ADİL DÜZEN-ERBAKAN-ESAM2010-ŞERH
Süleyman Karagülle
1451 Okunma
15-vergi

KUR’AN VE İLİM SEMİNERLERİ-639/ADİL DÜZEN DERSLERİ-469 03 Aralık 2011

 

ADİL DÜZEN-9

NECMETTİN ERBAKAN  -  SÜLEYMAN KARAGÜLLE

***

İKİNCİ BÖLÜM

(ADİL EKONOMİK DÜZEN)

ADİL DÜZEN’DE EKONOMİ

Not: Parantez içindeki ifadeler Necmettin Erbakan’ın ifadeleridir. Parantez dışındakiler Süleyman Karagülle’ye göre söylenmesi daha uygun olan ifadelerdir. Karşılaştırma siz okuyuculara düşer…

 

***

 

(D. (Adil Ekonomik Düzen'in Vergiyle İlgili Esasları)

Vergi: Kamu Görevleri ve Genel Hizmet Payı

(Adil Ekonomik Düzen “Hakkı Üstün Tutan” bir nizam, bir düzenidir. Bundan dolayı devletin elinde kuvveti vardır diye aklına estiği şekilde vergi koymasına müsaade edilmez. Devlet de hakka riayet edecektir, ancak ve sadece kendi hakkını alacaktır. Bu sebeplerden dolayı Adil Düzen'de vergi devletin üretime yaptığı katkı ve kendi hizmetlerinden dolayı hakkını alması demektir. Hâlihazır Faizci Kapitalist Nizamda devlet haksız olarak vatandaşı ezmektedir; gelişmeyi önlemekte, gelir dağılımlarını bozmakta, sömürmekte ve zulüm yapmaktadır. Bu münasebetle çeşitli isimler altında icat edilmiş bulunan bütün vergiler, fonlar ve kesintiler tamamen haksızdır. Hepsinin lağvedilmesi gerekir.)

“Adil Ekonomik Düzen”de vergi, katkısı nisbetinde işletmelerden aldığı paydır; halkın kazancından aldığı pay değildir. Paradan değil üründen alınmaktadır. Esasları anayasanın değişmez maddelerinde yazılıdır. Kanunla düzenlenir. Nisbetler artırılamaz.

(Adil Düzen'de devletin geliri nasıl teşekkül ediyor? Devletin asıl geliri şu şekilde teşekkül etmektedir. Konuyu yine bir misalle açıklayalım:)

Adil devlet bir ortaklıktır, imtiyazlı ortaklıktır. İşletmelere yaptığı katkılardan aldığı paylarla kamu görevini ve genel hizmeti yapar. Bunlar en çok beşte birerlerdir. Yani beş kişiden biri kamuda çalışır, aldığı pay da o kadardır.

(Diyelim ki bir müteşebbis ekonomik bir faaliyet yapacak ve mesela motor üretecek; bunun için önce umum müdür, teknik müdür, mali, ticari ve idari müdürler ve yardımcılarından müteşekkil bir yönetim kadrosu teşkil etmiştir. Bu kadro belli kapasitede üretim yapabilecek komple bir işletmeyi yönetebilecek kabiliyettedir. Bu kabiliyetleri mensup oldukları meslek kuruluşları “Teminatlı Ehliyet” ile bellidir ve kadro mensup oldukları ahlâki topluluğun, verdiği “Teminatlı Tezkiye” ile de tezkiye edilmiş, dürüst bir kadrodur. Ülkenin belli bir bölgesinde kurulması teşvik edilmiş ve kurulmuş bir motor üretim tesisinin “Tesis Sahipler” ile görüşmüşlerdir. Bu tesis sahipleri diyelim ki bir şirkettir ve bu yönetici kadroyla tesislerinin çalıştırılmasını uygun görmüşlerdir ve buna razı olmuşlardır. Böylece bir masanın etrafında yönetici kadro ve tesis sahipleri temsilcileri oturdular. Üretim için işçi lazım, diyelim ki bir işçi sendikası temsilcisi de biz şu kimselerden müteşekkil bir işçi kadrosuyla bu tesisin bütün işçilik hizmetlerini yapmaya hazırız dedi. Böylece işçi temsilcisi de masaya oturdu. Üretim için hammadde lazım. Bir şirket de; “Biz de bu fabrikanın ihtiyacı olan bütün hammaddeleri vermeyi kabul ediyoruz.” dedi. O da masaya oturdu. Böylece masada dört temsilci oldu: 1.Yönetici kadro, 2.tesis sahibi, 3.işçi temsilcisi ve 4.hammaddeyi tedarik edecek tüccarların temsilcileri. Bunlar bu imkânlarla üretim yapabilirler mi? Hayır. Çünkü tesisin çalışıp motor üretebilmesi için bunlardan başka ayrıca işletmenin elektrik, su, nakliyat, yeminli muhasebeci, yeminli ambarcı, iletişim ve ulaşım imkânları, yol, sağlık, eğitim, güvenlik vs. gibi çeşitli genel hizmetlere ihtiyacı vardır. İşte herhangi bir üretimde diğer dört unsur bir araya geldiği zaman bu beşinci unsuru da devlet temin etmekte yani genel hizmetleri yaparak üretime katkıda bulunmaktadır.)

Yeryüzü ülkelere, ülkeler illere, iller bucaklara ayrılmaktadır. Bucaklarda mesken ve işyerleri siteleri kurulmaktadır. Kamu kademe kademe bu sitelerin kurulması planlamasını yapmaktadır. Yani nerede ne yapı yapılacağının planları vardır. Arsalar ve projeleri hazırdır. Dayanışma ortaklıkları ilmî, ahlâkî, meslekî ve siyasî teminatlı ehliyetleri vererek müteahhitleri ortaya çıkartmaktadır. Müteahhitler resmi ücretle işçileri çalıştırarak meskenleri ve tesisleri inşa etmektedirler. Çalışanların eline geçen paraya karşılık tesislerin hisse senetleri satılmaktadır. Böylece tesislere patronlar değil halk sahip olmaktadır.

Bu tesisleri işletmek üzere ise dört grup insan toplanmaktadır. Girişimci. Dayanışma ortaklıkları kişinin tahsiline, tecrübesine ve ortak olduğu işçi ekibiyle ne kadar ne işi yapabileceğine dair, dayanışma ortaklıkları kapasite belgesini vermektedir. İşyeri sahipleri bir araya gelir ve aralarında kira anlaşmasını yaparlar. Bu işçi payının anlaştıkları miktardaki kattır. Sonra işveren genel hizmet verecek serbest meslek müteşebbisleri ile anlaşır. Bunların payı sektöre göre kanunla belirlenmiştir. Girişimci üretim yapacak durumdadır. Girişici bir de on kadar tüccar bulur ve onlarla anlaşma yapar. Her parti üretim için ayrı anlaşma yapar. Ham maddeyi alır, mamul madde verir. İşçilik payını ham madde alır. Yüz motorluk malzeme getirir, kırkını motor olarak alır. Kalanı da diğer girdilere ait olur. Bunun pazarlığını emeği temsil eden girişimci yapar. Diğer paylar bu payın bir oranıdır.

