasıl yapılacağı hususu zamana ve yere bırakılmıştır. Süleyman’ın sorunu nasıl çözdüğü ve hangi sorunu çözdüğü bildirilecektir.

وَكُنَّا فَاعِلِينَ(79)

Va KunNAv FAvGıLIyNa (Va FaGalNAv FaGıLIyNa)

“Ve failler olduk”

Buradaki نَا halka gitmektedir. Dağlar doğal kaynaklar olacak. Halk bu kaynaklardan üretim yapacak ve yaşayacak. İş yapan devlet olmayacak, devlet iş yapma imkânlarını sağlayacak. İşi ise halk yapacaktır. Bu düzenin adı devletçiliktir. Davud Peygamber devletçiliği uygulamıştır. Halkın yapacağı işleri halk yapar, halkın yapamayacağını devlet yapacaktır.

Kapitalizmde her ikisini sermaye yapar.

Sosyalizmde her ikisini devlet yapar.

Ortaklık düzeninde ise halkın yapabileceğini halk yapar ve devlet o işleri yapmaz, halkın yapamayacağı işleri devlet (vakıf işletmeleri) yapar. Buradaki كُنَّافَاعِلِينَ bunu ifade ediyor. وَ ile atfedildiğine göre halkın yaptığı işleri de Allah yapar diyeceğiz. Yoksa araya atıf harfi koymazdı.

Bize karşı gelen ve cevap yerine sadece aşağılama ile cevap verenlere diyoruz ki; bir de siz verin bu وَ harfine manayı!

 

Öz Türkçe ile:

“Onu Süleyman’a kavrattık. Herkese yargılamayı ve bilmeyi verdik. Davud ile beraber dağları da atadık. Arındırıyorlardı, kuşları da. Yapan ise biz idik.”

Kur’an kelimeleri ile.

“Onu Süleyman’a tefhim ettik. Herkese hükmü ve ilmi ita ettik. Davud ile beraber cibali teshir ettik. Tesbih ediyorlardı. Tayrı da. Biz failler olduk.”

Fa FahHaMNAvHav SüLaYMAvNa Va KulLan EaTaYNAv XuKMan Va GiLMan Va SapPaRNAv MaGaHUv eLCiBAvLa YuSabBıXNa Va eLOaYRa Va KunNAv FaGıLIyNa

فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ وَكُلًّا آتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًا وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُدَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَ وَكُنَّا فَاعِلِينَ (79)

 

***

 

وَعَلَّمْنَاهُ

Va GalLaMNAvHuv (Va FagGaLNAvHu)

“Ve ona ta’lim ettik”

Süleyman’a tefhim ediyor, Davud’a talim ediyor. Herkese hüküm ve ilim veriyor.

Kur’an’da ilim, irfan, hüküm, fehm geçmektedir. Fikir, zikr, fıkh, akıl geçer sekizli takım oluşturulur. Bunları karşılaştırarak hüküm çıkarmak bir çalışmadır. Düşünmeye başlayın, bakalım ne bulacaksınız.

“Hükmü tefhim ettik” diyor. “Tefhim” demek, soruları çöze çöze soru çözmede maharet kazanmak demektir. Fıkıh matematik sistemi ile öğrenilmelidir.  

صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ

SaNGaTa LaBUvSin LaKuM (FaGLaTa FaGUvLiN LaKuM)

“Sizin için lebus sanatını”

عمل var صنع var. فعل var جعل var. خلق var فطر var. بدء var بدع var.

صِنْعdikilmiş elbise, لِبَاس dış giyim, ثَوْب iç giyimdir.

صdayanıklılığı, ن belirsizliği, ع etkiyi ifade eder.

“Sizin için” denmiştir. Yani Davud’a öğretilmiş ama tüm insanlık için öğretilmiştir.

Bütün hayvanların doğuştan elbiseleri vardır, yaşadıkları yere göre oluşmuştur. İnsan her yerde yaşasın ve uzaya da gidebilsin diye doğuştan elbisesi yoktur. Kendisi ihtiyaca ve mekâna göre imal etmektedir. Bu sayede de tekstil sanayii doğmuştur, günümüzün en büyük sanayiidir.

Davud zırh yapmayı öğrenmiştir, standartları koymuştur.

لِتُحْصِنَكُمْ

LiTuXSiNaKuM (LiTuFGıLaKuM)

“Sizi ihsan etsin diye”

لَكُمْ denmiş, burada sizi koruması için denmiştir.

Giyimin dört fonksiyonu vardır.

1) Vücuttaki sıcaklığın dengelenmesinde yardımcı olur.

2) Dışarıdan gelecek zararlı etkilerden vücudu korur.

3) İnsanların tanınmalarına, kadın veya erkek olduğuna, evlenmek isteyip istemediğine delalet eder.

4) Dördüncü olarak ise nefsi tahrikten insanı uzak tutar, eşler arasındaki sevgiyi ve uyumu ziyadeleştirir.

مِنْ بَأْسِكُمْ

MiN BaESiKuM (MiN FaGLıKuM)

“Be’sinizden”

İnsandan başka hiçbir canlı türdeşini öldürmez. Türler arasında çatışma vardır, tür içinde çatışma yoktur. Cinsel ilişkilerde çatışma değil yarışma vardır. Hangisi daha sağlıklı ise dişiyi o döller, öbürleri döllemezler çekilirler.

Hayvanlarda da kıyafet erkek ve dişi anlaşmalarında araçtır.

Bu ayette libasın bu yönünden bahsetmektedir.

