Hüseyin Kayahan
ALLAH ve DEVLET
13.07.2014
6925 Okunma, 7 Yorum

ALLAH ve DEVLET

13.07.2014, İzmir

 

İnsan, topluluk içinde yaşayacak şekilde yaratılmıştır. İlk devirlerde küçük topluluklar yeterli olsa da, uygarlığın gelişmesi ile daha büyük topluluklara ihtiyaç duyulmakmaktadır. Gelişme arttıkça işbölümü artmış, insan ürettiği tüm (ilmi, dini, siyasi ve ekonomik) değerleri başkasına vermiş, kendine gerekli olanları da başkalarından almıştır. Böylece kaçınılamaz bir uyum oraya çıkmıştır.

 

İnsan Allah’ın halifesi olarak özgündür. Her insan böyledir.  Aynı yumurta ikizleri de dahil hiç kimse tam olarak birbirine benzememektedir. Bu benzemezlik yalnızca bedensel (maddi) değildir, ruhen (manevi) olarak da kimse kimsenin aynı değildir. Bu Allah’ın ona verdiği, Tevrat’ın ifadesi ile “İnsanı kendi suretinde yarattı” ayetinin bir tezahürüdür. Her insan benzersizdir. Tıpatıp iki insan yoktur.

 

Diğer canlılar da böyledir. Birbirinin aynı olan iki kuzu, iki kedi, iki at, iki kelebek göremeyiz. Bitkiler de böyledir. Birbirinin aynı olan iki elma ağacı, iki buğday başağı, iki çalı olmasa gerektir. Eşeyli üreyen canlılarda bu hemen görülmesine karşılık, eşeysiz üreyenlerde, hatta mitoz ve mayoz bölünen hücrelerde de böyle olsa gerekir. Kök hücre ikiye bölününce ortaya çıkan iki yeni hücre hemen başkalaşır ve farklılaşır. Onlar da bölününce tekrar farklılaşır ve bu böyle devam eder. Mikro âlemdeki mikro canlılara bu gözle bakmadığımız için küçük farklılıkların farkında olmayabiliriz. Sanırım onlar da farklıdır.

 

Makro âlem de böyledir. 200 milyar galaksi, onların içindeki 100-300 milyar yıldız/güneş ve onların etrafındaki uyduların hiç biri aynı değildir. Benzerler ama aynı değildirler. Belki atomlar ve moleküller bile böyledir Belki de aralarında şimdilik fark etmediğimiz farklılıklar olabilir.

 

Bütün canlı ve cansızlar bir çan eğrisi dağılımı gösterirler. Birbirlerine çok benzeyenler ortada, az benzeyenler kenarlarda yerleşirler. Her tür de kendi içinde bu şekilde dağılır.

İşte insan yaratılıştan kendisine verilmiş olan bu benzeşmezlik nedeniyle, “ÖZGÜN ve ÖZGÜR olmak ister. Bu imkanlarının artmasıyla BİRİCİK olmaya doğru bir gayrete dönüşür. İnsan bundan dolayı en güzel, en güçlü, en zengin, en bilgili, en etkili vb olmaya çalışır. Ekonomik yarışta ve özellikle yönetimsel mücadelede bu çok açık olarak görünür. Cengiz; bu dünya iki hükümdara dar, bir hükümdara geniş” demiştir. Ekonomik hayatta da hep monopole gitmeye çalışır. Diğer dini ve ilmi alanda da durum benzerdir, oradakiler de insandır.

 

Yaratıcı bu özelliği dengelemek için insana bir özellik daha vermiştir. Yukarıda saydığım özellik BENZEŞMEME olduğu halde, bu özellik BENZEŞMEDİR. Yalnız olarak varlığını sürdüremeyeceğini anlayan bireyler, bir şeyler etrafında  “ÖBEKLEŞİRLER. Yukarıda, en üst kimlik BEN olduğu halde, burada BİZ olur. Mekânla, cinsiyetle, duyularla, bilgilerle, mesleklerle, vb aidiyetler oluşturur. Birey önce ailesinin kimliğine bürünür. Sonra mahalle, köy, ilçe, il ve nihayetinde milli kimlik geliştirir. Çocukluk, yetişkinlik gibi geçici kimlikleri de kullanır. Topluluğun içine katıldıkça bir süre yeni kimlik edinir, çok kimlikli hale gelir. Mesela artık o Galatasaraylıdır, mimardır, beyaz ırktır, Ak partilidir, A tarikatındandır, Tatardır, Feministtir, 68 kuşağındandır, vs. Böylece tek başına devam ettiremediği özgünlüğü bir grup halinde, diğerlerinden farklılaşarak sürdürmeye çalışır.

 

Bu iki özelliğin dengesinde yaşar insan. Bir yandan kimseye benzememeğe çalışır, diğer yandan birilerine benzemeğe çalışır. Fakat burada umulmayan bir OLGU devreye girer ve herkesi birbirine benzer hale getirir, getirmeye çalışır: o da MODADIR. Moda, birbirlerini hiç görmemiş, aynı mekânı hiç paylaşmamış, kültürleri farklı insanları BENZEŞ kılar. Bu o kadar güçlüdür ki, ne aileler, ne öğretmenler, ne de maddi imkânlar bunu durduramazlar. Bakarsınız on binlerce kilometre uzaktaki insanlar aynı giyimleri giymeye başlar, aynı müzikleri dinler, aynı refleksleri göstermeğe başlar. Bu da yaratılıştan verilmiş bir yetidir. Moda, ilahidir.

 

İşte, ortaya çıkan bu öbeklerin en üst olanı DEVLETTİR. Devlet yeryüzünde ve uzaya açıldığımızda da uzayda en üst tüzel kişiliğe haiz kurum olacaktır. Bu kurumun üstünde KİŞİLİK HAKLARINA SAHİP daha büyük kurum olmayacaktır. Adil düzene göre devletlerin üstünde kıtalar arası birimler olacaktır ancak bunlar sadece hizmet birimleri olup, tüzel kişilikleri olmayacaktır.

 

ALLAH lafzı, yaratıcıya özeldir. Bu kelimeden başka kelime türetilememektedir, özeldir. Oluşumu hakkında değişik görüşler vardır. El İlah, yani ilah(Tanrı) kelimesinin başına marifelik/harfi tarif getirilmiş ve Tek/Biricik Tanrı”, kendisinden başka ilah/Tanrı olmayan Tanrı manası oluşmuştur, diyenler vardır.

 

Diğer yandan bu kelimenin oluşumu, Üstad Karagüllenin aktarımıyla şöyledir: Çıkarılış sırasıyla H, L, L, E harfleridir.