Erbakan beş ortağı oturtuyor. Birini sendikacı yapıyor. Oysa sendika yok, ortaklık var. İşveren ve işçi yok, ortaklar var. Erbakan’ın bizden ayrıldığı ikinci nokta, beşini bir araya getirip pazarlık yaptırıyor. Bizde ise girişimci bunlarla ayrı ayrı anlaşıyor. Yani zamanla biri ayrılırsa girişimci onun yerine yenisini buluyor.

Biz bunları Erbakan’la tartışmadık. Çünkü o siyaset yapıyordu, halkın anlayabileceği ve sermayenin de hazmedeceği şekilde anlatması gerekirdi. İsteyenler doğrusunu bizden öğrenebilirlerdi. Nitekim Mehmet Ali Şahin il başkanı olduğu dönemde sormuş ve öğrenmişti ama iktidara gelince öğrendiklerini unuttu!

(Böylece devlet de beşinci ortak olarak masaya oturmaktadır ve kendi hizmetleriyle üretime katkıda bulunarak üretimden pay almaya hak kazanmaktadır. Diyelim ki bu üretim projesinde uzmanla üretilen malların bölüşümünde hangi hakkâni oranda her bir ortak pay alacaktır. Bunu ilmi esaslara ve hak ölçülerine uygun olarak tespit etmişler ve beş ortaktan her birinin üretimin beşte birini almasını uygun görmüşlerdir. Bu bölüşüm esasları zaten baştan belliydi ve herkes bu oranda bölüşmeye kendi rızasıyla ortaklığa katılmaktadır.)

Erbakan’la ayrıldığımız husus oranların tesbitindedir. Halka anlatılması zor olduğu için ilmî esaslar diyor. Biz ise girişimcinin ikili anlaşmalarda pazarlıkla anlaştığı nisbettir diyoruz. Bu söylediğimiz Erbakan’ın söyledikleri ile zıtlık teşkil etmektedir. İlmî esaslardan biri olmaktadır.

(Şekil 19’da görüldüğü gibi insanlık tarihi boyunca çeşitli ekonomik aşamalardan geçirilerek günümüze gelinmiştir. Her aşamada üretilen hâsılanın paylaşımı farklı olmuştur. İnsanlık bugün işçilik merhalesinde bulunmaktadır. Bu aşamada paylaşımın kurallarını siyasi tekel (Komünizm) veya iktisadi tekel (Kapitalizm) belirlemektedir. Geleceğin iktisadi düzeni olan Adil Ekonomik Düzen’inde (Ortaklık Ekonomisinde) Devletin payı anayasa ile, diğer faktörlerin hasıladaki payı serbest bir ortamda tarafların irade ve rızası ile belirlenecektir. Devlet güçlü olduğu için payını artırma yetkisi bürokratların keyfi kararına bırakılmamaktadır.)

Devletin payı anayasayla, diğer paylar serbest pazarlıkla belirlenecektir. Erbakan da bunu diyor. Demek ki bu hususta bir ayrılığımız yoktur.

(Bütün unsurların tamam olmasıyla üretim yapıldı. 1 ayda 500 motor üretildi. Projeye göre her ortak grup, bu motorlar ambara teslim edildiği zaman 100 motor sahibi oldu. Bu üretim yapılırken 1 ay boyunca mesela işçiler yol için, yemek için çeşitli masraflar yaptılar ancak 100 motor sahibi olunca kâr ettiler, kazandılar. Yöneticiler, tesis sahipleri, hammaddeciler de aynı şekilde masraf ettiler, ama buna mukabil kazandılar. İşte tıpkı devlet de bunlar gibi üretim esnasında 1 ay boyunca elektrik, su verdi, çeşitli genel hizmetlerin yapılması için masraflar etti. Fakat o da üretimin sonunda 100 motor sahibi olunca aynen işçiler ve diğer ortaklar gibi sadece kendi hakkini aldı ve de kâr etti. İşte Adil Düzen'de devletin geliri bu şekilde teşekkül etmektedir.)

“Adil Düzen”de vergi halktan alınmaz. Para olarak alınmaz. İşlemelerin üretiminden anayasada belirtilen miktar alınır. Devlet bununla kamu görevleri yapar, genel hizmetleri yaptırır. Vakıfları işleterek elektrik ve su gibi girdileri temin eder. Bu vergi değil genel hizmet payıdır. ‘Vergi yok, faiz yok’ dediği budur. Kim buna itiraz edebilir? Sadece cahil olan.

(Devlet huzur, asayiş ve güvenliğin temini suretiyle de üretime girmemiş servetlerin muhafazası için de hizmet görmektedir. Dolayısıyla devletin bunlardan da kendi hakkını pay olarak alması tabiidir.)

Devlet genel olarak beşte bir kamu görevi için alır, beşte bir de genel hizmet için alır, beşte bir de çalışmayan veya çalışamayanlara sosyal güvenlik karşılığı alır. Üreticiye beşte biri kalır. İşçilik payı ile kira payını aralarında bölüşürler. Yani sonunda işçilere de beşte bir kalabilir. Bugün bu oran dokuzda, onda birdir.

 

 

 

(Şekil Not supported field expression!: Tarih Boyunca Ekonomik Aşamalar ile Ortaklık Ekonomisinde İktisadi Girdiler ve Paylaşım Tablosu)

Teşebbüs ortaklığı yoktur. Her ortaklıkta bir sorumlu vardır. Müteşebbis odur. Sermaye müteşebbisi, emek müteşebbisi, ham madde müteşebbisi, genel hizmet müteşebbisi.

(Devlet ayrıca toprağın, madenlerin, ormanların meraların sahibidir. Çünkü bunların ha
kiki sahipleri şehitlerdir. Şehitleri de devlet temsil etmektedir. Dolayısıyla bunlardan çeşitli şekilde yararlananlar da yine devletin payını hak ölçülerine uygun olarak vereceklerdir.)

Kişilerin emekleri ile elde ettikleri kendilerinindir. Diğer kaynaklar iç ve dış güvenliği sağlayan devletindir, yani ordunundur, yani şehitlerindir.

(Ayrıca devlet şu veya bu sebeple bazı tesislerin ve işletmelerin de sahibi olabilir. Bu takdirde bu tesislerin ve işletmelerin üretimlerinde devletin sadece yaptığı genel hizmetler karşılığında değil aynı zamanda tesis sahibi olarak da hakkını alması tabiidir.)

Devlet sermaye karşılığı pay alabilir mi? Alırsa faiz olur. Alamaz. Devlet emek karşılığı da alamaz, çünkü kendisinin emeği yoktur. Alırsa faiz olur. Ama devlet inşaattan arsa payını almaktadır. Yani fabrikaların beşte biri de devletindir. Bunları kiraya verip işletilmesine cevaz verilebilir. Uygulamada yararı veya zararı görülür.

(İşte Adil Düzen'de devletin gelirleri bu esaslar dâhilinde teşekkül eder.)