فَهَلْ أَنْتُمْ شَاكِرُونَ(80)

FaHaL EaNTuM ŞAvKiRUvNa (FaHal EaNTuM FaGıLUvNa)

“Artık siz şükredenlersiniz değil mi?”

Şükretmek demek onun karşılığını vermek demektir.

Mademki ordumuz var, mademki savaşları kazanıyoruz, ona karşı şükretmemiz gerekir. Kur’an düzenini dünyaya götürüp anlatmamız gerekir. Bunun için yüz lojmanlı işyeri apartmanları kurmamız gerekir. Bunun için semt kooperatifleri oluşturmamız gerekir.

Erdoğan G20’lere gitti. Fakat orada dünyada bugün olan sıkıntının sebebinin işçilik sisteminden ortaklık sistemine geçilmemekten kaynaklandığını söylemedi. Ortaklık sistemini kısaca anlatır, sonra da “Gelin, hep birlikte semt kooperatifleri kuralım.” diyebilirdi. Paraguay’da ticaret anlaşmasını kim kazanacak? Sermaye! Bizdeki ucuz ürünleri onlara satacak ama biz pahalı alacağız, onlar da ucuz üretilenlerden satacak ama biz pahalı alacağız. Bunu anlatması ve Dolar üzerinden değişme yerine altın üzerinden değişmeyi teklif etmesi gerekirdi.

Evet, Kur’an verdiği nimetlerden dolayı Kur’an düzenine hizmete davet ediyor.

 

YORUM

Her kavmin zikri farklıdır. Tekniği, dili, sanatı, hukuku farklıdır ama sonunda hepsi insanlığa hizmet eder. İmanı, ilmi, güvenliği ve malları ortaktır. Buradaki لَكُمْ bunu ifade etmektedir. Herkes kendi diliyle konuşacak ama üretilen ilim tüm insanlığın olacak. Telif hakkı olmayacaktır. Herkesin tekniği ayrı olacak ama ürettiği mallar tüm dünyaya satılacak. Güzel sanatları farklı olacak. Ürettiği mallar tüm insanlığın olacak. Hukuk ayrı ayrı olacak ama güvenlik beşeri olacaktır. Dayanışma ortaklıkları tüm dünyayı güven içinde bulunduracaktır.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve ona sizin için sizi kendi kötülüklerinizden korusun diye giyeceğin üretilmesini öğrettik. Yine de karşılayanlar olmayacak mısınız?”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve ona sizi kendi be’sinizden ihsan etsin diye lebus sanatını talim ettik. Yine de şükredenler değil misiniz?”

 

Va GalLaMNAvHu SaNGaTa LaBUSin LaKuM LiTuXSiNaKuM MiN BaESiKuM FaHaL EaNTuM ŞAvKiRUvNa

وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْ فَهَلْ أَنْتُمْ شَاكِرُونَ(80)

 

***

 

وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ

Va Li SüLayMANa elRIyXa (Va Li FuGaYLAvNa eLRIyXa)

“Ve Süleyman’a rihi”

Davud dağları düzenliyordu. Onda devlet mülkü yoktu kamu mülkü vardı. Onlar bölüşüyor ve üretiyorlardı. Süleyman’a kadar devlet, işletmeleri işletmiyordu, onun görevi sadece güvenlik ve hukuktu. Süleyman ile devlet, halkın işletemeyeceği şeyleri işletmeye başladı. Mısır’da sosyalizm vardı. Süleyman’la İbranilerde devletçilik başladı.

Devletçilik karma ekonomi değildir. Karma ekonomide örnek olarak bankaları hem Devlet hem Sermaye işletir. Devletçilikte bankaları Devlet işletir, ticareti Sermaye yapar. Birinin yaptığı işi diğeri yapmaz. Halkın yapabileceğini halk yapar. Devlet halkın yapamayacağı işleri yapar. Burada devlet aynı zamanda malik olduğu için لِ kullanılır. Davud da san’a kullanandır. Alusi bu konuyu açıklamaktadır. Demek ki onlar da İslam ekonomisinin düzenini almışlar.

رَيْحَان kokulu çiçeğin adıdır. رِيح‘koku’ demektir. Kokuyu getirmiş olmasından dolayı rüzgâra da رِيح denmektedir. رِيح aynı zamanda ‘güç’ anlamı da kazanmıştır. Rüzgârın gücünü göstermektedir. Buhar ve onun gücü de رِيح olarak adlandırılır. Koku dağılmıştır. Moleküller değişik istikamette hareket ederler. O halde رِيح gelmesini gaz olarak anlayabiliriz.

روح57, روع1 defa geçmektedir. Toplam 58 (2*29) eder.

ر tekrarı, و birlikteliği, ح hareketi ifade eder.

عَاصِفَةً

GAvÖıFaTan (FAvGıLaTan)

“Bir asıf”

عَصْف tohumlardaki uçmaya yarayan yaprakçıktır. Bitkiler onunla tohumunu havada tutarlar ve uzaklara gitmesini sağlarlar. Sonra tek yöne doğru esen rüzgâra عَاصِف denmiştir, isim değil vasıftır. رِيحyönlenmiş anlamındadır. Yelkenle yönlendirilmiş de olabilir.

Güneyden veya kuzeyden esen rüzgârı düşünün. Yelkeni kırk beş derecede tutarsanız gemi batıya veya doğuya doğru gider. Tek yöne yönlendirilmiş hız demektir. Rüzgâr da bir rih'tir. Buhar makinesi de bir rihtir.

