Hayrettin Karaman, hkaraman@yenisafak.com.tr, 01 Nisan 2010 Perşembe
Fetva kaldırılamaz
İslam ülkesini veya bir parçasını işgal eden, işgale yeltenen, ülkeye saldıran düşmana karşı eli silah tutan bütün Müslümanların karşı koymalarının farz olduğu konusu tartışmaya açık değildir; elbette karşı konacak ve saldırı geri püskürtülecektir.
…
Bütün dünyada "İslam barışını" kurmak ve yaşatmak için gerekeni yapmanın Müslümanlara vazife olduğu şeklindeki görüşe ben de katılıyorum. İslam'a göre savaş, başkalarına ait toprakları ele geçirmek veya insanları zorla İslam'a sokmak için değil, yakından uzağa doğru bütün dünyada adalet, barış ve hürriyeti sağlamak için yapılır.
İslam ülkesi içinde Müslümanlar gruplara ayrılıp çatışırlarsa grupların dışında kalanlar ile içinde olup da insafını kaybetmemiş bulunanlar bir araya gelirler, haklı olanın yanında yer alır, haksız olanı yola getirmek için gerekeni yaparlar.
Masum insanların canına ve malına zarar veren terörü siyasi veya başka bir amaçla kullanmak caiz değildir. Bir masumun canını tehlikeye atabilmek için "kesin ve genel bir zaruretin" bulunması şarttır. Ülkeye düşman saldırınca zarar kesindir ve geneldir (bütün halka aittir), işte bu sebeple insanlar canlarını tehlikeye atarak savaşa girerler. …
İslam'da bütün müminlerin dini anlama ve uygulama yükümlülüğü vardır. Yeterli bilgi edinememiş olanlar bilenlere sorarak (istifta) dini öğrenir (fetva) ve uygularlar (amel).
Bir konuda bütün müctehidler aynı şeyi söylemiş olurlarsa icma oluşur ve buna muhalefet edilemez. İcma dışında bir fetva diğerini ortadan kaldıramaz. Hristiyanlık'ta -sıradan Hristiyanlardan farklı- din adamları vardır, bunlar toplanırlar (konsil) dini kararlar alırlar, daha önce alınmış kararları da değiştirebilirler. İslam'da ne ruhaniler konsili vardır ne de imtiyazlı din adamları. Bilen konuşur, yazar, fetva verir, bilmeyen de bilenden öğrenir ve uygular. Bir alim fetvası ile bir başka alimin fetvasını geçersiz kılamaz. Her müctehid (alim) kendi ictihadı ile amel eder, halk da dilediği alime sorar ve öğrenir.
Bu kurallar açısından bakıldığında vaktiyle İbm Teymiyye'nin verdiği "cihad fetvasını" (İslam ülkesine saldıran veya işgal eden düşmana karşı cihadın farz olduğu fetvasını) herhangi bir zamanda başka bir alim veya alimler gurubu bir araya gelerek kaldıramazlar. Yeni bir fetva verirlerse bu da onların fetvası olur, ilim ve ahlakça ehil iseler dileyen onlarınkini, dikleyen de başka alimlerinkini alır ve uygular.
Yazının tamamı için bakınız: http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=01.04.2010&y=HayrettinKaraman
YORUM:
Bu hafta Hayrettin Karamanın yazısında üzerinde durulan konular, ‘İslam’, ‘Cihat’ ‘Savaş’, ‘Fetva’, ‘Müçtehit’ kavramları genelinde “cihat fetvası” konusudur.
İslam kavramının inanç olarak değerlendirilmesi ayrıdır, sistem (düzen-hukuk) açısından değerlendirilmesi ayrıdır.
“İslam”, inanç olarak, Peygamber Adem’den (as), Peygamber Muhammed’e (sav) kadar peygamberlere gelen vahiy ve bu vahyin gelen peygamberler aracılığı anlaşılması ve uygulanması temelinde oluşan, Peygamberler döneminden (Peygamber Muhammet sonra) vahyin bilimle anlaşıldığı bir anlayışı kapsar. Vahyi alama ilme, peygamberler de bilim adamlarına terk edilmiştir. Bu inanç, Allah’a, ölümden sonra dirilmeye, peygamberlere, meleklere, Kitaplara, evrensel kanunlara inanma temelinde gelişmiştir.
Düzen olarak İslam, demokratik, laik, sosyal, liberal, bağımsız, etkin, saygın, yansız yargının gerçekleşmesinde hakemlik modelini uygun gören bilime dayalı gelişmeyi esas alan bir sistemdir.
Savaş, hukuk alanında düzen kavramıdır. Bu yönüyle devlet seviyesinde geçerli bir kavramdır. Savaşın devlet seviyesi altındaki karşılığı kavgadır, genel adı da çatışmadır. Kişilerin içinde bulundukları devlete veya vatandaşı oldukları devlete karşı savaşmaları ne İslam inancı ne de İslam sistemi/ anlayışı/ düzeni açısından mümkün değildir. Müslümanlar, devletlerini beğenmiyorlarsa ve devlet içinde yasal yollardan yanlışları düzeltemiyorlarsa devletlerine karşı savaşma yerine başka devletlere hicret etme görevi vardır.
