İSRA SÛRESİ - 19. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْإِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى أَنْ يَأْتُوا بِمِثْلِ هَذَا الْقُرْآنِ لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيرًا (88) وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا الْقُرْآنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ فَأَبَى أَكْثَرُ النَّاسِ إِلَّا كُفُورًا (89) وَقَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتَّى تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْأَرْضِ يَنْبُوعًا (90) أَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِنْ نَخِيلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الْأَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْجِيرًا (91) أَوْ تُسْقِطَ السَّمَاءَ كَمَا زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفًا أَوْ تَأْتِيَ بِاللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ قَبِيلًا (92)
***
قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْإِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى أَنْ يَأْتُوا بِمِثْلِ هَذَا الْقُرْآنِ لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيرًا (88)
QuL LaEiN İCTaMaGaTı eLEiNSu Va elCinNu GaLAy EaN YaETUv BiMiÇLi HAvÜa eLQuREAvNı LAy YaETUvNa BiMiÇLiHIy Va LaV KAvNA BaGWuHuM LiBaGWın JaHIyRan
“Kavlet: Bu Kur’an’ın misli ile ita etmeye ins ve cin içtima etse, bazısı bazısına zahir olsalar da mislini ityan edemezler.”
İstesek sana vahyettiğimizi alıp götürürüz de sonra sen vekil bulamazsın.
“Allah’ın rahmeti olarak sana bu gelmektedir” dedikten sonra Kur’an’a dönüyor ve “Kur’an” kelimesini izhar ederek, benzerinin getirilemeyeceğini söylüyor. Daha önce “sana vahyettiğimizi” demiş, şimdi ona zamir göndermemiş, “Kur’an” kelimesini iade etmiştir. Çünkü vahyolunan onun beyanıdır. Mucize olan ise lafzı ile beraber manasıdır. Talep edilen onun getirilmesi değildir, mislinin yani benzerinin getirilmesidir. İns ve cin bir araya gelseler” deniyor. “İns” görünen demektir. “Cin” ise görünmeyen demektir.
Kâinat elektron ve pozitron denen iki parçacığın beraber olması ile oluşmuştur. Aynı cinsten olanlar birbirlerini iterler, ayrı cinsten olanlar birbirlerini çekerler. Bir elektron bir pozitronu çekmeye başlar ve süratle birbirlerine yaklaşırlar. Belli bir yakınlığa vardıklarında birbirlerini çekenler itmeye başlarlar. Bundan dolayı titreşirler ama uzaklaşmazlar, yaklaşmazlar da. Bu durumlarına “ışık” diyoruz. Işık demek, elektron ve pozitronun birbirleri etrafında dolanarak kendisine ait hızla ilerlemesi demektir.
Bu şekilde birleşen 1837 elektron ve pozitron hidrojen atomunu oluşturur.
((2*8+1)* (3* 2))(3*2)*(3*2)*3+1= (17*6*6)*3+1= 1836+1=1837
8 yüzlünün her yüzünde bir çift elektron ve pozitron yerleşir. Merkezine pozitron veya elektron konur. 17’lik grup oluşur. Bunlar iki defa bir kürenin üç büyük çemberinde üçer üçer dolaşırlar, 102’şer grup oluştururlar. Onlar da daha geniş bir küre tabakasında üç çemberde dolaşır. Onlar da 612’şer 3 grup oluştururlar. Üç tanesi bir hidrojen atomunu yaparlar. Merkezde pozitron vardır. Bir de çevresinde uzakta elektron dolaşır, bu hidrojen atomudur.
Hidrojen atomu iki şekilde varlığını korur. 1837. Elektron 1 elektron da uzaktadır ve çekirdeğin çevresinde dolaşmaktadır bu da 1838 eder. Buna moleküler yapı diyoruz. Yahut elektron çekirdeğe çok yaklaşmaktadır. Birleşip ayrılma kuralları ile durmaktadır.
İnsanlar moleküler yapıdadır, cinler atomsal yapıdadırlar.
“Güneş’te Hayat” risalemde bunu anlatmış bulunuyorum.
Kur’an yalnız insanlara gelmemiştir, cinlere de gelmiştir. Cinler de bizim dili mi konuşuyorlar? Biz Güneş’e gidip cinlerin yaşadığı yerde yaşayamayız. Çünkü bizim yapımız molekülerdir, o sıcaklığa dayanamaz. Ama onlar bize gelir, aramızda yaşar ve bizi görebilirler. Dolayısıyla onlar bizim dili öğrenebilirler. O halde onlar da Arapça biliyorlar, bugünkü Arapların bildiği kadar biliyorlar.
Evet, Kur’an yalnız bize değil aynı zamanda onlara da nazil olmuştur.
Bununla beraber “ins” demek yerli demektir, “cin” demek yabancı demektir. Kur’an’ı benimseyenler ve Kur’an’a karşı olanlar anlamına gelir. Avrupa’daki Türkler oranın cinleridir. Türkiye’deki Suriyeliler de Türklerin cinleridir. Hazreti Süleyman Peygamber Filistinli ustaları çalıştırıyordu. Onlar cinlerden idiler.
Bunlar anlaşıp Kur’an benzeri bir kitap getirmeye kalkışsalar getiremezler.
“Misl” kelimesi tekrar edilmiştir. Kur’an’ın iki mucizesi vardır. Biri lafzındaki mucizedir. Kelime ve harflerin sayısı konumların mucizesidir. Kuran 600*15*(100/3)=300 000 harften oluşmaktadır. (Kuran’da 600 sayfa vardır. Her sayfada 15 satır var, her satırda 33 harf vardır.) Bunların sayıları arasında sağlanmış olan uyumu elde etmek, tüm bilgisayarları da çalıştırsanız, temin edemezsiniz, bilgisayara manayı öğretemezsiniz.
Kur’an’ın bu mucizesi ancak yirminci asırda ihtimaliyat hesabıyla yapılmıştır. Arabanıza biniyorsunuz. Gideceğiniz yere şu kadar dakika sonra varacaksınız diyor ve o dakika civarında varıyorsunuz. Az sayıda yapılan işlemlerin ihtimaliyat hesabı hatalıdır. Ama çok sayıda olunca hesap doğrudur. Kur’an’ın da tesadüfen olamayacağı ihtimaliyat kanunlarına göre bilinmektedir.
Bugün yıldızlar birbirine yakın ışık yayarlar. Bu bir rastlantı olamaz. Bunların yapıları böyledir. Yer’in durumu da kendiliğinden olabilen bir durum değildir. Canlıların hücrelerindeki kromozomlarda dizilenler tesadüfen olamaz. Bunun gibi Kur’an’daki harf ve kelimelere istediğimiz manayı vermek üzere sıralanmaları da kendiliğinden olmaz.
Allah öyle pozitron ve elektron var etmiştir ki, bugün bizim 100 civarındaki atom oluşmuştur. O atomlar öyle oluşmuştur ki hücredeki kromozomları oluşturmakta azotlu, karbonlu yapıları oluşturmaktadır.
Kur’an’ın benzerinin getirilemeyeceğini görmek için Kur’an Arapçasını ve ihtimaliyat matematiğini bilmek gerekmektedir.
Usulü fıkıh kuralları ile sabit olan şeriatın hükümlerini bilmek gerekir.
“Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası”nı ortaya koymuş bulunuyoruz. 100 veya 200 sene sonra insanlık bu düzeni yaşamaya başlayacaktır. Bunu Kur’an’dan öğrendiklerini bile zor hatırlayacaklardır. Nitekim bugünkü Avrupa uygarlığı Kur’an uygarlığıdır, onun kuvvetleşmiş yani güce/kuvvete dönüşmüş uygarlığıdır. Türkiye Kur’an’a sarılacağına, Avrupa sokaklarındaki bozulmuş ve eskimiş hükümlerin peşinde koşmaktadır. Kur’an’ın kokusu bile insanları peşinde koşturmaktadır.
Ol mahiler ki derya içredirler, derya nedir bilmezler!
قُلْ
QuL
“Kavlet”
Burada emrolunan şimdi biziz. Her Kur’an’a inanıp okuyan kimsedir. Biz Kur’an’ı önce ne dediğini anlamak üzere okuruz. Onun dilini ve örnek uygulamaları öğreniriz. Kur’an’ın iki örnek uygulaması vardır. Biri; kendisinden önce gelen Tevrat uygarlığındaki uygulamadır. Diğeri; Kur’an’ı anlayan kimselerin örnek uygulamasıdır. Bunları öğrendikten sonra düşünmeye başlarız. Kur’an gerçekten Allah’ın kitabı mıdır? Aklımız Kur’an’ın Allah sözü olduğuna kani olduktan sonra artık onun dediklerini anlamaya ve yapmaya çalışırız.
Biz ilmin bize gerekli olan kısımları öğreteceğine inanıyoruz, ilmin hak olduğuna inanıyoruz. İlk iman ilme inanmakla başlar. Kur’an ya Allah’ın sözüdür ya değildir. Araştırma yapanlar ilme inanıyorlarsa bir sonuca varacaklardır. Kur’an’ın kimin sözü olduğunu bilemiyoruz deyip o konu üzerinde durmayanlar küfür içindedirler. İlmin kafirleridirler.
Biz Kur’an üzerinde yapmakta olduğumuz araştırmalarla Kur’an’ın Allah sözü olduğunu ilmen ispatlamış bulunuyoruz. Artık Kur’an’ın dediğini anlamaya ve ona göre hareket etmeye çalışıyoruz. Kur’an’a müsbet ilme dayanarak değil de babaları Müslüman olduğu için inananlar vardır. Bunlar kendilerini kandırıyorlar. Bunlar inanmıyorlar ki inandıklarını söyledikleri Kur’an’a göre amel etmiyorlar.
Kur’an ne diyor?
Dünyayı sömüren zulmün sonu gelecek, Sermaye tekeli de devlet tekeli de son bulacaktır.
Kur’an ne diyor?
Allah Kur’an düzenini tamamlayacaktır. Yani halk semt kooperatiflerini kuracak ve orada istediği gibi yaşayacak. Cennet veya cehenneme gitmeye kendisi karar verecek. Makroda “Adil Düzen” kurulacak. Baskı düzeni değil özgürlük düzeni oluşacak. İslâm gelecek. Barış gelecek. Bunları sen Kur’an’a inanmış olan kişi olarak “söyle” diyor.
لَئِنِ اجْتَمَعَتِ
LaEiN İCTaMaGaTı
“İctima etseler”
“İçtima etmek” demek, birlikte hareket etmek, karar verip uygulamaya başlamak demektir. İçtima sadece karar vermek değildir, sadece uygulama da değildir. Birlikte karar verip birlikte uygulamaya başlama demektir. Bilinçli olarak herkesin aynı istikamette ilerlemesi demektir.
الْإِنْسُ وَالْجِنُّ
eLEiNSu Va eLCinNu
“İns ve cin”
Biz burada ikinci manayı veriyoruz.
“İns” demek, Kur’an’ın Allah sözü olduğunu kabul edenler demektir.
“Cinler” de Kur’an’a yabancı, Kur’an’ın Allah sözü olmadığını söyleyenler veya bilmiyoruz diyenlerdir.
Başka bir deyişle “ins”, ilme inananlar, böylece birbirini tanıyan ve ilimde anlaşanlar demektir; “cin” ise ilme inanmayan, dolayısıyla onları birleştiren sopadan başka bir şeyin olmadığı kimseler demektir.
Bunlar şimdi beraberler. Hepsi el ele vermiş “Adil Düzen”i söyletmiyorlar. Devletin belki ondan fazla kanalı vardır. Yarım asırdır Akevler’in başlattığı “Adil Düzen” sadece Türkiye’ye değil dünyaya etki etmiştir. Türkiye’de iktidar olanlar Akevler’in “Adil Düzen”i içinde yetiştiler. Ama hiçbiri “Adil Düzen”den bahsetmemektedir.
Ekrem Şama kitap yazmış, Erbakan’ı anlatmış ve kendisi de Akevler’i yakından biliyor ama Sermaye’nin hatırı için kitabında Akevler’in sözü geçmemektedir. Çünkü Akevler’in sözü geçse Kur’an düzeni söz konusu olacaktır.
Şimdi bana Allah diyor ki; söyle! İster Ekrem Şama, ister Kur’an’ın Allah sözü olmadığını savunan biri olsun, birleşsinler de Kur’an’ın mislini getirsinler. Kur’an düzeninin açıklaması olan “Adil Düzen”in sorunları çözen durumlarını getirsinler.
Yine benzer olay Prof. Dr. Sabahattin Zaim’de görülür. Üç ciltlik Sabahattin Zaim hatıraları kendisinin ölümünden sonra yayımlanmıştır. S. Zaim Akevler’in hakemlerindendir ve İzmir’e her gelişinde mutlaka Akevler ile buluşurdu. Prof. Osman Eskicioğlu onda doktora yaptı ama doktora yaptırdıklarının listesinden çıkarmışlardır. Bu ne kibirdir, bu ne ihtirastır.
Allah bana ve bu seminerleri okuyanlara diyor: Mademki Akevler’in Adil Düzenini beğenmiyorsunuz. Siz Kur’an’dan düzen çıkarın, sosyalizmi ve kapitalizmi çıkarın!
AK Parti bu kadar üniversite kurdu. Ne olurdu bir tane de Adil Düzen üniversitesi olsaydı. Akevler’in âlimlerinden birisi rektör olsaydı. Emin Saraç’ın oğlunu YÖK Başkanı yapıyor ama babasının mensubu olduğu Adil Düzen çalışmalarından uzak olma şartı ile yapıyor ve bu şekilde Sermaye’nin sömürüsüne hizmet etmektedir.
Şimdi mademki bize karşısınız, YÖK başkanısınız; Kur’an’ı benimsemeseniz de bir düzen getirin de sorunları çözsün. Bizimle bunları tartışın. Ama yapamazlar. Çünkü onlar Sermaye’nin birer maşasıdırlar. İşte, biz de başkalarına değil bizden olanlara söylüyoruz.
عَلَى أَنْ يَأْتُوا
GaLAy EaN YaETUv
“Getirmeleri üzerine”
Dr. Lütfi Hocaoğlu “Cae” ile “Eta”yı ayırırken “ ‘Eta’ geldiği yerde etki yapar, ‘Cae’ ise geldiği yerde etki yapmaz.” diyor. O halde burada “câû” demeyecekler, getirecekler ama değiştirecekler.
Biz Akevler olarak Necmettin Erbakan’la birlikte çalışarak dünyayı değiştirdik. MSP olarak Halk Partisi (CHP) ile koalisyon yaptık. RP olarak MHP ile seçim ittifakı yaptık. “Adil Düzen” kitap ve seminerleri ile dünyanın değişmesine katkıda bulunduk.
