Kendi ülkemizde tartışa tartışa sakıza çevirdiğimiz yetmezmiş gibi, 'din özgürlüğü sorunu'nu Almanya'nın da tartışma gündemine sokmayı başardık. Almanlar rahatsız...
Aşağı Saksonya eyaletinde Hıristiyan Demokrat Parti'den (CDU) sosyal işler bakanı olarak atanalı henüz bir hafta bile olmadı, ama Almanya doğumlu Aygül Özkan, "Dakika bir gol bir" dercesine, hem kendisini hem de partisini hedef haline getirmeyi başardı. İki gündür kim ağzını açsa onun cumartesi günü Focus dergisinde yayımlanan mülâkatta sarf ettiği "Alman devlet okullarında haç da yasak olmalı, türban da; çocuklar dinlerini içlerinde yaşamalı" cümlesini eleştiriyor.
Zavallı Almanlar, "Modern bir Türk kızını hem de Hıristiyan adlı partiden bakan yaptık" diye hava atacakken, bütün hevesleri kaçıverdi. Partisinin ilk tavrı "Nereden çıktı şimdi bu?" idi; tartışma yaygınlaştıkça siyaseten ağır bir fatura ödeyebilecekleri endişesiyle, CDU yönetimi, yeni bakanla araya mesafe koymaya başladı.
Esas şaşıran besbelli bizim kızımız: Kendi çevresinde neredeyse herkesin kabulüne mazhar olmuş bir görüşü dile getirmesinden sonra Almanlar'dan gelen tepkilere ne diyeceğini bilemediği o kadar belli ki... Galiba ilk faturayı o ödeyecek...
Sorun 'dinî sembol' olarak gördüğü 'türban' ile 'haç' arasında hiçbir ayrım yapmamasından kaynaklanıyor. Onun meramı, büyük ihtimalle, 'türban' konusunda 'yasakçı' görüşte olduğunu belli etmekti; ancak bunu yaparken yasaklanacak maddeler arasında 'haçı' da sayınca Almanları ayağa kaldırmış oldu.
Aslına bakılırsa, Aygül Özkan'ı açıklamadaki kapsayıcı üsluba sevk eden Batı'da aldığı eğitim. Alman düşünürlerin din ile ilgili fikirlerinin etkisinde olduğu gibi, düşüncelerini hiçbir sansüre tâbi tutmadan ve çifte standarda düşmeden ifade etmesi gerektiği bilincini de Alman okullarından almış olmalı. 'Türban' dinî sembol ise haç da dinî sembol, öyle değil mi? Birinin yasaklanması istenecekse diğerine nasıl serbestlik tanınabilir?
Kazın ayağı öyle değil... Alman politikacılar dinler ve semboller arasında taraf tutmanın 'çifte standart' teşkil etmeyeceğini uygulamalı bir ders olarak çiçeği burnunda bakana sunmuş oluyor. Almanya'da rejim 'lâik' olmasına 'lâik' elbette, ancak din konusunda çoğunluğun dininden taraf bir lâiklik...
2003 yılında Alman Anayasa Mahkemesi Farishtah Ludin adlı Afgan öğretmenin 'başörtüsü' ile ilgili kararını üçe karşı beş oyla davacının (Ludin'in) lehine verirken, eyaletlerin bu konuda kendi özel şartlarına uygun vaziyet alabileceğini de karara bağlamıştı. CDU'ya oy veren Aşağı Saksonya eyaleti öğretmenlere 'türbanı' yasaklarken sınıflara asılan haçlara ses çıkartmıyor...
Orada bile 'başörtüsü'nün öğrencilere yasaklanmadığını not edebilirsiniz.
Lâik ve demokrat bir ülke olan Almanya'da, çağdaş bir Türk kızı olan bakan, "Çocuklar dinî açıdan etki altında kalmadan okusun, türban da haç da yasak olsun" açıklamasının ardından "Haça yasak getirmek istedi" diye çarmıha gerilebiliyor. Hem de tamamen dinî gerekçelerle...
Şu itiraz Aygül Özkan'ı bakan atayan eyalet başbakanı Christian Wulf'a ait: "Hıristiyanlığa ait semboller ve özellikle haç Alman devlet okullarında hoşgörü ile karşılanmakta, hoşgörüye dayalı eğitim sistemimiz ilhamını Hıristiyanlık değerlerinden almaktadır..."
Haçın sembol olarak mukabili sayılan türbanı savunan veya "Eğitim sistemimiz ilhamını İslâmî değerlerden almalıdır" diyen siyasilerin bizde partisi kapatılır.
Almanya doğumlu Türk kızı Aygül Alman sistemini bakan olduktan sonra öğrenmeye başladı.
Fehmi Koru
f.koru@yenisafak.com.tr
27 Nisan 2010 Salı
Yorum:
İnsanlığın bugün en önemli ihtiyacı bilim mi yoksa iman mı? Bu soruyu kırk farklı şekilde sürekli sorup duruyoruz, fakat sonuç değişmiyor. Akıl, kalp, gönül, his, vicdan ve daha bir çok farklı kelime. Sonuç? Sonuç yok, çünkü çözümsüz bir meseleyi tartışıyoruz.
Su yerde mi olmalı gökte mi olmalı diye bir soruyu sormak ve tartışmak sadece zaman kaybıdır. İki seçenek de tek başına mümkün değildir, aslolan suyun yer ile gök arasında hareket etmesidir, ki hayat olabilsin. Diğer taraftan bu tartışma pratik açıdan faydasızdır çünkü tartışma ne kadar sürerse sürsün ve sonuç ne olursa olsun su hareketine devam edecektir.
Din, bilim, özgürlük, demokrasi, lailik, liberalizm, kapitalizm ve daha bir sürü perde kullanıyoruz gerçek hayat ile aramızda, perdeler arttıkça kendi doğamızdan o kadar uzaklaşıyoruz. Peki vardığımız sonuç ne? Karmakarışık bir çıkar savaşı.
İnanmak veya bilmek çözmeyecek bu sorunların hiçbirini. Bu noktada haklı ile haksızı birbirinden ayırmak gerekiyor. Yani hukuk gerekiyor. Ki savaş barışa evrilebilsin. Aksi halde insanlar birbilerini baskı ve denetim altında tutmaktan kendilerini alamazlar. Bütün siyasal ve ekonomik sistemler geniş kalabalıkların küçük azınlar tarafından yönetilmesiyle şekillenir.
Çatışmayı önleyecek bir hukuk tesis edilmeden kavramlar üzerindeki tartışmaların hiçbiri fayda sağlamayacaktır. Mesele Almanya’da haç, Türkiye’de başörtüsü takmak değil. Mesele bikini veya mini etek giymek değil. Mesele Ermeni soykırımı vardır, Yahudi soykırımı yoktur demek de değil. Mesele hakkın kim tarafından tespit edilip infazın kim tarafından ve nasıl gerçekleştirileceğidir. Bu sorun uluslar arası bir mesele olarak da ele alınmalıdır. Bildiğimiz kodifikasyona dayalı hukuk sistemi her halükarda tekelci ve dayatmacı bir sistemdir.
Dünya’nın da bir anayasaya ihtiyacı yok mu acaba?