Hu, O demektir. O var, başka hiçbir şey yok. Bu iki hal için de geçerlidir. Birinci halde, Kainatı yaratmadan önce yalnızca O vardı. Kendisini yaratan, kendisinin dışında hiçbir şey yoktur, demektir. İkinci halde, Kainatı yarattıktan sonra da ayrı-gayrı” olamayacağı için yine yalnızca O vardır, başka hiçbir şey yoktur, demektir. Bu, her zaman geçerli bir durumdur. Zira zaman bizim için vardır, onun için zaman da yoktur. Tekliği daimidir, ondan başka bir şey yoktur.

 

LeHu; Ona, Onu demektir. Her şey onadır, her şey onundur, her şey onunladır.

Lillah; (Li+LeHu) her şey onun içindir, başkası için değildir. Zira başkası da yoktur. Ona, Onun için ve Ondan.

ALLAH, ve nihayet hiçbir kalıba girmeyen bir yerden türememiş ve ve kendisinden türetilemeyen şekliyle özel isim olarak Allah kelimesi oluşur. Önceki ve sonraki izahlar hikmetini anlayabilmek içindir. Allah’ın  ismi kendisi gibi benzersizdir. Bu isim bir kökten türememiştir, kendisinden de bakla kelime türemez. Böyle olan tek kelime budur.

 

Fakat Kuran okuyanlar şaşılacak bir şeyle karşılaşırlar. Bazen Allah ismi, kendisinin zatına gitmemektedir. Bazı yerlerde Allah ismini kendisinin zatı olarak aldığınızda bir tearuz görünmektedir. Allah’ın eli sizin elinizin üstündedir ayetine gelince; Allaha el ve “üstündelik-altındalık atfedilemeyeceği için Allah kelimesi kendisidir ama El kelimesi mecazdır, demişlerdir.

 

Allaha hasen bir karzı (kredi)  karzediniz/Allaha güzel bir borç veriniz ayetinde ise Allah kelimesinin, Allah’ın zatını değil, devleti/topluluğu ifade ettiğini kabul etmişlerdir. Karagülle aynı ayette tekrar eden Allah lafızlarının birini zatına, diğerini ise topluluğa götürmektedir. Ben ise bütün lafızların hem devlete, hem de topluluğu ifade edebileceğini kabul ediyorum. Hatta parelel okumalarla daha başkalarına da...

 

Burada dikkat edilmesi gereken esas nokta şudur: İster bir kere olsun, ister her yerde olsun; Allah, kendisine ait bu özel ismi aynı zaman da topluluğa da kullanmaktadır. Başka her kelime her şeye gidebilir ama Allah kelimesi özel olduğu için sadece zatına gideceğini düşündüğümüz halde, Allah kendisi kendi ismini topluluk karşılığı kullanmaktadır. Bundan dolayı, Kainatta (en üst topluluk kuruluşu olan) Devletin dışında başka tüzel kişilik  olamayacaktır.

 

Devlet, Allah’ın sıfatları ile muttasıftır. Devlet, Allah gibi la yüsel tasarruf eder. Devlete hesap soracak daha üst bir oluşum yoktur. Allah mukaddes ise, devlet de mukaddestir. Biz yeryüzünde devlete, ahrette de Allaha hesap veririz. Yargı Türk milleti adına diyerek, devlet adına karar verir. Bu karar okunurken herkes ayağa kalkar ve ihtiramdadır.

 

Devlet tanımama ateizmdir, kafirliktir. İrtidat, dini değil siyasidir; isyan ve başkaldırı demektir. Mürtedin katli vaciptir, demek anarşi, isyan ve başkaldıran öldürülür, demektir.

DEVLET erkini, gücünü, yaptırımını, OTORİTESİNİ; rüşvet, iltimas, kaçırma, kayırma ve benzeri yollarla ortadan kaldıran ise müşriktir.  O, bu yollarla devletin gücünü başkasına kullandırmış, onu ortak etmiş olur. Kafirle mücadele daha kolay, müşrikle mücadele ise daha zordur. Devletin otoritesine kimse ortak edilemez. Bu içten bozulma, çürüme ve felç olma, kangren olma demektir. Bu hale gelen devlet/topluluk yaşayamaz, ortadan kalkar, kaldırılır.

 

Hasılı DEVLET; Kuran'da, Allah’ın ismiyle müsemmadır ve özeldir. Devlet öncesi dönemler cahiliye dönemleridir. Tekrar cahiliye dönemine dönmek imkansızdır. Bu aşamalardan sonra yeryüzünde devletsiz yaşama imkanı olmayacaktır. Devletleri uluslar kuracaktır. Uluslar ırka değil, kültür birliğine dayanacaktır. Devletin dışında kalan insan yaşayamayacaktır. Devlet, insanca yaşamanın güvencesidir. İnsan, ancak devletle beraber olunca İLMİ, DİNİ, SİYASİ ve EKONOMİK hayatını geliştirebilir ve yaşayabilir.

 

Saygılarımla.

H.Kayahan

 

 