1950’lerdeki durumu Emin Saraç bilmektedir. Bugünkü durumu herkes görüyor.
Haydi, siz de bir düzen getirin ki dünyayı değiştirsin.
Getiremezsiniz.
Peşinde koştuğunuz, nazariyelerini ezberlettiğiniz, “Adil Düzen”den uzak tuttuğunuz bu üniversiteleriniz sizi uçuruma götürmekten koruyamıyor. Darbe olmayacak diye meydan okuyordunuz. Şimdi darbe olacaktır diye halkımıza zulmediyorsunuz.
Haydi, “Adil Düzen”e benzer bir düzen getirin.
Bizim “Adil Düzene Göre İnsanlık Anayasası” diye ürünümüz var. Üniversiteleriniz harekete geçsin de bizim yanlışlarımızı ortaya koysun. Ne gezer!
بِمِثْلِ هَذَا الْقُرْآنِ
BiMiÇLi HAvÜa eLQuRAvNı
“Bu Kur’an’ın bir mislini”
Kur’an’ın kendisini demiyor, Kur’an’ın bir mislini diyor. Kur’an’ı kabul etmiyorsanız, mesela onun seviyesinde Kur’an’ın İngilizce tercümesini yapın ve ona dayanarak bir düzen getirin de bugünkü sorunları çözsün. Karşımıza onunla çıkın.
Yok, Kur’an’a inanıyorsanız, Kur’an’a dayanarak “Adil Düzen”in misli bir düzen getirin, “Adil Düzen” gibi sorunları çözen bir düzen getirin. Kur’an’dan getirin.
Hayrettin Karaman ve Arif Ersoy bile bizimle tartışmıyorlar, sömürü düzeninin uydurduğu sahte faizsiz düzene fetva yağdırıyorlar. Yarım asırlık cihadımıza ilk baktığınız zaman elde var sıfır gibi görünüyor.
İşte, Kur’an’ın icazı budur. Yarım asra gerek kalmadan Kur’an düzeni dünyaya hükmedecektir. Tufanda boğulan boğulacak, kalanlar yeni düzeni kuracaklardır.
لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِهِ
LAy YaETUvNa BiMİÇLiHIy
“Mislini eta edemezler”
Mislini getirmek demek, benzerini yazmak demek değildir. Kur’an’ın oluşturduğu İslam medeniyeti ile Batı medeniyetinin benzerini getiremezler. Bu ayetin manası bin sene sonra ispatlanmış olacaktır.
Biz şimdi ne yapıyoruz?
Kur’an düzenini getirmeye çalışıyoruz.
Onlar ne yapıyor?
Adam Smith’in kapitalizmi ile Marks’ın sosyalizmini uzlaştırarak yeni düzeni getirmek istiyorlar. Birinci ve İkinci Cihan Savaşları bunun için çıktı. Üçüncü cihan savaşı hazırlığı budur. Sonunda ne oluyor? İnsanlık tekele değil helake gidiyor.
Büyük Sermaye tekele doğru giderken halk ekonomisi doğdu ve yerinden yönetim birimleri ortaya çıktı. Gelecekte Kur’an düzeni galip gelecek, bu da Kur’an’ın en büyük mucizesi olacaktır. Bin sene sonra dördüncü binyıl uygarlığının Kur’an düzencileri bu satırları okuyacak, size karşı galip geleceğiz diyecekler. Her bin yılın yeni uygarlığı Kur’an’ın bu ayetini doğrulayacak ve Kur’an’ın ilahi söz olduğu defalarca fiilen ispatlanmış olacaktır.
وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ
Va LaV KAvNA BaGWuHuM
“Ve onların bazıları olsa”
Burada ins ve cinin bazıları denmektedir. Yani insanlar ve cinler birbirlerine dayansalar da; -ister Kur’an’ı karşısında olsunlar, ister Kur’an’ın yanında olsalar da- birleşip Kur’an düzenini getirmek isteseler de bunu başaramazlar, Kur’an düzenine denk düzen üretemezler. Kur’an taraftarıdırlar ama Kur’an düzenine karşı çalışmaktadırlar. Bugünkü bazı Millî Görüşçüler, bugünkü AK Partililer, bugünkü F. Gülenciler ve bugünkü bazı tarikatlar hep böyledir; Kur’an’a evet ama Kur’an düzenine hayır diyorlar!
لِبَعْضٍ ظَهِيرًا (88)
LiBaGWın JaHIyRan
“Bazısına zahir.”
Buradaki “Ba’din” hum zamiri yerine gelmiştir, dolayısıyla nekre nunu değildir. Bunlar da marifedir, ins ve cinnin iki gurubuna işaret etmektedir. İns ve cin marife gelmiştir. “Hi” zamiri de onlara işaret etmektedir. Ahdi harici ile marifedir.
Evet, AK Parti’nin iki başbakan adayına yazı yazdım. Kendi gazetelerinde yayımlandı. Gelin, Kur’an düzenine karşı Sermaye ile işbirliği yapmayın dedim. Akevler’in üç adayından bahsettim; Gürsoy Erol, Arif Ersoy ve Sabri Tekir’in ismini verdim. Bunlar asgari olarak “Adil Düzen”e karşı olmayan Akevler mensuplarıdır. Bunları milletvekili yapın ve Kur’an’a karşı olmayın dedim. Ben bunları söylerken arkadaşlarımı ateşe atıyordum. Zaten onlar da olmak istemiyorlardı. Arif Ersoy, hemşerilerinin baskısı ile Saadet’ten ayrıldı. Gürsoy Erol söylenenleri dinlemedi ve müracaat etmedi.
Şimdi bu ayetin bildirdiklerine göre AK Parti ve Gülen cemaati Kur’an’ın mislini getirmekle meşguldürler. Diğerleri Kur’an’ı reddetmekle meşguldürler.
Bu seminerleri bin kişiye yakın insan takip ediyor. Söylediklerimde bir hata varsa, biri çıkıp da benimle tartışsın, sen Kur’an’a yanlış manalar veriyorsun desin.
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا الْقُرْآنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ فَأَبَى أَكْثَرُ النَّاسِ إِلَّا كُفُورًا (89)
VaLaQaD ÖarRaFNAv LieLNAvSi FIy HAvÜa eLQuREaNı MiN KülLi MaÇaLin FaEaBAy EkÇaRu elNAvSi EilLAv KuFUvRan
“Ve biz bu Kur’an’da nâs için her meseli sarf ettik. Nâsın ekserisi sadece küfüran iba etti.”
Bundan önce anlatılanlar genel anlatılanlardır yani bütün asırda olanlar anlatılmıştır.
Burada da çağımızı anlatmaktadır.
Kur’an’da meselin darbedilmesinden bahsetmektedir. Burada tasrif edilmesinden söz etmektedir. Ruhu’l-Kur’an’a başvurarak Kur’an’da kaç yerde “darbettik” diyor, kaç yerde “tasrif ettik” görelim ve sonra aralarında ne fark olduğunu düşünelim, buna göre bu ayete mana verelim. Kur’an’ı tefsir etmek çok kolaydır, çünkü o kendi kendisini tefsir eder.
