21.04.2010
Ahmet Türk ve Taner Yıldız’ın maruz kaldıkları yumruklu saldırıların birçok ortak noktası var. İlk aklımıza gelenleri sıralayalım:
1 -Her iki olayda da saldırganlar Kürt sorununu ve buna bağlı olarak hükümetin “demokratik açılım” projesini gerekçe gösteriyorlar.
2- Her iki olayda da saldırganlar “yalnız” gibi görünüyor, fakat gerek olayların yaşandığı Samsun ve Kayseri’de, gerekse ülke genelinde hiç de yalnız olmadıkları anlaşılıyor. Nitekim Kayserili saldırganın Samsun olayından övgüyle söz etmiş olduğu bildiriliyor.
3- Her iki olayda da saldırganlar kaçma ihtimalinin yüzde sıfıra yakın olmasına rağmen bu saldırıyı gerçekleştirdiler. Yani bir “vurkaç” değil, “mesaj verme” eylemi söz konusu. Tabii yakalandıktan sonra pek de kötü muamele görmeyeceklerini, hatta daha önceki birçok olayda yaşandığı gibi bazı çevreler tarafından kahramanlaştırılacaklarını da öngörmüşlerdir.
Farklılıklara gelince:
1- Ahmet Türk, yüzde 10 barajını bile aşamamış, üstelik kapatılmış bir partinin yasaklı genel başkanı; Taner Yıldız ise açık arayla tek başına iktidara gelmiş bir partiden bir bakan.
2- Türk memleketi Mardin’de çok uzak bir yerde; Yıldız ise, genel olarak sevildiğini bildiğimiz kendi şehrinde, Kayseri’de saldırıya uğradı. Bu arada Kayseri’nin aynı zamanda Cumhurbaşkanı Gül’ün memleketi olmasının ve uzun süredir “AKP’nin kalesi” olarak tanınmasının sembolik öneminin altını çizelim. Yıldız da, bilindiği gibi AKP içinde Gül’e en yakın isimlerin başında geliyor.
3- Samsun’daki saldırgan bir çay ocağında çalışıyordu; Kayseri’deki ise bir beden eğitimi hocası. Bu fark, Kayseri saldırısını daha anlamlı kılıyor.
4- Samsun’da Türk’ün çok ciddi bir biçimde korunmadığını biliyoruz, ancak Bakan Yıldız’a da kolaylıkla yumruk atılabilmesi, güvenlik güçlerinin zaafını olduğu kadar saldırganların ne derece cüretkâr olduklarını da gösteriyor.
5- Türk’e saldırının siyasi anlamı üzerine çok fazla kafa yormaya gerek yok, fakat yine Kürt sorunu yüzünden AKP’nin bir bakanına, hem de Kayseri’de yumruk atılabilmesi çok derin ve incelikli tahlilleri gerektiriyor.
Devamı için TIKLAYINIZ.
Yorum:
Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Ahmet Türk ve Taner Yıldız’a yapılan saldırılar aynı dönemde ve benzer gerekçelerle yapılmaları sebebiyle çarpıcı görünüyorlar. Oysa dikkat edilecek olursa iki olayda da mesaj verme kaygısı olmadığı anlaşılacaktır. İki olay da aynı kaynaktan aynı amaçlarla tasarlanmış gibi duruyor. Amaç için ise çok uzağa gitmeye gerek yok: iç kargaşası bitmeyen ülke olan Türkiye’yi biraz daha karıştırmak. Amaç bu olunca provokasyondan daha iyi silah olamaz herhalde.
Sıkıntımız şu ki, çabuk gaza geliyoruz. Durum sadece ateşleme olmasa da toplumda tam anlamda yerleşmiş bir bilinç olmadığından zaten her türlü sansasyon hedefine ulaşıyor. Sayın Çakır da tutmuş hala Açılım’dan bahsediyor.
