Sistemin fazileti
BİZİM medyada bir âdet vardır. O konuyu yazan muhabir eğer aynı tür bir olayı daha önce duymamış, okumamışsa yazdığı konunun “ilk defa meydana geldiği” yolunda bir ibare ekler. Oysa biraz incelese belki on, belki yirmi örneğin daha önce yaşanmış olduğunu görür. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın “Başkanlık rejimi” önerisi ona benziyor.
Erdoğan eğer Türkiye'yi Başkanlık sistemine götürebilirse çok yararlar sağlayacağımızdan dem vuruyor. Sözlerinden de sistemin artısını eksisini değil, kendi siyasi özlemleri yönünden doğru olup olmadığını ön plana aldığı anlaşılıyor.
Hepimiz yasama-yargı-yürütme üçlüsünün birbirinin alanına müdahale etmesine karşı değil miyiz? Yani “kuvvetler ayrılığı” ilkesini savunmuyor muyuz? Başkanlık sistemi bunu en iyi şekilde gerçekleştiren rejimdir.
Eee... O halde neden bu güzel sistemi almayıp da “Parlamenter sistem” denen ve yıllardır bol laf-az iş ürettiğinden yakındığımız sisteme bağlı kalalım? Hem de Başbakan Tayyip Erdoğan gibi -bazılarına göre- “değişimci” bir lider ülkeyi bu sisteme götürme şansını yakalayacakmış gibi görünürken.
Düşünün siz, o sisteme geçersek hepimiz öylesine dinamik bir yönetime kavuşuruz ki -Benzetirsek acaba ayıp mı olur?- hani 1933 yılında iktidara gelen Adolf Hitler sadece 6 senede ülkesini tüm Avrupa'yla savaşacak kadar güçlü hale getirmişti ya...
Alimallah biz onlardan bile hızla güçlenir dünyaya meydan okuruz.
Evet ama acaba madalyonun arka yüzünde ne var?
Yorum:
Sistem…
Başkanlık Sistemi:
Başkanlık rejiminde başbakan ya da cumhurbaşkanı makamı yerine başkanlık makamı bulunuyor. Başkan meclis tarafından seçilmeyip doğrudan halk tarafından seçiliyor. Meclis de halk tarafından seçiliyor ve başkanlık sisteminin en önemli özelliği olarak meclis de başkan da birbirine üstünlük kurmaya çalışmıyor.
Bakanları, başkan atıyor ya da görevden alıyor. Üstelik başkanın bakanları meclis içinden seçme zorunluluğu da yok. Meclis yasaları hazırlanması ve bütçenin oluşturulması konusunda yetkiliyken başkan tüm politikayı ve uygulamayı belirleme yetkisine sahip. Ancak başkan, yönetime karışmasına izin vermediği Meclis’in denetimi altında çalışıyor.
Başkanlık rejiminde birbirine karışamayan ama denetleyen başkan ile Meclis arasındaki hakemliği yüksek yargı, yani Anayasa Mahkemesi yapıyor. Yani başkan ile meclis birbirinden bağımsızken Anayasa Mahkemesi her ikisinden bağımsız olarak hakemlik görevi yürütüyor. Bu nedenle başkanlık sistemine kesin kuvvetler ayrılığı deniyor.
Küçüktük… İlk namaza utanarak başladık. Bize, namazda okunması farz olan şeyler ezberletildi. Manasını bilmiyorduk. Öğrenmeye de ihtiyacımız yoktu. Nasılsa iyi bir şeydir diye! Sonra elimize Elif-Ba verildi. Arapça harfleri öğrendik. Kur’an’ın kısa surelerinden başlayarak öğrendik Kur’an okumayı. Abdestsiz tutamazdık, ürkerdik. Ama Türkçe meallisini tutabiliyorduk. Onu taşırdık bazen. Türkçesini okuduğumuzdan değil, abdestsiz taşıyabiliyor oluşumuzdandı bu. Türkçesini okuyup anlamayı boşa zaman harcamak diye nitelendirirdik. Çünkü Arapçası daha hayırlıydı. Allah Türkçe okumayı kabul etmiyordu ve anlamayı istesek bile bunu Kur’an’dan araştırmaya gerek yoktu. Çünkü bizim yerimize düşünüp, bizden daha akıllı alimler(!) nasılsa yalamış yutmuştu Kur’an’ı.