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا الْقُرْآنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ فَأَبَى أَكْثَرُ النَّاسِ إِلَّا كُفُورًا (89)İsra
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِلنَّاسِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ وَكَانَ الْإِنْسَانُ أَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلًا (54)Kehf
وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا الْقُرْآنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ وَلَئِنْ جِئْتَهُمْ بِآيَةٍ لَيَقُولَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ أَنْتُمْ إِلَّا مُبْطِلُونَ (58)Rum
وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ فِي هَذَا الْقُرْآنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ (27)Zümer
Kur’an’da “Meseli Darbetme” çok yerde geçmektedir. “Meseli Tasrif Etme” yalnız iki yerde geçmektedir. Biri burada, diğeri de Kehf Suresi’nde geçmekte, aynı kalıp içinde geçmektedir. “Darabna” kelimesi de aynı kalıp içinde iki defa geçmektedir.
“Mesel” kökü 189 defa geçmektedir. Ona yakın tek köklü kelime “Metin” vardır, 3 defa geçmektedir. Toplam 192 etmektedir. 3*64 =192 eder. 64 ikinin üslerindendir.
“VeLeQaD” ile başladığı için şimdi bize hitap etmektedir.
Her meselden tasrif ettik. Her meselden darb ettik diyor.
“Darb etmek” sadece anlatmaktır. “Tasrif etmek” demek, anlattıktan sonra ondan hükümler çıkarmaktır. Darbetmek ilim içindir. Tasrif etmek içtihat içindir. Biri geçmişte olan olayları anlatır, durumu tesbit eder. Diğeri ise geleceği anlatır.
Demek ki “mesel” hem ilimde hem de içtihatta kullanılacaktır.
İlimler ilerledikçe hisabileşiyor yani aynı formüllerle ifade edilebiliyor. Böylece darbedilen meseller ilmin kaynağı oluyor. Kur’an’daki kelimelere sistemde mana vereceğiz, sonra o kelimeleri değişik ilimlerde başka manaları ile anlayacağız. Bin Dil Üniversitesi bu işi sağlayacaktır. Aynı şekillerle yazacağız ama her dilde ayrı şekilde okuyacağız. Yani yeniden şekil yazısına döneceğiz. Ne var ki bu şekil yazısı ilme dayanacaktır.
Arapça harflerinin ayrı ayrı manaları vardır. Birleşince kelimeler yeni manaları oluşturur. Harf yazısı da öyle yazılacak ki o kavramı ifade edecektir.
İstanbul Yenibosna’da bu konuda çalışma yapılmaktadır. Demek ki ilimde de mesel vardır. İçtihatta da mesel vardır. Bu sebeple aynı kalıplar getirilmiştir.
“İba etmek” kaçınmak demektir.
“İbiye” sütten kesilen kadın manasındadır. Çocuk meme emdiği halde süt gelmez. Sonraları talep ettiği halde bir türlü talebi yerine getirmemekte olan kimse, kaçınmak, çekinmek, kabul etmemek, söz dinlememek anlamında kullanılmaktadır.
“EBY” süt vermeyen memedir.
“Küfür” kelimesi üç yerde geçmektedir. Kubur, kelimesi kefer kelimesinin çoğuludur. Kur’an’da geçmemektedir. “Küfür” kelimesi “kefur” kelimesinin çoğuludur. “Kefr” kabr anlamındadır. Ölüler gibi oldular manasındadır. “Adil Düzen”e karşı insanlar ölüler durumundadırlar. Sen söylüyorsun, kimse kulak vermiyor. Sermaye’nin ağzına bakıyorlar.
Katılım bankaları da Sermaye’nin faizli bankalarını faizsiz olarak yutturmaya devam ediyorlar. Hayrettin Karaman ve Arif Ersoy bir fetva imzalamışlar; borcunu ödeyemeyene ceza koyuyorlar. Bu faiz meselidir ki Araplar tarafından bile meşru sayılmazdı. Başka ne yapmışlar; eğer bir yapının senedini halk almazsa, piyasa bedeli ile zengine satıyorlar. Yani maliyeti bin lira olan malı 250 liraya Sermaye’ye peşkeş çekiyorlar.
Hâlbuki “Adil Düzen”de bunların çözümü vardır. Taşınmazın hisse senedi alınıp satılır. Alış ve satış arasında kâr konmaz. Dolayısıyla isteyen kendi payını istediği kadar zararla satabilir. Kira getirmeyen taşınmazın hisse senedini herkes satar. Kooperatif hepsini almış olur. Devlet almış olur. Sonunda %40’la bina ona kalır. Bu da arazi ve altyapı parasıdır. Devlet para bulamaz diye bir şey yoktur. Çünkü Karşılıklı para olarak istediği kadar para çıkarır. Müteahhit binayı bitiremezse ondan alınır ve başka müteahhide verilir, onun payı ona kalır.
Kulak vermemeleri küfürdür. Nâsın ekserisi geçmektedir. Topluluk bir mıknatıs gibidir, iki kutbu vardır. Bunlar onda birler kadardır, asıl gövde bunlardan hangisi güçlü ise ona tabi olur. Kur’an’ı tebliğ ettiğiniz zaman karşınızda onda bir grup, yirmide bir grup karşı çıkar. Siz onlarla cihat yaparsınız. Halk başlangıçta onlarla beraber olur. Bir gün gelir siz galip gelirsiniz, o zaman da %80’i birden sizin tarafa geçer. Halkın çoğu küfür içindedir demektedir. Siz onlarla uğraşmayacaksınız. Siz küfrün eimmesiyle uğraşacaksınız. Onları yendiniz mi sonra sizin yanınızda olurlar.
Bugün küfrün eimmesi Sermaye’dir. Tüm direnmeler oradan gelmedir. Diğerleri hep akıntıya kürek sallamaktadırlar.
وَلَقَدْ صَرَّفْنَا
VaLaQaD ÖarRaFNAv
“Ve tasrif ettik”
Kur’an gelmeden önce gelen peygamberler ve kitaplar her meseleyi ayrı ayrı çözüyorlardı. Kıyas ilmi gelişmemişti.
Kur’an geldikten sonra birer asıl seçiliyor, bunlar aynı zamanda birer birimdir. Diğerleri ise buna kıyas ediliyor. İkisinin taşıdığı ortak vasıfla ortak hükümlere varılıyordu. Böylece Kur’an sayesinde her sorun çözülüyordu. Çok az örnek nas ile çözülüyordu. Diğer bütün sorunlar bunlara kıyas yoluyla çözülüyordu. Kur’an’da bütün asıllar zikredilmiştir. Yani eksik asıl yoktur. Yani öyle bir olay olmaz ki Kur’an’da benzeri olmasın ve sorunu çözülmesin. Kur’an böylece erişilmez bir kitaptır.
Kur’an’dan sonra yeni bir peygambere ve yeni bir kitaba bunun için gerek yoktur.
Sadece bu içtihat ve icma sistemini getiren Kitap ancak Allah’ın sözü olabilir.
Bugün ciltler dolusu kanunlar yapılmaktadır ve onları sadece okumaya bile insan ömrü yetmemektedir. Kanun sistemi küçük ve ilkel toplulukta kısa zaman için işe yaramaktadır. Devletlere çözüm ancak içtihat sistemi ile gelebilmektedir.
لِلنَّاسِ
LielNAvSı
“Nâs için”
Kur’an yalnız Kur’an’a inanan kimselerin sorunlarını çözmez, bütün insanların sorunlarını çözer. Bundan dolayıdır ki Kur’an tüm dünyada incelenmekte olan bir kitaptır. Avrupa’da birçok klasik İslâm eserleri basılmıştır. Bizde baskısı bulunmayanların Avrupa’da baskısı vardır. Hong Kong’da laik esaslar içinde Kur’an ele alınmıştır. Evet, Kur’an onu inkâr etmemek şartı ile onu inceleyen herkesi müstakim sırata doğru götürmektedir.