Yelkene değişik yön vererek değişik istikametlere götürebilirsiniz. Rüzgârlar da değişik zamanlarda değişik yönlerden eser. Yaz, kış rüzgârları var; sabah, akşam rüzgârları var. Güneşin durumuna göre doğudan batıya, batıdan doğuya, güney doğudan kuzey doğuya çeşitli istikametlerde eserler.

تَجْرِي بِأَمْرِهِ

TaCRIy Bi EaMRiHIy (TaFGıLu Bi FaGLiHIy)

“Onun emri ile cereyan eder”

Buradaki هُ (بِأَمْرِهِ) zamiri Süleyman’a gidebilir. Semavat ve arzın rabbine yahut “Na”daki (وَعَلَّمْنَاهُ) zamire gidebilir.

Acaba rüzgârların esişine insanlar yön verebilecekler mi?

Rüzgârlar soğuk havadan sıcak havaya doğru eserler. İç içe yüksek kule yapılsa dışı şeffaf içi yalıtılmış. İçteki hava soğuk olacak dıştaki hava ise güneşle ısınmış olacak, içteki hava bastıracaktır. Altta soğuk hava kuleden uzaklaşacak, onun üstündeki sıcak hava kuleye doğru gelecektir. Böylece rüzgâr alanı oluşturabiliriz.

Henüz bu tekniğe ulaşmış değiliz. Şehirlerin havasını böylece temiz tutabiliriz.

إِلَى الْأَرْضِ

EiLay eLErWı (EiLay eLFAGLı)

“Arza doğru”

Rüzgârlar Kudüs’ün merkezine doğru esmektedir. Sibirya’dan gelen soğuk rüzgâr Boğazlar’dan geçerek Ege’ye gitmekte, oradan doğuya yönelerek sıcak olan mübarek yöreden havalanıp gerisin geriye dönmektedir. Ayrıca sabahları Kudüs’te ısınan hava batıdaki havayı çekmektedir. Akşamları tersi olmaktadır. Bugün rüzgârların istikametleri tespit edilmektedir. Kıyas yapılarak aksi istikamette esen rüzgârlar da vardır.

الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا

elLaTIy BAvRaKNAv FIyHAv (elLaTIy FaGaLNAv FİyHAv)

“İçini mübarek ettiğimiz”

بَارَكْنَا Mufaale babındadır. Biz orada bereketleştik deniyor. Bereketlenmek değil de bereketleşmek tabiri ile “Orasını bereketli kıldık ama orası da bize peygamberler vererek bizi bereketli kıldı.” demektedir. Buradan anlaşılmaktadır ki dünyanın en bereketli yeri İsrail’in bulunduğu yer ve civarıdır. İsrail oğullarına orası yurt olarak verilmiştir. Oraları korumak da müminlere tevdi edilmiştir. Sermaye’nin yarım asırlık işgali son bulacaktır, bu asırda son bulacaktır.

بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِمِينَ (81)وَكُنَّا

Va KunNAv BiKulLi ŞaYEin GAvLiMIyNa

“Ve biz her şeye âlimiz.”

Buradaki كُنَّا nakıs fiildir. Neleri bildiğine işaret etmektedir. Rüzgârların sesini bilmektir. Bereketli toprakların manasını, nasıl bereketli olduğunu bilmektedir. Yeryüzünün dağları ve engebeleri öyle var edilmiştir ki havanın ve suyun akıntısı bugünkü iklimi oluşturmaktadır. Tüm yeryüzü o engebeler ile bereketlenmiş bulunmaktadır. Bu ayette aynı zamanda buna işaret edilmektedir.

 

YORUM

Yeryüzünün bugünkü iklimi yerin büyüklüğüne ve engebelerine, su ve havanın miktarlarına, kendi etrafında ve yıllık olarak dönmesine, Ay’ın çevresinde dolanmasına, Ay’ın uzaklığına, Güneş’ten uzaklığına, Ay’ın ve Güneş’in büyüklüğüne, Güneş’in sıcaklığına bağlıdır.

Birindeki küçük bir değişme bile Yer’i yaşanmaz hale getirir.

Bu miktarların tesadüfen oluştuğunu söyleyenler vardır. Oysa ihtimaliyat hesabında bunun rastlantı olarak oluşmasına kâinatın oluşma zamanı yetmez.

 

Öz Türkçe ile:

“Ve Süleyman için, içini bollaştırdığımız yere onun buyruğu ile yönlenmiş akan yeli (atadık) ve biz ne varsa hepsini biliriz.”

Kur’an kelimeleri ile:

“Ve Süleyman için, içini mübarek ettiğimiz arza onun emri ile cereyan eden asıf rıhı (teshir ettik) ve biz her şeye alimiz.”

 

Va Li SüLayMANa elRIyXa GAvÖıFaTan TaCRIy Bi EaMRiHIy EiLa eLErWı elLaTIy BAvRaKNAv FIyHAv KunNAv BiKulLi ŞaYEin GAvLiMIyNa

وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ عَاصِفَةً تَجْرِي بِأَمْرِهِ إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِمِينَ(81)

 

***

 

وَمِنَ الشَّيَاطِينِ

Va MiNa elŞaYAvOIyNa (Va MiNa eLFaYAGIvLa)

“Ve şeytanlardan”

Şeytan insanları kötü yollara götürmeye çalışan bir görevlidir. Bunu biliyoruz.

