31.07.2009
Birand, dün kısmen alıntı yaptığım yazısında “İmam Hatip Liselerinin sayısının fazla olduğunu, bunların aslında kaliteli imam hatip yetiştirmek üzere meslek liseleri olarak açıldığını, ama böyle devam etmediğini, halen mezunlarının yüzde 54'nün kızlar olduğunu kaydettikten sonra soruyor:
“Şunun adını koyalım. İHL'ler din okulları mı, yoksa Meslek Lisesi mi ?”
Sayın Birand,
Ben bu okulların ilk mezunlarındanım, 1951 yılında yedi vilayette açıldıklarında nitelikleri ne meslek, ne lise, ne de din okulu idi. Bize söylenen şuydu: “Yedi yıl okuyup mezun olacak, daha ziyade köylerde imam olacaksınız. Sizin için İlahiyat alanı dahil hiçbir yüksek öğrenim imkanı olmayacak”.
Biz mezun olunca yüksek tahsil görmekte ısrar ettiğimiz için İlahiyat Fakültesine ve diğer fakültelere almak yerine bir Yüksek İslam Enstitüsü açtılar. Daha sonra ilgili kanun çıktı ve okullarımız “hem mesleğe hem de yüksek öğrenime öğrenci hazırlayan orta öğretim kurumu” niteliğini kazandı; mezunları, katsayı ayrımcılığı olmaksızın her dalda yüksek öğrenim görme hakkını elde ettiler. Bu da yıllarca böyle uygulandı, -laikçilerin korkusu veya vehmi dışında- hiçbir kötü sonucu da olmadı.
Şu halde İmam Hatip Liseleri, ilgili kanuna göre “meslek lisesi” değildir; “hem mesleğe hem de yüksek öğrenime öğrenci hazırlayan” liselerdir. 28 Şubat'tan sonra “Hem yüksek öğrenime” cümlesi haksız olarak “kendi alanlarında” şeklinde uygulanmaya başladı. Kanun yıllarca böyle bir kayıt bulunmadan (bütün yüksek öğrenime açık olarak) uygulandı, o zaman meşru olan sonradan niçin meşru olmaktan çıkarılıyor? Bunun ideolojik bağnazlık ve hak tanımamadan başka açıklaması olabilir mi?
“Hem mesleğe” olduğu için İmam yetiştiryor, “hem de yüksek öğrenime” olduğu için kızlar dahil binlerce gencimize orta öğrenim veriyor ve yüksek öğrenime hazırlıyor.
Bunun neresi kötü?
İşin aslını birkaç yıl önceki bir yazımda şöyle ifade etmiştim:
Türkiye'nin egemen laiklik anlayışına göre genel devlet okullarında belli bir dinin (mesela yalnızca İslam'ın ve Sünnî yorumun) eğitim ve öğretimi yapılamıyor. Başka ülkeler bunun çaresini iki şekilde bulmuşlar: 1. Haftanın belli bir gününde okulda, program ve hoca seçimi dindar velilere bırakılan din eğitim ve öğretimi yapılmasına imkan vermişler ve/veya öğrencilerin kiliseye götürülmelerini, kilisede Pazar okullarına devam etmelerini mümkün kılmışlar. 2. Kilise, vakıf ve derneklerin, standart orta öğretim seviyesindeki derslerin yanında -devlet okullarında bulunmayan- belli dinlerin eğitim ve öğretimine de program içinde yer veren okullar açmalarına imkan tanımışlar.
TC bu iki yolu da açmaya yanaşmıyor. Dini ve din eğitimini kontrol altında tutmakta ısrar ediyor. Bir yandan bu hassasiyet, diğer yandan halkın baskısı İmam hatip Okullarının açılması ile sonuçlandı. Uzun yıllar muhalif seslere rağmen bu okullar, hem mesleğe hem de yüksek öğrenime öğrenci yetiştiren okullar olarak devam etti, bundan hiçbir kötü (ülkeye, halka, dünyaya zararlı) sonuç çıkmadı, tam aksine bu okullar, zaman zaman, yer yer hem eğitim ve öğretim kalitesi hem de disiplin yönünden bir adım ileride de oldular. Fakat bu yol, bu “iki tarafı da tatmin etmesi, üzerinde uzlaşma sağlanması gereken çare” laikçi kesimleri rahatsız etti; kehanetlere, geleceğe yönelik gülünç tehlike beklentilerine (mesela bu okullardan mezun olanlar şu tarihte iktidara gelip şeriat yönetimi getirecekler kehaneti) dayanarak, bunları yayarak okulların, birden olmasa da zaman içinde kapanması için radikal tedbirlere başvurdular. Bu tedbirlerin demokrasi ortamında yürütülmesi mümkün olmadığı için askere müracaat ettiler, 28 Şubatlara hayat verdiler, dipçik göstererek tedbirleri yürürlüğe koydular. Bu yöntemin demokrasi ve insan haklarına aykırı olması bir yana ülkede birlik, beraberlik ve huzura zarar vereceği apaçık ortada iken buna da aldırmadılar. Şimdi İmam Hatip Liselerinden (zaten ortası yok edilmişti) mezun olanlar yalnız İlahiyat Fakültelerine girebiliyorlar, bu da okullara rağbeti azaltıyor, öğrenci sayısını düşürüyor, 1930 lu yıllarda olduğu gibi “öğrenci bulunamadığı için kapandı” hikayesi tekrar sahneye konmaya çalışılıyor.