فِي هَذَا الْقُرْآنِ
FIy HaÜay eLQuREAvNı
“Bu Kur’an’da”
Kur’an’dan önce içtihat yoktu, kıyas yoktu. Sadece o devrin ve o halkın sorunları çözülüyordu. Oysa bu Kur’an’da tüm insanların ve tüm devirlerin sorunları çözülmektedir. Kur’an demek, tüm asırların yerleştirildiği ve tüm insanlara yeter bir kitap demektir.
Sadece “Adil Düzen’e Göre İnsanlık Anayasası”nı anlayarak okuyan kimse günümüzün meselelerini nasıl çözdüğünü görecektir. Bu seminerleri takip edenler bunu görmektedirler. Kur’an ile doğrudan meşgul olan herkes de bunu görmektedir.
1950’lerde Kur’an’ın meallerini okumak günah sayılıyordu.
1960’tan itibaren yapılan “Adil Düzen” yorumları tu kaka edildi; günümüzde AK Parti etti, Gülen cemaati etti, bir kısım Millî Görüş etti! Ama şimdi Türkiye’nin her yerinde Kur’an yorumları üzerinde çalışma furyasına girilmiştir.
مِنْ كُلِّ مَثَلٍ
MiN KulLı MaÇaLin
“Her meselden”
Her örnekten.
Ebu Hanife’nin uyguladığı, Şafii’nin ilmini yaptığı kıyas ilmini anlatmaktadır.
Önce İslâm âlemi bu metotla fıkhı yaptı ve hukuku çözdü.
Sonra Batı dünyası bu usulü kullandı ve tekniği çözdü.
Böylece bugüne kadar iki büyük uygarlık Kur’an’la oluştu. Darb ettiği her mesel ile ilmin sorunlarını çözdü, tasrif ettiği her meselle de fıkhın meselelerini çözdü.
1400 sene önce verdiği haberi 1400 yıldır insanlık iki uygulaması ile denedi.
Siz ey cin ve ins halkı, siz de denediniz; kapitalizmi denediniz, sosyalizmi denediniz. 50 milyon insanı öldürdünüz. Sonra da ikisinden kendi ellerinizle onlardan vazgeçmiyorsunuz. Hala kör, dilsiz ve sağır olarak yaşamaya devam ediyorsunuz.
فَأَبَى أَكْثَرُ النَّاسِ
Fa EaBAVv EaKÇaRu elNAvSi
“Nâsın ekserisi iba etti”
Neden iba ettiğini söylemiyor. “En yegbeluhu ve en yagmalu bihi” cümlesi mahzuftur.
Önce anlamamakta ısrar ediyorlar. Sonra da anlasalar bile yapmamakta ısrar ediyorlar. Hem Kur’an’a inanmayan insanlar hem de Kur’an’a inanmayan cinler. Nâsın yüzde 80-90’ı böyledir. Kulak vermez, ilgilenmez. Yüzde 5 ile10’u sahip çıkar, yüzde 5 ile 10’u da karşı çıkar. Sonunda karşı çıkanlar mağlup olur. Nâsın ekserisi yani yüzde 80’den fazlası önce Kur’an’a karşı olanların yanında yer alır ama karşı taraf yenilince yüzde 95’i bu tarafta yer alır.
Biz referandumda ‘hayır’ çıkacaktır derken bu ayetlerin verdiği müjdeye dayanarak diyoruz. Ama hata etmiş oluruz. O zaman AK Parti’den daha iyi bir yönetim gelecek demektir. Onun için AK Parti’nin gitmesi gerekmektedir. Bu sebeple 16 Nisan’ı bekliyoruz. Allah’ın emrini bekliyoruz. Ona göre yeni yolumuzu belirleyeceğiz.
إِلَّا كُفُورًا (89)
EilLAv KuFUvRan
“Sadece kufur olarak.”
“Eba” kelimesi kısmen menfi bir kelime olduğu için “İllâ” ile istisna edilmektedir. Onlar ilgilenmediler, direndiler anlamında olanlar vardır ama küfürde direndiler. Nâsın çoğu onda direndi. Bugün ‘hayır’ deseler de yine bizim tarafa geçmiş olmayacaklardır. Sadece iba edenlerin cinler tarafında değil de insler tarafı olacaklardır. Allah bu yolu bize gösterecektir. Şimdilik günü gelmemiştir. “Adil Düzen” için hazırlık yapmaya devam edin.
AK Parti iktidarında çalışmalarınız daha kolay olacaktır demiş olacak. ‘Evet’ çıkarsa AK Parti’den ümit yoktur diyecek; çetin günleri ve ağır baskıları bekleyin diyecek. Yine Sermaye yine sömürü siyaseti size zulüm yapacak ama faturası AK Parti’ye kesilecek, Erdoğan’a kesilecek ve böylece Gülen cemaati gibi Millî Görüş de tarihe karışacak demektir. Allah bize çöllerde daha kırk sene dolaşma imtihanını takdir edecek demektir.
Biz hepsine razıyız. Razı olacağız. Duamız ‘Hayır’ çıkması ve çöllere gitmeden önce hidayete girmemizdir. Ama olmayacaksa da takdiri ilahiye rızamız tamdır.
وَقَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتَّى تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْأَرْضِ يَنْبُوعًا (90)
Va QAvLUv LaN NuEMiNa LaKa XatTAy TaFCuRa LaNAv MıNA eLEaRWı YaNBUvGan
“Ve Arz’dan bize yenbu’ fecr etmedikçe biz sana iman edecek değiliz diye kavl ettiler.”
İster Kur’an’a inanmış ister inanmamış olan halkın yüzde seksenden fazlası Kur’an düzenini kabul etmez, fiilen direnir, bir de derler ki; sana inanmıyoruz, sana güvenmiyoruz. Sen bizi atom bombasına karşı koruyamazsın, sen bizi Sermaye’nin teröristlerine karşı koruyamazsın. Biz onun için onların yanında olacağız. Kur’an’a inansın-inanmasın aynı görüşte ve aynı sözdedirler. Allah’a imanları var ama onlara göre Sermaye Tanrı’yı da mağlup etmiştir, kötü duruma düşürmüştür. O’nun Kitabı bizi koruyamaz. Bizi güven altına alan güce gerek vardır. Başta petrolsüz yaşayamayız; petrolümüz olmazsa arabalarımız çalışmaz, santrallarımız çalışmaz, telefonumuz çalışmaz, suyumuz akmaz.
Kur’an bizi nasıl koruyacaktır?
Kur’an’ı okuduğumuz zaman çeşmemizden su akıyor mu?
Kur’an’ı okuduğumuz zaman arabamızın benzini doluyor mu?
Biz sana nasıl güvenecek de senin yanında yer alacağız?
“İman” kelimesinin güvenmek demek olduğu burada çok iyi bir şekilde anlaşılmaktadır. “Bi” ile de “Li” ile de gelmektedir.
“Arz’dan Yenbuan” denmesi, su gibi petrolü de içermesi içindir. Bugün insanlık su, elektrik, gaz ve yakıt ile yaşamaktadır. Bunlar da devletlerin ve Sermaye’nin elindedir. Aralarında kavga var ama birliktedirler.
