2. VAKIF KURULUŞLARI
a) Tanım ve Özellikleri :
«Vakıflar, özellikle Kur'ân-ı Kerîm'deki sadaka ayetlerinden mülhem olarak Hz. Peygamber'in hadis-leriyle teşvik görüp, İslâm içtimai yardımlaşmasında ve hukukunda orjinal şekilde gelişmiş, İslâm Dinini mücerret îman ve ibadetten addetmeyen bilgi ve amelini de bilgisine uydurmak saadetine erişmiş müslümanlar tarafından her fırsatta kurulmuştur. Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarında bu meyil çok gelişmiştir. T. C. Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivlerinde 30 bin'e yakın sabık vakfiye bu meyilin açık delilleridir. Kayıtlı olmayanlar da nazara alınırsa cömert, devlete destek ve ammeye yardım hususunda Türk milletinin vakfa vermiş olduğu önemi anlamakta güçlük çekmeyiz.»(7)
«İslâm'da vakıf, faydası Allah'ın kullarına (halka) ait olacak ve Allah'ın mülkü hükmünde sayılacak surette bir bina, arsa ve aletleri şahıs mülkü olmaktan çıkarmaktı. Allah'ın mülkünü toplumun faydasına bağışlıyan kişi 'vakfeden', bu şekle konan menkul veya gayrimenkul 'vakıf edilmiş' sayılırdı. Vakıf resmen kaydedilirdi (tescil).
Belirtilen şartları yürütmek için tayin edilen 'mütevelli'; mütevellilerin görevlerini kontrol eden daha yüksek görevlilere 'nazır' denirdi.
Vakıf olan mülkün gelirini toplayan kimse 'cabi'dir. Hayır kurumlarının yönetilmesi için vakıf edilen mal (akar, bağ, bahçe, menkul şeyler) bir kâr (gaile) getirdikleri için hepsine birden gelir getiren şeyler (müstagallât) denirdi.
Hayır kurumları; ibadethaneler, medreseler, okullar, imarethaneler, zaviyeler, kütüphanelerdi... Fukarahane, misafirhane, aşhane, şifahane vs. imaret sayılırdı. Köprü, çeşme, sebil, havuz, kuyu, mezarlık gibi kamu yararına kullanılan kurumlar da hayır kurumlarıdır.
Vakıf gelirinden verilen aylık tayına Vazife' denirdi. Vakfedenin 'takdir'i ve kadının 'tescili'nden ibaret şer-i senet 'vakfiye' idi. Bir malı kâr beklemeden vakfa vermeye 'bağış' denirdi.» (8)
b) Vakıf İmaretinin Unsurları:
Türk sitelerinin kuruluşunda imaretler genellikle çekirdek vazifesi görmüş ve yapılar çoğaldıkça site bir kent halini almıştır. Vakıf imaretinin ne gibi unsurlardan meydana geldiğini görmek için İstanbul'a çok yakın olan Gebze'deki Çoban Mustafa Paşa imaretinde yapılacak inceleme yeterli olacaktır.
İmaretteki Unsurlar Şunlardır :
1) Cami ve Meydan: Burası toplantı yeri ve sos-
yal hayatın en kesif merkezidir. Namazlar burada kı-
lınır ve Cuma günleri hatiplerin hutbe ve vaazları bu-
rada verilir. Yine medreseye ait derslerin bir kısmı
camide okunur.
2) Medrese: Bugünkü anlamda okul ve üniversite.
3) Bimarhane: Günümüzde hastahane.
4) Aş Evi: Yemekhane. İmaretteki memurlara,
personele, öğrencilere, dışarıdan gelenlere burada
yemek verilirdi.
5) Tabhane: Misafirhane.
6) Kervansaray: Yolcu ve ulaşım vasıtalarının ko-
nakladığı yer.
7) Muvakkithane: Rasathane.
8) Hankah ve Kalenderhane: Zaviye, tekke, v.b.
9) Türbeler.
10) İmalâthaneler.
11) Arastalar: Kapalı çarşı.
12) Su Bentleri: Künk ve tonozlarla suyun uzak
yerlere akıtılması. Sebil, çeşme ve şadırvana ulaştı-
rılması için.
Ana unsurlar genellikle «Cami - Meydan - Pazar - Çarşı ve Medrese»dir. Bir de günümüzdeki otellerin fonksiyonlarını yerine getiren 'Şehir içi HANLAR' vardır: Bugünkü modern otelcilik anlayışına uygun olarak, döner sermayeli bir kuruluştur ve uzun yollar ile şehirlerden gelenlerin konaklama ihtiyaçlarını görürler. Genellikle iki katlı inşa edilmiş yapılar olup iç avlu dört kenarda iki katlı han odaları ile kuşatılmış bulunmaktadır. Zemin katlar ahır, depo ve dükkânlara ayrılmış, üst katlar ise konaklamaya tahsis edilmiştir.
c) Vakıfların Hissi Olarak Doğuşu:
Orta Asya'dan Avrupa içlerine, Karadeniz sahillerinden Afrika ve Hindistan kıyılarına kadar geniş bir coğrafi alana yayılmış olan Türk topluluklarının hepsinde sevgi, şefkat, merhamet, yardım, misafirperverlik., gibi özellikler tarihin her devrinde görülür. Bu özellikler yanında islâm dininin yardımlaşma ve topluluk içindeki dayanışmayı Kur'ân'daki birçok ayetleri ile emretmesi, tarih boyunca Türk topluluklarında etkili olmuş ve Kur'ân'da belirtilen şekliyle sistemleşmiştir.