YorumcuYorum
Hüseyin Kayahan
18.07.2014
20:57

Sayın Kayahan Sitedeki Allah-Devlet yazınızı okumamıştık. Dolayısıyla “Allah” kelimesini Karagülle’nin “işaret zamiri” olarak Kabul ettiğini bilmiyorduk. Geçmişte bu kelime üzerinde pek çok yorum yapılmış olmasına rağmen, “el-lehu” birleştikleri de bir vakıadır. Doğal olarak bir işaret zamiri her şeyi işaret edebilir. Ancak, burada özel olarak bu kavramın neye işaret ettiğini kitabınızdan çıkarmak gerektiği kanaatindeyiz. Daha once sorduğumuz “hiçlik” veya “hiç kimse” gibi kelimelerle olan ilgisini de açıklamak gerekir. Arapça açısından da sıkıntılı bir durum teşkil eder çünkü kitabınızda bu kavramın bir varlık veya tek yaratıcı olarak kullanılmadığı halde bu yöndeki algılamalar da malumunuzdur. “hu” gibi genel bir zamirin mutlak teklik ifade ettiği yönündeki açıklamanız ise arapça açısından Kabul edilebilir olmamalı. Her şeyi ifade edebilecek böyle bir kelimenin “özel” bir mecrada kullanıldığını varsaymak herhalde kitabın diğer ifadelerini de gözardı etmek anlamına gelir. Veya en azından derin bir çelişki oluşturur. Sizin yazınızda kullandığınız temel ifadelerden olan “yaratma” kavramının kitaptaki karşılığını bilmiyoruz. Dolayısıyla Allah’ın Zatı dediğiniz şeyin ne olduğunu da anlamakta zorlanıyoruz. Bu manada “yaratma” kavramına hangi kelimeden yola çıkarak ulaşıyorsunuz? İkincisi, “Allah’I bir varlık Kabul ediyorsanız eğer, bu durumda bunu fiziksel evrende tanımlayabiliyor olmalısınız. Bizim için tanımlayabilir misiniz? Öte yandan “devlet” kavramına yüklediğiniz anlam, mutlak otoritenin yetkisini kullanmak olarak anlaşılıyor. Ancak “devlet” doğal bir organizasyon değildir, öyle olsaydı bozulmaması gerekirdi. Devlet sadece “man made” bir organizasyondur, bu durumda eğer Allah kavramı mutlak ise, devleti nasıl mutlaklaştırabiliyorsunuz? Bu durumda bireyler de bir bakıma “Tanrı” mı olmuş oluyorlar? Bir başka nokta, “Allah” kavramı sizing kitabınızda üçüncü trafın kullandığı bir ifade olarak karşımıza çıkar. Yani “Allah kendisi için bu ismi kullanıyor” diyebileceğiniz bir karine kitapta yoktur. Bunu nereden çıkarıyorsunuz? Ateizme atfen devleti tanımama olarak ortaya koyudğunuz ifadeye gore, “teizm” daha iyidir öyle mi? Aralarındaki fark nedir? Teizmin “Allah yaptı” iddiasına karşın ateizmin “Hayır allah yapmadı, başka bir şey yaptı” iddiasının ne farkı vardır? Allah’I bilmediğiniz halde “allah yaptı” diyebiliyorsanız bir başkası da yine bilmediği halde “hayır o yapmadı” diyebilir, bu ikisi arasında hiç bir fark yoktur. Ancak “kafirlik” konusu tartışılır bir kavramdır. Ben size yaptığım eleştiride “aranızdaki kafirler”demiştim. Muhtemelen alındınız. Ancak kitapla ilgileniyor olmak veya müslim olamak “kafir” olmaya engel değildir. Kitabi anlamda bir şeyi, bir bilgiyi gizlemek, bir şeyin veya bilginin açığa çıkmasını engellemek “Kafirliktir” bunu yapan müslüman olsa bile farkeden bir şey yok. Ki aranızda böyleleri çokça var, okuyor ve görüyoruz. Devleti kutsallaştırmanızın ALLAH’ın varlığına bağlı olduğunu düşünüyorsanız eğer, böyle bir devlete sahip olmanız da pek mümkün görünmüyor. Bu konuda gerçekten ciddi delilleriniz var mı? Saygılar Sam

Hüseyin Kayahan
19.07.2014
12:26

Sayın Sam Adiyan'ın cevaplarını yayınlamaya devam ediyorum.

Saygılarımla.

Sayın Kayahan Makaleleriniz ile ilgili ve genel olarak akevlerin kabulü ile ilgili bir noktayı daha zikretmekte yarar olduğunu düşünüyoruz. Siteyi görüntüleyemediğimiz için tam ifadenizi alamadım buraya ancak genel olarak “mü’min” kavramını açmak gerektiği kanaatindeyiz: Bildiğiniz gibi “Amenu” yani “iman” kelime kökeni itibariyle “emin olma”ya dayanan bir kavramdır. “Bir şeyden emin olmak.” Kur’an daki tanımlamalardan yola çıktığımız zaman, “iman ettim” demenin veya “inandım” demenin “amenu” olmak için yeterli ve anlamlı olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla “iman ettim, gereklerini yerine getirdim” gibi bir gerekçe ile “iman etmiş” olunmuyor.

Eğer böyle ise “iman” veya “amenu” nedir? Bizim bu konuda uzun bir çalışmamız oldu. Özetle, kitap bizden “tezlerini” kanıtlamamızı istiyor. Öneriler, Tezler ortaya koyuyor ve bizden bu tezleri kanıtlamamızı talep ediyor. “iman” kavramı ile ilgili ifadelere baktığınız zaman mutlaka bir “neden” veya “gerekçe” olması gerektiğini görürsünüz. Nasıl bir neden “iman” etmenizi sağlayabilir? Bilimsel anlamda, bir tez ortaya attığınız zaman bu sadece bir varsayımdır. Kimse için bir bağlayıcılığı yoktur, bir değer de ifade etmez. Ne zaman tezinizi “test eder” sonuçlarını doğrularsanız o zaman “bilgi” haline gelir. Yani emin olmuş olursunuz. Örnek vermek gerekirse, Karagülle henüz “Mü’min” değildir, çünkü henüz teori aşamasındadir ve hiç bir şeyi kanıtlayabilmiş değildir. Ne zaman iddialarını veya kitaptaki tezleri kanıtlar, sonuçlarından emin olur, kitapla örtüştüğünü görür o zaman “mü’min” olmuş olur. Siz mü’min değilsiniz çünkü siz sadece “karagülle”nin görüşlerini takip ediyor ve ona tabi oluyorsunuz. Fikirlerinizi veya önerilerinizi veya kitaptaki tezlerin hiç birini kanıtlayabilmiş değilsiniz. Dolayısıyla siz sadece müslimsiniz. Örneğin Peter Higgs “mü’min”dir. Çünkü “higgs boson” denilen “standart model” teorisini geliştirmiş ve CERN deneyleri ile bu kanıtlanmıştır. Bu tez kanıtlandığı anda Peter Higgs’I “Mü’min” yapmıştır. Nevton “Mü’min”dir çünkü yerçekimini keşfetmiş ve bunu kanıtlamıştır. Edison “mü’min”dir çünkü ampulü keşfetmiştir ve insanlığın yararına sunmuştur. Gibi örneklendirebiliriz. Felsefi düzeyde “algı”ya dayalı iddialar kimseyi “mü’min” yapmaz. Çünkü iddialar sadece iddiadır ve kanıtlanmış değildir. Sonuçları test edilmiş değildir. “imaan” edebilmek için kitabın ortaya koyduğu tezlerin tamamını olmasa bile bir kısmını kanıtlayabiliyor olmak gereklidir. Kitaba dair bir iddia ortaya atıyor ve bu iddianızı bilimsel manada kanıtlayabiliyorsanız “mü’min” olursunuz. “İman” etmiş olursunuz. Bunun dışında bir “iman” şekli varsa kitapta, lütfen bize de gösteriniz. Saygılar sunuyorum