Kur’an’a inananlar kapitalizmle nasıl baş edecektir?
Bunların anlamadığı ve bilmediği bir şey var. Biz üç-beş kişi yenmeyeceğiz. Biz sadece Kur’an’dan öğrendiğimizi onlara söylüyoruz. Onları yenecek olan biz değiliz, onları da var eden ve bu Kur’an’ı indiren yenecektir.
Biz 1960’larda kooperatif kuralım, parti kuralım dediğimizde aynı şeyleri söylediler. Sonunda ne oldu? Onlar bizi yenemedi, Allah onları yendi ve biz Kur’an’a inanmaya ve ona hizmet etmeye devam ediyoruz.
Bazı Risale-i Nur şakirtleri Kur’an’a hizmeti bırakıp Sermaye’ye hizmet etmeye başladılar. Şimdi hizmet ettikleri kimseler onları ateşe atıyor.
Nehirler cereyan ederler, basınç altında borularda cereyan ederler. Ayrıca pınarlar ve nehirler olarak kendi kendilerine akarlar. “Yenbu’” demek kendiliğinden çıkmayıp sondajla çıkarmak anlamındadır. Bu kelime Kur’an’da iki defa geçmektedir. Bu ifade ile petrolün çıkarılmasına da işaret etmektedir.
وَقَالُوا
Va QAvLUv
“Ve kavl ettiler”
Küfüren iba ettikleri gibi sözlerle de gerekçelerini gösterdiler. Niçin sana inanmadıklarını söylediler. “Adil Düzen”i anlattığınız zaman dünyada nerde var derler.
Bundan 100 sene evvel veya 200-300 sene evvel nerde vardı? Araba var mı idi? Daha 50 sene evvel bilgisayar var mı idi? Biz 1950’lerde bütün hesaplarımızı sürgülü cetvelle yapardık. Daha bilgisayarın adı bile yoktu. Bugün cebimizde taşıdığımız bilgisayarlar bir odaya zor sığıyordu, delinmiş kartlarla hesap yapabiliyordu, ben değil çocuklarım.
Be kör, sağırlar bunlar yoktu da bugün nasıl var?
Cevap veriyorlar...
لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ
LaN MuEMiNa LaKa
“Sana inanmayacağız”
Sen de Sermaye’nin veya devletlerin yaptıkları gibi evimize suyu getireceksin ki çeşmeden aksın, arabamızın mazotunu da onlar gibi koyacaksın ki o zaman belki inanırız!
Halkın yüzde sekseninin durumu budur. Onlar kuvvetli kim ise onun yanında yer alır. Allah böyle var etmiştir. Bunları bizim görmemiz ve ona göre hareket etmemiz gerekmektedir.
حَتَّى تَفْجُرَ لَنَا
XatTAy TaFCuRa LaNAv
“Bize tefcir etmedikçe”
Yeraltı sularını çıkaracaksınız. Yeraltındaki petrolü çıkarıp bize akıtacaksınız. Bizim hayatımız bunlarla yürümektedir. Evimizin suyu kesilirse nasıl yaşayacağız? Arabamıza benzin koymazsak nasıl yürüyeceğiz? Traktörümüze mazot bulamazsak tarlamızı nasıl ekeceğiz? Devlet bize bunları sağlıyor. Devletimize de Sermaye sağlıyor.
مِنَ الْأَرْضِ
MıNa eLEaRWı
“Yer’den”
Yeryüzünden değil de yerin altından bunları sağlayacaksın.
Hâsılı, halkın sizin yanınızda yer alması için bu güce ulaşmanız gerekmektedir.
Bu güce nasıl ulaşacaksınız? Söyledikleri doğru değil midir?
İşte Kur’an mucizesi burada ortaya çıkmaktadır.
Aşiretler, karyeler, kabileler oluşmalı, herkes kendi işlerinden sorumlu olmalıdır. Semt Kooperatifleri kuracak ve onların yardımları ile değil kendi yağınızla kavrulmaya başlayacaksınız. Siz onlardan almayacaksınız. Onlara satmayacaksınız. Siz komşularınızdan alacak, komşularınıza satacaksınız. Tüccarlardan alacak, tüccarlara satacaksınız. Allah öyle kanun koymuş ki, kaçakçılıkla da olsa arz ve talep kanunları çalışır.
يَنْبُوعًا (90)
YaNBUvGan
“Yanbu”
“Nebaa” kökü iki defa geçmektedir. “Yenbu’” kalıbı ile bir defa geçmektedir. “Yaktın” bir defa geçmektedir. Beş defa geçen “Katran” kelimesi ile eşleşmektedir. Bir de “Yakub” kelimesi vardır. “Y” harfi sürekliliği ifade eder. Sürekli akan, ardı arkası kesilmeyen kaynak anlamındadır.
Sanayi inkılabı ile dev firmalar oluşmuştur ve bugün bilgisayarları ancak onlar yapabiliyor. Yarın ne olacaktır? Elektrik akımları ve bilgisayar komutu ile küçük üretim üniteleri oluşacak. Bilgisayarda kullanılan elementleri filizlerden halk elde edecektir. Onları birleştirerek istediği cisimleri elde edecek ve bilgisayar bir usta değil ama halkın üretimi ile oluşacaktır. “Adil Düzen” bunu yapacaktır.
Yani “Adil Düzen” büyük firmaları yok etmeyecek ama küçük firmaları ona rakip çıkaracaktır. Bunun mümkün olduğunu Batı’nın ekonomi ilmi bilmektedir. Büyük firmalar büyüdükçe maliyetlerini düşürmektedirler. Belli büyüklüğe erdikten sonra maliyetleri yükselmeye başlar ve öyle bir yere gelir ki kârları %2,5’lara iner. Halk ise işçiliğini daha da düşüreceği için onlardan ucuza mal edecektir. Kur’an onların istediğini yapacaktır.
Semt Kooperatifleri kurulduğu zaman halk ortak olarak çalışacak, araştırmalar yapacak ve bu sayede büyük işletmelerin yaptıklarını yapacak, küçük işletmeler doğacaktır.
Kur’an onlar bunu sana söylüyorlar diyerek sizin bunları yapmanız gerekmektedir diyor. Katı yakıttan, odundan sıvı yakıtı küçük işletmeler de üreteceklerdir. Bilgisayar ve elektrik bu işi yapacaktır. Batı bularak uğraşmıyor, buluşları gizli tutuyor. Patent sahtekârlıkları ile halk ekonomisini önlemeye çalışıyor. Semt Kooperatifleri bunları yenecektir.
أَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِنْ نَخِيلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الْأَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْجِيرًا (91)
EaV TaKUvNa LaKa CanNaTün MiN NaPiyLin Va UıNaBin Fa TuFacCiRA elEaNHAvRa PiLAvLaHAy TaFCıyRan
“Veya hilalinden enhar tefcir edesin diye sana hurmadan ve üzümden cennet olmalıydı.”
Bundan önce yeraltı suyundan ve petrolden bahsetmişti. Burada ise yerüstü sulama sularından bahsetmekte, hurma ve üzüm bağlarından söz etmektedir.
Kur’an’da “İneb” kökü 11 defa geçer. Buna karşılık “Kadb” kelimesi 1 defa geçerek 12’ye eşleştirir. “Kadb” kelimesi de sarmaşık anlamında olup üzüm benzeri bir yemiş olmalıdır. Elmanın armut, kirazın vişne, şeftalinin kayısı eşleri vardır. Üzümün eşini bilmiyoruz, bu eş “Kadb” olmalıdır.