Biz molekül kimyası ile var edilmişiz. Cinler ise çekirdek kimyası ile var edilmişler. Biz güneş sıcaklığında yaşayamayız ama onlar bizim sıcaklığımızda yaşayabilirler. Ancak onların çevrelerinde dolaşan elektronları olmadığı için güneş ışığını yansıtamazlar, dolayısıyla görülmeleri mümkün değildir. Onların kendi aralarında kullandıkları çekirdek kimyasında üretilen ışığı da biz görmüyoruz. Belki de ilk insanda onları gören meleke vardı. Bazı genlerde vardı. Belki de hala vardır. Cinleri gördüklerini iddia eden kimseler hala vardır. Bugün nasıl duyamadığımız ses dalgalarını aletlerle duyuyorsak, görmediğimiz dalgaları cihazlarla görüyorsak, yarın cinleri gören aletleri veya onlarla konuşan cihazları keşfedebiliriz.

Bu ayetler şimdilik müteşabih ayetlerdendir deyip geçme durumundayız.

مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ

MaN YaĞUvÖUvNa LaHUv (Man YaFGaLUvNa LaHUv)

“Onun için gavs eden kimseler”

غَوْص su veya deniz kenarında yüzülen yere denir. Denize dalmalar buradan yapıldığı için غَاصَ fiili ‘suya dalmak’ anlamındadır. Kıymetli taşları denizden çıkarmak için dalınır.

غ değişmeyi, و beraberliği, ص dayanıklılığı ifade eder.

Onun için dalıyorlardı.

Denizden inci çıkarma yerine incinin yerlerini bildiriyorlardı anlamını verebiliriz. Yani denize dalıyorlar, bilgi ediniyorlar, burada inci var diyorlar. Sonra insanlar oradan inci çıkarıyorlardı. Onların bizim fizik âleminde bir iş yaptıklarını kabul ettiğimiz zaman “doğa kanunlarına uymayan işler olmaktadır” demiş oluruz.

وَيَعْمَلُونَ عَمَلًا دُونَ ذَلِكَ

Va YaGMaLUvNa GaMaLan DuvNa ÜAvLiKa (Va YaFGaLUvNa FaGLan FuGLa FAvGaLİyNa ÜAvLiKa)

“Ve bunun dununda bir amel ile amel ederler”

Yalnız cin kelimesi veya şeytan kelimesi ile zikredilseydi “Bunlar İbrani olmayan Filistinlilerdi, yabancılardı.” diyebilirdik. “Kaçak işçilerdi. Kim olduklarını gizliyorlardı” diye yorardık. Biz eskiden böyle yorumluyorduk. Hala da böyle yorumlamak zorundayız. Yahut bunlar insan suretine girebilen yani molekül kimyasına geçebilme kabiliyeti olan kimselerdir.

O zaman şu varsayımı koyabiliriz.

Melek, ruh ve cin aynı DNA ve kromozom yapılarına sahiptir. Sadece çekirdek veya molekül kimyasındadırlar. Bazılarının dalgaları gerçek mekânda kendileri sanal mekânda, diğerlerinin dalgaları sanal mekânda kendileri gerçek mekândadırlar. Bunların yerlerinin değiştirilmesi mümkündür. İnsan cinleşebilir. Cin melekleşebilir. Ruh insanlaşabilir.

Bunlar basit geçme şeklinde olabilir. O takdirde dün bize gelen yabancının kimliğini soramıyorduk. Bugün cinler pasaportsuz nasıl geleceklerdir? Şimdilik bunun cevabını veremediğimiz için ayet müteşabih (mücmel) olarak kalmaktadır demektir.

وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظِينَ(82)

Va KunNAv LaHuM XAvFıJI yNa (va FaGaLNAv LaHuM FaVGıLIyNa)

“Ve biz onlara hafızlar olduk.”

Suda boğulmadan hıfz ediyorduk anlamı çıkar.

O zaman demek ki cinler molekül kimyasına girerlerse molekül kimyası yaşamına tabidirler. Aynen insan gibi hareket edebilirler. Aynı kanunlara tabi olurlar. Demek ki melek veya cin insan şekline girebilir ve o zaman insanın tabi olduğu kanunlara tabi olur. Bunlar insan şekline girmeden insan beyni ile irtibat kurabilir, bazı bilgiler verebilir veya telkinde bulunabilirler. Uyku hali bu olmalı.

Eğer yabancı işçiler idiyseler onların güvenliği sağlanıyordu demektir.

Öz Türkçe ile:

“Ve şeytanlardan onun için dalanlar vardır ve başka işler de yapıyorlar ve onları koruyanlar olduk.”

Kur’an kelimeleri ile: 

“Ve şeytanlardan onu gavs edenler vardır. Bunun dununda bir amel ile amel ediyorlar. Biz onlara hafızlar olduk.”

 

Va MiNa elŞaYAvOIyNa MaN YaĞUvÖUvNa LaHUv Va YaGMaLUvNa GaMaLan DuvNa ÜAvLiKa Va KunNAv LaHuM XaFıJIyNa

وَمِنَ الشَّيَاطِينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلًا دُونَ ذَلِكَ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظِينَ(82)

 

İstanbul; 22 Aralık 2018

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

resatnurierol@gmail.com

www.akevler.org (0532) 246 68 92

 

 


YorumcuYorum
Av.FarukKaradag
22.12.2018
21:18
Okuduk, istifade ettik, Allah hepinizden razı olsun. Konya’dan selam ve hürmetler. 
Reşat Nuri Erol
23.12.2018
21:05

1967...1968...1969...AKEVLER 52 YILDIR ÇALIŞIYOR...2016...2017...2018

BİZLER ÇALIŞIYOR VE YENİ İSLÂM MEDENİYETİ’Nİ KURUYORUZ...

