Reform, yeni reformlar, yeni uygarlık ve … - 2
Önceki yazımızda kaldığımız yerden devam ediyoruz…
Usulü Fıkıh ilminde hâkim/hüküm koyan vardır, hukuk yapan demektir.
Hüküm vardır, yasalar demektir.
Hükmedilen vardır, yasaların uygulanması demektir.
Tamamen isim takımı olan kelimelerin Arapça gramer kuralları ile üretilmesidir. Mistisizm ile ilgisi hiç yoktur. Örneğin Allah ile kul yerine “hâkim, mahkûmun aleyh” kelimeleri kullanılmıştır. Ayrıca bugün “meşru” kelimesini günlük olarak kullanırız, bu kelimenin Türkçe karşılığı yoktur. “Meşru” demek şeriata uygun demektir. Günümüzdeki anlamıyla kanunlara uygun demektir. “Şari” ise şeriat yani hukuk yapan demek olup yasaları yapan meclis anlamına gelir.
Kur’an gelinceye kadar “şari”, Allah’tan vahiy aldıklarını söyleyerek yasa yapan peygamberler veya Allah’ın soyundan geldiklerini iddia eden krallar olmuştur.
Kur’an bu sistemi sonlandırmış ve yeni bir düzen ortaya koymuştur. O düzen şudur:
İnsan özgürdür. Kendi şeriatını kendisi yapar. Buna “içtihat” denir. Sonra kendi yaptığı şeriata göre yaşar. Yani hâkim olan da mahkûmun ileyh de insanın kendisidir. Sadece şeriat/hukuk içinde yaşar yani kurallara göre hareket eder. Kuralları kendisi koyar ama o kurallara uymak zorunda kalır. Değiştirebilirse de, değiştirinceye kadar uymak zorunda olur.
Usul İlmi yasa yapma ilmidir, şeriatı oluşturma ilmidir, içtihat yapma ilmidir.
Uygarlıklar yeni şeriatla doğarlar, yaşarlar ve ömürlerini tamamlayıp tarih olurlar.
İslam uygarlığı, birinci Kur’an şeriatı dönemi olarak doğmuş, yaşamış, yaşlanmış ve tarih sahnesindeki yerini almıştır, üçüncü binyılın başında şimdi yeni Kur’an uygarlığının doğmasının başladığı zaman içindeyiz.
Yeni Usulü Fıkha ihtiyacımız vardır.
Batılılar sanayide başarıya ulaşmışlarsa da, hukukta bin sene önceki İslam hukuku seviyesine bile varamamışlardır.
Batılıların bu ilkelliğini ıslahat ve/ya reformlarla zorla Türkiye’ye aktarmaya çalışma üç asırdan beri devam eder durur ama şimdiye kadar olumlu bir sonuç elde edilememiştir.
Bunun nedeni basittir, olmayan bir şey aktarılmaya çalışılıyor.
Bir otomobili teknoloji ile imal edebilirsiniz ama teknoloji ile trafiğe çıkaramazsınız. Batı bize teknolojiyi verebilir ama trafik kurallarını bize öğretemez.
Çünkü bizden öğrenmek istememiş, farkına varamamış, akit serbestliği gibi bazı ilkeleri öğrenmişse de yarım öğrenmiş, ama bu yaptıklarının mantığını kavrayamamıştır.
Sorunun bu boyutu anlaşılıp kavranmadan “reform” dâhil hiçbir şey yapılamaz.
Diğer bütün detaylar yarım yüzyıllık tüm çalışmalarımızda ama bakıp görmek gerek!
“Sağırlar, dilsizler, körler var” dedik önceki yazımızda; onlar nasıl duyup görecek!
***
Sağırlara duyurabilme durumumuzu ve çilemizi bir fıkra ile anlatalım…
Behlül Dânâ bir gün yolda giderken kendini kovalayan müfrezelerden kaçan Abdürrezzak ile karşılaşır. Abdürrezzak: “Aman Behlül, bana yardım et, kaçmam lazım!”
Behlül sırtında taşıdığı boş çuvalı açar: “Gir içine” der. Abdürrezzak içine girince, vurur sırtına çuvalı, yoluna devam eder. Biraz sonra Abdürrezzak'ı takip eden müfreze ile karşılaşır. Sorarlar; “Behlül, Abdürrezzak’ı gördün mü?”
-“Gördüm, sırtımda” der. Ama onlar bu cevaba güler ve giderler!
Biraz sonra bir müfreze daha… “Behlül, Abdürrezzak'ı gördün mü?”
Cevabı aynıdır. -“Gördüm, sırtımda!” Olay üçüncü kez tekrar eder.
Emniyetli bir yere gelince Behlül torbayı açar ve Abdürrezzak'ı indirir.
Abdürrezzak: “Behlül ne yaptın? Hem kurtarmaya söz verdin, hem de gammazladın...”
Behlül gülümser ve der ki; -“Merak etme! Onlar doğruya inanmazlar; Doğru söyleyene hiç inanmazlar!”