Askere gidenler bedenen devlet hizmetlerine katılırlar. İşletmeler de devlete payını verirler. Halka ise hizmet karşılıksız götürülür. Yani aidatsız sigorta yapılır.

(Bundan dolayı Adil Düzen'de vergiyle ilgili olarak aşağıdaki temel esaslar söz konusudur:)

Verginin dört prensibi vardır.

 

(1. Verginin Sadece “Devlet Hizmeti Karşılığı” Olması Prensibi):

Kredi Karşılığı Vergi

(Yukarıda da açıklandığı gibi Adil Düzen'de devlet aklına estiği gibi vergi kanunu çıkartamaz, vergi alamaz. Devletin geliri sadece yaptığı hizmetler ve sahip olduğu kıymetler karşılığında “Hak” ölçülerine uygun olarak kendi hakkını alması suretiyle teşekkül eder. Devletin bu hakkının dışında hiçbir vergi koyması söz konusu değildir. Dolayısıyla Adil Düzen'e geçildiğinde bugünkü binlerce haksız vergi ve fon maddelerinin hepsi yürürlükten kaldırılacaktır.)

Devlet faizsiz kredi verir. Bunun karşılığında üretimden pay alır. Bu payı halka hizmette kullanır. Ayrıca genel hizmet verir, onun karşılığı da vergi payıdır.

 

(2. “Tek Vergi” Prensibi)

İşletmelerden Vergi

(Yukarıdaki misalde ve açıklamalarda da belirtildiği gibi devlet üretimden ve sahip olduğu kıymetlerden hakkâni ölçüler içerisinde sadece bir tek vergi alır. Bir üretimden ve bir kimseden çeşit çeşit isimler altında, çeşit çeşit kademelerde ayrı ayrı vergilerin alınması söz konusu değildir.)

Vergi kişilerden değil işletmelerden alınır. İşletmeler de üründen vergi öderler. Ham madde düşüldükten sonra mamul maddeden bir defa alınır. Sonra alış satıştan vergi alınmaz. Tüccar işletmelerden de kırkta bir senelik bir defaya mahsus yine mevcuttan alınır.

 

(3. Verginin Yani Devletin Payının “Üretim Cinsinden” Verilmesi Prensibi)

Mamulden Vergi

(Yine yukarıdaki misalde ve açıklamalarda belirtildiği gibi devletin payı devlete, üretim cinsinden verilir. Yani mesela motor üretildiğinde devlet de kendi payını ambara giren motor cinsinden almaktadır. Bunu tıpkı şahıslar gibi devlet de istediği zaman o andaki piyasa fiyatı üzerinden paraya çevirebilir. Bu sebepten dolayı Adil Düzen’de “vergiyi ille de nakit olarak gününde ödeyeceğiz” diye bir kimsenin elindeki malını yok pahasına satması mecburiyeti söz konusu değildir.)

Vergi üründen alınır, malı ucuz ucuz satmak zorunda bırakılmaz. Ambara mal teslim edilme karşılığı herkese belge verilir. Bu belge sonra borsalarda paraya çevrilir.

 

(“4. Gelirden Vergi Alınmaması” Prensibi)

Sermayeden Vergi

(Yukarıda da açıklandığı gibi Adil Düzen'de vergi devletin üretime yaptığı katkı ve hizmetleri karşılığında kendi hakkını alması esasına dayanmaktadır. Üretim ve hizmetlerde herkes kendi hakkını almaktadır. Üretimden sonra haklar adilane bir şekilde, müteşebbis yönetici, tesis sahipleri, işçi, hammaddeyi temin edenler ve devletin yaptığı hizmetler dolayısıyla devlet arasından bölüştürmekte, herkes kendi payını almaktadır. Böyle bir pay dağıtımı yapıldıktan sonra artık devlet kimsenin payından şu veya bu sebeple vergi almaya kalkamaz. Bunun manası herkesin brüt geliri ne ise bu aynı zamanda onun net geliridir. Böylece bir yandan işçi, köylü, memur; esnafın emek karşılığı elde ettikten brüt gelirlerinden ayrıca vergi ödemeleri söz konusu olmadığı gibi tüccar, müteşebbis, sanayici ve tesis sahipleri ve ayrıca kira ve kârdan hizmet ve katkısı karşılığında pay alanların gelirlerinden vergi ödemeleri de söz konusu değildir.)

Vergi hasıladan alınmaktadır. Sadece merada yayılan hayvanlardan, ticaret mallarından, paradan ve ambarda bir seneden fazla tutulan mallardan kırkta bir sermeye vergisi alınmaktadır. Bu aynı zamanda sermayenin tekelleşmesini önlemektedir.

(Bugünkü Faizci Kapitalist Düzende alınan vergiler netice itibariyle haksız olarak fakir fukarayı ezen vergilerdir. Zaten geçinemeyen işçi, memur, köylü, esnafın brüt gelirlerinden vergi kesmek vergiyi haksız olarak bunlara ödetmek mahiyetindedir. Aynı şekilde tüccardan ve üretimin her kademesinden ve her ne suretle olursa olsun kârdan, kazanç ve gelirden vergi kesmek demek, netice olarak bu kâr ve gelirler satılan mallardan yapıldığı için bu malları satın alanlara yani vergiyi dolaylı olarak sonunda fakir fukaraya yüklemek mahiyetindedir. Nitekim bugünkü düzende kâr eden bir tüccarın veya fabrikanın gelirinden maliyeye vergi ödemesi demek gerçekte bu vergiyi o tüccar veya üreticinin ödemesi demek değildir. Burada tüccar veya üretici vergi ödemiyor, sadece maliyeye tahsildar muavinliği yapıyor. Yani malları satın alan fakir fukaradan aldığı paranın bir kısmını götürüp maliyeye veriyor. Böylece neticede emekçiler, çalışanlar ve fakir fukara eziliyor. Gelirden alınan vergi netice itibariyle haksız olarak fakir fukaradan alınan vergi demektir. Bunun İçin Adil Düzen'de gelirden vergi alınması söz konusu değildir.)

Gelirden vergi tüketicilerden alınan vergidir. Ayrıca parayı piyasadan çektiği için üretilen mallar satılamamakta, dolayısıyla üretim durmakta ve krizler oluşmaktadır. “Adil Düzen”de kâr da paradan değil maldan yapılmaktadır.

 

(5. Ödenen Vergi Miktarı ve Devlet Hizmetlerinden Yararlanmada Öncelik)

Vergiden Yararlanma

(Şahıslar veya müesseseler ne kadar çok vergi ödemişlerse Devletin sağladıkları hizmetlerden o oranda daha fazla ve öncelikle yararlanma imkânına kavuşacaklardır.)

Vergiye göre kredi verilmekte, vergiye göre altyapı hizmetlerinden yararlanılmakta, vergiye göre mallar sigortalanmakta ve vergiye göre sosyal sigortadan yararlanılmaktadır.