Hüseyin Kayahan
26.07.2014
09:06

Sayın Kayahan Tezlerinizi savunacağınızı zannediyor idik ancak herhangi bir cevap vermediniz. Bu da bizi “iddialarınızda” ciddi olmadığınız, veya emin olmadığınız kanaatine sevketmektedir. Ancak, aynı konu çerçevesinde Sayın Karagüllerinn ortaya koyduğu iddialara rasyonel, tarihsel bir cevap vermek istiyoruz. Bu metin, Karagüllenin iddialarına yönelik bir tahlil ve tesbitler içeren bir metin olacaktır. Okuyanların titizlikle ve dikkatlice üzerinde düşünmeleri belki geleceğe yönelik çalışmalara önemli katkılar sağlayabilir. Genel olarak metni bir bütün olarak algılayarak iddiaları sistematik olarak yanıtlamış olacağımızı düşünüyoruz. Bilimsel araştırmaların aşamaları; tümdengelim yoluyla genel bir ön tahminden yola çıkarak iddianın (veya savın) oluşturulması, daha sonra bu iddiayı ispat için verilerin toplanması, en sonunda da ileri sürülen iddiaların probleme uygulanması, yani sınanması gelir. Bu şekilde iddia geçici bir açıklamayla formüle edilmiş olur. Böylece iddialar ve gözlemler bilinen bir kuram çerçevesi içine yer alır. Çünkü bilim, olayları belirli kurallar çerçevesinde inceleyerek gerçek olanı ayırt eder. Ne var ki “hipotez” ve “Varsayım” farklı şeylerdir. Hipotez, doğruluğu sınanabilecek, kanıtlanabilecek tezlerden oluşmasına rağmen, Varsayımlar araştırmanın başında, doğruluğu sınanmaya elverişli olmayan kanıtlanmasına gerek görülmeden, doğru olarak kabul edilmesi gereken, denenmeyen yargılardır. Varsayımlar, gerçekçi olmadığı bilinen ancak araştırmanın etki alanını genişletebilmeyi hedefleyen tahminlerin oluşmasına katkıda bulunması beklenen önkabullerdir. Fakat “varsayımlar” test edilemezler, sınanamazlar veya kanıtlanamazlar. Karagülle’nin ortaya koyduğu “model” yöntem, ilk bakışta bilimsel gibi görünmekle birlikte, bir araştırma için gerekli olan “soruların” sorulabilmesini önceden engelleyen önkabullere dayanır. Daha somut bir ifade ile “Tanrı vardır, biz böyle kabul ederiz” demekle “Tanrı’nın olmayabilirliği” ihtimalini ortadan kaldırmış olursunuz. Böyle yaptığınız zaman, araştırmanız veya teziniz “bilimsel” olmaktan çıkar ve sadece “yargısal” bir iddiaya dönüşmüş olur. Ortaya atılan “yöntem/metod”un geçerliliğinden söz edebilmek için, Bir kuram için gerekli olan tüm ayrıntıları içeriyor ve tüm sorulara aynı ölçüde ve aynı mesafede cevap aramayı zorunlu kılıyor olması gerekir. Buna göre “Tanrı vardır” önkabulunden yola çıkıyorsanız, Yokluğunu keşfetme olasılığınız yoktur. Öte yandan yine Karagülle’nin metninde ortaya koyuğu ve bizim “tümdengelim” olarak anladığımız, ancak derinlemesine bakıldığında öngörülemeyen veya sürecin kanıtlanabilirliğini ortadan kaldıran varsayımlara dayandığını da görebiliyoruz. Çünkü Tümdengelim, belirli bir konuda davranışların ya da olguların açıklanabilmesi amacıyla oluşturulmuş bir kuramla başlayan, kuramın doğrulanması amacıyla hipotezler oluşturulması, bu hipotezlerin toplanan veriler yardımıyla test edilerek doğrulanması ya da reddedilmesi süreciyle kuramı kabul ya da reddeden bir yaklaşımdır. Eğer bir kuram “varsayımsal” kabullere dayanıyor ise, bu durumda toplanan verilerin test edilmesi mümkün olmayacağı gibi, kuramın reddedilmesi de söz konusu olmayacaktır. Örneğin “Tanrı vardır” önkabulunden yola çıkmak yerine “Tanrı Var mı?” sorusundan hareket etmiş olsaydınız, süreci ve olasılıkları test etme şansına sahip olabilirdiniz. Çünkü “Tanrı Var mı” sorusu her türlü ihtimali olası ve test edilebilirliğini zorunlu kılan bir yaklaşımdır. Bilindiği gibi “bilgi”, gelişigüzel toplanmış bir gözlem sonucu değildir. Olayların doğruluğu belirli kurallara göre; deneyle kanıtlanarak bir bütünü oluşturur. Bilimsel bir araştırmada kuramsal çerçevenin kurulması ve hipotez (faraziye) ileri sürülmesinin yanında varsayımların belirlenmesi de büyük önem taşır. Bu nedenle, Karagülle tarafından ortaya atılan “yöntem” bilimsel olmadığı gibi, kuram içerisinde yer alması muhtemel verilerin test edilebilirliğini de önceden ortadan kaldıran “yargısal” bir yaklaşımdır. Burada tarihsel yanılgılara neden olan önkabullere karşı, kitabın ortaya koyduğu olasılıklara dair bazı örnekler vermek isteriz: Kitap açısından, “Tanrı var mı” sorusuna cevap vermeden önce, tarihsel anlamda Tanrı hakkında ileri sürülen varsayımların dayanaklarını bulmak gerekir. Örneğin “Tanrı kimdir” diye sorduğumuz zaman “hiç kimse/hiçbir şey” cevabını alırız. Bu cevaba neden olan kavramın, “bağ, kopan bir nesneyi sağlam bağlayan bağ, eser, alamet, nişan” gibi anlamlara da geldiğini görebiliriz. Öyleyse “Tanrı” hiç kimse veya hiçbir şey ise, veya Tanrı olarak varsaydığımız şey bir “bağ” ifade ediyorsa, bunun ne olduğunu bulmak zorunda kalırız. Bu öyle bir şey olmalı ki, işitebilmeli, görebilmeli, düşünebilmeli, bilgi sahibi olmalı, yapıcı