Normal 0 21 false false false TR X-NONE X-NONE
Kültür kelimesinin Türkçesi yok. Ziya Gökalp'in icadı olan 'hars' kelimesi tutmadı. Bu bakımdan geç dönem Osmanlıcası da bu konuda bize yardımcı olamaz.
Daha gerilere gitmeyi denesek, acaba oralardan bir şeyler çıkaramaz mıyız?
Ne yazık ki bu şık da pek ümit verici değil. Çünkü o takdirde zaten elimizde hars'ın dışında başka alternatifler de olurdu.
Peki ya İslam medeniyetinin ilim dili Arapça?
Arapça'nın Arapların kendisine dahî yardımcı olmadığı, kullanmakta oldukları 'sekafe' kelimesinden bile anlaşılabilir.
Sözün özü, elimiz boş. Görünürde. En azından kelime düzeyinde.
Bu nedenle naturel-kültürel karşıtlığını açıklamak istersek, bu işlemi salt Türkçe aracılığıyla gerçekleştiremeyiz. En azından şimdilik.
* * *
Dil düzeyindeki bu çaresizlik, olgu ve kavram düzeyinde de geçerli mi?
Kültür'ün bizim dünyamızda kelime olarak karşılığı bulunmasa da pekâlâ vak'a olarak karşılığı var. Başka bir deyişle, kültür'ün kelimesi değilse bile kendisi var. Çünkü adına ne denirse densin, ortada kendisine işaret edilebilecek bir Türk kültürü, bir İslâm kültürü, bir Anadolu kültürü var. En azından Milli kültürden, Batı kültüründen, kültürde yabancılaşmaktan, hatta kültür emperyalizminden söz edenler var.
Kısaca, olgunun varlığından kuşku duyulamaz.
Baştaki soruya dönüp soracak olursak, peki ya kavram düzeyi? Bizde kültürün muayyen bir kavramı var mı?
Kavram sorusuna da olumlu bir cevap veremeyeceğim ne yazık ki!
* * *
Sebebini açıklamaya çalışayım.
Sözcük-anlam karşıtlığı ile nesne/olgu-kavram karşıtlığını birbirinden ayırıyorum, ve diyorum ki: "Sözcüklerin anlamı, nesne ve olguların ise kavramı olur."
Bu durumda, kültür olgusunun kavramından, ama buna mukabil kültür sözcüğünün anlamından söz edebiliriz. Eski tabirle, kelimelerin mânâlarından, şey ve vak'aların ise mefhumlarından...
'Kültür' kelimesini ve anlamını bir süreliğine kenara koysak ve sadece bu olgunun kavramına sahip olup olmadığımızı sorgulasak?
Kavramına sahip olmadığımız nesne ve olguları aslâ analiz edemeyiz, buna karşılık sözcükler ve anlamları hakkında dilediğimiz kadar gevezelik yapabiliriz.
Yani, derinliğine temas kurulmadıkça nesne ve olguların kavramlarına sahip olunamadığı hâlde, o nesne ve olgulara karşılık gelen sözcükler ve anlamları üzerinde keyfi bir surette tartışmak pekâlâ mümkündür.
Türkiye'de yapılan da budur!
[Not: Terim ihtiyacını karşılamak amacıyla yeniden tanımladığım 'âdab-ahlâk' ayrımı hâlâ kuvvetli bir akis bulmuş değil. Adab-ı muaşeret mesela. Bu nedenle yaygın olanı dikkate almakla yetiniyorum.]
* * *
- "Kültürde hareket, daima sanatta hareketin önünden gider."
Bu yasa Rönesans sürecinin tamamını izah eder, Jakob Burckhardt'a göre.
Önce kültür alanında bir kıpırtı olmalıdır, ki bu kıpırtı sanatta da benzer eğilimleri tetikleyebilsin. Kültür ve sanat terkibinde, öncelik kültüründür. Kültür yoksa, sanat da olmaz!
Demek ki edebiyat ve sanat alanında bir hamle bekleyenlerin, bu hamlenin ancak kültüre ve kültürel olana itibarla mümkün olacağını anlamaları gerekiyor.
İtibar her daim bir itibar edicinin (mutebirin) varlığını gerektirir. İtibar edici varsa itibar da vardır. İtibar varsa, o zaman muteber de vardır.
Muteber, iyi ama kimin nezdinde? Kime göre?
Muteber olanı, kimin/kimlerin itibarı muteber kılar? Avamın itibarı mı, havassın itibarı mı?
Havass... yani seçkinler... yani bir hususiyetiyle temayüz etmiş kimseler...
İtibarı değerli kılan da işbu hususiyetlerdir.
* * *
Türkiye'de muteber olan nedir?
Popüler kültür!
Halk, bu süreçte kaçınılmaz olarak pasif unsurdur. Ne yapalım ki yasa böyle buyurur: Avam havassa tâbidir. Dolayısıyla, avam adına konuşan avam sınıfından çıkar.
Bu yargının zorunlu sonucu şudur: Avam kendi adına konuşamaz. (Sosyalizmin çözemediği en büyük çelişki!)