(Yukarıda açıklanan şekilde, herhangi bir şahıs veya müessese yaptığı ekonomik faaliyetlerle devletin gelir temin etmesine vesile olursa, yani bugünkü Faizci Kapitalist nizamın tabiriyle devlete ne kadar çok vergi vermişse, o şahıs veya müessese devletten o kadar çok “Ödenmiş Yergi Karşılığı Kredi” alma hakkı kazanır. Bunun gibi devletten o nispette öncelikle ve daha çok genel hizmetler bakımından hizmet alma imkânına kavuşur ve de o teşebbüs veya müessese bu ödediği vergi ile orantılı olarak daha yüksek bedelle sigorta edilmiş olur. Yani: Devlet teşebbüslerin güvenliğini sağlamaktadır. Bu teşebbüslerde hırsızlık, yangın, tahribat v.s. gibi müteşebbisin iradesi dışındaki sebeplerden bir zarar meydana geldiğinde bu zararı tazmin eder. İşte bu tazminat, müessese devlete ne nispette daha fazla gelir teminine vesile olmuşsa, o kadar malının sigortası o ölçüde yüksek olur. Vergisi ödenen mal Adil Düzen’de sigortalıdır. Vergi vermek malını sigorta etmektir.  Bunun için Adil Düzen'de çok vergi ödemenin, yani devletin daha çok gelir elde etmesine vesile olmanın birçok avantajları mevcuttur. Böylece düzen müteşebbisleri yukarıda, açıklanan hakkâni ve adil ilkeler içerisinde daha çok vergi ödemeye teşvik eder.)

Bir işletmenin geçmiş yıllarda kamuya ödenen payı ne kadar çoksa, gelecek yıllarda kamudan alacağı faizsiz kredi o kadar çoktur. Kullanabileceği su, elektrik ve benzeri yardımcı maddeler o kadar çoktur. İşletmenin değeri geçmiş yıllarda sağladığı kamu payı kadardır. Ayrıca bir işletmede çalışanların çalıştıkları saatleri ve işletmenin kamu payı nisbetinde sosyal sigortalı olma hakkı vardır.

 

(6. Verginin “Beyana Göre” Olması İlkesi)

Vergi Mal Belgesi ile Ödenir

(Yukarıda açıklanan sebeplerden dolayı Âdil Düzen'de vergi beyana göre alınır. Ayrıca vergi kontrolü, vergi uyuşmazlığı, vergi mahkemeleri ve vergi kaçakçılığı söz konusu değildir. Çünkü önce bir defa üretimlerde ambar ve muhasebe hizmetlerini yeminli ambarcılar ve muhasipler yapmaktadır. Üretimin paylaşılması açık, kesin, adil esaslara bağlanmıştır. Mal ambara teslim edilince, üretim tahakkuk edince herkesin payı bellidir ve herkes payına emin bir şekilde sahip olmuştur. Bu arada herkes gibi devlet de kendi hakkını almıştır. Artık bundan sonra vergi kaçırmak demek, bir depodaki devletin malını hırsızlık yaparak çalmak demektir. Esasen paylaşma adilane olduğu İçin, herkes hakkını aldığından kimse ayrıca böyle bir hırsızlığa teşebbüs etmeyecektir.)

Üreticiler mallarını ortak ambara teslim ederler. Pay sahipleri pay belgelerini alırlar. Bu belgeleri dünyaya pazarlarlar. Mallar ambarda ne kadar durursa dursun ambar parasını ödemezler. Mallar ne kadar uzağa giderse gitsin nakliye parasını ödemezler. Vergi kaçırma diye bir şey yoktur. Üretip tüketenler veya yakın kimselere satanlar vergi ödemezler. Bu da binde bir bile değildir.

(Diğer yandan bir teşebbüste devlete düşen pay ne kadarsa o teşebbüsün;

-Gayrimenkul değeri,

-Hisse senedi bedeli,

-İstimlâk bedeli,

o kadar yüksek olacaktır. Böylece vergi kaçakçılığı fiilen söz konusu olmadığı gibi bunu yapana da neticede bir fayda değil sadece zarar getirecektir. Bu husus bir misal ile açıklayalım: Diyelim ki bir kimsenin 80 tane koyunu vardır. Bunları açık meralarda otlatıyor ve böylece koyunculuk yapıyor. Bu kimse 1 yılda 80 tane koyunundan 2 tanesini devlete verecektir. Çünkü bu koyunları meralarda otlatıyor, böylece devlet onun üretimine katkıda bulunuyor ve ayrıca onun bu işi yapmasının güvencesini sağlıyor. Meraların asıl sahibi şehitlerdir. Şehitlerin temsilcisi de Adil Düzenin devletidir. Dolayısıyla bu 2 koyun devletin hakkıdır. Bir misal olarak farz edilsin ki bu koyunculuğu yapan kimse 80 koyunu olduğu halde 40 koyunu olduğunu beyan etmiş ve devlete 2 koyun yerine 1 koyun vermiştir. Ama eğer biri gelir de bu şahsın koyunlarından 40 tanesini çalar veya gasp ederse bu takdirde bu kimse devlete başvurup bunun tazmin edilmesini isteyemeyecektir. Böylece çok daha zararlı çıkacaktır. Hâlbuki eğer dürüst davranmış ve devletin hakkını verirken doğru beyanda bulunarak 80 koyunu olduğunu beyan etmiş olsaydı bu takdirde devlet ona çalınan veya gasp edilen 40 koyununu tazmin edecek veya ettirecekti.)

Beyan edilen sermaye, merada yayılan hayvan ne kadarsa, devlet onu korumakla mükelleftir. Koruyamazsa onu tazmin eder. Beyan edilmeyen malı korumaz.

(Görüldüğü gibi Adil Düzen'de vergi beyana göredir. Buna mukabil vergi kaçakçılığı, vergi kontrolü, uyuşmazlığı, mahkemesi söz konusu değildir. Hâlbuki bugünkü Faizci Kapitalist Düzende Maliye Bakanlığı'nın memurlarının en büyük meşgalesi vergi kaçakçılığı ile uğraşmaktır. Müteşebbislerin en önemli gayretlerinden birisi de daha az vergi vermenin yollarını araştırmaktır. Neticede de bütün bu külfetlere ve israflara rağmen yine de devlet vergiyi tam olarak toplayamamaktadır. Bu düzende esasen vergiler temelde haksız ve zulmedici olduğu gibi bunun kontrolü ve tahsili için de ayrıca yeniden sayısız zulümler yapılmaktadır. Su zulümler Faizci Kapitalist Düzenin haksız yapısından doğan zulümlerdir.)

“Adil Düzen”de cebri icra yoktur. Aldığı krediyi ödeyemezse bile mallarına icra konmaz. Kredi alma ehliyeti kaldırılır. Öderse tekrar kazanır. Devlet kredi borcunu ödemesi için de yardımcı olur.