Yorum:
Kurumların, toplumların, devletlerin, medeniyetlerin de insanlar gibi gelişim çizgileri vardır. Doğar, büyür, yaşlanır ve çökerler. Her dönemin ihtiyaçları, sorunları faklıdır. Bu ihtiyaç ve sorunları giderme yöntemleri, şekilleri de farklıdır. Her kurum zamanla bir ihtiyacı gidermek, bir sorunu çözmek için ortaya çıkar. Zamanla ihtiyaçlar, sorunlar değişir. Yeni sorunlar karşısında yeni çözüm metotları (yeni teknikler, yeni kurumlar) ortaya çıkmazsa, ihtiyaçlar giderilemez, sorunlar kalıcı ve temel sorunlara dönüşür. Temel sorunlar da çözülemezse o toplum geri kalır ve insanlığı ileriye götürme konusunda yarışan medeniyetler sahnesinden çekilir, uydu toplum olarak yerini alır.
Başka bir bakış açısıyla medeniyetlerin, toplumların genel insanlık çizgisi içinde gelişimleri vardır. Medeniyetlerin dönemi, toplumların dönemini, toplumların dönemi kişilerin dönemini etkiler. Batı medeniyeti olarak adlandırılan yaklaşık son beş yüz yıllık medeniyet merkeziyetçi çözümlerin zirvede olduğu, kuvvet medeniyetidir. Bu dönemin özellikleri 2000'li yıllara kadar devam etmiştir.
20. Yüzyılda kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin, bulunulan bu dönemin genel özellikleri taşımaktadır. Bununla birlikte durumu dikkate alındığında yeni medeniyetin başlangıç dönemi özelliklerini de görmek mümkündür. Bu dönem ve konum gereği farklı ihtiyaçları, sorunları ve çözüm yöntemlerine sahip olmuştur. Devletlerin kuruluş dönemlerindeki durumları incelendiğinde, genel olarak savaş vererek kuruldukları görülür. Ağırlıklı olarak tarihin belli dönemlerinde ve genel olarak kuruluş dönemlerinde merkeziyetçi yapının hâkim olduğu söylenebilir. Elbirliği, güç birliği yapılarak, bütün imkânlar birleştirilerek ortak bir güç oluşur, düşmanla mücadele edilir ve galip gelinirse toplum, grup, devlet kurulur. T.C.'nin kuruluşunda bu durum çok iyi gözlenebilir.
Bu dönemde, ortak ihtiyaçlar çok fazladır. Toplumun yerleşmesi, topluca ayakta kalması ve ileriye dönük sağlıklı yaşaması için öncelikle ortak ihtiyaçlar giderilir. Merkeziyetçilik, tekel (genelde toplum, devlet tekeli, bazen sermeye destekli tekel) hâkimdir. Binanın kuruluşunda projeye uygun yapı malzemeler üretilir. Buna benzer şekilde, düşmana karşı oluşturulan ortak gücü temsil eden birimin oluşturduğu güç yönünde toplum bireylerinin eğitimi, örgütlenmesi sağlanır.
İmam Hatip Liseleri de, Türkiye'nin dönem yapısı özellikleri dikkate alınarak kurulmuştur. Zamanla toplumun gelişme çizgisi dikkate alınarak şekillendirilmiştir. İHL'lerin kuruluş, gelişim ve yaşlanma dönemlerinden sonra kendini yenileyememe nedeniyle çökme dönemine girdiğini söylemek mümkündür. Bu konularda bugünden bakılınca farklı değerlendirmeler yapılabilir. Bu değerlendirme, bana göre önemli olmakla birlikte daha çok önemli olan, bu konuda bundan sonra ne yapılacağı konusudur.