olmalı, yıkıcı olmalı…. Buna karşılık hiç kimse veya hiçbir şey olmalı. Bu öyle bir şey olmalı ki, kendi kendini var edebilen, sahibi olmayan, doğrulmamış, bütün her şeyin nedeni olan, bilgiyi üreten/bilginin yegane nedeni olan bir şey olması gerekitği gibi, kendisinden sonraki bütün süreçlerin de nedeni olmalı. Bir kuramın parametreleri niteliğinde olan yukarıdaki önermelerin tümüne veya büyük bir bölümüne cevap bulduğumuz zaman “Tanrı var mı” sorusuna da cevap bulmuş oluruz. Çünkü Karagüllenin de ifade ettiği ve bugüne kadar ileri sürülen “etkenler”in kaynağını veya nedenini keşfetmiş oluruz. Ancak bundan sonra “Tanrı vardır” veya “Tanrı yoktur” gibi bir sonuca varmak mümkün olabilir. Bir metni, kuramsal olarak “doğru” kabul ederek, onu bilimsel anlamda teste tabi tutabiliriz. Eğer bir metin doğruluk iddiasında ise, önermelerinin kanıtlanabiliyor olması gerekir. Bir kuram, bütün değişkenleri ile kanıtlanabildiği zaman “doğru” olduğu kabul edilebilir. Sadece “Doğru” olduğunu varsaymak yeterli değildir. Burada da şu soruyu sorabiliriz: “Kitap doğru mudur?”, bunun cevabını alabilmek için, içindeki önermeleri teste tabi tutmak ve kanıtlamak gerekir. Ancak kitabın “doğruluk” iddiası olmasına rağmen, “yargısal” olarak bir dayatma içerisinde de değildir. Çünkü, metnin kendisi bizden “kanıtlamamızı” ister. “Iman” kavramı bu açıdan önemlidir. Ne var ki, bu kavram bugüne kadar Karagülle’nin de iddia ettiği gibi, “önce inanmayı, sonra inandıklarını doğrulamayı” gerektirmiştir. Ne var ki bu kitabın bir talebi değildir. Böyle olunca, “doğruluk” iddiası da “bilimsel” süreçlere bağlı hale gelir. Eğer “inandım” demekle iman etmiş olmuyorsanız, “kanıtlamak” zorunda kalırsınız. Bu açıdan da Karagülle’nin iddiaları bilimsel ve hatta “kitabi” değildir. Yine karagüllenin “metot” dışına taşan iddialarına da kısaca değinmekte yarar olduğunu düşünüyoruz. Öncelikle “kitabın” geniş bir zaman diliminde oluşturulmuş olmasını “uygulama”yı zorunlu kıldığı varsayım dikkat çekicidir. Genel olarak ilk muhatapların kitaptan bir şeyler anladıklarını veya geçmişten gelen bilgilerle mukayese ederek sözü değerlendirdiklerini kabul edebiliriz. Ancak, bütünüyle uygulandığı iddiası kitap açısından sorunlu bir iddiadır. Çünkü kitabın kendisi, her ne kadar sözün anlaşılır olduğu iddiasında olsa bile, gerçekte bu anlaşılırlığın ilk muhatapları ilgilendirmediği veya onları kapsamadığını da ortaya koymaktadır. Bir kimse “matematik” bilmiyorsa, o kimseye “matematikten ne anladığını” soramayacağınız gibi, bir problemi çözmesini de bekleyemezsiniz. Siz ilk muhatapların davranışlarını bugün bilebildiğiniz kadarıyla örnek almak isteyebilirsiniz. Ancak onlardan size ulaşan verilerin doğruluğundan emin olamayacağınız gibi, Bizzat metnin kendisi tarafından “anlaşılmadığı” ifade ediliyor olmasına rağmen, olası uygulamaları doğru kabul etmek de metin açısından sıkıntılı bir durumdur. Eğer öneriniz, sözün sahibinin iddiasında haklı olduğu varsayımından hareketle, metindeki önermeleri test edebiliyor ve kanıtlayabiliyorsanız, bugün anladıklarınızla mukayese ederek ilk muhatapların doğru davranıp davranmadıklarını değerlendirmek yönünde olsaydı, kabul edilebilir olabilirdi. Eğer kitabın “Tanrının sözü” olma iddiası yoksa, geriye iki ihtimal kalır: Ya Muhammed kendisi uydurmuştur, yahut evrensel bir bilgiye dayanmaktadır. Her iki durumda da kanıtlanması zorunlu hale gelir ki, kitabın ileri sürdüğü önşartlardan biri olarak karşımıza çıkar. Eğer kitabın önermelerini “bilimsel” manada kanıtlayabiliyorsanız o zaman “doğruluğu” söz konusu olabilir. Eğer “Tanrı’nın sözü” ise, her söylediğinin doğru olması kaçınılmaz olmalıdır. Bu durumda da kitabın önermelerinin kanıtlanması zorunludur. Kaldı ki Tanrı’nın kendisi kanıtlanmaya muhtaç iken “Tanrı sözü” olduğu iddiası için kuramsal bir veri bulunamaz. Eğer Tanrı yaşayan bir şey ise, bu durumda somut olarak “izlenebilir” olması gerekir. Ne var ki Karagüllenin iddialarına göre bu da mümkün değildir. Çünkü bilinemez. Bilinmesi mümkün olmayan bir şeyin izlenmesi veya kanıtlanması da mümkün olmaz. Zahiri anlamda bir mumun aynadaki yansımasını izleyebilmeniz için önce bir mum olmalı, onu tutuşturmalı ve aynanın karşısına koymalısınz. Bilmediğiniz bir şeyin yansımalarını da test edemezsiniz. Çünkü zahiri olarak size etki ettiğini düşündüğünüz yansımaların gerçekte kime veya neye ait olduğunu bilemezsiniz. Burada ifade etitğimiz detayları bir metin olarak yazmış olmamıza rağmen, bizim, kitabi anlamda, kabul etmek zorunda kaldığımız temel prensiplere dayanır. Bu manada, eğer amaç “kitabı anlamak” ise, ortaya konulan varsayımların “anlamak” için yeterli olmadığı gibi, anlamayı önkabulsel olarak engellemeye yönelik bir yöntem olduğunu düşünüyoruz. Değerlendireceğinizi umuyoruz. saygılar Sam ADIAN .