 

(7. “Üretimden Alınacak Pay Anayasa ile Belirlenir” İlkesi)

Kamu Payı Yasalarla Belirlenmiştir

(Adil Düzen hakkı üstün tutan düzendir. Hak ise mutlak bir gerçektir. Onun bunun indi ve keyfi mütalaa, görüş ve arzusuna uyularak tahrif edilemez, gasp edilemez ve değiştirilemez. Aksi takdirde yapılan iş haksızlık olur, zulüm olur. “Hakkı Üstün Tutmak” değil “Kuvveti Üstün Tutmak” olur. Bundan dolayı Adil Düzen'de üretimden alınacak payın belirlenmesi kararnameyle veya kanunla olamaz. Devletin üretilen hâsıladan alacağı pay, “Hakkı Üstün Tutan” Adil Düzene uygun olarak yasalarla belirlenir. Böylece bürokratların keyfi kararları ile vergi oranlarını artırmaları önlenmiş olacaktır.)

Madenler gibi tükenen kaynaklardan yapılan üretimden beşte bir, arazi gibi tükenmeyen özelleştirilmiş alanlardan alınan kamu payı onda bir, herkese açık yerlerde yapılan istihsalden yirmide bir, üründen değil de sermayeden alınan mallardan kırkta bir alınır. Hangi kademede alınacağı hususu ise üretime göre yasalarla tesbit edilir.

(Adil Düzen'de üretim projelerinde paylaşma oranları yasalarda yapılacak düzenlemelere göre bu temel paylaşma ilkelerine dayanılarak konunun uzmanları tarafından tespit olunur. Bunlar projelerde belirtilmiştir, üretimin pay sahipleri, yukarıda belirtilen misalde olduğu gibi üretime katkılarıyla iştirak edip ne kadar pay alacaklar bu nispetle ve haklarını önceden bilirler, rızalarıyla iştirak ederler, üretimden sonrada haklarına razı olurlar.)

Her işletmede kamu payı işletme senedinde belirlenir. Pay üzerinde ihtilafa düşerlerse hakemlere giderler.

(Böylece Adil Düzen'de kuvvet değil hak üstün tutulur.)

“Adil Düzen”de her şey yargı denetimindedir.

(Bu sebepten dolayı Adil Düzen'in Anayasası’nda nasıl “Faiz yoktur” “Devlet piyasaya karşılıksız para süremez” esasları yer almışsa “Devlet vergi kanunu çıkartamaz” esasına da yer verilecektir.)

Devlet vergideki payları kanunlarla artıramaz. Anayasanın değişmez maddeleri içinde        yer alır.

(Böylece Adil Düzen'de, bugünkü bütün vergi ve fonlarla ilgili her türlü mevzuat lağvedilerek haksız vergilerin hepsi kaldırıldığı halde, Devlet masraflarını karşılayacak geliri nasıl temin edecektir, sorusu kısaca ve ana hatlarıyla açıklanmış oldu.)

Vergiler kalkıyor, devlet geliri artıyor.

(Şimdi kısaca Adil Düzenle, hâlihazır Faizci Kapitalist Düzeni vergi açısından mukayese edelim:)

Faizci düzende çıkmaza giden ekonomi vardır. “Adil Ekonomik Düzen”de değerler dengededir.

(Adil Düzen’le Faizci Kapitalist Düzen arasında vergi bakımından aşağıdaki üç önemli temel farkı görürüz:)

Adil Ekonomik Düzen”de vergi barışın kaynağıdır. Çünkü alınan vergi az gelirli olanlara dağıtılıyor. Halk zenginin daha çok zengin olmasını istiyor. Çünkü payı o kadar artıyor.

(a) Adil Düzen'de devletin geliri çok daha fazladır ve hızla artar.)

“Adil Ekonomik Düzen”de tam istihdam vardır. Kamu payı maksimumdur. Devlet de halk kadar zengindir. Tekelleşmemiş sermaye de güven içindedir.

(b) Adli Düzen'de devletin vergiyle ilgili mevzuatı ve vergiye ait bütün yürütmeler haklı, son derece basit, açı, süratli ve barışçıdır.)

Vergi mevzuatı sade ve basittir.

(c) Adil Düzen'de vergi “Ekonominin ve sosyal yapının en büyük tahribatçısı” olmayıp bilakis ekonominin ve sosyal yapının en büyük hizmetkârıdır. Vergi makro iktisadi dengeleri bozmaz, düzeltir.)

“Adil Düzen”de devlet kazandırır ve payını alır. Asla başkalarının kazançlarına ortak olmaz.

(Şimdi bu gerçekleri kısaca açıklayalım:

Adil Düzende Devletin Geliri Çok Daha Fazladır ve Hızla Artar!

Nasıl oluyor da bütün vergi ve fonlar kaldırıldığı halde devlet çok daha fazla gelir elde ediyor ve devletin geliri de yıldan yıla hızla artıyor?

Bu gerçeği bir misalle açıklayalım: Bütçe tatbikatıyla tamamlanmış ve sona ermiş olan en son yıl olarak bir misal olmak üzere 2009 yılını ele alalım.)

(Maksadımız bir gerçeği açıklamak olduğu için her türlü teferruatı bir kenara bırakarak yuvarlak rakamlarla konuşalım. 2009 yılı bütçesi bilindiği üzere 259,1 milyar TL olarak hazırlanmıştı. Başlangıçta bu bütçenin açığının 10,3 milyar TL olacağı kabul edilmişti. Bunun pratik manası yani daha baştan o yıl devlet yaptığı zulümlere ilaveten ayrıca 10,3 milyar lira karşılıksız olarak para basıp piyasaya sürüp herkesin o nispetteki parasını ve hakkını elinden almış, gasp etmiş olacaktı. Bu gerçek bir yana fiiliyatta açık 10,3 milyar TL yerine sadece Kasım 2009 ayının açığı 3,1 milyar TL olmuştur. Bir önceki aya göre % 30 oranında artmıştır. 2009 yılının Kasım ayı sonu itibariyle bütçe açığı  % 445 oranında artarak 46,3 milyar TL olmuştur. Ocak-Kasım 2008 döneminde 8 milyar 272 milyon TL açık vermiş olmasına rağmen Ocak-Kasım 2009 döneminde bütçe açığı 46 milyar 356 milyon TL olmuştur. 2009 yılı itibariyle bütçe açığının % 600 oranında artarak 60 milyar TL’ye ulaşacağı tahmin edilmektedir. Geriye kalan yaklaşık 200 milyar TL olan fiili bütçenin Kasım 2009 sonu itibariyle 57,5 milyar TL’si iç ve dış borçların faizi ve taksitidir. Geri kalan 142,5 milyar TL’nin 13 milyar TL’si Kasım 2009 sonu itibariyle sermaye giderlerine harcanmıştır. 2009 yılı için öngörülen 57 milyar TL personel giderinin % 91,4’üne tekabül eden 52 milyar TL’si Ocak-Kasım 2009 itibariyle harcanmıştır. Tatbikatta bütçeden kısa bir süre sonra çıkartılan genelgelerle “Yatırım tasarrufu” adı altında yatırımlar durdurulmuştur.)

“Adil Düzen”de devlet görevlileri devlet gelirlerinden pay alacaklarından bütçe açığı diye bir şey olmaz. Kamu görevi daha karlı ise halk orada çalışır, değilse özel sektörde çalışır. Beşte bir vergi payı varsa kamu görevi görenler de beşte birdir.