“Senin bahçen olmalıdır” diyor, tarım zengini olmalısın. Tarım döneminde zenginlik toprak ve bahçe ile ifade ediliyordu. Sanayi dönemine geçerken tarım önemini kaybetti, ancak gelecekte yine aynı önemi kazanacaktır.
Kur’an’da diğer meyvelerden de bahsedilmektedir. Kur’an üzümle hurmadan birlikte söz eder. Üzümün diğer meyvelerden çok önemli bir farkı vardır. Vücudun içinde sonunda üzüm şekerine dönüşür ve biz onu kullanmaktayız. Nişasta ve yağlar ile diğer şekerler depolama araçlarıdır. Hurmanın özelliği ise hurma ağaç şeklindedir ve farklı tipte bir ağaçtır. Hayvanlardan deve, bitkilerden de hurma yeter besin oluştururlar. Başka yerde sadece “ineb” olarak geldiği halde, burada “hurma” ile beraber “ineb” gelmiştir.
Hurma ancak sıcak ülkelerde yetişmektedir. Üzüm ise soğuk yerlerde de yetişmektedir. Bugün karaların yarısı çöl halindedir. Yeraltı suları vardır. Bol güneşleri vardır. Gelecekte yüz lojmanlı apartmanların çevresi hurma ağaçları ve üzüm bağları ile dolacaktır.
“Aralarında nehirleri akıtmalısın.” Yeryüzü kanallar ve barajlarla dolacaktır. Biz ancak ondan sonra sana inanırız.
İkinci binyıl uygarlığı sanayi inkılabını başarmıştır. Sanayide planlı projeli iş yapılmalıdır. Oysa ikinci binyıl uygarlığında tarımda inkılap yapılmamıştır. Tarım hala planlı projeli olmadan yapılmaktadır. Gelecek uygarlık, yeraltı suları ve yerüstü sularının tam olarak değerlendirilmeleri, yarısı çöl halinde olan yeryüzünün verimli hale getirilmesi programıdır.
Bugün Batılıların sanayileşmesi ile teknoloji bakımından her şeye malikiz. Bu teknolojiyi halkın kullanması için hukuki yapı müsait değildir. Bu sebeple yine tam verimli tarım üretimini yapamıyoruz. Yeryüzünün yarısı boştur. “Adil Düzen” bu teknolojiyi halkın kullanabilmesi için gerekli yeni hukuki düzenlemeleri öneren bir düzendir, küçük girişimcilerin büyük girişimcilerin imkânlarına kavuşturulmasıdır. Bunun için önce eğitime ihtiyaçları vardır. Küçük firmaların büyük firmalarla entegre olmaları gerekmektedir. Bunun için semt kooperatifleri oluşacak ve sanayide olduğu gibi tarımda da inkılap olacaktır.
“Adil Düzen”in insanlık tarafından benimsenmesi ancak sanayi inkılabını halka indiren hukuk inkılabını yapmakla sağlayabiliriz. Bunun için “Adil Düzen” çalışanları Semt Kooperatiflerini oluşturarak tarım inkılabını yapma durumundadırlar.
Başka ayetlerde tahtlarında nehirlerin cereyan etmesinden bahsettiği halde, burada aralarında tefcir etmekten bahsetmektedir. Açık sulardır ve kanallardan barajlardan akmaktadır. Sulama sularıdır. Oysa diğerlerinde bahsedilen sular akan sulardır veya aralarında akanlardır. Borularla taşınan suları ifade etmektedir.
أَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ
EaV TaKUvNa LaKa CanNaTün
“Veya senin bir cennetin olmalıdır”
Yeryüzü insanlar için yaratılmıştır. Bugün yeryüzünün yarısı çıplaktır. Doğal denge vardır. Diğer yarısının tamamını tarım alanlarına çevirebiliriz. Dünyanın biyolojik dengesi bozulmayacaktır. Yeni tarım doğal bitki örtüsü aleyhine gelişmeyecektir. Yeraltı kömür ve petrolü yeryüzüne çıkacak ve atmosferimizin karbonu çoğalacaktır. Yeryüzünün çölleri ağaçlandırılarak ve bu elde edilen karbon buralarda depolanacak, atmosferdeki denge yine bozulmayacaktır. Halkın yüzde sekseni ancak bundan sonra “Adil Düzen”i kabul edecektir. Bunun için iktidar olmamız gerekmez. Bunları hep Semt Kooperatifleri ile yapacağız.
مِنْ نَخِيلٍ وَعِنَبٍ
MiN NaPiyLin Va UıNaBin
“Nahil ve inebden”
Nahil ve İneb nekre olarak gelmişlerdir. Türü ifade eder. “Ve” harfi ile atfedilmişlerdir. Hurma ağaçları dikeceğiz ve aralarında üzüm bağları olacaktır. Böylece aynı yerde çift ürün alacağız. Üzümün meyvesi gibi yaprakları da besin olmaktadır.
“Cennet” kelimesini de müfret ve nekre kullanmaktadır. Ekvatora yakın ülkelerde fazla Güneş vardır. Hurma ağaçlarının altında üzüm bağları da birlikte meyve verir durumdadır. Karadeniz ormanları böyle ikisi birlikte bitkilerle örtülmüştür.
Avrupa Birliği Afrika’yı sömürmek yerine bu projeyi uygulamalıdır, böylece hem kendisi zengin olur hem Afrika’yı uygarlaştırır hem de insanlığa besin sağlar.
فَتُفَجِّرَ الْأَنْهَارَ
Fa TuFacCıRA elEaNHAvRa
“Enhar tefcir edersin”
Şimdi yağmur yağmayan bu yerleri bitki örtüsü ile kapladığında ve deniz suları arıtılarak buraya ulaştırıldığında akarsular da akmaya başlayacaktır. Yeryüzünün iklimi değişecek, düzelecektir. Karbondioksitin havada artması ile yeryüzünün canlılığı gürleşecek.
خِلَالَهَا تَفْجِيرًا (91)
PiLAvLaHAy TaFCıyRan
“Hilalinden tefcir”
Yeni uygarlığın nasıl kurulacağını açıklayan ayetler bunlardır.
Önce Kur’an çağın ilimlerine dayanılarak yorumlanacak ve örnek uygulamalarla ortaya konacak. Yanlışların giderilmesi ve eksikliklerin tamamlanması için çağın firavunları harekete geçecek ve direnecekler. Halkın yüzde seksenden fazlası baştan ilgisiz kalacaktır. Kuvvetli olan taraf Kur’an düzenine karşı olacak. Hazreti Musa ve Hazreti Muhammed gibi zayıf olanlar semt siteleri oluşturacaklar, yüz lojmanlı apartmanlar kuracaklar.
Böylece insanlık altından ırmaklar akan üzüm ve hurmalık bağlarına kavuşacak.
Sermaye kendi beceriksizliği içinde kendiliğinden devreden çekilip gidecek.
Yeni peygamber gelmeksizin yeni uygarlık böylece kurulmuş olacaktır.
(92) أَوْ تُسْقِطَ السَّمَاءَ كَمَا زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفًا أَوْ تَأْتِيَ بِاللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ قَبِيلًا
EaV TuSQıOa elSaMAvEa KaMAv ZaGaMTa GaLaYNAv KiSaFan EaV TaETıYa BielLAHi Ve elMaLAvEiKaTi QaBıYLan
“Veya zu’m ettiğin gibi üzerimize semayı kisaf olarak isgat etmelisin veya Allah ve melekleri gebil eta etmelisin”
Ayette iki kelime geçmektedir; biri “Kisefen” diğeri “Kabilen”.