Hüseyin Kayahan
04.08.2014
08:18

Sayın Sam;

Bizler, Sawm'ı; yılda bir ay, günde ortalama 14 saat "biyolojik/fizyolojik" ihtiyaçları erteleme eğitimi olarak görenlerdeniz. Bundan dolayı, yılın en uzun ve en sıcak günlerine rastlayan bu dönemde, azalan bedensel ve zihinsel gücümüzü, ancak günlük maişetimizi temin ettiğimiz işe ayırabiliyoruz. Ben şahsen, Ramazanda bunun dışında bir şey yapmadım desem yeridir, allah beni affetsin...

İki haftadır da yurt dışında idim ve memlekete yeni dönüyorum.

Tartışmalar, tartışmasız ciddiyet gerektirir. Geçmişte tartıştığımız konuları yeniden ısıtmak istemem.

Ciddi bulduğum, katkı/eleştiri koymam gerektiğini düşündüğüm konuları irdelerim, merak etmeyin. Ancak buna her zaman bedensel ve zihinsel gücüm yetmemektedir.

Sitemizden olan bir takipcinize size danışmadan e-mail adresininizi verdim, umarım çok kusur işlememişimdir.

Saygılarımla.

H.Kayahan

Hüseyin Kayahan
07.08.2014
07:42

Bayram öncesi üstad Karagülle'ye bu makalenin kısacık özetini aktarmıştım. Ertesi gün, bize "bazı içtihatlarının değiştiğini" söylemişti. Şöyle ki;

Allah, madem kendine özel olan bir ismi başka bir varlık için (Kuran'da Allah kelimesi hem Allah'ın zatı, hem de devlet (topluluk, kamu) için) de kullanmaktadır, öyleyse bundan daha büyük bir kişilik ve erk olmayacak demektir. Öyleyse; İCMALAR için, sadece devlet icmaından söz edilebilir, insanlık icması zorunlu değildir. Zira, icma kararlarını uygalayacak en yüksek merci, devletin yürütmesidir ve her devlette de hukuk (icmalar) farklıdır. Her biri kendi hukukunu uygulayacak ve kollayacaktır. Yükümlülük ve yağtırım devlet düzeyinde ve ulusaldır.

Saygılarımla.

H.Kayahan

Hüseyin Kayahan
09.08.2014
20:49

İcmalar o topluluğun kamu hukukunu oluşturur. Kamu hukukunun oluştuğu en büyük topluluk, kavm/ulus/devlet olsa gerektir. Zira hukuk oluşunca onun müeyyidisini yerine getirecek kolluk kuvveti de gereklidir ki; bu da ancak devlet seviyesinde olsa gerektir. Birleşmiş milletler barış gücü gibi kuvvetler, gerekli hallerde ve isteyen devletlerden gönüllü birlikler şeklinde ve sadece o görev için oluşturulmalı ve görev sonunda dağılmalıdır. Bu bizim sigorta sistemimize benzer ki; zarar söz konusu olunca bütçe oluşturulur, zarar yoksa daimi aidat yoktur.

İç güvenlik ve dış güvenlik kuvvetleri sadece devlet seviyesinde oluşturulabilir. Devletlerin üstünde, devletten daha üstün başka "tüzel kişilik" olamaz. Devletler de ulus devlet olmalıdır.

Kısaca; icmalar hukuku oluşturur, hukukun korunması da ancak devlet eliyle olabilir. Bundan dolayı icmalar için devlet/ülke icmaı oluşup oluşmadığına bakılmalıdır. Elbette, herhangi bir icma pek çok ülkede de aynı şekilde tezahür etmiş olabilir. İcmanın icma olması için bütün insanlığın aynı şekilde icma etmesi gerekmez. Herhangi bir icmada bütün insanlığın ittifak etmesi o icmayı daha üsütn yapmaz, ulusal icma ile aynı seviyededir.

Saygılarımla.

H.Kayahan

Hüseyin Kayahan
09.08.2014
20:59

Mesela;

Genel Kurmay başkanlığı; "ORDU KOMUTANI" olan "ORGENERALLERİN" genel sekreterliğini yerine getiren ve "KORGENERAL" seviyesinde olmalıdır. Ordu Komutanından daha büyük/yetkili amir olmamalıdır.

Devlet ordularından daha büyük devletler üstü ordu teşkil edilemez, bu büyük bir kaosa ve yetki kargaşasına neden olur.

"İktidar tecezzi etmez" kuralı burada geçerlidir. Devlet başkanı savaş emri verebilir ama savaşı ordu komutanı sevk ve idare eder, işini/yetkisini kimseyle paylaşmaz, yoksa savaş kazanılmaz. Bir konuda bir yetkili olur. Gerekirse değiştirilir ama herhangi bir anda bir yetkili olur. Öyleyse icmalar ve onların oluşturduğu hukuk ancak bir devlet/ülke içinde oluşur ve korunur ve uygulanır.

saygılarımla.