(Böylece 2009 yılının gerçek fiili bütçesi netice itibariyle sadece yaklaşık 70 milyar TL kadardır. Bu bütçe ile yetmiş milyon insanımızın hangi temel ihtiyaçların karşılanacak ve milletin refah düzeyi nasıl artırılacaktır.)

Devlet girdilere devlet senedi vermektedir. Senedin değeri de kamu gelirleri ile hesaplanmaktadır. Devletin iyi çalışıp çalışmadığı devlet senedinin değeri ile ölçülmektedir.

(Bugünkü faizci kapitalist düzen verine “Adil Düzen” olsaydı ne olacaktı. Hâlihazır 4 binden fazla vergi, fon ve bunlarla ilgili konulara ait kanun kararname ve genelge maddelerinin hepsi lağvedilecekti. Bütün vergiler kaldırılacaktı.)

Bugün vergi gelirlerinin dörtte biri vergi toplama masraflarına gidiyor. Bir o kadar da özel sektörün harcaması var. Bu vergiler kalkınca devletin gideri dörtte bir azalacak ve gelir de özel sektörden daha fazla gelecek, yüzde yüz kârlı olacaktır.

(Devlet, gelirini üretime yaptığı katkı karşılığında sadece kendi hakkı olarak alacaktı. Üreticilerin vergi yükü azalacak ve daha faza yatırım yapacaklardır. Milli hâsıla artacak ve milli hâsılanın artışına bağlı olarak da devletin geliri de artacaktır. Devletin mevcut bugünkü bütçenin yaklaşık iki katı bir bütçe ile devlet hizmetlerini yerine getirecek, faiz harcamaları olmayacağından memur ve işçinin maaşı kat kat artırılmış olacaktır.)

Ayrıca faiz harcamaları olmayacağı için memurun maaşı dört misline çıkacaktır, bu arada işçinin maaşı da çıkacaktır.

(Kaldı ki, devlet sözü geçen tarım, sanayi ve hizmetler sektöründeki üretimdeki katkısına mukabil aldığı paydan başka mevcut zenginliklerin güvenliğini koruduğu için ayrıca bu hizmetine karşılık zenginliklerden çok cüzi bir oranda da olsa payını alacaktır.  Bu pay da çok büyük bir tutara ulaşır ve yine devlet bugün halen birçok tesislerin sahibi olduğu için bu tesislerden ayrıca tesis sahibi hakkı olarak da payını alacaktır. Bütün bunlar dikkate alındığı zaman devletin daha başlangıçta fiili gelirinin ne kadar yüksek olacağı, kat kat fazla olacağı açıkça görülür.)

Bugün KİT’ler zarar ediyor, çünkü vergi kaçıramıyor, atanmış kimselerle yönetiliyor, işsizlere iş buluyor, bürokratik engeller içinde çalışıyor. Oysa “Adil Düzen”de KİT’ler teminatlı ehliyeti olan ekibe cirodan kiraya verilecek. Devlet faizsiz kredi de vereceği için zarar etmeleri söz konusu olmayacağı gibi devlet cirodan payını alacağı için onların zararına katılmayacak. Zarar eden işletmeyi satmayacak, yöneticileri ve ekibini değiştirecek. Sermayeden de kırkta bir alacak. Stoklar arttıkça payı da otomatikman artmış olacaktır.

(Diğer yandan Adil Düzen'e geçildiğinde, ekonomiyi engelleyen bütün engeller ortadan kalkacak, aşağıda da açıklayacağımız gibi “ekonominin makinesi yağlanacak” ve böylece ekonomi hızla gelişecektir. Buna paralel olarak da devletin geliri ayrıca hızla artacaktır.)

Herkes kendi çıkarı için üretimi artırmakla uğraşacak. İşveren, işçi, mal sahibi, genel hizmetliler, devlet görevlileri üründen pay aldıkları için tüm girdi sahipleri çok üretim için çalışacaklardır. Böylece devletin payı da yükselmiş olacaktır.

(Yukarıdaki açıklamaların ve misallerin belirttiği gibi Adil Düzen'de devlet, benim kuvvetim vardır diyerek aklına geldiği gibi vergi alamaz. Ancak üretime yaptığı katkı ve hizmetleri karşısında kendi payını alabilir. Böylece devlet sadece kendi hakkını almaktadır. Sistem hakkı üstün tutuyor. Vergi haklıdır ve adildir.)

Devlet halk için vardır. Devlet payını alır ve kendisine verilen görevi yerine getirir. Yüzde kaç personel çalıştırıyorsa o nisbette vergi alma hakkı vardır.

(Faizci Kapitalist nizamda ise devlet aklına geldiği gibi vergi koymakta bu vergilen de yine haksız bir şeklide koyarak fakir fukarayı ezmektedir, çalışanları ezmektedir. Neticede zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapmaktadır. Her bakımdan haksızdır ve neticede sosyal patlamalara sebep olmaktadır)

Ekonomide esas olan üretimdir. Bu sebepledir ki kredi sadece üretim yapan kimselere hiçbir kısıtlama yapılmadan verilmektedir. Diğer girdiler ona göre paylarını almaktadır. Üretici olmayan işletmelere kredi verilmemektedir. Mesela okullar ve mabetler, ticari işletmeler kredilendirilmeyecektir. Para sadece emek karşılığı çıkmaktadır, üretici emek karşılığı çıkmaktadır.

(Adil Düzen'de yukarıda da açıklandığı gibi bir tek vergi vardır. Üretimin cinsinden ödenir. Sistem son derece açık ve basittir.)

Vergi sade ve basit olduğu için herkes ne vereceğini bilmekte ve baştan kabul etmektedir.

(Faizci Kapitalist düzende ise gerek vergi mevzuatının ve gerekse tatbikatının içinden çıkmak mümkün değildir, karma karışıktır. Bu vergi sisteminin yürütülmesi hem devlete, hem de vatandaşlara ve teşebbüslere çok pahalıya mal olmakta, toplumda korkunç bir israf yapılmaktadır. Mesela bir evinin vergisini ödeyecek insan hatta bazen 4 ayrı yerde 4 ayrı karmaşık hesaplarla ve uzun formalitelerle ödemeler yapmaya mecbur kalmaktadır.)

Bugün vergi toplama gideri toplanan verginin dörtte biridir. Bu kadar da yüzdeyi de işletmeler ödemektedir. Yani verginin maliyeti yüzde ellidir. Biz işletmeleri formalitelerden kurtarırsak onlara harcayacağı parayı seve seve bize verir. Hiç olmazsa görevlilerle didişmez.

(Adil Düzen'de vergi yukarıda da açıklandığı gibi beyana bağlıdır ve üretim tamamlandığında, mal ambara girince vergi üretimin cinsinden ödenmiş olmaktadır. Böylece vergiyle ilgili her türlü muamele süratli tamamlanmaktadır.)

Üretici malı ürettikten sonra kontrole götürmektedir. Kontrol mala damgasını basınca o ürün ambara girmektedir. Bundan sonra artık üretici sorumlu değildir. Böylece bütün mallar  yalnız üretici için değil tüketici için de garantilenmiştir. Hatalar kontrolün dayanışması tarafından ödenmektedir.