Günümüze kadar İHL'lerin kuruluş, gelişim, yaşlanma dönemleri dikkate alındığında M. Ali Birand'ın "İmam Hatiplileri kontrolde tutalım derken, diğer Meslek Okulu mensupları da cezalandırıldı." ifadesi kadar, yine Sayın Birand'ın "Ancak, şimdi de laik kesimlerde bir korku yaşanıyor." ifadesi de önemsenmelidir. Burada gözden uzak tutulmaması gereken konu "bir konuyu birinden fazla bilmenin asla suç sayılmayacağıdır. Bir kimse din(inanç) konusunda fazla eğitim aldı diye cezalandırılamaz. Bir konuyu öğrenmek, herhangi bir konuda bilgi sahibi olmak, olsa olsa ek bir özellik nedeniyle ek bir ödül gerektirir. Eğer verilen eğitimde hata varsa veya eğitilenler yanlış yapmışsa bu konu değerlendirilebilir. Bu konuda yapılması gereken değerlendirme, İHL'lerin eğitim, öğretim programlarının incelenmesi ve eğitim öğretim gören insanların değerlendirmesidir. Örneğin, bu kişilerin yasalara uymaları, kişilerin/toplumun bu kişilere iltifat etmeleri veya bunlardan uzaklaşmaları, bu kişilerin suç ve ödül açısından değerlendirilmesi gerekir. Eğer topluma zararlı, suç işleyen insanlar yetiştirilmişse ve bunda da İHL'nin etkisi varsa bu giderilmelidir. Ancak bir ülkenin başbakanını diğer liselerden din konusunda fazla eğitim, bilgi veren İHL'den seçmişse ve bu seçimde de hile yoksa burada yapılması gereken bu başbakandan korkmak değil bu başbakanı tebrik etmektir. Bununla birlikte başbakanda aranması gereken şartları, toplumun sorunlarını çözemsindeki yetisi, seçim sistemi vs. konularını tabi ki ayrıca değerlendirmek gerekir. Ama bir konuda daha iyi bilgi aldı diye, fazla bilgili insan suçlanamaz. İHL'leri önyargılı insan yetiştiriyor ise bu konunun da değerlendirilmesi gerekir. Ayrıca yanlı eğitim veren bir kurumsa bunun da değerlendirilmesi gerekir. Bu açılardan bakıldığında M. A. Birandın "Ancak, şimdi de laik kesimlerde bir korku yaşanıyor." ifadesinin iyi değerlendirilmesi gerekir.
Şu ana kadar İHL'lerin Türkiye'deki durumu, verdiği mezunların durumu dikkat alındığında Hayrettin Karaman'ın ifadelerine hak vermemek mümkün değildir. Her iki yazarın söyledikleri ile ilgili bazı değerlendirmeler yapılabilir: M.A. Birand'ın söylediği konular önceki dönemle ilgili önemli değerlendirmeler içermektedir. Bundan sonraki dönemle ilgili kapsayıcı, kalıcı, geçerli bir çözüm önermemektedir. Gerçek imamlık mesleği olarak düzenleme, meslek lisesi yapma çözüm olarak yeterli değildir. Hatta genel olarak islam açısından bakıldığında imamlık, din meslek de değildir. Hayrettin Karaman'ın ifade ettikleri içerisinde bazı ülkelerden, batıdaki çözüm uygulamalardan örnekler ve farklı çözüm seçenekleri verilmiştir. Bu önerilerde gelecek açısından bazı ipuçları bulmak mümkündür. Bununla birlikte İslam'da sadece dar anlamda "din" (gerçek anlamda inanç) konusu ile sistem, düzen, hukuk alanının karıştırılmaması gerekir. İslam'ın dar anlamdaki dinler (inançlar) üstü "sistem", "düzen" seçenekleri açısından İHL'leri değerlendirilmemiştir. İnanç anlamında da İHL'lerin mevcut sorunlu, tekelci, tarihselci yapılarına değinilmemiştir.
Öncelikle konu Diyanet İşleri Başkanlığı ve Milli Eğitim konusu ile birlikte değerlendirilmelidir. Türkiye'de İslam'ı dar anlamda din/inanç olarak ele alamanın ötesinde, bu inanç ölçütleri dışında sistem, düzen olma ölçütleri açısından değerlendirme olanaklarının her iki yazar gibi bu konuda düşünen herkesin değerlendirmesi gerekir. Eğer İHL'leri bir inanç öğretimi, eğitimi veren okullar ise adının "....inanç eğitim, .....inanç öğretim" kurumlarına dönüştürülmesi gerekir. Bütün inanç, inanç mezhepleri, gruplarının eğitim alabileceği kurumlar olmalıdır. Sadece müslümanların, sünnilerin, hanefilerin kurumu olmamalıdır. Açık ifade ile diğer okullar gibi İHL'ler de tekel eğitim öğretimden kurtarılmalıdır. Bu insanlığa, devlete, islama, hanefi mezhebine, bu mezhepteki cemaatlere, diğer mezheplere ve onların cemaat/mensuplarına zarar veren noktaya gelmiştir. İnsanların tekelcilikteni baskıdan, yobazlıktan, gericilikten vb. kurtulmak için ürettikleri seçenek olan mezhepler bozulmuş, tekel mezhebine dönüşmüş, tarihselleşmiştir. İnsanlığın rahatlamak için bulduğu seçenekli hayat çözümü yerine tekel hâkim olmuştur.