Bize Arapça harfleri öğreten imam, aynı zamanda evlere gidip mevlid okurdu insanlara. Bu sayede insanların malları bereketlenir ve onların evine bela gelmezdi. Yeni evliye, doğana, ölene ve askerden gelene mevlid okutmak farzdı. O mevlide zengin dostlarımızı çağırıp et yedirmek ayrı bir sevaptı.
En güzelini o imam bilirdi. Ona göre Kur’an duvardaki en üst köşede asılmalıydı. O Kur’an’ın tek bir görevi vardı. O da ölmüşlere hatim, yeni doğanın baş ucunda koruyucu beklemek ve mezarlıklarda Yasin’di. Çok kutsaldı ve odanın en kıymetli yerinde işlemeli kılıfında asılıydı. Açıp okuyup anlamak mı istersin? Sakın ha! Kafayı yersin. Sen kimsin ki anlayacaksın? Senin görevin sadece ölünün arkasından okumaktı. Hoca vaaz verdiğinde Kur’an hükümlerinden bazılarını açıklamaya çalışırı. ‘Hocam neden uygulamıyoruz?’ derdik. O da sistemden bahsederdi. Kur’an hükümleri sadece şeriatla yönetilen ülkelerde geçerliydi ve kendi ülkemizde sisteme yerleştirmek için çalışmak konsepti bozardı. Mesela elektrik kaçağı helaldi. Çünkü şeriat ile yönetilmiyorduk. Çünkü imam haram deseydi kullanamayacaktı! Kur’an sistemini böyle yaşamak zorundaydık. Ne de olsa bu düzen kalsa din adamlığı müessesesi ayakta kalacak, şeyh ve din adamlarına akan ganimetler eksilmeyecek ve itibarları zedelenmeyecekti.
Camide kıldırdıkları namaz karşılığında aldıkları paralar onların hakkıydı. Çünkü namaz kıldırmak zor bir işti. Evet işleri namaz kıldırmaktı sadece. Çünkü insanlar ilim konusunda epeyce ilerdeydi ve öğrenecek şeyleri kalmamıştı. Camilerin bakıma falan da ihtiyacı yoktu. Müslümanlarımız çok temizdi. Tuvaletler hijyenik ve ayaklar kokmuyordu. Ne güzel bir dindi yaşadığımız din! Temizlik(!) dini işte. İmanın da yarısıydı ha o zamanlar.
Peygamberimiz de çok önemliydi bizim için. Allah’ın adının yanıonda O’nun da adını yazdırmak ve duvara asmak ne büyük bir şerefti. Mucizelerini birbirimize anlatıp övünürdük. En büyük peygamber bizimkiydi. Ayette geçen peygamberler arasına bir fark koyulmadığı ibaresi bizim için önemsizdi. Biz ne kadar kötü olursak olalım O kurtarırdı bizi. O ümmetini çok severdi ya.Bize de sadece O’na salavat getirmeyi emretmişti. O’nun giydiklerini giymeli, sakal ve saçlarımızı O’na benzetmeliydik. Kim takar güzel ahlakını, siyasi yönünü ve Kur’an mucizesini. O bir başkan mıydı? Bize ne!
Peki dinimizin bütün bu güzellikleri varsa bizde, neden hala Amerika’nın özgürlükçülüğüne gıpta ile bakıyoruz? Ya da Avrupa’da ambulansın hemen gelişine, kimsenin vergi kaçırmayışına… Neden hala kurtarıcı bekliyoruz? Mehdi ile avunuşumuz neden? Hayatımızı insan merkezli bir sisteme dayatıyoruz. Kainatın Yaratıcısı Kur’an’ı asılı dursun diye mi indirdi? İnen bu şeyin hükümlerini melekler mi inip hayata geçirecek? Başkanlık sistemi ile birlikte envay çeşit kanunları Kur’an’dan bihaber gerçekleştirecekler de başarılı mı olacaklar?
Bunca zamandır sistemin bizi ittiği hurafeler diyarından ayrılıp, ezberlerin beyinlerde çakılı çivisini sökme zamanı gelmedi mi?