(Faizci Kapitalist nizamda ise yukarıda da işaret olunduğu gibi içinden çıkılmaz formaliteler, çeşitler ve karma karışık mekanizmalar yüzünden vergiyle ilgili gerek hesaplama, gerek ödeme ve gerekse tahsil etme işlemleri çok uzun zaman almakta; ayrıca bu bakımdan da pek çok israflar ve haksızlıklar söz konusu olmaktadır.)

Verginin hesaplanması o kadar karışıktır ki, hesap için harcanan zaman üretim için harcanan zamanla yarışmaktadır.

 

(8. Adil Düzen’de Vergi Barışı Esastır)

“Adil Düzen” barış düzenidir, İslâm düzenidir.

(Devlet ile vatandaş arasında menfaat çatışması değil, menfaat paralelliği vardır. Devlet, yaptığı hizmet karşılığında kendi hakkını almaktadır. Üretime katılan bütün ortakların bir ortağı durumundadır. Yukarıda verilen misaller ve yapılan açıklamaların da gösterdiği gibi Adil Düzen, bir “Menfaat Çatışması” düzeni değil, menfaat paralelliğine dayanan “Ortaklık” düzenidir. Adil Düzen herkesin hakkının korunduğu bir “Barış” düzenidir. Mesela bir işçi daha çok kazanmak istiyorsa, bunun yolunu ne vergi kaçırmakta, ne de işverenle boğuşmakta bulamaz. Paylaşım oranlarının temel esasları anayasayla belirlendiği için ve paylaşım oranları ilmi kriterlere bağlı olarak uzmanlarca saptandığı için daha çok kazanmanın bir tek yolu vardır. O da daha çok üretim yapmaktır. 1 ayda 500 motor üreteceğine 1000 motor üretmeye gayret edecektir. Bu durumda ise kendisi de, işveren de, devlet de daha çok kazanmış olacaklardır. Üretime iştirak eden bütün ortaklar için de durum aynıdır. Onun için Adil Düzen “Menfaat Paralelliği” esasına dayanan bir “Barış” düzenidir.)

“Adil Ekonomik Düzen” ortaklık düzenidir. Çıkar paralelliği vardır. Tüm girdi sahipleri çalışanlar birbirlerine dayanışarak üretimi artırma çabasındadır. Çatışma yoktur.

(Hâlbuki Faizci Kapitalist Düzende bir işçinin daha çok kazanması için bölüşümde daha çok pay almaya çalışması, bunun için işverenle çatışması gerekmektedir ve işçi ve işverenin devlete daha az vergi ödemek için yollar araması gerekmektedir. Böylece Faizci Kapitalist Düzen “Çıkar Zıtlaşması” bir “Çatışma” düzenidir. Netice itibariyle toplumda huzursuzluklara ve haksızlıklara sebep olmaktadır.)

Topluluk içinde büyük sermaye sahipleri kırkta bir vergi öderler. Fakirlere, yoksullara, yetimlere, yaşlılara daha çok pay düşer. Dolayısıyla herkes zenginlerin daha çok zengin olmasını ister. Sermaye sahibi ezen değil yardım edendir.

(Bu özellikler, Adil Düzen ve Faizci Kapitalist Düzen her sahada birbiriyle mukayese edildiği zaman, diğer sosyal konularda da geçerlidir. Ve kendisini açıkça göstermektedir. Çünkü Adil Düzen bütünüyle ve her alanda “Barış Düzeni”dir, Faizci Kapitalist Düzen ise her alanda “Çatışma Düzeni”dir.)

Sosyal güvenlik de halkın ödedikleri paylarla değil, kamu payından karşılanmaktadır. Dolayısıyla herkes daha çok üretim olsun, daha çok stoklar olsun ister.

(Mesela bugünkü Faizci Kapitalist Düzende, düzenin temel esasları gereği doktorlar ile hasta arasında çıkar çatışması bulunmaktadır. İnsanların ahlâklı davranması konusu bir tarafa bırakılarak düzenin yapısı incelendiğinde durum nedir? Doktor, hasta ne kadar çok ağır hasta ise, ne kadar çok sıklıkta hastalanırsa ve hastalığı ne kadar uzun sürerse o kadar çok para almaktadır. Sistem olarak bu yapı doktorla hastanın çıkar çatışması içinde olması demektir. Hâlbuki Adil Düzen'de doktor, ne kadar çok vatandaş kendisini tercih etmiş ise o kadar çok para kazanır. Görevi sadece hastayı tedavi değildir. Asıl görevi, mesul olduğu kimselerin sağlığını korumaktır. Mesul olduğu vatandaş hasta olursa da, olmaz ise de, bu bakımdan aynı parayı aldığı için, hatta mesul olduğu vatandaşların sağlığını korumakta dikkatli ve itinalı olduğu nispette hem bu yüzden hem de daha çok vatandaş sağlığını korumak için onu tercih edeceği için daha çok kazanacaktır. Bu yapı ise Adil Düzen'de doktor ile hastanın “Çıkar Paralelliği” içinde bulunması demektir.)

Doktor ile hasta, avukat ile müvekkil, tamirci ile tamir ettiren, öğretmen ile öğrenci arasında serbest rekabette çıkar çatışması vardır. Oysa “Adil Düzen”de genel hizmet içinde bunlar arasında çıkar paralelliği sağlanmıştır.

(Yine yukarıda işaret edildiği gibi ahlâki yapı bir kenara bırakılarak düzen acısından meseleye bakıldığında, Faizci Kapitalist Düzende vatandaşın hasta olmasında ve ağır hasta olması doktorun gelirini artırmaktadır. Hâlbuki Adil Düzende doktorun çıkarı hastanın sağlıklı olmasındadır. Doktor, sağlığını koruduğu kimseye “Ahmet Bey duydum ki seyahate çıkacakmışsınız aman lütfen kazağınızı almayı unutmayın, sonra üşütüp hasta olup kendinizin de benim de başıma iş açmayın ha!” diye tembih eder, vatandaşın hasta olmaması için çalışır. Çünkü kendisine bağlı insanlar ne kadar sağlıklı olurlar ise doktorun geliri o kadar artar.)

Serbest düzende doktor insanların hasta olmasını ister, oysa “Adil Düzen”de doktor insanların hasta olmaması için çırpınır.

(Yine düzen itibariyle Faizci Kapitalist Düzende avukatla müvekkil arasında çıkar çatışması bulunmaktadır. Adil Düzen’de ise avukat ile müvekkili arasında “Çıkar Paralelliği” bulunmaktadır. Çünkü Adil Düzen'de avukat müvekkilinin haklarını korumakla görevlidir. Bir niza çıksa da çıkmasa da aynı parayı alacaktır. Hele niza çıkmazsa daha çok para alacaktır. Çünkü daha çok vatandaş, hukukunu koruması için o avukatı seçecektir. Bunun için avukatın görevi, bir nevi hukuk danışmanı olduğu müvekkilin hukuk bilgisini artırarak ihtilaflara yol açacak söylem ve eylemde sakınmasına ortam hazırlamaktır. Avukat, müvekkilinin haksızlıklarla ve hukuki anlaşmazlıklarla karşılaşması değil, karşılaşmamasına gayret eder. Yani avukatla müvekkil de Adil Düzen'de çıkar paralelliği içindedirler.)