Barış Manço ölünce herkes onun şarkılarını dinlemeye başlamıştı, sanki ilk kez duyarmış gibi büyük bir ilgiyle. Hatta Ali Kırca Atv ana haberlerini fonda Manço şarkılarıyla sonlandırıyordu. Sonra Rahip Santoro öldürüldü herkes Hıristiyan oldu, ardından Hrant Dink öldürüldü, herkes Ermeni oldu. Sağda solda Ermeni soykırımı için günah çıkarma havasında özür dilemeler bile yapıldı. Pardon ama daha önce neredeydiniz? Nerede yaşıyordunuz? Beyniniz rafa mı kaldırılmıştı ki, tekrar çalışması, reaksiyon vermesi için birilerinin öldürülmesi gerekti?
Bütün bunlar kendi tarihini bilmeyen, kendi öz değerlerine sahip çıkamayacak kadar kimlik kargaşası yaşayan, adeta aşağılık kompleksine kapılmış kayıp bir topluluğun hezeyanlarıydı. Ne yazık ki, durum şimdi de çok farklı değil. Biri çıksa da bir iki belgeyle Osmanlı’yı karalasa, bitti artık, herkes Türk düşmanı olur çıkar. Şeceresini değiştirip mümkünse Yunanlı olmaya çalışacak birileri bile çıkabilir.
Nereye gidiyoruz? Ne zaman ülkemiz içinde dönen dolapları görüp, bunları durdurmak için tek yumruk olmaya çalışacağız? Kimin ölmesini veya öldürülmesini bekliyoruz?
Şalter aşağı bir hayatımız var. Ara sıra böyle olaylar olacak, onun oluşturduğu itici güçle şalter yukarı çıkınca uyanıp dünyayı fethetmeye kalkacağız. İsrail’in dünyaya verdiği zararın bir nebzesini görmemiz için ne oldu? Binlerce Filistinli öldü. Biz ne yaptık? Sokaklara döküldük, meydanları doldurduk, “Kahrolsun İsrail, Özgürlük Filistin” sloganlarıyla ülke içinde öyle bir etki yarattık, tüm dünyaya öyle bir mesaj verdik ki, Filistin’in bombalanmasına aynı ay içerisinde defalarca kez şahit olmak zorunda kaldık.
ABD’nin emperyalist sisteminin insanların kanını emdiğini anlamamız için ise milyonlarca Iraklının ölmesi gerekti. Biz ne yaptık? Hemen ambargo. Coca-Cola’ya Hayır! kampanyalarıyla sermayeye büyük darbe vurduk! ama sermayenin oluşturduğu ve kontrol ettiği piyasada onun değirmenine su taşımaktan kendimizi kurtaramadık. Olsun biz huzurlu uyuduk. Çünkü kurbanlıklarımızı Filistin’de kestirdik, bir de Amerika mallarını protesto ettik. Peki ne kadar sürdü? 1 ay. Şimdi bak bir cebine ne göreceksin? Nokia cep telefonu.
Protestolar ne kadar da etkili olmuş, değil mi!
Hacca gitmek istersiniz, diyanetin çıkardığı masraf bilmem kaç dolardır, Kabe’nin etrafı Hilton ve türevleriyle çevrilidir ve yurtdışı uçuşlarında aç kalmamak için tek tercihiniz kosher menüsüdür. Keşke biri kamerayı gösterip el sallatsa da, bu komedi son bulsa. Etrafımız kuşatılmış, neredeyse nefes alamayacak haldeyiz ama biz hala taşıma suyla değirmen döndürme peşindeyiz.
Görüldüğü gibi bireysel çabalar vicdan rahatlatıyor ama işe yaramıyor. Sistemin değişimine yönelik yapılmayan her girişim akıntıda boğulmaya mahkum. Bunu gerçekleştiremediğimiz müddetçe hep onlar çalacak biz oynayacağız. Bir süre sonra çalmasalar da oynayacağız.
…
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!