Bu kelimelerden kastedilenleri açıklamadıkça ayeti yorumlamamız mümkün olmaz.
Kur’an her ayette böyle anahtar kelimeler zikretmektedir.
“Kesf” kelimesi 5 defa geçmektedir. Bunu ikizleştiren kelime “Kesb”dir, 67 defa geçmektedir, toplam 72 eder: 3*3 *2*2*2=72’dir. “Küsbe” tanelerin yığınıdır. “Kesf “ise gökteki parçaların yığınıdır. Meteor dediğimiz taşlar kümedir. Burada mecazi manadır. Bir güç kullanma anlamındadır.
“Sema” deyince uçakların uçtuğu alandır. Yani bize bombalar yağdırsan.
‘Bugünkü iktidar ve onunla işbirliği halinde olan Sermaye hava saldırıları yapma gücüne sahiptir. Seni dinlesek, yarın gelir bizi bombalarsa, biz nasıl kurtulacağız? Sen o gücü elde et, o zaman sana inanalım.’ Onlar işte böyle derler. O halde halkın yüzde seksenini inandırmak için ya refah bir hayat vadedeceksin yahut korkutacaksın.
Kapitalistler refah vadediyorlar, sosyalistler tehdit ediyorlar.
Bu ayet sosyalistleri anlatmaktadır.
“Kabile” aşiretten (ocaktan) büyük, şa’bdan (ilden) küçük topluluktur. Topluluktakilerin sayıları 3000 ile 10000 arasındadır. İş hayatında her gün ve her hafta birbirleri ile karşılaştıklarından “kabile” denmiştir, çoğulu “kabail”dir. Kabile bin ailedir. Türkçede kabile karşılaşanlar anlamındadır. Allah ve melekler organize olarak gelmiş olacaklardır.
Burada kabile hal olarak atfedilmiştir. Yani her hafta toplanıp birlikte Cuma namazını kılanlar demektir. Her bucak ayrı sosyal ünitedir. Yönetim ünitesidir. Yönetimi kurar ve yönetime hâkim olursanız ancak o zaman biz size inanırız. Kur’an burada onlara nasıl bir uygarlığı kurmamız gerektiğini, sıranın halka nasıl geleceğini anlatmaktadır.
أَوْ تُسْقِطَ
EaV TuSQıOa
“Veya iskat edersin”
“İskat etmek” düşürmek demektir.
Öyle bir güce sahip olacak ki sema üzerlerine düşecektir. Sermaye gönderdiği atom yüklü silahlarla semayı üzerlerine çökertmektedir. Hastalıklar, atom bombaları, biyolojik bombalar, kimyasal bombalar, yıkıcı bombalar tüm havayı yaşanmaz hâle getirmektedir. Senin bunları yenecek gücün var mıdır?
Allah’a inanmayanların bunlara karşı duruşu akıl hastalığına delalet eder.
السَّمَاءَ
elSaMAvEa
“Semayı”
“Semadan” demiyor da “semayı” diyor. Çünkü atılan bombalar sadece kendilerini tahrip etmiyor, çevreyi kirletiyor ve bu da yıllarca orasını yaşanmaz hâle getiriyor.
كَمَا زَعَمْتَ
KaMAv ZaGaMTa
“Zu’m ettiğin gibi”
Bu zu’m nedir?
Biz şunu söylüyoruz. Her bin yılda bir uygarlık yenilenir. Eskiden peygamberler geliyor, kitaplar getiriyorlardı. İnananlar inanıyor, inanmayanları Allah helak ediyordu. Şimdi yeni peygamber yok, sadece her milenyumda Kur’an yeniden yorumlanacak.
Bizim tarafımızdan “Adil Düzen” olarak yorumlandı...
Kabul ederseniz helak olmaktan kurtulursunuz ve yeni uygarlığı kurarsınız.
Kabul etmezseniz “sosyal tufan” gelir ve sizi yok eder.
Kalanlar “Adil Düzen”i kurarlar.
İşte, bizim helak olursunuz sözümüz onlar için “Zu’m”dur.
Evet, çok net olarak söylüyoruz. Ak Parti “Adil Düzen”i kabul ederse, hem kendisini hem de Türk halkını kurtarır. Kabul etmezse Türk halkı onları gönderir. Yeni iktidar getirir, o iktidar “Adil Düzen”i getirir ve ülke kurtulur. Bir iktidar veya halk da değiştirmezse, sonunda gökten taşlar yağar, bombalar yağar ve kalanlar “Adil Düzen”i kurarlar.
عَلَيْنَا كِسَفًا
GaLaYNAv KiSaFan
“Üzerimize kisafen”
Yağacak bombalar bir tür bomba değildir.
Bize göre ‘evet’ çıkar ve Ak Parti gerekli tedbiri almaz, “Adil Düzen”i kabul etmezse, üzerlerine bombalar yağacaktır.
Bugün olağanüstü hali uygulayanlar, ülkeyi Anayasa oylamasına götürenler yarın İran’la savaşa girecekler ve tüm dünyanın kiseflerini Anadolu’ya davet edeceklerdir.
Sonuç olarak Türkiye’de taş üzerine taş kalmayacaktır. Bugün dost düşman evet dediği gibi yarın da dost düşman herkes Anadolu’yu bombalayacaktır.
أَوْ تَأْتِيَ بِاللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ
EaV TaETIy BielLAHi Va ELMaLAvEiKaTi
“Veya Allah ve melekleri eta edersin”
“Allah” devlettir, “melekler” de bürokratlardır.
Yani iktidar bizi zorlayacak ki biz sana inanıp “Adil Düzen”i getirelim.
Allah bize diyor ki; siz bu yüzde seksenlik kitleyle uğraşmayın, bunlar ancak açlıktan ve sopadan anlarlar, yeni iktidara hemen uyum sağlarlar.
“Te’tiye” kelimesi tekrar edilmiş; demek ki Allah ve melekler yani iktidar ve bürokrasi birlikte gelecektir.
Biz ne yapacağız?
Yüz lojmanlı semt kooperatifleri kuracağız. Halkı önce refaha kavuşturacağız. Ondan sonra da partilerle anlaşarak “Adil Düzen” yönetimini oluşturacağız ki insanlık bu sisteme inansın, kabul etsin ve uygulasın.
قَبِيلًا
QaBiyLan
“Kabil olarak”
“Kabile” bucak olduğuna göre biz ancak halka bir bucak örgütü içinde gidersek halkın yüzde sekseni yanımızda olacaktır. Bunun için önce bir semt kooperatifini kuruyoruz. On kadar semt kooperatifi bir araya geliyor ve bucak kooperatifini oluşturuyoruz. Halkımız ancak ondan sonra bizimle beraber oluyor. Çağımızın Medine devletini kuruyoruz. Ondan sonradır ki bucağımızın halkı bizim söylediklerimize inanacaktır.
Uygulayarak gösteremediğimiz takdirde halkı yanımıza alamayız.
Kelimelere dikkat edecek olursak, Kur’an bizim kullandığımız kelimeler ile bize anlatıyor. Semt Kooperatiflerini “teavün (ortaklık) şirketleri” olarak bize emrediyor. Bucak teşkilatını da “sosyal (sünnetullah) kanun” gereği öğretiyor.