H.Kayahan





Çok Okunan Makaleler
Hüseyin Kayahan
RUH, NEFİS ve DİĞERLERİ
4.05.2012 15590 Okunma
58 Yorum 13.05.2012 06:56
Hüseyin Kayahan
MÜTEŞEBBİSE DAİR / GELECEĞİN MÜTEŞEBBİSİ
21.02.2013 15554 Okunma
13 Yorum 18.03.2013 21:10
Hüseyin Kayahan
NUH TUFANI (kısa bir özet)
4.10.2013 15168 Okunma
9 Yorum 18.10.2013 14:55
Hüseyin Kayahan
FECR / ALACAKARANLIK ve GÜNEŞ TAYFI
16.07.2015 14551 Okunma
11 Yorum 28.07.2015 00:04
Hüseyin Kayahan
GECİKMİŞ YORUMLAR: SALSAL VE TUFAN HK.
13.10.2013 13067 Okunma
22 Yorum 18.10.2013 15:10
Hüseyin Kayahan
ALLAH'I TANIMAK
27.07.2012 12156 Okunma
32 Yorum 15.08.2012 10:48
Hüseyin Kayahan
ALLAH'I TANIMAK-2, TANRININ AÇMAZI
2.08.2012 11065 Okunma
25 Yorum 06.08.2012 22:06
Hüseyin Kayahan
ONA ÜFLEDİ - NEFEHA FİHA, NEFEHA FİHİ
14.06.2015 10256 Okunma
1 Yorum 18.06.2015 09:29
Hüseyin Kayahan
HARUT ve MARUT, FİRİDİN ve RASYONALİZM
25.03.2012 10118 Okunma
11 Yorum 27.03.2012 08:38
Hüseyin Kayahan
SESSİZ ve SESLİ NAMAZLAR
13.11.2016 9905 Okunma
5 Yorum 01.08.2017 18:04
Hüseyin Kayahan
SÖYLEMEK ve YAPMAK
15.11.2013 9855 Okunma
5 Yorum 22.11.2013 21:08
Hüseyin Kayahan
İSLAM EKONOMİ SİSTEM,-ZEKAT BANKASI
12.09.2014 9842 Okunma
3 Yorum 14.09.2014 22:42
Hüseyin Kayahan
ORUÇ ve RAMAZAN
29.06.2014 9747 Okunma
19 Yorum 20.07.2014 07:59
Hüseyin Kayahan
FIKIH ve KELAM
30.10.2016 9680 Okunma
7 Yorum 18.11.2016 04:58
Hüseyin Kayahan
HACCIN ZAMANI
23.08.2015 8123 Okunma
4 Yorum 23.08.2015 22:10
Hüseyin Kayahan
İLK (ve TEK) SOSYAL/KOLEKTİF KİTAP: KUR’AN
12.06.2016 7868 Okunma
8 Yorum 15.06.2016 23:36
Hüseyin Kayahan
RUH-ÜL KUDÜS
15.05.2012 7680 Okunma
8 Yorum 17.05.2012 00:58
Hüseyin Kayahan
HİKMET ve UYGULAMA (PRATİK)
9.07.2015 7675 Okunma
1 Yorum 09.07.2015 12:13
Hüseyin Kayahan
BELKİ DE İSTİHBARAT ZAAFI YOKTU.!?
24.07.2016 7591 Okunma
3 Yorum 26.07.2016 21:04
Hüseyin Kayahan
ŞURA ve Hz. ALİ'nin YAŞI
5.02.2017 7511 Okunma
Hüseyin Kayahan
SOSYOLOJİK KURAN MEALİNE BAŞLARKEN-2
31.07.2013 7395 Okunma
6 Yorum 03.03.2018 15:53
Hüseyin Kayahan
HUKUK ve TAŞKINLIK; MUSA ve HIZIR
7.05.2014 7386 Okunma
7 Yorum 12.05.2014 20:13
Hüseyin Kayahan
FATİHA ve YENİ KOMÜNİZM
4.09.2014 7373 Okunma
4 Yorum 24.09.2014 08:17
Hüseyin Kayahan
KELİME, MUTASYON; TURAB VE TOPRAK
29.04.2012 7286 Okunma
10 Yorum 01.05.2012 11:38
Hüseyin Kayahan
BAŞBAKANA AÇIK MEKTUP
6.06.2013 7256 Okunma
4 Yorum 09.06.2013 18:33
Hüseyin Kayahan
DİYET TAŞI
30.01.2016 7193 Okunma
4 Yorum 16.02.2016 18:06
Hüseyin Kayahan
BAŞBAKANA AÇIK MEKTUP-2
10.06.2013 7089 Okunma
4 Yorum 25.06.2013 14:51
Hüseyin Kayahan
PARALELE DAİR
18.03.2014 7081 Okunma
4 Yorum 19.03.2014 13:13
Hüseyin Kayahan
SAM ADIAN-ZEKAT BANKASI (ÖZET)
13.09.2014 7068 Okunma
2 Yorum 17.09.2014 15:32
Hüseyin Kayahan
MÜLK ve MAKAM
23.10.2016 7010 Okunma
2 Yorum 24.10.2016 15:38
Hüseyin Kayahan
BAŞKANLIK, YARI BAŞKANLIK YA DA...
27.08.2014 6987 Okunma
5 Yorum 01.09.2014 08:02
Hüseyin Kayahan
2013-2014 KIŞ DÖNEMİ İLK İZLENİMLER
9.09.2013 6986 Okunma
2 Yorum 09.09.2013 11:39
Hüseyin Kayahan
ALLAH ve DEVLET
13.07.2014 6925 Okunma
7 Yorum 09.08.2014 20:59
Hüseyin Kayahan
KÖLELİK-1
10.03.2013 6911 Okunma
5 Yorum 14.03.2013 19:54
Hüseyin Kayahan
SOSYOLOJİK KURAN MEALİNE GİRİŞ-1
30.07.2013 6781 Okunma
1 Yorum 10.08.2013 17:54
Hüseyin Kayahan
YENİ (TÜRK TİPİ) BAŞKANLIK
18.03.2015 6752 Okunma
1 Yorum 20.03.2015 11:03
Hüseyin Kayahan
PARALEL OKUMALAR-MUHKEM ve MÜTEŞABİH
17.04.2014 6738 Okunma
1 Yorum 19.04.2014 09:21
Hüseyin Kayahan
4x4 ve HIZIR
12.09.2013 6711 Okunma
1 Yorum 17.09.2013 17:13
Hüseyin Kayahan
İZLENİMLER-2
25.09.2013 6695 Okunma
8 Yorum 28.09.2013 07:31
Hüseyin Kayahan
ÜSTAD KARAGÜLLEYE AÇIK ARZIMDIR
25.06.2013 6665 Okunma
8 Yorum 02.11.2013 05:43
Hüseyin Kayahan
NAMAZI TANIMAK-1
2.11.2012 6640 Okunma
1 Yorum 03.11.2012 09:33
Hüseyin Kayahan
KEVSER
4.08.2013 6619 Okunma
1 Yorum 05.08.2013 05:12
Hüseyin Kayahan
KURAN'I TANIMAK-2, MUCİZELER
29.10.2012 6604 Okunma
3 Yorum 30.10.2012 07:15
Hüseyin Kayahan
ASLAN OĞLUM ve METOD
11.04.2012 6552 Okunma
13 Yorum 13.04.2012 17:42
Hüseyin Kayahan
KRAL ÇIPLAK (MI?)
28.01.2013 6437 Okunma
7 Yorum 07.02.2013 17:00
Hüseyin Kayahan
KURAN'I TANIMAK-1, KURAN'IN MÜŞKÜLLERİ
7.08.2012 6355 Okunma
3 Yorum 09.08.2012 16:49
Hüseyin Kayahan
