Kur’an ayı Ramazan ve İslam/Kur’an nizamı - 4
Kur’an ayı Ramazan’da, Prof. Dr. Osman Eskicioğlu’nun “İSLAM DÜZENİ ya da İSLAM ŞERİATI” başlıklı çalışmasını değerlendirmeye devam ediyoruz…
Şerİat, sözlük olarak suyolu, içme yeri ve kanun anlamına gelir. Dini bir terim olarak ise şerİat, iman eden müminlerin gitmesi gereken yol, Allah tarafından konulmuş olan hükümlerin bütünü, yani bütün emir yasak ve sair hüküm ve icaplarıyla Hz. Peygamberin Müslümanlara bildirip uyguladığı din demektir. Konuyla ilgili olarak Kamusta şöyle denilmektedir: Şeriat, zerîa vezninde hak celle ve ala hazretlerinin ibadına vaz ve tayin eylediği din ve ayine denir. Ta ki, ona sülûk eyleyeler.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır da şöyle der: Arapçada şerİat, insanların ırmaklarda ve benzeri şeylerden su almaya vardıkları yerdir. Dİn/DÜZEN şerİatı da bu manadandır. Çünkü insanlar ondan Allah’ın emirlerine ve rahmetine ve yakınına ererler.
Rağıb da demiştir ki; şer’ aslında mastardır. (Rağıb el-İsfahani, Müfredat, s. 258) Sonra açık ve geniş yola isim yapılmış, “şeri, şir’a ve şeriat” denilmiştir. Bu da dinde/düzende Allah’ın yolu anlamına istiare yoluyla kullanılmıştır.
Bazıları şeriata şeriat denilmesi, su içmek için kullanılan yola şu yönüyle benzetildiğini söylemişlerdir: Çünkü hakikat ve doğruluk üzere onda yürüyen hem kanar, hem temizlenir. (Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini, VII, 88)
Ayrıca Elmalılı, Şehristani’nin “el-Milel ve’n Nihal”deki beyanına göre dİn, şerİat ve mİllet (Zemahşeri, Esas-ül Belağa, s. 604) denilen şeyler, haddi zatında hep aynı şeylerdir. Ancak itibar edilen ve gözetilen manaya göre yine de her biri, bir başka yönden diğerinden farklı bir anlam kazanır. İtikat ve iman bakımından dİn/düzen, amel ve tatbikat bakımından şerİat, sosyal bakımdan yani sosyal realite bakımından mİllet denilir. Gerçekte itikat edilen ne ise amel edilen odur. Amel edilen ve uygulanan ne ise esas itibariyle üzerinde ittifak edilen şey de odur…” (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini, I, s. 399-400)
“Velisi olmayan kimsenin velisi sultandır (devlet başkanıdır)” (Buhari, Nikâh, 39; İbn Mace, Nikâh, 15; Ebû Davut, Nikâh, 19; Tirmizi, Nikâh, 14) diyen bir Peygamberin getirdiği din, toplumun yönetimi hakkında bir şey demez mi?
“Kim, borçlu olduğu halde vefat ederse, o borcun ödenmesi bana aittir. Kim de bir mal bırakırsa o da vârislerinindir.” (Muslim, Feraiz: 14, 3/1237), dedi Hz. Peygamber. “Kim ölü bir toprağı ihya ederse, o toprak onundur. Haksız dökülen ter için bir hak yoktur.” (Buhari, Hars, 15; Ebû Dâvud, Imâre, 37; Tirmizî, Ahkâm, 38; Malik, Muvatta', Akdıye, 26, 27)
İslam şerİatı denilince ilk akla gelen şey, bir İslam toplumu ve İslam devlet düzenİnde bireysel hayat ile toplumsal hayatın birlikte yaşanmasıdır. Onun için İslam şeriatında özel hukuk - kamu hukuku ayırımı yoktur. Çünkü bisikletin ön tekeri bireyse ve farz-ı ayın ise arka tekeri de toplum ve farz-ı kifayedir. Yani bunlar bir vücut gibi birdirler ve bütündürler.
Bireyi temsil eden ev ile toplumu temsil eden cami arasında bir uyum vardır. Öğretmenin sınıfta söylediği ile imamın hutbede dile getirdiği bilgi arasında çelişki yoktur. Çünkü İslam toplumunda din-bilim çatışması yoktur. Mektep, medrese, kışla, meclis ve fabrika aynı tempolarla yollarına devam ederler. Aynı vücuttaki solunum, sindirim, dolaşım ve boşaltım sistemlerinde olduğu gibi, doğal bir iş bölümü ve doğal bir iş ve çalışma hayatı vardır.
İslam’da devlet, bugün olduğu gibi, merkeziyetçi, güdücü-polisçi, takipçi ve formcu değildir. Hele hele ahlakı bile ahlak polisi ile yürütecek kadar büyümüş ve toplumun her alanını kaplamış hiç değildir. Mesela bugün muhtarlıklar vatandaşa hiçbir hizmeti olmayan, sadece takip için ve gerektiğinde de sadece bilgi alınan yerlerdir.
İslam düzenİnde kanunu âlimler yapar, seçilen siyasiler de yürütür. İlk kişilik sahibi toplum bucaklar olup tüm şuralar biat-seçimle iş başına gelir. Yasama şurası Kur’an ve Sünnete dayanarak bütün şartları da dikkate alarak kanunları yapar, siyasiler de yürütürler. İl ve devlet şuraları da böyledir.