SİZLERİ DE ÇALIŞMALARIMIZA DÂVET EDİYORUZ; BUYURUN, BİRLİKTE ÇALIŞALIM...

ADİL DÜZEN 993

“ADİL DÜZEN” III. BİNYIL MEDENİYETİ PROJESİDİR

“VE BİZE DÜŞEN SADECE MÜBÎN/AÇIK TEBLİĞDİR.” (KUR’AN; Yâsin Sûresi, 36/17)

Haftalık Seminer Dergisi; 993. Hafta - 22 Aralık 2018 - Fiyatı: www.akevler.orga tıklamak!

BU DERGİYİ HER HAFTA OKUTABİLİR.. ÇOĞALTABİLİR.. DAĞITABİLİRSİNİZ...

“ADİL DÜZEN” UYGULAMALARI YAPMAK İÇİN BİZLERE DANIŞABİLİRSİNİZ...

 

*KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ; 993. SEMİNER

“HİÇ BİLENLER İLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?”      (KUR’AN; Zümer Sûresi, 39/9)

İ L İ M  TALEP ETMEK HER MÜSLÜMANIN ÜZERİNE FARZDIR.”      (Hadis)

Adres: AKEVLER İSTANBUL KOOPERATİFLERİ MERKEZİ,  Zafer Mah. Coşarsu Sk. No: 29 YENİBOSNA / İSTANBUL    Tel: (0212) 452 76 51

Tefsir Seminer Notları Yenibosna’da Cumartesi akşamları okunup tartışılmaktadır.

GAYEMİZ: Bu “SEMİNER NOTLARI”nın İstanbul, Türkiye ve bütün dünyada “OKUNMASIANLAŞILMASI VE UYGULANMASI”DIR. - ADİL DÜZEN ÇALIŞANLARI

 

***

 

*“ADİL DÜZEN” DERSLERİ/YORUMLARI

YENİ DENGE YENİ DÜZENE DOĞRU

***

ELEŞTİRİLEMEZ

Süleyman KARAGÜLLE

 

***

 

*SEBÎLU’R-REŞÂD” / MAKALELER

Türkiye’nin acilen uygulaması gereken reçete!

Faizler, enflasyon ve de teşhis ile tedavi reçetesi

Sinan E.: Adil Düzen, benzeri olmayan bir deneme-1

Reşat Nuri EROL

 

***

 