ÖZGÜRLÜKÇÜLÜK NASIL ANLAŞILIR?
27.03.2012 6349 Okunma
9 Yorum 29.03.2012 17:53
Hüseyin Kayahan
YENİ BİR PAVLUS ARANIYOR
25.04.2012 6337 Okunma
13 Yorum 04.05.2012 18:47
Hüseyin Kayahan
YARATILIŞ-DİRİLİŞ ve FELSEFE
6.07.2012 6319 Okunma
4 Yorum 07.07.2012 15:08
Hüseyin Kayahan
YORUMSUZ ve BİR SEZİ ve BİR SORU
17.04.2012 6107 Okunma
5 Yorum 19.06.2012 11:35
Hüseyin Kayahan
KARAGÜLLE'YE MUHALEFET NASIL OLMALI?
4.04.2012 5950 Okunma
2 Yorum 05.04.2012 19:58
Hüseyin Kayahan
KURANDA METAFORLAR
13.04.2020 5938 Okunma
3 Yorum 15.04.2020 09:19
Hüseyin Kayahan
AD SEMUD İREM ve ARAFTAKİLER
11.02.2018 5812 Okunma
2 Yorum 24.02.2018 17:11
Hüseyin Kayahan
ALLAH'I TANIMAK-3 KURAN ARKEOLOJİSİ
6.08.2012 5701 Okunma
1 Yorum 07.08.2012 07:50
Hüseyin Kayahan
DİLİN CİLVELERİ
27.03.2012 5444 Okunma
6 Yorum 29.03.2012 17:18
Hüseyin Kayahan
SÖZ KESTİK, SÜT DE KESİLDİ...
13.04.2012 5425 Okunma
2 Yorum 14.04.2012 08:56
Hüseyin Kayahan
EVREN ve NOKTA
23.04.2012 5400 Okunma
3 Yorum 29.04.2012 18:11
Hüseyin Kayahan
LİSANE SIDKIN sadık lisan ve İBRAHİM PEYGAMBER
11.02.2018 5268 Okunma
3 Yorum 28.10.2019 21:50
Hüseyin Kayahan
HURUF-U MUKATTAA
17.02.2018 5197 Okunma
2 Yorum 21.02.2018 13:02
Hüseyin Kayahan
CEBELLEŞMEK-1
4.08.2013 5177 Okunma
1 Yorum 15.08.2013 12:39
Hüseyin Kayahan
DİLLER; NELER ANLATIRLAR, NELER...
6.05.2012 5136 Okunma
1 Yorum 07.05.2012 01:01
Hüseyin Kayahan
PARA VE BONO
5.02.2017 5133 Okunma
1 Yorum 13.02.2017 08:43
Hüseyin Kayahan
KUNUT ve HUŞÛ
29.08.2014 5068 Okunma
Hüseyin Kayahan
MUSA, FETASI ve BULUŞMA YERİ
30.03.2012 5026 Okunma
3 Yorum 08.04.2012 18:07
Hüseyin Kayahan
Suç, Ceza ve Cehennem
21.05.2011 4975 Okunma
4 Yorum 22.05.2011 20:39
Hüseyin Kayahan
DEVİ YOKETMEK
13.10.2013 4971 Okunma
1 Yorum 14.10.2013 16:22
Hüseyin Kayahan
MUHKEM ve MÜTEŞABİH
20.10.2019 4814 Okunma
1 Yorum 28.10.2019 14:39
Hüseyin Kayahan
ZÜNNÛN – bir muamma
19.05.2020 4756 Okunma
1 Yorum 21.05.2020 18:19
Hüseyin Kayahan
ISTILAHİ DİLLER, MECAZ ve HAKİKİ MANALAR
20.10.2019 4642 Okunma
3 Yorum 29.10.2019 11:19
Hüseyin Kayahan
ALFABELER
11.02.2018 4534 Okunma
1 Yorum 18.02.2018 01:19
Hüseyin Kayahan
SALGINLAR ve PROJEKSİYONLAR
14.04.2020 4522 Okunma
4 Yorum 14.04.2020 16:25
Hüseyin Kayahan
BELKİ DE İSTİHBARAT ZAAFİYETİ YOKTU-2
4.08.2016 4493 Okunma
Hüseyin Kayahan
1400 yıllık bir öykünme
1.08.2009 4406 Okunma
Hüseyin Kayahan
SAM ADIAN - ZEKAT SADAK ve FONLAR
7.09.2014 4369 Okunma
Hüseyin Kayahan
Hakiki, mecazi, ıstılahi MANALAR
12.02.2018 4262 Okunma
Hüseyin Kayahan
KURAN ve SENARYO
20.10.2019 4229 Okunma
Hüseyin Kayahan
SAM ADIAN - ZEKAT ve BANKA
7.09.2014 4216 Okunma
Hüseyin Kayahan
SAM ADIAN - RANT ve ÖZEL MÜLKİYET
7.09.2014 4169 Okunma
Hüseyin Kayahan
FİTNE ve KATL
23.10.2016 4136 Okunma
Hüseyin Kayahan
Oku kim attı?
23.05.2011 4136 Okunma
Hüseyin Kayahan
SAM ADIAN - DUYURU ve DAVET
7.09.2014 4037 Okunma
Hüseyin Kayahan
ÂDEM'İN DİLİ
27.07.2020 3990 Okunma
6 Yorum 30.07.2020 09:04
Hüseyin Kayahan
SAM ADIAN - XEKAT ve KAVRAMLAR
7.09.2014 3888 Okunma
Hüseyin Kayahan
KUŞ DİLİ ve Hz. SÜLEYMAN
19.12.2019 3844 Okunma
1 Yorum 18.02.2020 16:07
Hüseyin Kayahan
DÜŞÜNME VE ANLAMA/FIKH ÜZERİNE
23.03.2012 3731 Okunma
2 Yorum 23.03.2012 11:30
Hüseyin Kayahan
MÜŞRİK ve KAFİR
1.11.2019 3635 Okunma
Hüseyin Kayahan
GECİKMİŞ BİR HOŞGELDİNİZ
23.03.2012 3393 Okunma
1 Yorum 23.03.2012 04:08
Hüseyin Kayahan
MÜŞRİKLER ve STK (sivil toplum kuruluşları)
19.04.2020 3338 Okunma
1 Yorum 19.04.2020 13:16
Hüseyin Kayahan
BİR AŞK FANTEZİSİ
14.08.2012 3313 Okunma
Hüseyin Kayahan
AYASOFYA CUMA MESCİDİ OLMALIDIR.
20.07.2020 3249 Okunma
1 Yorum 20.07.2020 16:51
Hüseyin Kayahan
ÂDEM'İN DİLİ-2
9.08.2020 3231 Okunma
1 Yorum 12.08.2020 15:51
Hüseyin Kayahan
MÜZEKKER MÜENNES ve HÜNSA
2.02.2020 3171 Okunma
Hüseyin Kayahan
TARİF ve BAŞLANGIÇ
12.05.2012 3081 Okunma
Hüseyin Kayahan
AKIL SATMALAR
11.07.2019 3077 Okunma
Hüseyin Kayahan
yorumların çetelesi
26.03.2012 2949 Okunma
Hüseyin Kayahan
ALLAH; KENDİSİNİN VAR OLDUĞUNU NASIL BİLİR?
24.04.2012 2905 Okunma
Hüseyin Kayahan
Abdest
12.03.2011 2901 Okunma
Hüseyin Kayahan
Yeni dünya düzeni
18.07.2019 2831 Okunma
Hüseyin Kayahan
ÖZGÜR ve ÖZGÜN İNSAN
24.04.2012 2796 Okunma
Hüseyin Kayahan
ERGİNLİK TEORİSİ
25.04.2012 2692 Okunma


© 2024 - Akevler