Dolayısıyla popüler kültür, "halkın itibar ettiği kültür" olarak değil, "halktan itibar etmesi istenen kültür" biçiminde anlaşılmalıdır.
* * *
Modernleşme sürecinde Osmanlı seçkinleri Batı kültürüne itibar etti. Cumhuriyetin seçkinleri de aynı yolu izledi. Muteber olan hep Batı kültürüydü, ki hâlen de öyledir.
Sorun burada değil.
Peki nerede? Sorun, denklemin 'değerler' (values) tarafında.
Kaybedilen, bu yüzden aranan ama bir türlü bulunamayan gerçekte milli kültür değil, milli değerler. Kültür ve değerler bulunamaz ve dahî buluşturulamazsa, o takdirde kimsenin kuşkusu olmasın ki milli kimlik de bulunamaz.
'Değer', aslında Ahlâk alanına ait bir terim. Ancak yine de biz ahlâki değerlerden söz edebildiğimiz gibi, kültürel değerlerden de sözedebiliyoruz.
Kültür'ün yerine 'edeb' sözcüğünü kullanmama izin verilsin lütfen!
Denklem şu şekli alır: ya edebli ama ahlâksız, ya ahlâklı ama edebsiz.
Yani ya değer, ya kültür. İkisi birarada olmuyor ne yazık ki!
***
Yorum:
CULTURE = MA’ŞERÎ VİCDAN
‘Culture’ kelimesi günlük dilde sıkça kullandığımız. Menfî olarak atıflarda bulunduğumuz bir kabalık görünce kültürsüz, kaba, saba anlamlarıyla var kıldığımız. Müsbet manada ise çok okuyup araştırıp görgü ve adab bilene atfederek kullandığımız, “ne kadar da kültürlü insan” diye kurduğumuz cümlelerimizi süsleyen efsunlu kelime.
Kısacası bugün insanlar kültür kelimesini şehirli olmak anlamında kullanırlar. Medenîliği yaşayan ya da İbn-i Haldun’un tarifiyle hadarî olana kültürlü deriz doğrumudur peki? Evet doğrudur fakat bu doğruluk kelimenin etimolojisinden çıkardığımız bir manayla değil ülkemize girerken uğradığı semantik anlamla doğrudur. Ve aynı zamanda bu mana yanlıştır çünkü uğradığı semantik dönüşüm bir ideolojinin kurbanı olmak suretiyle başka bir manaya kalb olmuştur.
Bu efsanevî sözcüğü dilimize armağan eden şahsiyet Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun muhteşem ismi Mustafa Reşit Paşadır. Paşa hazretleri bu kelimeyi tam anlamıyla medeniliği yaşayan batı insanı gibi olmak manasıyla Fransızlardan ödünç (ç)almıştır. Peki ya fransızlar onlar nerden aktarmışlar dillerine ? rivayet odur ya işte burada da ikiye ayrılırlar bir kısmı Almanları işaret eder bir kısmı latin dilini lakin Amerikalı yazar Tylor bu kelimenin Almanlar’dan geldiği yönünde fikir beyan eder ki Cemil Meriç’te bu fikre sıcak bakmaktadır. Nereden geldiğinin önemi bir yana dursun şimd ilk işimiz ne maksatla geldi.
Aslında geldiği maksat gayet açık. Bir medeniyetin ‘Hars’(ürün) ıyla bir medeniyeti yoğurmaya çalışmaktır. Önce dille başlanır bu işe ve kamusa uzanan el bir süre sonra namusa da uzanacaktır anlayışı kendini göstermiştir artık ama boş çünkü hiçbir kelime süs olsun diye bir başka dilden ihraç edilmez. Tek bir nedeni vardır bu ihracın o da sizin o kelimeye artık talib olduğunuzdur o manayla yaşamak isteyişinizdir. Osmanlı ve doğu dünyası da artık batının kavramlarına ihtiyaç duymuşsa kendi kavramları kendisine yetmemiş ve bir eziklik,aşağılanma psikolojisiyle onları sahiplenme peşine düşmüştür. Maalesef ki bilişsel psikolojinin fikir babası Alfred Adler’in de dediği gibi bir çocuk aşağılık psikolojisiyle doğar ve bunu bastırmak için yaşar misali anadolu da böyle doğdu bir eziklik psikolojisiyle. Bunu hazmedemeyen Gökalp bizde bu var zaten diyerek iyi bir kelime buldu ya da iyi bir karşılık; hars. Yani ürün, mahsul vs.
Fakat bu aciz Kültürü değerden de öte birçok fenomenle algılıyor ve şu karşılığı veriyor kültüre “ma’şerî vicdan” yani müelliften ayrı olarak değerle birlikte normların da kültür olabileceğini, ve hatta tekniğinde bir kültür olduğunu savunuyor. Zaten bu karşılığı tam olarak vermese bile Tylor ve Türkiye’den İsmet Özel’de bu meyanda fikir beyan eylemişlerdir. Hatta Cemil Meriç’in Umran’dan Uygarlığa adlı kitabı bunu sağlam bir şekilde temellendirir.
,