ENBİYA SÛRESİ - 11. Hafta

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ فِي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَ (1) مَا يَأْتِيهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ إِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَ (2) لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْ وَأَسَرُّوا النَّجْوَى الَّذِينَ ظَلَمُوا هَلْ هَذَا إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ أَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَأَنْتُمْ تُبْصِرُونَ (3) قَالَ رَبِّي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ (4) بَلْ قَالُوا أَضْغَاثُ أَحْلَامٍ بَلِ افْتَرَاهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌ فَلْيَأْتِنَا بِآيَةٍ كَمَا أُرْسِلَ الْأَوَّلُونَ (5) مَا آمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا أَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ (6) وَمَا أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ إِلَّا رِجَالًا نُوحِي إِلَيْهِمْ فَاسْأَلُوا أَهْلَ الذِّكْرِ إِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ (7) وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَدًا لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِدِينَ (8) ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَأَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَاءُ وَأَهْلَكْنَا الْمُسْرِفِينَ (9) لَقَدْ أَنْزَلْنَا إِلَيْكُمْ كِتَابًا فِيهِ ذِكْرُكُمْ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (10) وَكَمْ قَصَمْنَا مِنْ قَرْيَةٍ كَانَتْ ظَالِمَةً وَأَنْشَأْنَا بَعْدَهَا قَوْمًا آخَرِينَ (11) فَلَمَّا أَحَسُّوا بَأْسَنَا إِذَا هُمْ مِنْهَا يَرْكُضُونَ (12) لَا تَرْكُضُوا وَارْجِعُوا إِلَى مَا أُتْرِفْتُمْ فِيهِ وَمَسَاكِنِكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْأَلُونَ (13) قَالُوا يَاوَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ (14) فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوَاهُمْ حَتَّى جَعَلْنَاهُمْ حَصِيدًا خَامِدِينَ (15) وَمَا خَلَقْنَا السَّمَاءَ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِبِينَ (16) لَوْ أَرَدْنَا أَنْ نَتَّخِذَ لَهْوًا لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا إِنْ كُنَّا فَاعِلِينَ (17) بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَإِذَا هُوَ زَاهِقٌ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ (18) وَلَهُ مَنْ فِي السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَنْ عِنْدَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَ (19) يُسَبِّحُونَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ (20) أَمِ اتَّخَذُوا آلِهَةً مِنَ الْأَرْضِ هُمْ يُنْشِرُونَ (21) لَوْ كَانَ فِيهِمَا آلِهَةٌ إِلَّا اللَّهُ لَفَسَدَتَا فَسُبْحَانَ اللَّهِ  رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ (22)لَا يُسْأَلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْأَلُونَ (23) أَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ آلِهَةً قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ هَذَا ذِكْرُ مَنْ مَعِيَ وَذِكْرُ مَنْ قَبْلِي بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ الْحَقَّ فَهُمْ مُعْرِضُونَ (24) وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا نُوحِي إِلَيْهِ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدُونِ (25) وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمَنُ وَلَدًا سُبْحَانَهُ بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَ (26) لَا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِأَمْرِهِ يَعْمَلُونَ (27) يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَ إِلَّا لِمَنِ ارْتَضَى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِهِ مُشْفِقُونَ (28) وَمَنْ يَقُلْ مِنْهُمْ إِنِّي إِلَهٌ مِنْ دُونِهِ فَذَلِكَ نَجْزِيهِ جَهَنَّمَ كَذَلِكَ نَجْزِي الظَّالِمِينَ (29) أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ (30) وَجَعَلْنَا فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا فِيهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ (31) وَجَعَلْنَا السَّمَاءَ سَقْفًا مَحْفُوظًا وَهُمْ عَنْ آيَاتِهَا مُعْرِضُونَ (32) وَهُوَ الَّذِي خَلَقَ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ (33) وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَ أَفَإِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ (34) كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ (35) وَإِذَا رَآكَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ يَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا أَهَذَا الَّذِي يَذْكُرُ آلِهَتَكُمْ وَهُمْ بِذِكْرِ الرَّحْمَنِ هُمْ كَافِرُونَ (36) خُلِقَ الْإِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍ سَأُرِيكُمْ آيَاتِي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ (37) وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ (38) لَوْ يَعْلَمُ الَّذِينَ كَفَرُوا حِينَ لَا يَكُفُّونَ عَنْ وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَنْ ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ (39) بَلْ تَأْتِيهِمْ بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَطِيعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ (40) وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذِينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ (41) قُلْ مَنْ يَكْلَؤُكُمْ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمَنِ بَلْ هُمْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِمْ مُعْرِضُونَ (42) أَمْ لَهُمْ آلِهَةٌ تَمْنَعُهُمْ مِنْ دُونِنَا لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَ أَنْفُسِهِمْ وَلَا هُمْ مِنَّا يُصْحَبُونَ (43) بَلْ مَتَّعْنَا هَؤُلَاءِ وَآبَاءَهُمْ حَتَّى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُ أَفَلَا يَرَوْنَ أَنَّا نَأْتِي الْأَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ أَطْرَافِهَا أَفَهُمُ الْغَالِبُونَ (44) قُلْ إِنَّمَا أُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَاءَ إِذَا مَا يُنْذَرُونَ (45) وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَاوَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ (46) وَنَضَعُ الْمَوَازِينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيَامَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَإِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ أَتَيْنَا بِهَا وَكَفَى بِنَا حَاسِبِينَ (47) وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى وَهَارُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَاءً وَذِكْرًا لِلْمُتَّقِينَ (48) الَّذِينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ (49) وَهَذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ أَنْزَلْنَاهُ أَفَأَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ (50) وَلَقَدْ آتَيْنَا إِبْرَاهِيمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِهِ عَالِمِينَ (51) إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا هَذِهِ التَّمَاثِيلُ الَّتِي أَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ (52) قَالُوا وَجَدْنَا آبَاءَنَا لَهَا عَابِدِينَ (53) قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ أَنْتُمْ وَآبَاؤُكُمْ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ (54) قَالُوا أَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ أَمْ أَنْتَ مِنَ اللَّاعِبِينَ (55) قَالَ بَلْ رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ الَّذِي فَطَرَهُنَّ وَأَنَا عَلَى ذَلِكُمْ مِنَ الشَّاهِدِينَ (56) وَتَاللَّهِ لَأَكِيدَنَّ أَصْنَامَكُمْ بَعْدَ أَنْ تُوَلُّوا مُدْبِرِينَ (57) فَجَعَلَهُمْ جُذَاذًا إِلَّا كَبِيرًا لَهُمْ لَعَلَّهُمْ إِلَيْهِ يَرْجِعُونَ (58) قَالُوا مَنْ فَعَلَ هَذَا بِآلِهَتِنَا إِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِمِينَ (59) قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَهُ إِبْرَاهِيمُ (60) قَالُوا فَأْتُوا بِهِ عَلَى أَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ (61) قَالُوا أَأَنْتَ فَعَلْتَ هَذَا بِآلِهَتِنَا يَاإِبْرَاهِيمُ (62) قَالَ بَلْ فَعَلَهُ كَبِيرُهُمْ هَذَا فَاسْأَلُوهُمْ إِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ (63) فَرَجَعُوا إِلَى أَنْفُسِهِمْ فَقَالُوا إِنَّكُمْ أَنْتُمُ الظَّالِمُونَ (64) ثُمَّ نُكِسُوا عَلَى رُءُوسِهِمْ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هَؤُلَاءِ يَنْطِقُونَ (65) قَالَ أَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْئًا وَلَا يَضُرُّكُمْ (66) أُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (67) قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُوا آلِهَتَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ فَاعِلِينَ (68) قُلْنَا يَانَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلَامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ (69) وَأَرَادُوا بِهِ كَيْدًا فَجَعَلْنَاهُمُ الْأَخْسَرِينَ (70) وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطًا إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا لِلْعَالَمِينَ (71) وَوَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةً وَكُلًّا جَعَلْنَا صَالِحِينَ (72) وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَهْدُونَ بِأَمْرِنَا وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَإِقَامَ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءَ الزَّكَاةِ وَكَانُوا لَنَا عَابِدِينَ (73) وَلُوطًا آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّتِي كَانَتْ تَعْمَلُ الْخَبَائِثَ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِقِينَ (74) وَأَدْخَلْنَاهُ فِي رَحْمَتِنَا إِنَّهُ مِنَ الصَّالِحِينَ (75)

 

***

 