Avukat halkın birbirlerine hasımlığına dayalı olarak değil, nizasız yaşamaları için çalışacaktır. Çünkü gelirleri ona göre ayarlanacaktır. Onlar arasında çıkar paralelliği sağlanmaktadır.

 

(9. Adil Düzende Vergi Sosyal Yapıyı Güçlendirir)

Vergi Sosyal Dayanışmadır

(Adil Düzen’de vergi ekonomik ve sosyal dengeleri gözetir. Sosyal yapının en büyük tahribatçısı değildir. Bilakis ekonominin ve sosyal yapının güçlenmesine hizmet eder.)

“Adil Düzen”de sosyal güvenlik vergi ile sağlanmaktadır. Oysa paradan vergi sosyal yapıyı bozmaktadır.

(Faizci Kapitalist Düzende, Türkiye'deki uygulama koşullarında satılan malların bedellerinin üçte biri faiz, diğer üçte birini ise vergi teşkil etmektedir. Böylece vergi maliyetlerin içine girmekte, fiyatları yükseltmekte; üretim masraflarını artırmaktadır. Ayrıca maliyetten sonra satış fiyatı tespit edilirken, gaye net kârı arttırmak olduğu için vergiler göz önünde bulundurularak brüt azami derecede yüksek tutulmakta; böylece satış fiyatları ayrıca bu yüzden de yükselmektedir. Bunun neticesi olarak çalışanlar ve fakir fukara ezilmekte; zaruri ihtiyaçlarını bile alamamakta ve böylece talep düştüğü için üretim ve arz da düşmektedir. Yani ekonomi frenlemektedir, durgunluğa sevk edilmektedir. Sayılamayacak kadar çok yönde tahribata uğramaktadır. Hem yatırım, hem üretim büyük sermaye, büyük masraf gerektirmektedir. Neticede mevcut imkânlar içinde yatırım da, üretim de düşük olmakta, küçük ve orta büyüklükteki işletmeler rekabet güçlerini kaybetmektedir.)

İşçi bile sattığını dörde almaktadır. Bu da Pazar sorununu ortaya çıkarmakta ve krizlere sebep olmaktadır. Oysa “Adil Düzen”de vergi paradan değil maldan alındığı için işçi kendi payını kaç liraya satmışsa  o kadarla almaktadır. Aracı kazancı para üzerinden değil mal üzerinden olmaktadır. Stoklar artınca da fiyatlar düşmektedir. İşçinin zararına değil yararına olmaktadır.

(Diğer yandan Faizci Kapitalist Düzende vergile çalışanlara, fakir fukaraya ödetildiği ve kârlar maliyeti giren vergilerle orantılı olarak büyüdüğü için, fakirler daha fakir, zenginler daha zengin olmaktadır. Böylece gelir dağılımı bozulmaktadır. Neticede sosyal patlamalara ortam hazırlanmaktadır. Dolayısıyla Faizci Kapitalist Sistemin vergi düzeni sadece ekonomiyi değil sosyal yapıyı da tahrip etmektedir.)

Sermayeden alınan kırkta bir vergi ile sermayenin büyümesi önlemektedir. Alınan bu mallar fakir ve yoksullara dağıtıldığı için orta gelirli halk çoğunluğu teşkil etmekte, yoksullar hiç kalmamaktadır.

(Hâlbuki Adil Düzen'de bütün bu mahsurlar ortadan kalkmaktadır. Çünkü maliyetin içine hiçbir vergi girmemektedir. Durum sadece bundan ibaret değildir. Devlet, bütün üretim birimlerine bir ortak gibi katıldığı ve yaptığı katkı oranında hâsıladan pay aldığı için ekonominin ve müteşebbislerin en kuvvetli destekçisi ve teşvikçisidir. Adil Düzen'de çalışabilen herkes, kolaylıkla iş bulup adil bir ölçü içinde yüksek reel gelir elde ettiği için ve kabiliyetli her insan kolaylıkla yatırım ve üretim yapabildiği için Adil Düzen'de vergi sistemi ekonominin ve sosyal yapının en büyük hizmetkârıdır.)

“Adil Düzen”de ekonomi emeğe dayanmaktadır. Emek varsa sermaye faizsiz olarak işletmelerin emrindedir. Çünkü sermaye dediğimiz para devlet için denizdeki sudur. Krediyi vergi karşılığı vermektedir. Tam istihdamı sağlamaktadır, verim maksimuma çıkmaktadır. Dolayısıyla payı da büyük olmaktadır.

Bize muhalefet edenler bizimle bunları tartışmalıdırlar. CIA bu ne ilmîdir ne de İslâmîdir diye rapor tanzim ettirmiştir. Bu raporları tanzim eden yakın arkadaşlarımız hâlâ tevbelerini beyan etmemişlerdir. Hayrettin Karaman ve Sabahattin Zaim’in raporlarını H. Karaman yayınladı, Allah razı olsun. Diğerleri ortada yok. Bu arkadaşlar birleşmeli ve keffaret olmak üzere bir Adil Düzen partisini kurmalıdırlar.

 

SÜLEYMAN KARAGÜLLE

Yay. Haz.: REŞAT NURİ EROL

www.akevler.org  (0532) 246 68 92

 

 

 

 

 

 

 

 

 


ADİL DÜZEN-ERBAKAN-ESAM2010-ŞERH
1-1-İÇ KAPAK
2012 Okunma
2-2-ESAM NEDİR?
1791 Okunma
3-3-ERBAKAN ÖZGEÇMİŞ
1631 Okunma
4-4-KUTAN SUNUŞ
1687 Okunma
5-5-ARİF ERSOY-TAKDİM
1641 Okunma
6-6-GİRİŞ-ERBAKAN
1630 Okunma
7-7-GİRİŞ-ŞERH
1656 Okunma
8-8-ADİL DÜZENDE EKONOMİ
1756 Okunma
9-9-HAKLAR
1546 Okunma
10-10-İLKELER
1527 Okunma
11-11-temel esaslar
1967 Okunma
12-12-genel esaslar
1450 Okunma
13-13-insan ve para
1487 Okunma
14-14-kredi
1634 Okunma
15-15-vergi
1451 Okunma
16-16-sosyal güvenlik
1495 Okunma
17-17-doğallık
1789 Okunma
18-18-medeni
1575 Okunma
19-19-ideal düzen
1478 Okunma
20-20-temel görüşler
1933 Okunma
21-21-milli görüş hizmetleri
2400 Okunma
22-22-sonuç
1490 Okunma
23-23-teşhis
1445 Okunma
24-24-felaketler
1399 Okunma
25-25-ırkçı emperyalizm
2162 Okunma
26-26-saadet dünyası
1555 Okunma
27-27-sömürü dünyası
1658 Okunma
28-28-alternatif adil düzen
1505 Okunma