Dinin temelinin his olduğu düşünülür ve özellikle tasavvuf erbabında hislerin son derece geliştiğini göz-önüne alırsak, Türk toplumundaki her kurumun önce his olarak oluştuğunu anlarız. Vakıfların hissî olarak doğuşunu incelerken konuyu biraz da tasavvuf açısından değerlendirmede yarar vardır.
İslâm dinine göre, kâinatta herşey ölümlü, yalnız Allah ölümsüzdür; önü ve sonu olmayan Allah'ın sıfatlarından biri de 'güzellik'tir. İnsan ise yaratıkların en şerefli ve güzelidir. Yegâne yaratıcı Allah'a karşı beslenen sevgi sonsuzdur ve bütün sevgilerin üzerindedir. Temeli his olan din duygusu ile Allah'ı seven kişinin dolayısıyla Allah'ın yarattığı insanları, hayvanları ve tabiatı sevmesi olağandır. Bu ölümsüz sevgi ise insaf, ihsan, itidal, bağış, yardım, topluluk yararına çalışma, nezaket, adalet, şefkat, merhamet... hislerini doğurur.
Yaratıkların en şereflisi ve yeryüzü halifesi olarak yaratılan insan hayat ve sevgisi çok önemlidir. Son derece değerli olan bu varlığı hayatın her devresinde korumak, geliştirip olgunlaştırmak, görgü ve bilgisini arttırmak, can ve mal güvenliğini gerçekleştirmek, kısacası hayat seviyesini yükseltmek gerekir.
Diğer bir açıdan bakıldığında, ölümlü dünya hayatının sonu ölümsüz hayat ve Allah'a dönüştür. Dolayısıyla dünya hayatı ölümsüz hayatın tarlası olmakta ve burada ne ekilirse orada onun biçileceği inancı hakim olmaktadır.
İnsanların en sevimlisi, insanlara faydalı olan; malın en hayırlısı cemaat yararına tahsis edilip vakfe- dilen; vakfın en hayırlısı ve yararlısı insanların en önemli ihtiyaçlarını karşılıyandır.
Dinin etkisi ile gelişen bu hislerin düşünceye etkileri sonucu sosyo/ekonomik açıdan insanların ve cemaatların sayısız ihtiyaçlarını karşılayan vakıfların sistematik olarak kuruluşuna yol açmıştır.
Sonunda yine kaynağına dönecek, Allah'ına kavuşacak insanı ve hayatını korumak, güzelleştirmek, yükseltmek, "kişiliğini geliştirmek düşünce ve inancı ilâhî bir sevginin eseri olarak —mimar veya sanatkârının da ferdi hislerinin karışmasıyla— vakıflarda ve vakıf eserlerinde şahsiyet buluyordu. Sadece vakfı yaptıran veya vakfedende değil, vakıf eserinin yapılmasında çalışanlar da mutlak güzellik ve ilâhî cemâle yönelip O'ndan birşeyler yansıtabilme düşünce ve inancında olduklarından çoğu zaman mistik bir heyecan, ibadet aşkı ile olağanüstü bir hassasiyete ulaşıyor ve bu hislerin tesiri altında bulunuyorlardı.
d) Ülkeyi Abidelerle Donatan Sistem; Medeniyete Hayat Veren Unsur :
Dinin etkisi ile topluluğa yararlı olma yönünde gelişen hisler, hayır yapıp vakfetme düşünce ve eğilimini körükleyerek ülke çapında mabet, abide ve tesislerin kurulmasını gerçekleştirmiştir. Turizm açısından çok önemli olan eski eser, abide ve kalıntıların inşa edilerek bunların sayılarının artması oranında mimari ve güzel sanatların gelişmesi toplulukların hayat seviyesini yükseltmiştir.
Topluluğa ve insanlara yararlı olma isteği ve bu isteklerin fiiliyata dönüşmesinin ibadet sayılması, sistematik olarak ülkeler çapında yollar, kuyular, sarnıçlar, su yolları ve kemerleri, çeşmeler, sebiller, köprüler, deniz fenerleri, çarşı ve pazarlar, genel hamam, çamaşırhane ve helalar, mahalle mekteplerinden yüksek tahsil kurumlarına kadar her türlü okullar, kütüphaneler, darüşşifa ve hastahaneler, aş evi ve imaretler, han ve kervansaraylar, yüksek geçitler ve sığınma yerleri, şehir ve kasabalarda mesire Ve park yerleri, çeşitli kültürfizik ve psişik tesisleri, ok meydanları, kemenkeç zaviyeleri, pehlivan tekkeleri, cündî teşekkülleri, zorhane gibi çeşitli spor tesis ve teşekküllerinin kurularak topluluk yararına arzedilmesi...
Kısaca, ülkeyi medeniyet abideleri ile donatıp bir turizm cenneti haline getiren sistem.
Sonuç olarak turizm açısından vakıflar malî, sos-yo/ekonomik, kapasite ve benzeri sorunları kökünden halletmekte ve turizme en yararlı müessese olmaktadır. Ülkeye gelen turiste de sahip olunan medeniyet, kültür ve hayat seviyesinin gösterilmesi en önemli amaçtır; vakıflar da bunun gerçekleşmesi için araç...