وَنُوحًا إِذْ نَادَى مِنْ قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ (76) وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَأَغْرَقْنَاهُمْ أَجْمَعِينَ (77) وَدَاوُدَ وَسُلَيْمَانَ إِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ إِذْ نَفَشَتْ فِيهِ غَنَمُ الْقَوْمِ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِدِينَ (78) فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ وَكُلًّا آتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًا وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُدَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَ وَكُنَّا فَاعِلِينَ (79) وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْ فَهَلْ أَنْتُمْ شَاكِرُونَ (80) وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ عَاصِفَةً تَجْرِي بِأَمْرِهِ إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِمِينَ (81) وَمِنَ الشَّيَاطِينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلًا دُونَ ذَلِكَ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظِينَ (82)

 

***

 

وَنُوحًا

Va NUcXan (Va FuGLan)

“Ve Nuh’a”

Kur’an’ı indirdiğini لَقَدْ ile anlatmıştır (10. ayet). “İçinde zikriniz vardır” demiştir. Sonra ona وَلَقَدْ ile Musa ve Harun’u atfetmiştir. Sonra ona İbrahim ve Lut’u atfetmiştir. Lut’u ayrıca İshak’a atfetmiştir.

Surede önce Kur’an düzenini anlatmış ve “sizin zikriniz” diyerek her topluluğun zikri olduğunu bildirmiştir. Sonra birinci misal olarak Musa ve Harun’u vermiş, sonra İbrahim ve Lut’la ikinci örneği vermiştir. Şimdi üçüncü örneğe geçmiştir. Şimdi de Nuh’u İbrahim’e atfetmiştir. Musa ve Harun’a değil de İbrahim’e atfetmiştir. Arada وَلَقَدْ zikretmiştir. Musa ve Harun, İbrahim ve Lut ve Kur’an ayrı zikredilmiş, diğer peygamberler hep birlikte sıralanmıştır. Aralarında لَقَدْ getirmemiştir. Böylece Tevrat ve Kur’an temel alınmıştır. Peygamberlerin adlarını saymış, Musa, Süleyman ve Davud’u da İbrahim’in rüştüne atfetmiş, sonra Zebur’dan bahsetmiştir ve bunun başına وَلَقَدْ getirilmiştir.

Sure “Lekad”lerle 5 bölüme ayrılmış bulunmaktadır. 

1) İçinde zikriniz olan bir kitabı inzal ettik. (10. ayet)

2) Senden önce resullerle istihza edildi. (41. ayet)

3) Musa ve Harun’a ita ettik. (48. ayet)

4) İbrahim’e ita ettik. (51. ayet)

5) Zebur’da yazdık. (105. ayet)

Nuh ve diğer peygamberler ayrı bölümlerde değil, hepsi İbrahim bölümü içinde zikredilmektedir..

...

Reşat Nuri Erol
23.12.2018
21:07


FARUK KARDEŞ;

TOPLUCA BİRLİKTE OKUDUNUZ, İNŞALLAH...

SELAM VE DUA İLE...

REŞAD / RNE



Av.FarukKaradag
28.12.2018
17:19

Değerli ağabey,

gönül istiyor ancak henüz böyle bir okuma/çalışma grubu oluşturamadık. 2019'da bu anlamda ciddi çalışmalar yapacağız inşallah. Dua ve desteklerinizi bekliyoruz. Bilmukabil selam ve dua ile.