Katsayı sorunu zaten torpilin, kayırmanın, idare etmenin, adam seçmenin vs. en kötü bir ifadesidir. Hiçbir yarış, seçme kuralına uymaz. Meslek liselerinin Türkiye'deki üretim, istihdam sorunu açısından önemi çok büyük. Sorun bu açıdan kısmen çözüldü. Önceki dönemlerde İHL gerekçesi ile aşırı mağdur edilen meslek liseleri ve bu durumun Türkiye'ye olan olumsuz etkileri kısmen giderilecek gibi.
Mevcut durumlarıyla (program, içerik, yapı vb.) İHL'ler yetersizdir. Konunun bir yönü İlahiyat fakülteleri ile ilgilidir. İlahiyat fakülteleri de dinler, mezhepler vb. konularda tarihsel /antika eser durumundadırlar. Ayrıca tüm lise, İHL, İlahiyat eğitim programlarında yanlı eğitim öğretim verilmektedir. Tekelciliğin getirdiği rehavet, yozlaşma hâkimdir, her yönüyle hantal bir yapıdadır.
Eğer, İHL'leri olarak kalacaksa bütün inanç, mezhep vb. her inanç grubuna bu tür lise kurma hakkı tanınmalıdır.
Konuyla ilgili gelinen ve gidilecek olan dönemin özellikleri dikkate alındığında, kalıcı, genel, geçerli, geleceğe yönelik, laik, demokratik, sosyal, liberal bir hukuk devletine yakışır çözüm üzerinde durmak gerekir. Bu açıdan konuyu incelediğimizde,
Eğitim ve öğretim sisteminin birbiriden ayrılması gerekir. Öğretim sisteminin ilkeleri ile eğitim sisteminin ilkeleri birbirinden ayrıdır. Öğretim bir şeyi öğrenme-öğretme süreciyle ilgilidir. Bilmeyi ölçer. Eğitim, ilgili alanda beceri- yapabilme alanıyla ilgilidir. Metotları, yöntemleri, değerlendirmeleri, süreçleri farklıdır. İHL konusunda da lise müfredatı, normal lise öğretimin lisede verildiği, eğitimin diyanetin ilgili din, mezhep vd. bölümüne bağlı, ilgili ilahiyat fakültesinin ilgili bölümüne bağlı birimlerde verilmesi gerekir. Örneğin normal lise programına ek olarak kişilerin seçtikleri din, mezhep, cemaat vb. ilgili yerde bu eğitim verilebilir. Bu sadece bir meslek olarak olmamalıdır.
Din(inanç) eğitimi bütün okullarda seçmeli olmalıdır. Seçmeliden kastım, tekel din eğitimin-öğretimin olmadığı, herkesin istediği inancı (inançsızlık inancını) da seçebileceği bir yelpazedir.
Meslek liseleri konusunda da lise eğitimine ek olarak her meslek kolunda çoklu yapılanma içerisinde oluşturulacak olan meslek kollarında öğrenciler eğitilmelidirler. Örneğin, günün bir kısmında ders gören öğrenciler, günün kalan kısmında ilgi duydukları, kabiliyet gösterdikleri meslekte eğitim görmelidirler. Hatta elde edilen ürünler değerlendirilmeli ve gelir sağlanmalıdır. Bu eğitim de, o meslek kolunda örgütlenmiş yaklaşık on seçenekten birini öğrencinin seçmesi ve orada eğitim görmesi ile olacaktır. Üretim alanında olduğu gibi resim, müzik vb. her alandaki eğitim, o alanda eğitim veren meslek gruplarında olacaktır. Örneğin, öğrenci spor dersini hangi kulübe üye olmuşsa orada/onlar aracılığı ile almalıdır.
Önceki dönemlerde konular çözülmedi, geçiştirildi.
Şimdi ne yapılıyor? Eğitim öğretim alanında proje varsa kimde ve nerede? Bu konularda çözüm önerileri olanlara ortam hazırlanmalı, isteklilerin katılımı sağlanmalıdır. Proje üretme, geliştirme, uygulama için pilot deneme seçenekleri oluşturulmalıdır. Yoksa tekelcilik anlayışı ile merkezden derme çatma hazırlanan, bir yerde patlak var yama yapalım anlayışı ile ve de test edilmeden tüm Türkiye'nin önüne her sene değiştirilerek konan projeler, önce halkı sonra da yönetimi ve Türkiye'yi mahvetmektedir.