Başka devletlere karşı savaşma da devlet seviyesinde geçerli durumdur. Devlet var oldukça o devleti savunma herhangi bir durumdan dolayı devlet yıkıldığında da devleti kurma ve onun için halkın organize olması meşrudur. Kurtuluş savaşımız buna en güzel örnektir. Kişiler devleti dış veya iç tehditlere karşı koruma, kollama görevini oluşturdukları yasal kurumlar aracılığı ile kullanırlar. Bu kurumlar var oldukça kişilerin kendi başlarına bu haklarını kullanmaları nefsi müdafaa dışında meşru değildir. Kurumların kuruluş ve çalışmalarında sorunlar varsa bunların da yasal yollarla düzletilmesi, geliştirilmesi gerekir. Türkiye Cumhuriyeti’nde bu yetki başkomutana aittir. Başkomutanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Manevi varlığından ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur. Milli Güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından Türkiye Büyük Millet Meclisine Karşı, Bakanlar Kurulu sorumludur. Genelkurmay Başkanı: Silahlı Kuvvetlerin komutanı olup, savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanlığı namına yerine getirir. Genelkurmay Başkanı, Bakanlar Kurulunun teklifi üzerine, Cumhurbaşkanınca atanır; görev ve yetkileri kanunla düzenlenir. Genelkurmay Başkanı, bu görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur. (md.117)
İslam’da tekel görüş yoktur. Merkezi sistem de yoktur. Devlet yerel yönetimlere saygılı, yerel yerinden yönetim esasına göre teşkilatlanmalıdır. Bununla birlikte kişi ve yerel yönetimlerin özgürlükleri kadar yerel yönetimleri ayakta tutan, dışarıya karşı koruyan devlet de en az bu kadar önemlidir. Kişiden devlete doğru bir yapılanma ile kurulan devlet yönetimi içte huzur ve dışa karşı güvenin teminatıdır. Kişiler, gruplar ülke içinde özgürlüklerini seçecekleri 10 bin kadar bucakta özgürce kullanırlar. Güvenlik olarak da il düzeyinde jandarma, ülke düzeyinde de orduları tarafından korunurlar.
‘Cihad’ kavramı genel olarak gayret etmek, çalışmak, çabalamak anlamlarında kullanılmıştır. Hukuki olarak devletin yasları içinde yasal çalışmak demektir. Cihat kavramı ‘kital’ kavramı ile karıştırılmış veya bir dönem bu anlamda meşhur olan cihat hukuku ile kital hukuku kastedilmiştir. Öncelikle bu eksiğin veya yanlışın düzeltilmesi gerekir. Kıtal, savaş genel olarak devletin görevidir. Anayasamızda md.117 deki ifadelerde yerini bulur. BU yeterli değilse konuyla ilgili çalışmaların meclise sunulması ve yasal olarak çözülmesi gerekir. Bunun ötesindeki durum yani dışarıdan yapılacak saldırılara karşı kişilerin, grupların yapacakları davranış, ani durumlarda, nefsi müdafaa seviyesinde ilk karşılıkları olarak değerlendirilebilir.
‘Fetva’ kavramı da çoğu kere eksik ve yanlış anlaşılan bir kavramdır. Günümüzde yaygın olarak kullanılan, kişilerin bir konudaki görüşü anlamındaki fetva o kişileri ve ona uyanları bağlasa da sağlıklı bir anlamlandırma değildir. İslam ülkesine saldıranlara karşı savaş fetvası konusu da devletin ilgili birimlerinin verdiği bir karar olarak değerlendirmek gerekir.
Her karar aynı seviyede bir karar ile kaldırılabilir, değiştirilebilir. Sahabelerin icmaı sahabelerin icma sı ile kaldırılabilir. Yani ondan sonra kaldırılamaz. Ondan sonra ki icmalar yeni icmalarla kaldırılabilir. İçtihatlar da yeni içtihatlar ile kaldırılabilir. Konuya sosyal açıdan ya da devlet düzeni açısından bakılırsa da bu durumun geçerli olması mantıklıdır. Örneğin Türkiye Cumhuriyetini kuranların icma ettikleri kuruluş yasları değiştirilemez. Ondan sonraki meclislerin kararları da hangi seviyede alınmışsa o seviyede değiştirilebilmelidir.
Sosyal alanların diğer bölümlerinde durum benzerdir. İslam’da hiçbir alanda görüş tekliği yoktur. Herkes görüşünde, içtihadında serbesttir. Bu açıdan bir kimsenin içtihadını başka biri kaldıramaz. Bununla birlikte ölen birinin fetvası ile de hareket edilemez. O görüşü savunan hayatta biri varsa o kişinin görüşü olarak görüş sorgulanabilir. Aksi taktirde ölen kişinin görüşüne sığınma ya da o görüşü yerme sorunları çözmez.
Günümüzde bu konularda henüz netlikler oluşmadığı için üzerinde çalışmak gerekir. Öncelikle görüş grupların (mezheplerin) güncelleştirilmesi gerekir. Hukuk ekollerinin oluşması gerekir. Her alanda olduğu gibi bu alanda da kim hangi seviyede müçtehit gibi konuların netleşmesi gerekir. Hukuk alanları ile inanç alanlarının ayrışması gerekir. Düzen ile dinin ayrışması demek birbirleri ile karışması demek değildir. Her kurumun, alanın kendi alanında çalışması, görevlerini çoğulculuk anlayışı içinde, bilim rehberliğinde ahenk içinde yerine getirmesi gerekir.
İslam düzeninde bir devlete ancak o devletin içinde fikir ve düşünce özgürlüğü yoksa ve düzen yoksa /yasal düzen kalmamışsa uluslar arası hakemlik kararı savaş açılabilir. Onun dışında keyfi savaşma yetkisi yoktur.