Çok Yorumlanan Seminerler
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 834
Hûd Sûresi Tefsiri 74-78. Âyetler
17.10.2015 12178 Okunma
11 Yorum 15.11.2015 22:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1076
Şuara Suresi Tefsiri 203-212. Ayetler
8.08.2020 3915 Okunma
6 Yorum 09.08.2020 19:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 884
Nahl Suresi Tefsiri 73-77. Ayetler
15.10.2016 5946 Okunma
5 Yorum 18.10.2016 13:55
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1057
Furkan Suresi Tefsiri 53-59. Ayetler
28.03.2020 4544 Okunma
5 Yorum 19.05.2020 16:27
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1075
Şuara Suresi Tefsiri 192-202. Ayetler
1.08.2020 3974 Okunma
5 Yorum 06.08.2020 19:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1083
Neml Suresi Tefsiri 20-26. Ayetler
26.09.2020 6077 Okunma
5 Yorum 03.10.2020 19:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 850
İbrahim Sûresi Tefsiri 23-26. Âyetler
6.02.2016 8205 Okunma
4 Yorum 07.02.2016 19:39
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 967
Taha Suresi Tefsiri 37-41. Ayetler
2.06.2018 4985 Okunma
4 Yorum 03.06.2018 01:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 993
Enbiya Suresi Tefsiri 76-82. Ayetler
22.12.2018 3802 Okunma
4 Yorum 28.12.2018 17:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1069
Şuara Suresi Tefsiri 92-104. Ayetler
20.06.2020 4442 Okunma
4 Yorum 21.06.2020 19:07
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1077
Şuara Suresi Tefsiri 213-223. Ayetler
15.08.2020 3567 Okunma
4 Yorum 16.08.2020 18:26
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1100
Kasas Suresi Tefsiri 26-28. Ayetler
23.01.2021 4522 Okunma
4 Yorum 28.02.2021 11:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 817
Hûd Sûresi Tefsiri 9-12. Âyetler
6.06.2015 7010 Okunma
3 Yorum 25.06.2015 04:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 822
Hûd Sûresi Tefsiri 28-31. Ayetler
11.07.2015 5576 Okunma
3 Yorum 13.07.2015 01:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 838
Hûd Sûresi Tefsiri 90-95. Âyetler
14.11.2015 8562 Okunma
3 Yorum 21.11.2015 15:31
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 885
Nahl Suresi Tefsiri 78-82. Ayetler
22.10.2016 5389 Okunma
3 Yorum 23.10.2016 08:37
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 913
İsra Suresi Tefsiri 88-92. Ayetler
6.05.2017 5235 Okunma
3 Yorum 10.05.2017 12:21
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 996
Enbiya Suresi Tefsiri 95-100. Ayetler
12.01.2019 3990 Okunma
3 Yorum 20.01.2019 14:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1004
Hac Suresi Tefsiri 23-26. Ayetler
9.03.2019 4970 Okunma
3 Yorum 10.03.2019 14:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1052
Furkan Suresi Tefsiri 21-29. Ayetler
22.02.2020 4572 Okunma
3 Yorum 24.05.2020 16:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1059
Furkan Suresi Tefsiri 68-72. Ayetler
11.04.2020 4616 Okunma
3 Yorum 16.05.2020 16:02
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1065
Şuara Suresi Tefsiri 45-52. Ayetler
23.05.2020 4229 Okunma
3 Yorum 29.05.2020 18:08
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1066
Şuara Suresi Tefsiri 53-68. Ayetler
30.05.2020 4257 Okunma
3 Yorum 31.05.2020 16:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1067
Şuara Suresi Tefsiri 69-82. Ayetler
6.06.2020 4466 Okunma
3 Yorum 08.06.2020 14:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1071
Şuara Suresi Tefsiri 123-140. Ayetler
4.07.2020 3700 Okunma
3 Yorum 11.07.2020 03:35
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1073
Şuara Suresi Tefsiri 160-175. Ayetler
18.07.2020 3835 Okunma
3 Yorum 20.07.2020 11:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1074
Şuara Suresi Tefsiri 176-191. Ayetler
25.07.2020 4007 Okunma
3 Yorum 26.07.2020 16:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1078
Şuara Suresi Tefsiri 224-227. Ayetler
22.08.2020 4025 Okunma
3 Yorum 23.08.2020 21:17
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1082
Neml Suresi Tefsiri 15-19. Ayetler
19.09.2020 4571 Okunma
3 Yorum 03.10.2020 18:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 537
AHZÂB SÛRESİ TEFSİRİ -35.AYETLER
21.11.2009 4382 Okunma
2 Yorum 02.12.2009 12:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 818
Hûd Sûresi Tefsiri 13-16. Âyetler
13.06.2015 5671 Okunma
2 Yorum 25.06.2015 04:19
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 825
Hûd Sûresi Tefsiri 41-44. Âyetler
8.08.2015 8305 Okunma
2 Yorum 11.08.2015 17:51
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 837
Hûd Sûresi Tefsiri 87-89. Âyetler
7.11.2015 7426 Okunma
2 Yorum 08.11.2015 18:47
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 842
Hûd Sûresi Tefsiri 114-116. Âyetler
12.12.2015 8882 Okunma
2 Yorum 20.12.2015 12:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 844
Hûd Sûresi Tefsiri 120-123. Âyetler
26.12.2015 7252 Okunma
2 Yorum 27.12.2015 13:32
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 857
Hicr Sûresi Tefsiri 9. Âyetler
26.03.2016 5942 Okunma
2 Yorum 27.03.2016 10:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 858
Hicr Sûresi Tefsiri 10-15. Âyetler
2.04.2016 9114 Okunma
2 Yorum 03.04.2016 10:18
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 864
Hicr Suresi Tefsiri 57-66. Ayetler
14.05.2016 9190 Okunma
2 Yorum 15.05.2016 08:48
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 877
Nahl Suresi Tefsiri 36-39. Ayetler
20.08.2016 5108 Okunma
2 Yorum 21.08.2016 18:09
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 887
Nahl Suresi Tefsiri 89-92. Ayetler
5.11.2016 5816 Okunma
2 Yorum 07.11.2016 09:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 889
Nahl Suresi Tefsiri 98-105. Ayetler
19.11.2016 5728 Okunma
2 Yorum 20.11.2016 09:05
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 912
İsra Suresi Tefsiri 81-87. Ayetler
29.04.2017 4986 Okunma
2 Yorum 30.04.2017 10:06
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 965
Taha Suresi Tefsiri 17-24. Ayetler
19.05.2018 4202 Okunma
2 Yorum 24.05.2018 06:16
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 989
Enbiya Suresi Tefsiri 44-50. Ayetler
24.11.2018 3883 Okunma
2 Yorum 30.11.2018 12:01
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 999
Hac Suresi Tefsiri 1-4. Ayetler
2.02.2019 5892 Okunma
2 Yorum 03.02.2019 09:54
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1005
Hac Suresi Tefsiri 27-30. Ayetler
16.03.2019 4749 Okunma
2 Yorum 17.03.2019 11:00
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1033
Nur Suresi Tefsiri 6-11. Ayetler
12.10.2019 5134 Okunma
2 Yorum 16.10.2019 14:52
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1040
Nur Suresi Tefsiri 35-38. Ayetler
30.11.2019 8401 Okunma
2 Yorum 03.12.2019 13:53
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1041
Nur Suresi Tefsiri 39-42. Ayetler
7.12.2019 4895 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 00:42
Süleyman Karagülle
Kuran Seminerleri 1050
Furkan Suresi Tefsiri 10-16. Ayetler
8.02.2020 4453 Okunma
2 Yorum 09.02.2020 11:38